İsim ve Sıfatlar Tevhidinde Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı



Yüklə 1,69 Mb.
səhifə63/92
tarix07.01.2022
ölçüsü1,69 Mb.
#83151
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   92
Bk. el-Fark Beyne’l-Fırak (sh: 202, 264); Mecmûu’l-Fetâvâ (7/662); (10/361); (12/166-167); (12/367-368). Hulûl görüşü için bk. 152 nolu dipnot.

211. Bk. 24 ve 85 nolu dipnotlar.

212. Hasenü’l-Basrî’nin (ölm. 110 h. ) öğrencilerinden Vâsıl b. Atâ’ el-Gazzâl, Ebû Huzeyfe el-Mahzûmî’nin hocasını terk ederek kurduğu akâid mezhebine mensup olanlar. Kaderiyye diye de anılırlar. Başlarda Ebû Hâşim Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye’nin derslerine devam eden Vâsıl b. Atâ’ daha sonra Hasenü’l-Basrî’nin derslerine devam etmiştir. Sessiz kişiliği ve çok uzun boynuyla bilinen Vâsıl b. Atâ’ günah işleyen kimse hakkında “fâsık, ne mü’min ne de kâfir” dediği için kendisini Hasenü’l-Basrî meclisinden kovmuştur. Kendisine ‘Amr b. ‘Ubey’de katılarak Hasenü’l-Basrî’nin derslerinden çekilmişlerdir. Böylece kendilerine “çekilenler, ayrılanlar” anlamındaki “mu’tezile” ismi verilmiştir. Vâsıl b. Atâ’’nın “Kitâbu’l-Menzile Beyne’l-Menzileteyn” adlı bir kitabı vardır. H. 131 yılında ölmüştür. Bk. el-Fark Beyne’l-Fırak (sh: 85-87); Târîhu’l-İslâm (5/310); Siyer (5/464-465); Mîzânu’l-İ’tidâl (4/329); Lisânu’l-Mîzân (6/214); en-Nucûmu’z-Zâhire (1/313); Şezerâtü’z-Zeheb (1/182).

İnanç alanındaki görüşlerine gelince bunlar beş esasta (usûl-i hamse) toplanır:

1- el-Menzile beyne’l-Menzileteyn (iki yer arasında bir yer): Büyük günah işleyen (bazıları fâsık kimse de demiştir) kimse, dünyada iman ile küfür arasında bir yerdedir.

2- et-Tevhîd: Kadîm, Allah Teâlâ'nın zâtına nispet edilen en önemli sıfat olup ondan başka müstakil ve kadîm sıfatlar O’na nispet edilemez. Buna göre onlar Cehmiyye gibi Allah’ın sıfatlarını inkar etmişlerdir.

3- el-Adl: Kul kendi fiillerini (eylemlerini) kendine ait müstakil bir irade ile yapar; yâni kendi fiilini kendi yaratır. Allah’ın bunda herhangi bir dahli ve etkisi yoktur. Aksi takdirde Allah’ın insanları cezalandırması zulüm olurdu. Buna göre onlar kader konusunda Kaderiyye’dirler.

4- el-Va’d ve’l-Vaîd: Mü’minlerin mükâfatlandırılması (va’d), fâsığın da cezalandırılması (vaîd) Allah’a vâciptir.

5- el-Emru bi’l-Ma’rûf ve’n-Nehyu ani’l-Münker: İyiliği emretmek, kötülükten vazgeçirmeye çalışmak farzdır.

Bu beş esas dışında, Kur’ân’ın yaratılmış olduğu, mü’minlerin kıyamet günü Rablerini göremeyecekleri ve aklın nakilden önde ve üstün olduğu gibi pek çok sapık fikre sahiptirler. Mu’tezile kendi içinde 20 gruba ayrılmıştır. İnançlarının aslı günümüze kadar gelmiştir. Bk. Makâlâtu’l-İslamiyyîn (1/235-338); el-Fark Beyne’l-Fırak (sh: 82-147); el-Milel ve’n-Nihal (1/35-60); Mecmûu’l-Fetâvâ (7/223, 242, 257, 258, 262, 481-504, 670-679); (12/163-164); Şerhu’l-Akîdeti’t-Tâhaviyye (thk. el-Elbânî, sh: 521-522); Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (2/71-74).

213. Aristoteles (doğum 384, ölm. 322), Selânik yakınlarında Stageiros’ta doğdu. Eski bir hekim ailesinden gelen babası Nikhomakhos, Makedonya kralı Amyntas’ın özel hekimi ve yakın dostu imiş. Aristoteles daha 19 yaşındayken Atina’ya gelip Platon’un Akademia’sına girdi. Platon’un ölümüne kadar hiç ayrılmadan burada kaldı. Akademia’da kısa zamanda kendini göstererek öğretmen durumuna geçti. Daha Akademia’da çalışırken yayımladığı yapıtlarıyla adını duyurdu. Platon’un ölümünden sonra Aristoteles, dostu Atraneus Kralı Hermeias’ın yanına Troas bölgesinde Assos’a (Edremit körfezinde, bugünkü Behramköy’ün bulunduğu yer) gitti. Sonra da kralın yeğeni ile evlendi. 343 yılında Makedonya Kralı Philips, kendisini oğlu İskender’i yetiştirmek üzere sarayına çağırdı. İskender’in eğitimi ile Aristoteles aşağı yukarı 3 yıl uğraştı. Babasının İskender’e yönetimde ve orduda görevler vermesi üzerine, Aristoteles de memleketi Stageiros’a gelip burada birkaç yılını bilimsel çalışmalarla geçirdi. İskender’in Asya seferine çıkması üzerine de Atina’ya gidip burada kendi okulunu kurdu. Bu okul, bilimsel ilgilerinin çok yanlılığı, öğretimdeki disiplini, planlı araştırma ve çalışmalarıyla az zamanda Akademia’yı gölgede bırakmış, ilk çağın bundan sonraki bu gibi bilim ocaklarına örnek olmuştur. Okul, Apollan Lykeios’a adanmış bir gymnasion’da kurulduğu için Lykeion adını almıştır. Aristoteles, felsefî konuşma ve tartışmaları, Platon gibi oturarak değil de bir yukarı bir aşağı gezinerek yaptığı için bu okula Peripatos (Gezinenler, Yürüyenler) adı da verilir. Aristoteles, okulunun başında hiç aralıksız 12 yıl bulunmuştur (335-323). Ama İskender’in ölümünden sonra Atina’da Makedonya’ya karşı kımıldamalar başlayınca, Makedonya sarayı ile olan yakın ilgileri dolayısıyla güç durumda kaldı. Nitekim hemen dinsizlikle suçlandırılmış, Sokrates’in başına gelene uğramamak için, Khalkis’e gitmiş, burada bir yıl sonra bir mide hastalığından 322 yılında 62 yaşında iken ölmüştür. Prof. Macit Gökberk, Felsefe Tarihi (sh: 74-75).

Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiyye Aristo hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Onların ittifak etmiş oldukları üzere Aristo, Yahûdi ve Hıristiyanların Rûmî takvimin başlangıcı saydıkları Makedonyalı Philips’in oğlu İskender’in veziriydi ve İsâ’dan 300 yıl önce yaşamıştı.” Mecmûu’l-Fetâvâ (4/160-161). Ayrıca bk. Minhâcu’s-Sünne (1/410).

“Aristo, Makedonyalı Philips’in oğlu İskender’in veziriydi. Makedonya, meşşâîn (yürüyenler, gezinenler) olarak isimlendirilen bu Yunanlı filozofların adası olup artık bugün harap olmuş veya su altında kalmıştır.” Mecmûu’l-Fetâvâ (17/332). Ayrıca bk. (11/570).

“Mantık sanatının (ilminin) kurucusu Aristo’nun ta kendisidir. Âdemoğlundan, kendisinden sonra gelenler bu hususta onun yolundan gitmişlerdir.” Mecmûu’l-Fetâvâ (9/45). Ayrıca bk. (9/229).

“... Mantık kitabı Yunanlı Aristo’ya âittir ki, bid’atçi filozof Sâbiîler’den Aristo’ya uyanlar O’na ‘ilk öğretmen’ adını verirler. Çünkü Aristo, onların mantık, doğa ve doğa üstü (metafizik) konulardan öğrendikleri öğreti ve kuralları koymuştur.” A.g.e. (9-265)

“Aristo ve O’na uyanlar, ilâhiyatla ilgili (doğa üstü, metafizik) konularda Yahûdi ve Hıristiyanlardan çok daha fazla câhildirler. Doğayla ilgili konularda ise Aristo’nun söylediklerinin çoğu iyidir. Mantığa gelince, onun hakkında söyledikleri ilâhiyat alanında söylediklerinden daha hayırlıdır.” A.g.e.(9/205).

“Aristo ve O’na uyanlar, Allah’ı bilip tanıma konusunda herhangi bir ilme sâhip değildirler. Kaldı ki puta tapan arap müşriklerin bile bu hususta sâhip oldukları ilim onlarınkinden daha hayırlıdır.” A.g.e. (9/134).

“Aristo, ‘meşşâîn’ olarak isimlendirilen bu öğretilerin sahiplerinin ilk öğretmenidir. Meşşâîler, Aristo’nun ortaya koyduğu bu Yunan mantığının ve ona tâbi olan doğa ve ilâhî mantığın sâhipleridirler.” Kitâbu’r-Reddi ale’l-Mantıkıyyîn, sh: 332.

“Âlemin kadîm olduğuna inananlardan meşhur olan husus, onların, bu âlem için bir Yaratıcı’nın olmadığını da söylemeleridir. Böylece onlar, Yaratıcı olan Allah’ı inkar etmektedirler. Makâlât konusuyla meşgul olanlar belirtirler ki, felsefeciler için âlemin kadîm olduğunu söyleyen ilk kimse, felsefî öğretileri mantıkî, tabiî ve ilâhî olmak üzere kuran Aristo’dur.” Mecmûu’l-Fetâvâ (5/539).

“Bu ise Aristo ve O’na uyanların söylediği feleğin kadîm oluşu görüşünü benimseyen filozofların sözlerini çürütmektedir.” A.g.e.(6/331). Ayrıca bk. (6/333-334) ve Minhâcu’s-Sünne (7/351).

214. Bunlarla, Meşşâî ekole mensup Kindî (ölm. 533h.), Fârâbî (ölm.339h.) ve İbn-i Sînâ (ölm.428h.) gibi doğulu, İbn-i Bâcce (veya Bâce) (ölm.533h.) ve İbn-i Rüşd (ölm. 594 h.) gibi bâtılı İslam Filozofları?! kastedilir. Meşşâilik’in kelime anlamı yürüyücülük, gezinticilik (peripatetism) demektir. Terim olarak ise genelde Aristo felsefesinin benimsenmesi, özelde İslam Aristoculuğu?! anlamına gelir. Aristo düşüncesini benimseyen İslam Filozoflarına?! Meşşâîler (Meşşâîn: Yürüyenler, Gezinenler) denir. Meşşâilik için bk. Mecmûu’l-Fetâvâ (2/86); (11/571); (17/339).

Bu Filozoflar, Allah’ın subûtî (olumluluk) sıfatları, Allah’ın ilmi, âlemin hudûsu (sonradan oluşu) ve cesetlerin haşrı gibi konularda sapıklığa hatta küfre düşerek Ehl-i Sünnet’e muhalefet etmişlerdir. İmam Gazzâlî, Fârâbî ve İbn-i Sînâ’nın felsefesine 20 madde halinde Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserinde cevap vermiştir. 20 madde halinde incelediği 20 meseleden 17’sini sapıklık, 3 tanesini de küfür saymıştır. Gazzâlî felsefecileri, cesetlerin dirilmesini ve Allah’ın cüz’iyyâtı (ayrıntıyı) bileceğini inkar ve âlemin ezelî (kıdem-i âlem) olduğunu iddia etmeleri nedeniyle tekfir etmiştir. Bk. A.g.e. (sh.74-109, 192-203, 268 vd.); el-Munkiz mine’d-Dalâl (sh: 36-37). Gazzâlî’nin bu üç mesele hakkında özellikle Fârâbî ve İbn-i Sînâ’yı tekfir etmesi dikkat çekicidir.

Şeyhu’l-İslâm İbn-i Teymiyye, felsefecilerin bu üç şey dışındaki diğer sapık görüşleri hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Sonra bunlar, nübüvvetin (peygamberliğin) varlığını tasdîk etmek istedikleri zaman nübüvvetin, faâl (etkin) akıldan veya başka bir şeyden peygamberin nefsine taşıp akan bir feyizden ibaret olduğunu, bu durumda Alemlerin Rabbi’nin, kendisinin muayyen (belirli) bir peygamberi olduğunu bilmediğini iddia ettiler. Aynı şekilde Allah’ın Hz. Mûsâ, Hz. İsâ ve Hz. Muhammed’i birbirinden ayırdedemediğini, cüz’iyyâtı (ayrıntıyı) bilmediğini, O’nun katından herhangi bir meleğin inmediğini, aksine Cebrâil’in, Peygamber’in nefsinde, iç dünyasında canlanan bir hayalden veya faal akıldan ibaret olduğunu ileri sürdüler. Ayrıca göklerin ve yerin altı günde yaratılmış olmasını, göklerin yarılıp parçalanacağını ve Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin bildirip haber verdiği daha başka şeyleri inkar ettiler.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in getirdiği esaslarla sadece, halkın büyük çoğunluğuna, onların faydalanacaklarını zannettikleri şekilde hitap etmeyi kasdettiği, ama gerçekte durumun hiç de öyle olmadığını, peygamberlerin de insanlara gerçekleri açıklamadıkları veya onlara işin mâhiyetini öğretmediklerini ileri sürdüler.

Hatta onlardan bir bölümü filozofu, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’den üstün tutarlar. (Fârâbî gibi bk. Mecmûu’l-Fetâvâ 7/589).

Bunların sözlerinin hakîkati (gerçek anlamı) şudur: Peygamberler, insanların faydalanmasını sağlama dâvasında yalan söylemişlerdir. Acaba bu durumlarının farkında mıydılar, yoksa bilmiyorlar mıydı? Bu konuda felsefeciler iki gruba ayrılmışlardır. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve diğer peygamberlere -ki Allah’ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun- atılan apaçık iftira, küfür ve ilhâd türünden daha buna benzer bir sürü sözler...

Bir başka yerde biz, bu felsefecilerin, müslüman olduklarını söyleseler bile, nesh ve tebdîle uğradıktan sonraki hâliyle yahudiler ve hıristiyanlardan daha kâfir olduklarını açıklamıştık. Çünkü bu adamlar, İslâm’a Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem dönemindeki münâfıklardan daha fazla muhalefet etmektedirler. Huzeyfe b. el-Yemân radiyallâhu anh: “Bugün münâfıklar, peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem zamanındaki münâfıklardan daha zararlıdırlar (şerlidirler)” demiş ve “niçin?” diye sorulunca şu cevâbı vermişti:“Çünkü onlar nifaklarını gizli yapıyorlardı; bugünküler ise açıktan yapıyorlar”. Halbuki Huzeyfe radiyallâhu anh zamanında henüz, bu nifakın derecesine ulaşan, hatta buna yaklaşan kimseler yoktu. İslâm (âleminde) bu adamlar, Abbâsî devleti döneminde ve Emevî devletinin sonlarında, Yunanca ve benzeri dillerden kitaplar Arapça’ya çevrildiği zaman ortaya çıktılar (türediler). Bir başka yerde, bunların reddi konusunda geniş bilgi vermiştik.” Mecmûu’l-Fetâvâ (5/546-547).

Ayrıca felsefeciler peygamberlere ve peygamberlerin mucizelerine inanmadıkları gibi, evliyânın varlığına ve kerâmetlerine de inanmazlar.



Felsefecilerin görüşleri hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. el-Milel ve’n-Nihal (2/136-201); Mecmûu’l-Fetâvâ (2/83-86, 116); (4/98-143); (5/539-550); (6/330-338); (12/163). Ayrıca Kindî için bk. (9/186-187); Fârâbî için bk. (2/86-87); (7/589) (11/570, 571); İbn-i Sînâ için bk. (1/117, 242, 326); (2/117); (4/103, 154); (9/133-135); (11/570-571).

215. Bunlara göre varlık birdir. O da Hakk’ın varlığından ibarettir. O’ndan başka gerçek varlık sahibi bir varlık, O’ndan başka “kâim bi nefsihi” bir varlık mevcûd değildir. Diğer varlıkların varlığı, O’nun varlığına nispetle yok hükmündedir. Çünkü onların varlıkları O’nun varlığına bağlıdır. Bu kevn (oluşum) âlemindeki eşya O’nun mazharı; yânî zuhur (ortaya çıkış) mahallidir. Dolayısıyla eşyanın varlığı, gölgenin varlığı gibidir. Nasıl eşya olmadan gölge olmazsa, O’nun varlığı olmadan eşyanın varlığı düşünülemez. O’nun varlığı yanında eşya, eşyaya göre gölge gibi “keen lem yekün” yâni yok mesabesindedir. Çünkü bu âlem ve eşya yok iken O var idi. Onları varlık denizinde izhâr eden O’dur. Onların bu zuhurları müstakil bir varlık olmayıp Hakk’ın varlık denizinin dalgalarıdır. Şu anda da var olan sadece O’dur. Nitekim Bâyezid Bistâmî’nin yanında “Allah var idi. O’ndan başka hiçbir varlık yoktu” anlamında “Kânellâhu ve lem yekün maahu şey” denildiğinde O: “el-Ân kemâ kâne” yâni “şimdi de O’ndan başka varlık yoktur” demiştir. Nitekim Gazzâlî, vahdet-i vücûdu (varlığın birliği) şöyle tanımlıyor: “Varlık âleminde Allah’tan ve O’nun fiillerinden başka birşey yoktur. Bütün kâinat O’nun fiilleridir.” İbn-i Teymiyye ise vahdet-i vücûdu şöyle tanımlıyor: “İbn-i Arabî’ye göre tek varlık vardır. Vâcibu’l-Vücûd olan Allah ile diğer varlıklar aynı şeydir. Hakk’ın varlığı, evrendeki diğer varlıklara taşmıştır. Kâinatta her şey, Hakk’ın varlığının aynıdır.” “İbn-i Arabî diyor ki: Yaratılmışın varlığı, yaratıcının varlığının kendisidir; yaratıcının varlığı da, yaratılmışın varlığının kendisidir.” Bir başka yerde de şunları söylüyor: “ Ama ‘ortada Allah’tan başkası yok’ sözünü söyleyen, bu sözü ile yaratıcıyı yaratılandan ayırmayan, Rabb ile kul v.b. arasında fark görmeyen, İbn-i Arabî et-Tâî, İbn-i Seb’în, İbn-i ü’l-Fârid, Tilimsânî ve benzeri ittihadçıların sözlerinde sık sık rastlanan ‘ortada Allah’tan başka mevcûd yok’, ‘ancak Allah var’, ‘yaratılanların varlığı yaratanın varlığı ile aynıdır’, ‘yaratıcı yaratılandan ibarettir, yaratılan da yaratıcıdan’, ‘kul Rabb’tır, Rabb da kul’ gibi birleşmeyi ifade eden anlamları kastederse mülhiddir, sapıktır, tevbeye davet olunması gerekir (vâcibtir). Tevbe ederse ne âlâ, yoksa öldürülür.” Bk. Mecmûu’l-Fetâvâ (2/112, 295, 490).

Bu sapık görüşün temsilcileri Bâyezid (Ebû Yezîd) el-Bistâmî (ölm.262h.), Hallâc-ı Mansûr (ölm. 309h), Gazzâlî (ölm. 505h.), İbn-i ü’l-Fârid (ölm. 632h.), İbn-i Arabî (ölm. 638 h.), İbn-i Seb’în (ölm. 669 h.), Mevlânâ (ölm. 672 h.), Sadreddîn Konevî (Sadru’l-Konevî olarak da bilinir. Asıl ismi Muhammed b. İshâk’tır)(ölm. 673h.), Tilimsânî (ölm. 690h) ve Yûnus Emre gibi mutasavvıflardır. Onların vahdet-i vücûda işaret eden sözleri pek çoktur. Birkaçı şöyledir:


Yüklə 1,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   92




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin