Bir Ehl-i Sünnet kardeşin şu sorusunu hatırlıyorum: "Biz gaybetin gerekliliğini kabul edecek olursak şöyle bir soruyla karşılaşmaktayız: Gaybet-i kübra döneminde neden gaybet-i suğra gibi bir takım vekiller tayin etmedi? Böylece şiiler bu vekiller vasıtasıyla onlarla ilişki kurar ve sorunlarını hallederlerdi."
Bu kardeşe şöyle demiştim: "Düşmanlar vekilleri de rahat bırakmazlardı. Onlara İmam’ın yerini göstermeleri için işkence ederlerdi. Ya da işkenceler altında zindan köşelerinde öldürülürlerdi.
Burada kimileri İmam "Vekalet makamına bazı belirli şahısları tayin etmeyebilirdi; ama bunun yerine bazen bir takım müminlere zahir olup onlar vasıtasıyla bir takım gerekli emirleri şiilere ulaştırabilirdi" diyebilir. Yanlız şunu hemen hatırlatalım ki bu iş de salah ve faydalı değildi. Çünkü o şahıslar da İmam’ın yerini onlara gösterebilirdi veya bu iş onların öldürülmesine sebeb olabilirdi.
Yine bu noktada şu soru da gelebilir akla: "Bu tehlike birtakım kimliği belirsiz insanlara zuhur ettiği taktirde söz konusudur. Ama müminler ve alimler için zuhur etseydi hiç bir tehlike ihtimali de kalmazdı." Buna da üç yolla cevab vermek mümkündür:
1- İmam-ı Zaman eğer herkes için zuhur etmek isteseydi kendini tanıtmak için bir takım kerametler göstermeliydi. Hatta çabuk inanmayan insanlar için sayısız keramet göstermesi gerekecekti. Bu arada bir takım sihirbaz insanlar da ortaya çıkarak insanları aldatır, imamet iddiasında bulunarak sihir ve büyülerle insanları büyülerlerdi. Sihir ve kerameti birbirinden ayırdedebilmek de herkesin yapabileceği bir şey değildir. Bu da bir çok sorunlara neden olurdu.
2- Zahirde iyi olan bazı hokkabazlar bunu kötüye kullanırlardı; cahil halk arasına karışır, İmam’ı gördüğünü iddia eder, şer’i olmayan hükümleri ona isnad eder, bu vasıtayla uğursuz hedeflerini gerçekleştirmeye çalışırlardı. Şer’i olmayan bir iş yapmak isteyenler buna bir kılıf uydurabilmek için "Ben İmam-ı Zaman ile görüştüm. Dün gece bizim eve gelmişti. Bana "Falan işi yap" dedi ve falan işlerimi teyid etti "… vb. gibi yalanlar uydurabilirlerdi. Bu işin kötü neticeleri ise malumdur.
3- İmam’ın bazı salih ve güvenilir insanlarla görüşmediği hususunda kesin delil yoktur. Birçok salih ve veliler İmam’la görüşüyor olabilir. Dolayısıyla da emredildiği üzere bu sırrı saklamakta ve hiç kimseye açmamaktadırlar. Bu hususta herkes sadece kendi halini bilmekte ve diğerleri hakkında hüküm verme salahiyetine sahib bulunmamaktadır.
GÂİB İMAMA olan İhtİyaç
Denilebilir ki: "İmam, insanların rehberi olduğuna göre zahir olmalıdır, gâib olmamalıdır. Gâib imamın faydası nedir? Yüzlerce yıl gâib olan, dini yaymayan, toplumun sorunlarını çözmeyen, azgınların cevabını vermeyen, iyiliği emretmeyen, kötülükten sakındırmayan, mazlumları himaye etmeyen, ilahi hüküm ve hududları uygulamayan, insanlara helal ve haramı açıklamayan bir imamın varlığının ne faydası vardır?"
Bu sorunun cevabının açıklık kazanması için şu noktalara dikkat etmek gerekir: İnsanlar gaybet zamanında bir çok feyizden mahrumdur. Ama unutmamak gerekir ki imamın varlığının faydası sadece bu sayılanlardan ibaret değildir. İmamın varlığının başka faydaları da vardır. Bunlardan bir kaç örnek verebiliriz:
1- Daha önce anlatılanlar ve imamet konusunda nakledilen hadisler esasınca imamın mukaddes varlığı, insanların yaratılışının nihai hedefini simgelemenin yanısıra maddi ve rububi alem arasında bir rabıtadır. Yeryüzünde bir imam olmazsa insanlık yok olur. Çünkü o yeryüzünde Allah'ın halifesidir ve Allah'a kul olmakta en mükemmel örnek olduğu için Allah onu kendisiyle kulları arasında aracı kılmıştır. İmam olmazsa Allah kamil bir şekilde tanınmaz ve hakkıyla ibadet edilmez, imam olmazsa maddi alemle madde ötesi alem arasındaki ilişki kopar. İmamın mukaddes kalbi santraldaki elektriği binlerce lambaya ulaştıran transformatör konumundadır. Gayb aleminin feyiz ve nurları önce imamın temiz kalbinin aynasına daha sonra da onun vasıtasıyla diğer fertlerin kalbine yansır. İmam varlık aleminin kalbi ve insanların rehberi ve pedagogudur. Ayrıca bilinmelidir ki bu faydaların varlığında imamın zahir veya gâib olmasının hiç bir etkisi yoktur. "Gâib imamın ne faydası vardır?" gibi sözler daha çok imamet ve velayetin manasını bilmeyen, imamın sadece bir hüküm bildiren ve hadlar uygulayan insan olduğunu düşünenlerin sözüdür. Halbuki imamet ve velayet makamı bu zahiri makamlardan çok daha yüce bir makamdır.
İmam Seccad (a.s) şöyle buyuruyor: "Biz müslümanların imamı, dünya ehlinin hücceti, müslümanların sorumlusuyuz. Yıldızlar nasıl gök ehlinin güvencesiyse bizler de yeryüzündekilerin güvencesiyiz. Bizim vasıtamızla gökyüzü yeryüzüne düşmez, meğer ki Allah istesin. Bizim vasıtamızla Hakk’ın rahmet yağmuru yağmakta ve yeryüzü bereketlerini çıkarmaktadır. Eğer biz yeryüzünde olmasaydık, yeryüzü, üzerindekilerini yutardı. Allah Tealâ Adem’i (a.s) yarattığı günden beri yeryüzü hiç bir zaman hüccetsiz kalmamıştır. Ama bu hüccet bazen zahir ve meşhurdur, bazen de gâib ve gizlidir. Kıyamete kadar da hüccetsiz kalmayacaktır. Eğer imam olmazsa Allah’a (hakkıyla) ibadet edilmez."
Süleyman diyor ki: "İnsanlar gâib imamın varlığından nasıl faydalanabilirler" diye sorduğumda İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Bulutlar arkasında kalan güneşten istifade ettikleri gibi."[1]
Bu ve benzeri birkaç hadiste Hz. Mehdi'nin (a.s) mukaddes varlığı ve insanların ondan yararlanması bulut arkasında kalan güneşe ve ondan istifade edilmesine benzetilmiştir. Bu ikisi arasındaki ortak yön de şudur: Doğal bilimler ve astronomide güneşin, kendi sisteminin merkezi olduğu ispat edilmiştir. Onun çekim gücü yeryüzünün parçalanıp yok olmasını önlemektedir. Dünyayı kendi etrafında döndürerek gece ve gündüz ile mevsimleri oluştarmaktadır. Sıcaklığı insanlar, bitkiler ve hayvanların hayatlarını sürdürmelerine sebep olur, onun ışığı yeryüzünü aydınlatmaktadır. Bütün bunların gerçekleşmesinde güneşin bulut arkasında kalıp kalmamasının etkisi yoktur. Yani güneşin çekim gücü, ışığı ve ısısı her iki halde de mevcuttur. Sadece azalıp çoğalma söz konusudur, güneş bulutların arkasında kalınca veya gece olunca varlıkların onun heraket ve ısısından faydalanmadığını söylemek cahilane bir iddia ve çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü güneş bir gün bile ışık ve ısısını bu sisteme göndermezse herşey donup helak olur.
İmam’ın mukaddes varlığı da, aleme güneş, insanlık aleminin kalbi, pedagog ve tekvînî kılavuzdur. Sözkonusu etkilerde ise imamın zahir veya gâib olmasının hiç farkı yoktur. Okuyuculardan önceki bölümlerde nübüvveti amme ve imamet hakkında söylenenleri hatırlamalarını ve üzerinde dikkatle düşünmelerini rica ediyorum, o zaman velayetin gerçek manası imamın varlığının en önemli faydası ve insan şu anda sahip olduğu bütün hidayetlerinin gâib imamın vücudunun bereketiyle olduğu anlaşılacaktır.
Bahsedilen diğer faydalara gelince; evet insanlar gaybet zamanında bunlardan mahrum haldedirler, ama bu feyzin yokluğu Allah Teala ve imamın mukaddes varlığından kaynaklanmıyor. Bu eksiklik bizzat insanın kendisindendir. Eğer zuhurun engellerini ortadan kaldıracak adalet ve tevhide dayalı bir devletin kurulması için ön hazırlık yapacak ve toplumdaki düşünce ortamını, uygun hale getirecek olsaydılar, İmam-ı Zaman da elbet zuhur eder, insanlığı sayısız nimetlere ulaştırırdı.
Bu arada "genel şartlar imamın zuhuru için elverişli değilse o halde bu zor ve tehlikeli yolda çalışmanın ne gereği vardır." şeklinde bir soru akla gelebilir. Ama bu fikir doğru değildir; çünkü bütün müslümanların toplumsal işlerinin ıslahı için ve hatta bütün dünyanın ıslahı için çalışmaları gerekir. Toplumun refahı yolunda çalışma ve zulümle savaş en büyük ibadetlerden sayılmaktadır.
Keza şöyle de denilebilir: "Bir veya birkaç kişinin çalışmasıyla biryere varılmaz ki?! Ayrıca benim ne suçum var ki imamı görme feyzinden mahrum bırakılıyorum?" Cevap şudur: Bizler eğer bütün insanları fikri kemale erdirmek, insanları İslam’ın hakikatleriyle tanıştırmak ve İmam-ı Zaman’ın hedeflerine yakınlaşmak için çalışırsak kendi görevimizi yapmış olur ve buna karşılıkta büyük bir sevaba ulaşırız. Çünkü bir adım dahi olsa insanlığı hedefe doğru yürütmüş oluruz ki bu işin değer ve önemini Allah bilir. Bu sebeple rivayetlerde kurtuluşu beklemenin en büyük ibadetlerden olduğu yeralmıştır.
2- Gaip olan Mehdi’ye inanmak kurtuluşu beklemek ve İmam-ı Zaman’ın zuhurunu gözlemek müslümanlara büyük bir ümit vermektedir ve bu ümit başarı ve ilerlemede en büyük etkenlerden biridir. Ümitleri kaybolan bir topluluk ise asla başarıya ulaşamaz.
Evet, dünyanın acı durumu, maddi fikirlerin akını, ilahi ilim ve öğretiden uzak kalma, zayıf sınıfın günaşırı mahrumiyeti, sömürgecilik tekniğinin gelişmesi, soğuk ve sıcak savaşlar, doğuyla batı arasındaki silahlanma yarışı, fikir sahibi aydın insanları oldukça tedirgin etmekte, bazen insanoğlunun ıslah olabileceğinde dahi şüpheye düşürmektedirler.
Beşer için varolan tek ümit ışığı ve bu karanlık alemde çakan tek ümit kıvılcımı, tevhid hükümetinin altın çağını ve ilahi hükümlerin hakimiyetini beklemektir. Titrek ve ümitsiz kalplere huzur veren ve mahrum sınıfın gönüllerine merhem olan bu kurtuluşu beklemektir. Müminleri inançlarında sabit ve dinde payidar kılan da bu kurtuluşu beklemektir. Dünyanın hayırseverlerini iş ve faaliyetlere teşvik eden hakkın zaferine olan inançtır. İnsanlığı ümitsizliğin korkunç uçurumundan kurtaran bu gaybi güçten yardım dilemektir. İslam Peygamber’i cihanşumul tevhid hükümetinin programını açıklamak ve cihanşumul ıslahatın öncüsünü tanıtmakla İslam dünyasından ümitsizlik ruhunu yok etmiş, ümitsizliğin kapılarını kapatmıştır. Müslümanların bu İslami program vasıtasıyla dünyanın muhtelif milletlerinin dikkatini çekeceği ve tevhid hükümetinin teşkilinde bütün insanları birleştireceği beklenmektedir.
Hz. Ali b. Hüseyin (a.s) şöyle buyuruyor: "Kurtuluşu beklemek kurtuluşun en büyük kısımlarından biridir."[2]
Özetle: vaadedilmiş Mehdi’ye inanmak Ehl-i Beyt dostları için parlak bir geleceği müjdelemekte ve onlar o günün ümidiyle yaşamaktadırlar; ümitsizlik ve yenilgi ruhunu yok etmiş ve onları hedef yolunda çalışma, nefis tezkiyesi ve ilahi öğretilerle ilgilenmeye teşvik etmiştir. Ehl-i Beyt mektebine inananlar maddecilik, şehvetperestlik, zulüm, küfür, dinsizlik, savaş ve sömürünün karanlık çağında tevhid hükümetinin kurulmasıyla insanlığın akli tekamülünü, zulüm saltanatının yıkılmasını, gerçek barışın sağlanmasını ve ilimin yayılmasını açık bir şekilde müşahade etmekte ve gerekli şartları gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. İşte bu yüzden Ehl-i Beyt’ten nakledilen rivayetlerde kurtuluşu beklemenin en büyük ibadetlerden olduğu ve hak yolunda şehadete denk sayıldığı kaydedilmiştir."[3]
Nehc-ul Belaga’daki bir hutbe de Hz. Mehdi (a.s)’ın gaybet zamanında da İslam’ın ilerlemesi ve müslümanların sorunlarının çözümü için gücü oranında çaba sarfetmenin gerektiği hususunda Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: "İnsanlar azgınlık yolunda, sağ ve solu tutmuş doğru yolu bir kenara atmışlar. Olacak şeyler hakkında acele etmeyiniz, yakında gerçekleşecek olan bu şeyi geç sanmayınız, çünkü bir işte acele edenler bazen o şeye ulaştıklarında: "Keşke buna ulaşmasaydım" derler. Gelecekle ilgili müjdeler ne kadar da yakınlaşmıştır! Şimdi vadelerin ve tanımadığınız şeyin zuhur zamanıdır. Bilin ki o zamana kavuşan bizlerden (Ehl-i Beyt’ten) herhangi birimiz aydın bir yolda yürür ve salihlerin davrandığı gibi davranır. Tâ ki böylece tutsakların boyunlarından bağı çözer ve zorda kalanı kurtarır, batıl toplulukları dağıtır ve yarılıp kırılanı onarır. Bütün bu işleri insanlar görmeden yapar. Hatta eserini izleyen kimseler bile, onun izine rastlamazlar. Sonra dileyen topluluğun can gözlerini açar, körleşmiş kılıçları biler gibi onların görüşlerini biler. Kur'an'ın nuru gözlerinin nurunu fazlalaştırır; görüş güçlerini güçlendirir, tefsirle kulaklarını, duyuşlarını keskinleştirir..."[4]
Bu hutbeden de anlaşılmaktadır ki Hz. Ali (a.s) zamanındaki insanlar Peygamber’den duydukları bir olayın gerçekleşmesini bekliyorlardı. Bu olayların gaybet zamanındaki olaylar olması da muhtemeldir. Hutbenin zahirinden anlaşılmaktadır ki gaybet zamanının imamı tam bir gizlilik içinde yaşamaktadır. Ama basiretle müslümanların maddi ve manevi sorunlarını çözümlemekte ve İslam’ı savunmakta, zorda kalanları kurtarmaktadır. İslam’ın aleyhine kurulan toplulukları dağıtmakta ve faydalı toplulukların kurulması için gerekli şartları oluşturmaya çalışmaktadır. İmam-ı Zaman’ın mukaddes vücudunun bereketiyle insanlardan bir grup dini savunmaya kalkışmakta ve çalışmalarında, Kur’an ilimleri ve öğretilerinden ilham almaktadırlar.