Terör Örgütlerine Katılımda Sosyolojik Perspektiften Bazı Değerlendirmeler
Bu çalışmada IŞİD ve El-Nusra gibi terör örgütlerine yönelen insanların ihtiyaç, duyarlılıklarının yanı sıra inşa edilmiş anlam dünyaları dört başlık altında sosyolojik perspektiften tartışılmıştır. Bu başlıkların oluşturulmasında mikrodan makroya doğru ilişkisel ve bütünleştirici bir yaklaşım sunulmaya çalışılmıştır. İlk olarak bireysel kimlikten kolektif kimliğe ve kolektif kimlikler ile birey arasındaki iktidar ilişkisini içine alan bir inşa sürecinde bireyleri terör örgütlerine katılmaya iten nedenler tartışılmıştır. İkinci olarak bu örgütlerin var olan siyasal iktidarlarını meşrulaştırmaya yarayan ideolojik tutumları üzerinden değerlendirmelerde bulunulmuştur. Üçüncü ve son olarak yeni kapitalizm kültürünün bireyin anlam dünyasında yarattığı kargaşanın terör örgütlerine katılımdaki etkisi değerlendirilmiştir.
Şekil 2 Terör Örgütlerine Katılımda Sosyolojik Değerlendirmeler
Kimliğin Yeniden İnşası
Kimlik kavramı kişilerin veya toplumsal grupların “kimsiniz, kimlerden siniz?” sorusuna verilen bir cevaba karşılık gelmektedir (Güvenç, 1993: 3). Kimlikler bir taraftan kim olduğumuzu tanımlarken bir taraftan da bireyin öteki ile ilişkilerimizdeki davranışlarımıza verilen geri bildirimleri ve bu ilişki sonucu oluşan konumumuzu belirlemektedir (Bilgin, 2001: 156). Bir diğer ifade ile verili toplumsal bağlamlardaki sosyal ilişki rutinleri, ötekiler ile olan ilişkilerimizde önceden tasarlanmış özel bir dikkate/düşünceye gerek kalmaksızın hareket etmemizde bize yol gösterici bir rol oynamaktadır (Goffman, 2014: 30).
En temel düzeyde kimlikler, bireysel ve kolektif kimlikler olarak incelenebilmektedir (Smith, 2002: 139). Gerek bireysel gerekse de kolektif olsun kimliklerin inşası çok boyutlu bir etkileşim süreci içerisinde olmaktadır. Burada önemli olan ise bireyin (sosyolojik anlamda aktörün) kendisine sunulmuş kimlik kodlarını ve anlam ağlarını içselleştirerek bireyselleşmesidir. Castells, egemen toplumsal kurumların kimlik inşasında rolünü yadsımazken, toplumsal aktörler toplumsal ilişkilere atfettiği anlamların da önemini vurgulamaktadır (Castells, 2006: 13). Castells’e göre kimliklerin inşa edilmesinde asıl meselenin kimliklerin nasıl, nereden hareketle, kim tarafından, ne için üretildiğidir (Castells, 2008: 13). Bu bağlamda IŞİD ve El-Nusra gibi terör örgütlerine ilişkin kolektif kimlik kimin, ne için inşa ettiği, kimliğin sembolik içeriği ve onunla özdeşleşenler ya da kendini onun dışında konumlandıranlar ile etkileşimi keşfedilmesi örgütlere katılımı açıklamakta önemli değişkenlerdir. Bu noktada Castells’e (2006: 14-15) göre, kimliğin toplumsal inşası her zaman iktidar ilişkileri bağlamında gerçekleşmektedir ve bu süreç üç farklı biçim içerisinde açıklanabilmektedir:
-
Meşrulaştırıcı Kimlik: Toplumun egemen kurumları tarafından, toplumsal aktörler karşısında egemenliklerini genişletmek ve akılcılaştırmak için inşa edilmektedir. Meşrulaştırıcı kimlik, milliyetçilikle ilgili çeşitli kuramlara da uymaktadır (Bkz. Anderson, 1983; Gellner, 1983).
-
Direniş Kimliği: Hâkim olanın, başat olanın mantığı tarafından değersiz görülen ve/veya damgalanan konumlarda/koşullarda bulunan aktörler tarafından geliştirilmektedir. Calhoun’a (1994: 17) göre direniş kimliğinde toplumun kurumlarına nüfuz eden ilkelere karşı bir direniş uygulanmaktadır.
-
Proje Kimliği: Toplumsal aktörlerin, bir toplumsal yapıyı değiştirmeyi amaçlamadıkları ve kendilerine sunulan toplumdaki konumlarını yeniden tanımlayan yeni bir kimlik inşa etmeyi amaçladıkları kimliktir.
Castells’e göre, farklı tipteki bu kimlik inşa süreçleri, farklı sonuçlar doğurarak toplumu oluşturmaktadır. Meşrulaştırıcı kimlik bir sivil toplum yaratıyorken; direnişçi kimlik komünlerin ve cemaatlerin oluşumunu beraberinde getirmektedir. Üçüncü olarak proje kimliği ise özneler üretmektedir: Özneler bireyler tarafından, bireyler için inşa edilmiş olsalar da birey değillerdir. Onlar toplumsal aktörlerdir. Bireyler, onlar üzerinden varoluşlarıyla kutsal anlamlarına ulaşırlar. Bu durumda kimliğin inşası Castells’e göre belki bastırılmış bir kimliğe dayalı bir inşa sürecidir (Castells, 2006: 15-17). Bu bağlamda meşrulaştırıcı kimlik, sivil toplumu ve onu ortaya koyan bir dizi ‘aygıtlar’ ile etkileşimin bir ürünüdür. Ancak direniş kimliği etnik ya da ideolojik temellere dayalı bir ayrımcılık ve yabancılık duygusundan veya siyasal, ekonomik ya da ‘haksız’ bir dışlanma duygusu ile birlikte gelmektedir. Ortadoğu coğrafyası göz önüne alındığında yıllardır devam eden etnik ve mezhepsel ayrımcılıklar ve bunların farklı ülkelerdeki yansımaları olarak ötekileştirilmiş kimlikler toplumsal aktörlerin terör örgütlerine katılmasında etkin rol almaktadır. Meselenin özünde mağduriyet yaşayanların kendi durumlarını savunmacı kimlik ile özleştirmesidir. Bu süreç her zaman olmasa da şiddet temelli bir amaca yönelebilmektedir. Bölgenin tarihsel, kültürel ve siyasal yönü dikkate alındığında bu yeni koşullarda Ortadoğu’da gelenekler, uluslar birer ‘icat’ değildir, aynı zamanda kimlikler de birer ‘yanılsama’ değildir (Bozarslan, 2013). Ayrıca, kimliğin inşası belki bastırılmış bir kimliğe dayalı oluşmaktadır (Castells, 2006: 17). Tarihsel bağlamından uzaklaştırılarak açıklanamayan bu olguyu Castells (2006) ağ toplumunun yükselişine bağlarken, Giddens (1991) geç modernliğin bireyin öz kimliği üzerinde yaptığı etkiye atıfla açıklamaktadır. Geleneğin içine sıkıştırılmış gündelik hayat ile küresel alan arasındaki ilişki içerisinde yeni kimlikler farklı anlamlar ve gerçekliklerin sunumu ile kimliğin gelişmesini desteklemektedir. Bu durumun Ortadoğu kültürü içerisinde temel İslam düşüncesini ve geleneksel yaşam biçimlerini benimseyerek yaşan bireylerin küresel alanla girdikleri çatışmada kendisini göstermektedir. Kendisini bir alan mücadelesi içerisinde bulan birey ise yeni zihinsel anlamlar ile karşılaştıkça anlam dünyası yeniden şekillendirilmektedir. Bu alan mücadelesi aynı zamanda bir iktidar mücadelesidir ve bu mücadelenin temel amacı kendi gerçekliklerini benimsemiş bireyleri yanına çekmektedir. Tam da burada iktidar mücadelesi içerisindeki IŞİD ve El-Nusra gibi örgütlerinin inşa ettikleri ideolojiler arkasında bireylere sunduğu anlamlar ve söylemler ön plana çıkmaktadır.
Toplumsal kimliğin inşasında bahsedilmesi gerekli olan bir diğer kavram fundamantelizmdir. Castells’e (2006: 21) göre fundamantalizm, “Kişisel davranışın ve toplumun kurumlarının, Tanrı’nın hukukundan kaynaklanan, Tanrı ile insanlık arasında aracılık eden belli bir otorite tarafından yorumlanan kurallarla tanımlanması çerçevesinde gerçekleşen kimlik inşasıdır”. Castells’in bu tanımı Ortadoğu coğrafyasındaki kültürel/dini/siyasi farklılaşmalar ile birlikte düşünülmesi gerekmektedir. Castells’e göre İslamî fundamantalizm, “yargılama konumundakilerin ve yetkenin şeriat’ın mutlak egemenliği altındaki yorumları ve uygulamaları ile birleştirilmesi ” anlamına gelmektedir (Castells, 2006: 22). Ancak Castells’e (2006: 25) göre İslamî fundamantalizm gelenekçi bir hareket değildir, aksine hipermodern bir kültürel kimliğin yeniden yapılanması yönünde ilerlemiştir. İslamî fundamantalizm, kültürel/dini/siyasi çerçevede bireyin günlük yaşantısına egemen bir söylemin inşa sürecidir. Aynı zamanda toplumsal aktörlerin ve toplumun kurumlarının çifte bir yapı sökümüne maruz kaldığı bir alan içerisinde (Castells, 2006: 24) kurulan bir kimlik inşa sürecidir. Bir üst kimlik olarak İslamî kimlik, milliyete, etnisiteye ve ırksal farklılıklara dayalı ayrımcılıkları reddetmektedir. Bunun İslamî norm ve kuralları benimsemesi beklenmektedir. Bunun yanı sıra Ortadoğu coğrafyasında geleneksel toplumların çöküşü ile ulus-devletin ve diğer ideolojilerin bireyleri birleştirmedeki başarısızlığı İslamî fundamantalizmin yeniden yorumlaması ile sonuçlanmıştır (Castells, 2006: 26). Daha radikal biçimler alan İslamî fundamantalizm, din adamlarının veya yeni liderlerin önderliğinde değişeme uğramıştır. Sisk’e (1992) göre, ılımlı (Müslüman Kardeşler), radikal (Cemaat-i İslamiye) ya da demokratik radikal İslamcıların (Cezayir’deki İslami Kurtuluş Cephesi) kapıldığı toplumsal gerilimleri de ulus-devlet ve milliyetçilik düşüncelerinin çöküşüne bağlamaktadır (akt. Castells, 2006: 29-30). Bunun yanı sıra çeşitli toplumsal ve kurumsal bağlamlarda genişleyen siyasî İslam ve İslamî fundamentalist kimlik, her zaman toplumsal dışlama ve/veya ulus-devletin kriziyle doğrudan ilişkili olmuştur (Castells, 2006: 30). Birçok ülkede siyasal İslam’ın iktidar olma yolundaki serüveninde bastırılma ya da seçimle ya da her ikisiyle birlikte sonuçlanan başarısızlıkları radikal ve terörist grupların ortaya çıkmasında etkili olmaktadır (Kepel, 2002; Castells, 2006: 31). Bu grupların Batının kapitalist toplumlarında ki en büyük destekçileri de yine kendi öz kimliksel varlığına karşı ötekileştirilmiş, dışlanmış küskün genç kuşaklardır. Şiddet ise bu genç kuşakların ve İslami fundamentalistlerin kendini kabul ettirmesinin tek biçimi haline gelmiştir. Böylece kişinin kendini kurban etmesi, dışlanmayla savaşmanın bir yolu olur (Khosrokhavar, 1995: 249-50 akt. Castells, 2006: 32). Bu kurban olma davranışı savaş ve çatışma alanında ‘şehit’ olmak olabilirken daha radikal bir şiddet davranışı olarak bireyin ‘feda eylemlerinde’ (intihar saldırısı) bulması şeklinde kendisini gösterebilmektedir. Bu bağlamda siyasal İslam’ın radikalleşmiş biçimleri olarak IŞİD ve El-Nusra, İslamî fundamantalizm içerisinde yeni kimlikler ve özneler inşa etmektedir. Araçsallaştırılmış İslam, iktidar mücadelesinde bu örgütlerin bir siyasal aygıtı olarak hizmet etmeye başlamıştır. Dinî ve siyasal kuralların bir bütünü olan şeriat ise yeniden yorumlanarak öznel kimliklerin yok sayıldığı yeni bir alan haline getirilmiştir. Yeni öznelerden istenen ise tam anlamıyla otoriteye itaat etmesidir. Şiddet ise örgütsel hedeflerin gerçekleştirilmesinde başvurulan temel form halini almıştır.
Dostları ilə paylaş: |