c) Cebriyye'de Hürriyet ve İrâde Problemi:
Hürriyet ve irâde probleminin çözümünde kullara mutlak bir hürriyet tanıyan mutlak tefviz taraftarı Kaderiyye
mutezilenin ,smda aŞm uç olaraK Cebenin mutlak cebir görüşü bulunmaktadır.
Cebriyye'nin probleme bakışı şöydir.
Genel karakteriyle ledir:582
«İnsanın hiçbir iradî hürriyeti yoktur. Herşey Allah583 tarafından önceden takdir edilmiştir. Kul takdir edilen bu fiili yapmağa mecburdur. İnsanlar bir robot gibidir. Başka bir deyimle Allah'ın mutlak irâdesi karşısında insanlar havada rüzgâra tâbi olarak oraya buraya sürüklenen bir tüy gibidir. İşte böyle bir düşünceyi savunduklarından dolayı kendilerine Cebriyye adı verilmiştir».584
Aslen Horasanlı olan Cehm b. Safvân, Kûfe'de Ca'd b. Dirhem (124/741) ile karşılaşmış ve bazı fikirlerini ondan almıştır. Bir müddet el-Hâris b. Süreye (128/746) in vezirliğini yaptığı rivayet edilmektedir. Daha sonra da Horasan'da Haris ile beraber Emevîlere karşı girişilen kıyam hareketine iştirak etmiş olduğundan Bmevîler tarafından yakalanarak Öldürülmüştür,
Cebriyye'nin muhtelif kollan vardır. Cehm b. Safvân'm taraftarlarına Cehmiyye, Bekr ta. TJhti 'Abdi'l-vahid b. Zeyd (tak. 3.h. asır) in taraftarlarına Bekriyye, Dırâr b. 'Amr (tak. 3.h. asır) m taraftarlarına Dı-râriyye adı verilmektedir, 585
Kâdî 'Abdülcebbâr'm ifâdesine göre Dırâr b. 'Amr, önceleri Mutezilî iken Vâsıl b. 'Atâ'a muhalefet etmiş cebir
inancına kail olmuş ve bu. mezhebi yaymaya başlamıştır.586
Şimdi umumi hatlarıyla kısa başlıklar altında Cebriyye-nttı konumuzla 587ilgili görüşlerini verelim. 588
(İ) irâde:
Cebriyye Allah'ın mutlak kudreti karşısında kulda hür irâde ve ihtiyar bulunmadığına inanmaktadır. Zaten bu yüzden Cebriyye adını almışlardır. «Allah'ın mülkünde ancak onun dilediği olur. Zamanında vuku bulacağını bildiği şeyin vaktinde meydana gelmesini dilediği gibi, olmayacak şeyin de vaktinde vuku bulmayacağını dileyen Allah'tır».589
Cenin b. Safvân'a göre Allah'ın ilmi hadistir. Allah «Şey» «Hayy» «Âlim» «Mürîd» {irâde eden) gibi başkalarına da verilebilecek sıfatlarla tavsif edilemez. Allah ancak «Kadir» «Mûcid» «Fail» «Hâlık» «Mümît» gibi sıfatlarla va-sıfladırıiır. 590
(2) Kudret - Istîtâat:
Cehm b. Safvân'a göre, kulların fiillerinin gerçek faili Allah'tır. İnsanlara fiilleri mecaz olarak nisbet edilir. Nastf ki «güneş battı» dediğimiz zaman gerçek fail güneş değil Allah'tır. 591
Kulların hür irâde ve ihtiyarı olmadığı gibi kudret ve istitâatları fla yoktur. Fiiller ancak ezelî kudret ile vücut bu-Jur. Bu hadis bir kudrete mukarin değildir.592
Cebriyye fırkaları içinde Dırâriyye ise istitâat konusunda Mutezile görüşünü benimsemiş ve «istitâat fiilden öncedir, fiil ile beraberdir, fiilden sonradır ve iş yapabilme gücüne sahip olan birinin (el-nıüstatî) bir parçasıdır»593demiştir.594
(3) Fiillerin Yaratılması:
Cebriyye insan için kudret kabul etmediğine göre bunun zaruri sonucu da insanın fiillerinin tamamen Allah'ın yaratmasıyla meydana geldiğini kabul etmektedir595 Nitekim böyle olmuştur. Kâdî 'Abdülcebbâr'ın nakline göre Cehm b. Safvân «biz fiillerimiz için birer zarf gibiyizdir. Bu fiiller bizde ne zaman yaratılırsa o zaman var olurlar, yara-tılmazsa da olmazlar» demiştir. 596
Yine, el-Bağdâdî'nin nakline göre Cehm b. Safvân «Yüce Allah dışında hiç kimsenin ne fiili ne de ameli vardır. Ameller yaratılmışlara mecaz yoluyla nisbet edilebilir.» 597 demektedir.
Cebriyye içinde Bekriyye ve Dırâriyye «tevlid ve tevel-lüd» ü kabul etmemektedirler, 598
Dırâriyye'nin, kulların fiillerinin Yüce Allah tarafından yaratıldığı ve kullar tarafından «kesb» edildiği görüşü Ehl-i sünnet görüşü paralelindedir. 599
Hürriyet ve irâde problemi konusunda Cebriyye'nin görüşlerine bu kadar temasla yetinmek zorundayız. Bu konuda birinci elden .kaynak bulunmamaktadır. Ancak başka görüşlere sahip Mezhepler Tarihi kitaplarının veya muhaliflerinin nakilleriyle fikir yürütmek mecburiyeti hasıl olmaktadır.
Daha önce de muhtelif vesilelerle söylediğimiz gibi, problemin mahiyetinden doğan iki zıt uçtan, mutlak tefviz tarafını savunan Kaderiyye-Mutezüe'nin görüşlerini öğrendikten sonra diğer ucun görüşleri de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
îran'h Ca'd b. Dirhem ile fikir alış verişinde bulunmuş Horasan'lı Cehm b. Safvân'ın ortaya koyduğu bu tam determinizme bakınca bu fikrin zaruri olarak İslâmdan önceki îran inançlarına râci olduğunu iddia etmek yersizdir. Aşikardır ki, İslâm dünyasında kelâm ilmi adını alan doktrinal teolojiden her istikamette mantıkî sonuçlar çıkarılması işi İranlılar tarafından yapılmıştır ve îslâmiyetin ilk zamanlarına ait mütekellimler de İranlıdırlar. Ama fatalizmin İslâm dünyasında gelişip sistemleşmesi için bir asır geçmiştir. Ve bu fikrin ilk müdafii de bir zındık olarak ölüme mahkum edilmiş.600
İlk mütekellimlerin îran asıllı olmaları bu fikirlerin İran'dan geldiği ve kopya olduğu manasına gelmemektedir. Dînî konularda düşünen kafaların her istikamette mantıkî sonuçlar çıkarmaları çok tabiîdir. Nitekim bu konuda da böyle olmuştur. Bu yüzden Cebriyye ile ilgili daha detaylı bilgilerin bulunmaması da pek önemli sayılmayabilir.
Burada önemli olan bu iki uç görüşten sonra eklektik sistemlerin bu çetin meselede nasıl bir yol izleyecekleridir. Konu bu noktaya geldiğinde akla ilk gelen Eş'ariyye olmaktadır.601
d) Eş'ariyye'de Hürriyet ve îrâde Problemi:
Tarihin her devrinde görüldüğü gibi tezad, gerçekleri müdafaa eden sistemlerin bulunduğu yerde hemen eklektizm de kendini göstermektedir. İnsanın düşünce' yapısını oluşturan faktörler hangi istikamette o insanı karakterize etmişse, kişi o istikamette düşünmeye başlıyor ve zamanla bu düşünce tarzı onda meleke haline inkılab ediyor. İşte bu sırada eğer tezad uçlardan biri istikametinde düşünmeğe alışmışsa bu arada öbür ucun fikirlerini de müşahede ediyor. Bazan merak saikasıyla, bazan red ve cerh etmek maksadıyla ve bazan da sırf cedel için bu zıt fikirlerle temasa geçiyor. Cedel suretiyle adamakıllı zihin antrenmanına sahip olan düşünen kafa, taraftan olduğu uç ile diğer ucun fikirlerindeki açmaz ve çıkmazları görünce kendiliğinden orta yol bulmağa meylediyor. Ama vardığı sonuç problemin halli yönünden bir öncekinden pek farklı olmuyor. Bu kaidenin batı felsefesindeki örneklerini tezimizin birinci bölümünde görmüştük. Tarihî seyri içinde bu kaide İslâm dünyasında da örneklerini vermiştir.
Kelâm dediğimiz doktrinal teolojide, hürriyet ve irâde problemini İslâmda ilk olarak ele alan iki zıt uç, Kaderiyye ile Cebriyye aynı anda ortaya çıkmıştır. Yaklaşık iki asır boyunca bu gurupların inhisarında kalan kelâm münakaşaları ve özellikle irâde, kaza-kader problemi üzerindeki açıklamalar, yavaş yavaş bu çevreyi aşmaya başlamış; Rasûl-i ekrem (s.a.) ve ashabının (r.a.) itikattaki yolunu takib eden Ehl-i sünnet, diğer adıyla selef arasında da ilgi uyandırmağa başlamıştır. Hatta selef âlimlerinden 'Abdullah b. Sa'îd el-Kül-lâb (240/854); Ebu'l-'Abbâs el-Kalanisî (3.h.asır), el-Hâris b. Efeed el-Muhâsibî (243/857) gibi zevat kelâmı delilleri kullanmak suretiyle selef akaidini teyid etmek yolunu seçmişlerdir.602
Bu zevatın dışında «mutlak tefviz» taraftarı Kaderiyye-Mutezile içinde yetişmiş Ebu'l-Hasen el-Eş'arî (324/936) nin hicrî dördüncü yüzyıl başında, 300/912 lerde, kırk senelik ömrünü aralarında geçirdiği Mutezile'deh, hocası Ebû 'Alî el-Cübbâî (303/915) ile yaptığı meşhur üç kardeş münakaşasının veya İbn 'Asâkîr (571/1175)in beyan ettiği üç rüyanın (kelâmı bırakma, hadise dönme, Hz. Peygamberin sünnetini başarıya ulaştırma) 603sebep gösterildiği olaylar sonucu ayrılması, yukarıda arzettiğimiz kaidenin İslâm dünyasında en tipik Örneğini teşkil etmektedir.
Eklektizmin diğer bir örneğini de aynı devirde Mâverâ-ünnehirMe, Hanefî âlimlerinden olan ve İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin kelâm görüşlerinden hareket eden, İmâm Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (333/944) vermiştir.
Eş'arî, Mutezileye karşı ilk çıkışında, aklî delilleri şiddetle reddeden^teslimiyet ve taklid inancını cesaretle savunan bir Hanbelî hüviyetinde görünmektedir604 Hattâ «bir cuma günü Basra Camiinde kürsüye çıkmış ve şöyle hitab etmiştir: Beni tanıyan tanımıştır. Tanımamış olana da şimdi kendimi tanıtacağım. Ben filan oğlu filanım. Daha Önce. Kur'ânın yaratılmış olduğu fikrindeydim. Allahı gözlerin gö-remiyeceği görüşünde idim. Kötü fiillerimi ben yaratıyorum zannederdim. Şimdi tevbe ediyorum, bu fikirlerimden dönüyorum. Mutezileyi redde başlıyorum. Onların rezaletlerini ortaya çıkaracağım. Ey topluluk! ben bir süre size görünme-dim. Çünki ben düşündüm ve zihnimde her iki tarafın delilleri birbirine denk hale geldi. Nazarımda hiçbirinin diğerinden üstünlüğü kalmadı. Allah'tan hidayet diledim o da beni bu kitablarımda topladığım inanca iletti. Şu elbisemden soyunduğum gibi, daha önce inandıklarımdan sıyrıldım» dedi, üzerindeki elbiseyi çıkardı ve muhaddis fakihlerin bir gurubunun metodu üzere yazdığı bir kitabı halka attı. 605
Tarihçilerin naklettiği hadiselerin gerçeklik derecesi ne olursa olsun, önemli olan, Eş'arî'nin fikirlerinde değişiklik olduğudur. Bir aşırı uçtan kopan Eş'arî'de bunun ilk tezahürü adeta öteki aşırı uç denebilecek şekilde sert olmuştur. Nitekim «el-İbâne 'an usûli'd-diyâne» isimli eserinin baştara-fmda İmâm Ahmed b. Hanbel'i hararetle öven ve imam kabul ettiğini bildiren ifadeler kullanmıştır. 606 Ahmed b. Hanbel de kelâmı şiddetle reddeden ve kelâmcıları zındıklıkla suçlayan bir zâttır.
Herhalde zamanın şartları ve hareketlerinde takib ettiği politika onu bu adımı atmak mecburiyetinde bırakmış olmalıdır. Bu da kendisine güven sağlamak ve İslâm tefekküründe şahsının kumanda merkezi olmasını gerçekleştirmek için böyle olmuştur denebilir. Kendisine yeterince itimat sağladıktan sonra çabasının ikinci etabı başlamıştır. Bu safhada dînî akideler üzerindeki düşüncelerde kullanılan aklî delillerin dîne uygunluğunun tesbiti yapılmıştır. Eş'arî bu mevzuda «el-Lüma'fi'r-reddi âlâ ehli'z-zeyği ve'1-bida'», «Risale fî istihsâni'lhavd fî 'ılmi'lkelâm»607 isimli eserlerini kaleme almıştır. 608
Önce Hanbelî olarak göründükten sonra tekrar kelâm metodunu kullanmanın, çevresinde uyandırdığı tepki üzerine kendini ve kelâmı müdafaa için yazdığı «Risale fî istih-sâni'İ-havd fî 'ılmi'l-kelâm» isimli eserinde şöyle demektedir: «İmdi, halkın bir kısmı cehaleti sermaye yapmışlardır. Onlara aklî tefekkür ve dinde (itikâdî esaslarda) araştırma yapmak zor gelmiş kolayına kaçmışlar ve taklide meyletmişlerdir. Dînin temelleri üzerinde araştırma yapanları suçlamışlar ve onları sapık kabul etmişlerdin). 609
Bu çabalar sonunda kelâm metodu Eş'arî ile Ehl-i sünnet camiasına girmiş ve Ehl-i sünnet ilm-i kelâmı doğmuştur.
Eş/arî'nin kurduğu Ehl-i sünnet kelâmı bilahara talebeleri tarafından tam sistematize edilmiş ve Ehl-i sünnetin doktrinal teolojisi olarak ortaya çıkmıştır. Bu konuda Kâdî Ebû Bekr b. el-Bâkıllânî (403/1012) çok Önemli hizmetleri ifa etmiş olan bir zattır. 610 Eş'ariyye mektebinin teessüsünde Bâkıllânî'den sonra şu zevat rol oynamışlardır: İbn Fûrek (406/1015), el-îsferâyîm (418/1027), Ebû Mansûr 'Abdülkâ-hir el-Bağdâdî (418/1027), İmâmü'l-Harameyn el-Cüveynî (478/1085), el-Gazzâlî (505/1111), Fahruddîn er-Râzî (606/ 1209).
îslâm dünyasında hürriyet ve irâde problemi, tezimizin esas konusu olan İmâm el-Mâtürîdî'ye kadar gelen zaman dilimi içinde, diğer bir ifâdeyle, hicri dördüncü asra kadar olan safhalarıyla incelenirken, genel hüviyetiyle Eş'ariyye ekolü sınırlarımızın1 dışında kalmaktadır. Ancak Eş'ariyye ekolünün kurucusu Ebu'İ-Hasen el-Eş'arî, İmâm el-Mâtürî-dî'nin çağdaşı ve hatta hemen hemen aynı yıllarda yaşamış bir kişi olarak önem taşımaktadır. Bu bakımdan biz hürriyet ve irâde problemini, gelişmiş bir Eş'arî mezhebi çapında ele almışından ziyade sadece Eş'arî'nin kendi eserlerinden bizzat imâmın görüşü çerçevesinde kalmak kaydıyla, bilaha-ra yapılan yorumlara temas etmeden vermek durumundayız.
Meselenin anlaşılmasında kolaylık olmak üzere biz yine. küçük yan başlıklarla görüşleri aktaracağız.611
Dostları ilə paylaş: |