ÖNSÖZ
Bismillahirrahmanirrahim
Dünyanın üzücü ve karmaşık hali sıcak-soğuk savaşlar, silahlanma yarışması ve korkunç buhranlar günümüzde insanların huzurunu bozmuş, ruhunu yıpratmıştır. Savaş silahlarının üretim ve çoğaltımı insan neslini yoklukla tehdit etmektedir. Zayıf sınıfların günden güne artan mahrumiyeti, açlıktan ölen insanların feryadı fakirlik ve işsizliğin korkunç boyutlara varması, uyanık vicdanları perişan etmiştir. Ahlakî değerlerin unutulması, dine karşı artan rağbetsizlik, ilahi kanunlardan yüzçevirmek, maddecilik, sanayileşmede makul ölçülerı görmezlikten gelmek ve fuhuş ile şehvetperestliğin yaygınlığı dünyanın aydın ve vicdanı uyanık insanlarını tedirgin etmektedir.
Bu ve benzeri yüzlerce mesele, ileri görüşlü insanları hayrete düşürmüştür. İnsanlığın çöktüğünü ilan eden tehlike çanlarının sesi dünyanın her yanında duyulmaktadır. Kimi düşünürler insanlığın geleceği hususunda kötümserliğe kapılarak artık bu sorunların halledilmesinin mümkün olmayacağını öne sürmüşlerdir. Bazıları da ileri giderek insanlığın kaydettiği ilerlemeleri bütünüyle görmezlikten gelip ilim ve sanatı eleştirmekteler; oysa ki bunlar, ilim ve sanatın olumsuz hiçbir etkisinin olmadığını, aksine, bu büyük nimetleri kötüye kullanan ve onu doğru yoldan saptırıp fesada bulaştıranların bencil ve isyankâr insanlar olduğunu itiraf etmektedirler. (Bu ise muhtelif ideoloji ve mekteplere bağlı olan düşünürlerin içinde bulunduğu bir çıkmazdır.)
Şiâ'ya Göre Dünyanın Geleceği
Ehl-i Beyt mektebine bağlı olanlar ise, asla ümitsizliğe kapılmamışlardır. Beşeriyetin akibeti hususunda iyimserdirler. Dünyada liyakat sahibi ve iyi insanların başarılı olacağına inanırlar; lakin, dünyanın ıslah ve idaresi için beşerî hüküm ve kanunların yeterli olmadığını kabul ederek şöyle derler: "Muhtelif ideolojiler ve insanoğlunun uydurduğu aldatıcı ekoller insanı, hiç bir zaman sefalet girdabından kurtaramaz ve insanlığın içinde bulunduğu tehlike ve buhranları ortadan kaldıramaz. Sadece vahiy kaynağından kaynaklanan İslam’ın güçlü ve kapsamlı kanunları beşerin kurtuluş ve saadetini sağlayabilir."
Ehl-i Beyt mektebine bağlı olanlar, altın bir çağın beklentisi içindedirler. O zaman dünyanın idaresi her çeşit hata, yanlışlık, bencillik ve düşmanlıktan münezzeh olan masum bir İmamın elinde olacaktır. Genel olarak Ehl-i Beyt Şia’sı büyük bir ümit ve iyimserlik nimetine sahiptir. Bu karanlık çağda bile tevhid hükümetinin altın çağını zihinlerinde yaşatmakta ve böyle bir dönemi bekleyerek kendilerini böyle bir evrensel inkılâba hazırlamaktadırlar.
Kurtuluş Beklentisi Ve Geri Kalmışlığın Sebebi
Şia'ya dil uzatmak için söz konusu edilen konulardan biri de bu mektebe inananların kurtuluş beklentisi içinde olmaları ve Mehdi’ye (a.s) inanmalarıdır. Bazıları "Şia'nın geri kalmışlığının sebeplerinden biri gaybî bir kurtarıcıya iman etmeleridir. Bu inanç şiileri pasifleştirerek, sosyal girişimlerden alıkoymuştur. Çünkü onlar sosyal işlerin ıslahını Mehdi’den bekliyorlar." diye Şia'yı eliştiriyorlar.
Bu kısa inceleme de müslümanların ve Şia'nın geri kalmışlığının sebeplerini araştırmaya fırsatımız yoktur ama özet olarak şöyle diyebiliriz: Müslümanların gerikalmışlığının sebebi, İslamî inanç ve hükümler değildir. İslam alemini sefalete düşüren şey, dış etkenlerdir. Kesin olarak diyebiliriz ki semâvî dinlerden hiçbirisi İslâm kadar sosyal ilerlemeyi ve insanlığın terakki ve azametini vurgulamamıştır. İslâm fesat ve zulümle savaşmayı ve kötülükten alıkoymayı, müslümanların kesin vazifelerinden biri olarak kabul etmiş ve sosyal ıslahatı, adaletseverliği ve iyiliği emretmeyi dinî farzların başında saymıştır. İyiliği emretme ve kötülükten sakındırmaya o kadar önem vermiştir ki bu iş için bir grubu hazırlamayı ve kuşandırmayı tüm müslümanlara farz kılmıştır.
Allah Teala Al-i İmran suresinin 104. ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun, kurtuluşa erenler işte bunlardır."
Kur’ân-ı Kerim bu büyük görevi müslümanların üstünlük ölçüsü olarak kabul etmekte ve Al-i İmran suresinin 110. ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a iman edersiniz."
İslâm Peygamber’i (s.a.a) de müslümanların işlerinin ıslahı için çalışmayı, İslâm’ın rükünlerinden biri saymış ve şöyle buyurmuştur: "Herkim İslâm dünyasının sosyal işlerine ilgisiz olur ve önemsemezse müslüman değildir."
Kur’an-ı Kerim müslümanlara, düşman karşısında donanmayı ve hazırlıklı olmayı emrederek Enfâl suresinin 60. ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın."
Bu gibi ayet ve yüzlerce hadise rağmen İslâm’ın müslümanlara, dünyadaki bunca teknik ve ilmî gelişmeleri görmezlikten gelmelerine, İslâm dünyasını tehdit eden tehlikeleri küçümsemelerine, İslâm ve müslümanlara seyirci kalmalarına izin verdiği söylenilebilir mi? Müslümanlar, İslâm dünyasına vurulan darbeler karşısında susup "Allah’ım, Mehdi’nin zuhurunu yakın kıl!" diyerek sırf duayla ağır sorumluluklarından kaçabilirler mi? Biz bu kitapta kurtuluşu beklemenin sosyal sorunları çözebilmek ve toplumda adaleti yaygınlaştırmak için sürükleyici bir güç olarak çok olumlu bir etken olduğunu açıklayacağız. Bilakis kalplerinde ümit ışığı sönenler asla başarı ve saadete ulaşmak için çaba göstermezler; başarı beklentisi içinde olanlarsa ellerinden geldiğince çalışır, hedefe ulaşmak için tüm yolları deneyerek malum bir amaç doğrultusunda kendilerini hazırlarlar.
Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Al-i Muhammed’in hükümeti kesinlikle kurulacaktır. O halde Kâim’imizin (Mehdi’nin) ashab ve dostlarından olmak isteyenler dikkatli olmalı, sakınmalı, iyi ahlak ile ahlaklanmalı ve Al-i Muhammed’in Kâim’inden kurtuluş beklemelidirler. Kâim’imizin zuhuru için böyle bir hazırlık gören ve beklenti içinde olan ama tevfik elde edemeyen ve onun zuhurundan önce ölen kimseler onun dostlarının sevabına nâil olacaklardır." İmam (a.s) daha sonra şöyle buyuruyor: "Ciddi olarak çalışınız. Başarı ve kurtuluş hususunda ümitli olunuz. Ey Allah’ın teveccüh ettiği kimseler! Başarı ve zafer sizlere kutlu olsun!"[1]
İslam, müslümanların savaş, mücadele ve fedakarlığa hazır olma meselesine o kadar önem vermiştir ki İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Bir tek ok saklamakla olsa da Mehdi’nin (a.s) zuhuru için hazırlanın".[2]
Allah Tealâ dünyanın karışık durumunu, müslümanlar vasıtasıyla ıslah etmeyi, zulüm sistemini ortadan kaldırmayı, küfür ve maddeciliği yoketmeyi ve mukaddes İslam dinini yaymayı irade etmiştir. Şüphe yok ki böyle büyük ve evrensel bir inkılâp, selahiyyet ve liyakâtı gerektirmekte olup, ön hazırlık görülmeksizin gerçekleşmeyecektir.
Kur’an-ı Kerim de yeryüzünde bu kudreti elde etmek için ön şartların varlığını gerekli bilmektedir. Allah Tealâ Enbiyâ suresinin 105. ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Andolsun biz Zikir’den (Tevrat’dan), sonra Zebur’da da "Hiç şüphesiz yer yüzüne salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık." Bütün bu zikredilenler ışığında cihanşümul bir inkılâbın öncüleri olan müslümanların bu hususta hazırlıklı olmaları bağlamında hiçbir sorumluluklarının olmadığı söylenebilir mi? Bunun mantıktan uzak olduğu apaçık ortadadır.
Dostları ilə paylaş: |