YİRMİBEŞİNCİ BÖLÜM
Bid’atçilerin Ehl-i Sünnet’e Yakıştırdıkları Kötü Lakaplar
Hikmeti gereği Allah-u Teâlâ, her peygamberin karşısına, ellerinden gelen her türlü söz ve işle, tuzak, şüphe ve bâtıl dâvâların her türlüsünü kullanarak hak yolundan alıkoymaya çalışan suçlu bir düşman güruhu çıkarmıştır ki böylece hak açık-seçik ortaya çıksın, belli olsun ve bâtıla üstün gelsin.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ve ashâbı da hak düşmanlarının birçok eziyet, tuzak vb. şeyleriyle karşı karşıya kalmıştır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden muhakkak birçok eziyet verici (üzücü) sözler işiteceksiniz.” (Âl-i İmrân, 186)
Bu zâlim müşrikler, peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’e ve ashâbına büyücü, deli, kâhin, yalancı ve benzerleri gibi aşağılayıcı ve alaycı lakaplar takmışlardır.
İlim ve iman erbabı, peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in vârisleri oldukları için, nasıl peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ve sahâbîleri, o müşriklerden çeşitli eziyet ve cefalar çekmişlerse, bunlar da kelâmcılardan ve bid’atçilerden onların çektiklerine benzer eziyetler ve cefalar çekmişlerdir. Bu gruplardan her biri Ehl-i Sünnet’e, Allah’ın kendilerini uzak kıldığı aşağılayıcı ve alaycı lakaplar taktılar. Ya gerçeği bilmediklerinden kendilerinin doğru, Ehl-i Sünnet’in yanlış yolda olduğunu sandıkları için, ya da kötü niyetten dolayı, görüşlerinin yanlış olduğunu bile bile sırf taassupları yüzünden insanların Ehl-i Sünnet ve yolundan nefret edip uzak kalmalarını sağlamak istedikleri için böyle yapmışlardır.
• Cehmiyye (cehmiyyeciler) ve Muattıla’dan310 (ta’tîlcilerden) onlara uyanlar, sıfatları ispat etmenin teşbîhi gerektireceğini sandıkları için Ehl-i Sünnet’e “Müşebbihe= Benzeticiler” adını takmışlardır.
• Râfızîler (Revâfız), Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in aile halkını dost edinip sevdikleri gibi Ebû Bekir ve Ömer’i de dost edinip sevdikleri için Ehl-i Sünnet’e “Nevâsıb”311 adını takmışlardır. Râfızîler, Ebû Bekir ve Ömer’i dost edinip seven kimsenin Ehl-i Beyt’e karşı düşmanlık bayrağını diktiğini ileri sürerler. İşte bunun için “berâ olmadan velâ olmaz” yâni Ebû Bekir ve Ömer’den uzaklaşmadıkça Ehl-i Beyt dost edinilip sevilemez demişlerdir.
• Kaderi inkar eden el-Kaderiyyetü’n-Nüfâh312 ise kaderi kabul ettikleri için Ehl-i Sünnet’e “Mücbire”313 demişlerdir. Çünkü bunlara göre kaderi kabul etmek bir cebirdir yâni mecbur kılmadır, zorlamadır.
• İmanda istisnâ kabul etmeyen Mürcie’314 de Ehl-i Sünnet’i “Şekkâk=Şüpheci” diye adlandırmışlardır. Çünkü onlara göre iman kalbin ikrarıdır. İstisnâ (inşaallah inanıyorum demek) ise imanda şüphe belirtir. (Bu da onlara göre câiz değildir.)
• Kelâmcılar ve Mantıkçılar ise Ehl-i Sünnet’e değişik lakaplar takmışlardır:
- Haşv kelimesinin bir türevi olan “Haşeviyye”315: Haşv, içinde hayrın olmadığı, işe yaramayan şeydir.
- “Nevâbit”: Ekinle beraber biten, işe yaramayan otlardır.
- “⁄üsâ”: Vadilerdeki suların taşıdığı çerçöptür.
Çünkü bu kelâmcılar ve mantıkçılar, mantık ilmini iyice kavramayanın bilgide yakîn derecesine ulaşamayacağını ve hatta kendisinde hiçbir hayrın olmadığı ayak takımından biri olacağını ileri sürmüşlerdir.
Gerçekte bunların bilmekle gurur duydukları bu ilim, Şeyhu’l-İslam’ın (Allah kendisine rahmet etsin) da dediği gibi haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz. O, “er-Redd ale’l-Mantıkıyyîn”316 adlı kitabında şöyle der: “Ben daima Yunan mantığının, zekâlının gereksinim duymadığı ve aptala da yarar sağlamayan bir şey olduğunu bilmişimdir”.
YİRMİALTINCI BÖLÜM
İslam ve İman317
• İslam, Arap diline göre boyun eğmek anlamındadır. Dini bir terim olarak ise kulun; Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmak sûretiyle, açık ve gizli olarak O’na teslim olması demektir. Buna göre islam, dinin tamamını içerir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ve ben sizin için din olarak İslam’dan râzı oldum.” (Mâide, 3)
“Allah katında din, şüphesiz İslam’dır.” (Âl-i İmrân, 19)
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki) kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir.” (Âl-i İmrân, 85)
• İman ise, Arap dilinde tasdik etmek (doğrulamak) anlamındadır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sen (Ya’kûb) bizi tasdik edecek (bize inanacak) değilsin.” (Yûsuf, 17)
Dini bir terim olarak ise iman; söz ve ameli (eylemi) gerektiren kalp ikrarıdır. Buna göre iman; inanç, söz ve ameldir. Kalbin inanması, dilin söylemesi, kalp ve azaların amelidir (eylemidir). Bunların hepsinin imanın içine girdiğinin kanıtları Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şu sözleridir:
“İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.” 318
“İman, yetmiş küsür şubedir (bölümdür). En yükseği lâ ilâhe illallah sözü, en aşağısı da (insanlara) eziyet veren şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya (utanma arlanma) da imandan bir bölümdür.” 319 320
Bu hadislere göre:
- Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve hayrı ve şerriyle kadere iman, kalbin inanması,
- Lâ ilâhe illallâh sözü, dilin söylemesi,
- Eziyet veren şeyi yoldan kaldırmak, azaların ameli,
- Hayâ da kalbin amelidir.
Böylece imanın, dinin bütününü içerdiği bilinmiş oldu.321 Öyleyse iman ile islam arasında bir fark yoktur. Yalnız bu, ikisinin ayrı ayrı kullanılması halinde böyledir.322 Ancak ikisi bir arada kullanıldığı zaman islam, gözüken teslimiyet (bağlılık) olarak açıklanır ki bu da dilin söylemesi ve uzuvların amelidir. Bu islam, inancı kâmil (olgun) olan mü’minden de sâdır olabileceği (çıkabileceği, vuku bulabileceği) gibi, imanı zayıf olan mü’minden de sâdır olabilir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bedevî Araplar ‘iman ettik’ dediler. De ki: Siz iman etmediniz, fakat ‘İslam olduk’ deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi (yerleşmedi).” (Hucurât, 14)323
Münafık da görünürde müslüman olarak isimlendirilir. Ancak gerçekte gizli bir kâfirdir.
İman ise, içten teslimiyet olarak açıklanır ki, bu da kalbin ikrarı ve amelidir. Gerçek mü’minden başkasından çıkmaz. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman, kalpleri ürperir, kendilerine O’nun ayetleri okunduğu zaman da imanları artar ve yalnız rabblerine dayanıp güvenirler. Namazlarını dosdoğru kılar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (Allah yolunda) harcarlar. İşte gerçek mü’minler bunlardır.” (Enfâl, 2-4)
Bu anlamıyla iman en yüksek iman olmaktadır ki buna göre her mü’min müslüman olmakta ama her müslüman mü’min olmamaktadır.324 325
FASIL__İmanın_Artması_ve_Eksilmesi'>FASIL
İmanın Artması ve Eksilmesi
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in temel görüşlerinden biri de imanın artıp eksilebileceğidir.326
Kitap ve Sünnet bunu kanıtlamaktadır.
Kitab’ın kanıtlarından biri Allah Teâlâ'nın şu buyruğudur: “İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye mü’minlerin kalplerine güven indiren O’dur.” (Fetih, 4)327
Sünnet’in kanıtlarından biri ise Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kadınlar hakkındaki şu sözüdür: “Sizin gibi aklı ve dini eksik kimseler kadar sağlam (azimkâr) erkeklerin aklını kolayca çalan birini görmedim.” 328 329
Ayette imanın artabileceğinin, hadiste de eksilebileceğinin ispatı vardır. İmanın artacağını gösteren her nass, aynı zamanda eksilebileceğini de içerik olarak gösterir. Tersi de böyledir.330 Çünkü artma ve eksilme birbirinin ayrılmaz gerekleridir ve biri olmadan öteki düşünülemez.
İmanın artıp eksilmesi sözü sahâbîlerden de gelmiştir.331 Öyle ki onların içinde buna karşı olan hiç kimse bilinmemektedir. Selefin çoğunluğu da bu görüştedir:332
Nitekim İbn-i Abdilberr333 şöyle demiştir:
“Hadisçilerden ve şehirlerdeki fetvâ sahibi fakîhlerden oluşan cemâat imanın artıp eksileceği görüşündedirler.”334 Daha sonra İbn-i Abdilberr, imanın eksilmesi hususunda ilki bu konuda bir şey söylememek, ikincisi cemâate uymak335 olmak üzere Mâlik’den iki rivâyet336 zikretmiştir.
Bu temel görüşe (imanın artıp eksilebileceği görüşüne) iki grup karşı çıkmıştır:
1- Gerçek Mürcie: Bunlar imanın, kalbin ikrarından ibaret olduğunu söylerler. Kalbin ikrarının da değişiklik ve farklılık göstermediğini yâni hep aynı seviyede kaldığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre iman bakımından kötü (fâsık) ve iyi (âdil), birdir.
2- Mu’tezile ve Haricîlerin Vaîdiyye337 Kolu: Bunlar, büyük günah işleyenleri iman dairesinden çıkarmışlar, iman ya hepten vardır ya da hepten yoktur demişler ve imanın birbirinden üstün olmasını kabul etmemişlerdir.
Nakil (Kitap ve Sünnet) ve akıl bu her iki grubu da reddetmektedir:
Nakil (Kitap ve Sünnet): İmanın artıp eksileceğini gösteren kanıtların bir kısmı yukarıda geçmişti.
Akla gelince, akıl şöyle der:
• Mürcie’ye deriz ki: “İman; kalbin ikrarından ibaret olup değişiklik göstermez” sözünüzün içerdiği iki önerme de kesin olarak yanlıştır:
Birinci önermede imanı yalnız kalbin ikrarına özgü kılmanız, söz ve amelin de imanın kapsamına girdiğini gösteren Kitap ve Sünnet’e aykırıdır.
“Kalbin ikrarı, değişiklik ve farklılık göstermez” sözünüzle ilgili olan ikinci önerme de, duyuların verilerine aykırıdır. Çünkü herkes bilir ki kalbin ikrarı ancak ilme tâbidir. Kuşkusuz bilgi yollarının değişmesiyle bilgi de değişir. Örneğin bir kişinin haberi, iki kişinin haberinin verdiği ilmi ve doğruluğu vermez. Diğer konularda böyledir. Yine insanın duyarak öğrendiği de, görerek öğrendiğine denk olmaz. Yakînin (kesin olanın) değişik dereceleri vardır. İnsanların yakînde birbirlerinden farklı oldukları bilinen bir gerçektir. Hatta insanın kendisi bazı zaman ve durumlarda, başka zaman ve durumlardan daha çok yakîn sahibi olduğunu farkeder.338
Yine deriz ki: Akıllı bir insan, biri Allah-u Teâlâ’ya farzlarıyla ve nafileleriyle son derece itâatkâr, Allah’ın yasaklarından kaçınan ve bir günaha düşmüş olsa bile hemen bundan vazgeçip tevbeye koşan bir kişiyle, öteki Allah’ın üzerine farz kıldığı şeyleri zâyi eden (kaçıran), yasaklarını çiğneyen fakat kendisini küfre düşürecek bir şey de yapmamış kişinin imanlarının bir olduğu hükmünü nasıl verebilir ki?! (Anlamak mümkün değil.)
• Vaîdiyye’ye de şöyle deriz: “Büyük günah işleyen imandan çıkar” sözünüz, Kitap ve Sünnet’in bildirdiklerine aykırıdır.
Büyük günah işleyenin imandan çıkmadığı anlaşıldığına göre, farzları yapan ve haramlardan kaçınan bir kişiyle, nefsine zulmederek Allah’ın yasakladıklarını yapan ve farz kıldıklarını çiğneyen fakat kendisini küfre düşürecek bir şey de yapmayan kişinin imanlarının bir olduğu hükmünü nasıl verebiliriz ki?!
Sonra ikinci olarak şunu da söyleyebiliriz: Haydi büyük günah işleyeni imandan çıkardık diyelim. Peki biri muktesid (orta derecede amel işleyen) öteki Allah’ın izniyle hayır işlerinde sâbık (öne geçmek için yarışmış) olan339 iki kişinin imanlarının bir olduğu hükmünü nasıl verebiliriz?!
FASIL
İmanın Artıp Eksilmesinin Nedenleri
• İmanın Artmasının Nedenleri vardır. Bunların bazıları şunlardır:
1- Allah’ın isim ve sıfatlarını bilmek: Kulun, Allah’ın isim ve sıfatları ve bunların gerekleri ve etkileri hakkındaki bilgisi arttıkça Rabbine karşı imanı, sevgisi ve saygısı da artar.
2- Allah’ın kevnî ve şer’î ayetlerine340 bakarak bunlar üzerinde düşünmek: Kul, bu ayetlere bakıp bunlardaki göz kamaştırıcı kudreti ve açık hikmeti düşündükçe hiç kuşkusuz iman ve yakîni artar.
3- Allah’a ibâdet ve tâat etmek: İman, yapılan işin güzelliğine, cinsine (türüne) ve çokluğuna göre artar. Yapılan iş ne kadar güzel olursa imandaki artış o oranda büyük olur. Amelin güzelliği, samimiyete (ihlasa), kitap ve sünnete uygunluğuna bağlıdır.
Amelin (yapılan işin) cinsine (türüne) gelince, bu şöyle açıklanabilir: Farz, sünnetten daha üstündür. Bazı ibadetler de diğerlerinden daha kuvvetli, daha kesin ve daha üstündür. İbadet ne kadar üstün olursa ona imandaki artış da o oranda büyük olur.
Amelin (yapılan işin) çokluğu ise, iman; amelin çokluğuyla orantılı olarak artar. Çünkü amel imandandır. Kuşkusuz amelin artmasıyla iman da artmaktadır.
4- Allah Azze ve Celle’den korkarak günahlardan vazgeçmek: Günaha iten etken ne kadar güçlü olursa o günahı bırakmakla iman da o kadar artar. Çünkü etkeni güçlü olduğu halde kulun günahı bırakması, imanının kuvvetini ve Allah sevgisini, nefsinin arzusuna üstün tuttuğunu gösterir.341
• İmanın Eksilmesinin Sebeplerine gelince, bunlardan bazıları şunlardır:
1- Allah-u Teâlâ’yı, isim ve sıfatlarını bilmemek.
2- Allah’ın kevnî ve şer’î ayetleri ve hükümlerine bakmamak, bunları düşünmemek ve bunlardan yüz çevirmek. Çünkü bunlardan gâfil kalmak, arzu ve şüphelerin kalbi sarmasıyla, mânen kalbin hastalanmasına veya ölmesine yol açar.
3- Günah İşlemek: İman; işlenen günahın cinsine (türüne), miktarına (oranına), onu küçümsemeye ve ona iten etkenin kuvvet ve zayıflığına göre eksilir.
Günahın cins (tür) ve miktarı (oranı): Büyük günahlar nedeniyle imanın eksilmesi, küçük günahlar nedeniyle eksilmesinden daha fazla olmaktadır. Örneğin, Allah’ın öldürülmesini yasakladığı birini öldürmek, haram malı almaktan daha fazla iman eksilmesine neden olur. Yine iki günah işlemekten doğacak iman eksikliği, bir günah işlemekten doğacak iman eksikliğinden daha fazladır. Diğer günahlarda böyledir.
Günahı küçümsemek: Kendisine isyan ettiği zâtı (Allah’ı) önemsemeyen, O’ndan az korkan ve işlediği günahı küçümseyen kalpten kaynaklanan günah, Allah-u Teâlâ’ya çok saygılı, O’ndan çok korkan, fakat itâatte kusur eden kalpten kaynaklanan günahtan daha fazla, iman eksilmesine neden olur.
Günaha iten etkenin kuvvet derecesi: Günah etkeni zayıf olan bir kimseden çıkan günah, günah etkeni güçlü olan kimseden çıkan günahtan daha fazla iman eksikliğine neden olur. Bundan dolayıdır ki, hadiste fakirin böbürlenmesi ve yaşlının zina etmesi, zenginin böbürlenmesinden ve gencin zina etmesinden daha büyük günah sayılmıştır. Nitekim:
“Üç kişi vardır ki, Allah kıyamet gününde ne onlarla konuşur, ne onların yüzüne bakar ne de onları temizler (arındırır). Onlar için acı bir azap vardır” diyen Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, bunları günaha iten etkenlerin zayıflığı nedeniyle “zina eden yaşlıyla böbürlenen fakiri” 342 bu üç kişiden saymıştır.343
4- İbâdet ve tâatı bırakmak: İbadet ve tâat bırakılınca iman azalır. Bununla imanın azalması da ibadetin kuvvet derecesine göre değişir. İbadet ne kadar kuvvetli olursa onun terkiyle doğacak iman eksikliği de o kadar çok olur. Öyle ki namazı terketmek gibi belki de imanın tamamen kaybolmasına neden olur.344 345
• Sonra ibadeti bırakmak dolayısıyla imanın eksilmesi de iki çeşittir:
1- (Dünyevî ve Uhrevî) Cezayı Gerektiren Çeşit: Özürsüz namazı terketmek gibi.
2- (Dünyevî ve Uhrevî) Cezayı Gerektirmeyen Çeşit: Bu da ikiye ayrılır:
a- Şer’î veya bedenî bir özürden dolayı farzı bırakmak: Kadının adet günlerinde namazı bırakması gibi.346
b) Müstehab bir ameli bırakmak: Duhâ (kuşluk) namazını347 bırakmak gibi.
Allah en doğrusunu bilir.
FASIL
İmanda İstisnâ
İmanda istisnâ; “İnşaallah ben mü’minim” demektir. İnsanlar bu konuda üç görüşe ayrılmışlardır:348
1- İstisnânın haram olduğu görüşü: Bu, Mürcie, Cehmiyye ve benzerlerinin görüşüdür. Bunlar şuna dayanırlar: İman, tek bir şey olup insan bunun olup olmadığını kendi başına bilir. İman kalpteki tasdiktir (doğrulamadır). İmanda istisnâ kabulü imanın kuşkulu olduğunu gösterir. İşte bundan dolayı bu görüşün sahipleri, imanda istisnâ edene “şekkâk= şüpheci” adını verirlerdi.349
2- İstisnânın gerekli (vâcib) olduğu görüşü:350 Bunun da iki dayanağı vardır:
a- İman, insanın onunla öldüğü, ölürken taşıdığı imandır. Ölüm anındaki durumuna göre insan ya mü’min olur, ya da kâfir. Bu ise gelecekte olan, şimdiden bilinmeyen bir durumdur. İnsanın şimdiden mü’min veya kâfir olduğunu söylemek câiz değildir.
Küllâbiyye ve başkaları gibi sonra gelenlerden birçoğu bu gerekçeye dayanmışlardır. Fakat selef içinde bu gerekçeye dayanarak imanın istisnâ edileceğini söyleyen hiç kimse bilinmemektedir. Ancak onlar şu gerekçeye dayanarak imanın istisnâ edileceğini söylemişlerdir:
b- Mutlak iman, emredilen her şeyi yapmayı, yasaklanan her şeyi de bırakmayı içerir. İnsan kendisinin mutlaka böyle yaptığını kesin olarak söyleyemez. Şayet söylerse kendini övmüş yâni kendini temize çıkarmış ve kendisinin Allah’tan hakkıyla korkan iyi kimselerden olduğuna tanıklık etmiş olur. Böylece kendisinin cennet ehlinden olduğuna tanıklık etmesi gerekir. Bu ise mümkün değildir.351
3- Ayrıntılı Açıklama Görüşü:352
-Eğer istisnâ, imanın aslının varlığıyla ilgili bir şüpheden dolayı kaynaklanmışsa, bu söylenmesi haram olan bir görüştür, hatta bunun da ötesinde küfrün kendisidir. Çünkü iman kesindir ve şüphe ona aykırıdır.
- Yok eğer istisnâ, kendini övmek yâni kendini temize çıkarmak ve kendisinin söz, eylem ve inanç bakımından gerçek imana erdiği hakkında nefsi lehine tanıklık etme korkusundan kaynaklanmışsa, bu böyle bir sakıncalı duruma düşmekten korkulduğu için söylenmesi gereken bir istisnâ olur.
- Eğer istisnâdan kastedilen, Allah’ın dilemesini belirtmenin veya kalbinde oluşan imanın Allah’ın dilemesiyle oluştuğunu anlatmanın kutsallığını göstermekse, bu caizdir.
İmanı bu şekilde Allah’ın dilemesine bağlamak -yâni kalpte oluşan imanın Allah’ın dilemesiyle oluştuğunu belirtmek- bağlanan şeyin yâni insanın gerçek imana ermesinin gerçekleşmesine aykırı değildir. Çünkü Kur’ân’da, kesin olarak gerçekleşmiş bazı işlerin, bu amaçla Allah’ın dilemesine bağlanarak ifade edildiği olmuştur.353 Nitekim Allah Teâlâ'nın şu buyruğunda, bu açıkça görülmektedir:
“Allah dilerse siz güven içinde (kiminiz) başlarınızı tıraş etmiş ve (kiminiz) kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a muhakkak gireceksiniz.” (Fetih, 27)354 355
Böylece istisnâ hakkında mutlak hüküm vermenin doğru olmadığı, aksine yukarıda geçtiği gibi istisnânın nedenlerini açıklamak ve ona göre istisnâyı değerlendirmek gerektiği anlaşılmış oldu. Allah en doğrusunu bilir.
Allah, peygamberimiz Muhammed’e, O’nun ailesi ve ashâbına salât ve selâm eylesin.
Bu kitabın yazımı 1380 hicrî yılı, Zilka’de ayının sekizinde tamamlandı. Nimetiyle iyi işlerin tamamlanacağı Allah’a hamdolsun.
BİBLİYOGRAFYA
ve
İNDEKSLER
BİBLİYOGRAFYA
Kur’ân-ı Kerîm.
Abdullah b. Abdurrahmân el-Bessâm, Ulemâu Necd Hilâle Sitteti Kurûn, Mektebetü’n-Nahda, Mekke-i Mükerreme, 1398h.
Abdullah b. Ahmed, Ebû Abdirrahmân Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî (öl. 290h.), es-Sünne, (thk. Dr. Muhammed b. Saîd b. Sâlim el-Kahtânî), I-II, Remâdî li’n-Neşr, Dammâm, 1416/1995.
Abdullah el-Cudey’, Abdullah b. Yûsuf el-Cudey’, el-Akîdetü’s-Selefiyye fî Kelâmi Rabbi’l-Beriyye, Kuveyt, 1408h., Birinci Baskı.
Abdurrahmân Abdülhâlik, el-Fikru’s-Sûfî, Mektebetü Dâri’l-Fîha, Dımaşk ve Mektebetü Dâri’s-Selâm, Riyad, 1414/1994.
––––––– Fadâihu’s-Sûfiyye, Cem’iyyetü İhyâi’t-Türâsi’l-İslâmî, Kuveyt, ts.
Abdurrahmân Dımaşkıyye, en-Nakşibendiyye Arz ve Tahlîl, Dâru Tayyibe, Riyad, 1409/1988.
Abdurrahmân el-Vekîl, Hâzihi Hiye’s-Sûfiyye, Dârül-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1984.
Abdülbâkî, Muhammed Fuâd, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1412/1992.
––––––– el-Lü’lüü ve’l-Mercân fîme’t-Tefeka aleyhi’ş-Şeyhân, I-II, Mektebetü Dâri’l-Fîha, Dımaşk ve Mektebetü Dâri’s-Selâm, Riyad, 1414/1994.
Abdürrezzâk el-Abbâd, Abdürrezzak b. Abdulmuhsin el-Abbâd el-Bedr, Esbâbu Ziyâdeti’l-Îmân ve Nuksânih, Mektebetü Dâri’l-Kalem ve’l-Kitâb, Riyad, 1414/1994.
Abdürrezzâk es-San’ânî, Ebû Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm (öl.211h.), el-Musannef, (thk. Habîbu’r-Rahmân el-A’zamî), I-XII, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, 1403/1983.
––––––– el-Emâlî, Yazma eser, el-Elbânî’nin Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha adlı eseri (1/1/80)’den naklen.
Âcurrî, Ebû Bekr Muhammed b. el-Hüseyn (öl. 360h.), eş-Şerîa, (thk. Muhammed Hâmid el-Fakî), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1403/1983.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilâl eş-Şeybânî (öl. 241h.), el-Müsned, I-VI, Dâru Sâdır, Beyrut, 1398h.; ve (thk. Ahmed Muhammed Şâkir), I-XX, Dâru’l-Meârif, Mısır, 1377/1958.
––––––– el-Îmân, (Ebû Bekr el-Hallâl’ın (öl. 311h.), Câmi’, (Müsned min Mesâil adlı eserin v. 91b-144b/sh: 221-290 arasında, Biritish Museum, Or: 2675).
––––––– es-Sünne, Kâhire, ts.; Mekke 1349h.
––––––– ez-Zühd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1403h.
Ahmed Şâkir, Ahmed Muhammed Şâkir (öl.1377/1958), ‘Umdetü’t-Tefsîr ani’l-Hâfız İbn-i Kesîr, Dâru’I-Meârif, Mısır, 1376-1377h.
Alevî es-Sekkâf, Alevî b. Abdülkâdir es-Sekkâf, Sıfâtullâhi Azze ve Celle el-Vâridetü fi’l-Kitâbi ve’s-Sünne, Dâru’l-Hicre, Riyad, 1414/1994.
Ali Hasen Ali Abdülhamîd, İhyâu Ulûmi’d-Dîn fî Mîzâni’l-Ulemâi ve’l-Müerrihîn, Dâru İbn-i i’l-Cevzî, Dammâm, 1413/1992.
––––––– Abdurrahmân b. Nâsır es-Sa’dî’nin (öl.1376h), et-Tenbîhâtü’l-Vâsıtıyye mine’l-Mebâhisi’l-Münîfe adlı eserinin tahkiki, Dâru İbn-i i’l-Kayyim, Dammâm, 1409/1989.
––––––– Cüzün fîhi Akîdetü İbn-i Arabî ve Hayâtuhu ve Mâ Kâlehu’l-Müerrihûn ve’l-Ulemâu fîh, Daru İbn-i i’l-Cevzî, Dammâm, 1413/1992.
––––––– el-Münteka’n-Nefîs min Telbîsi İblîs, Dâru İbn-i i’l-Cevzî, Dammâm, 1410/1990.
Âlûsî, Ebu’l-Berekât Hayruddîn Nu’mân b. Mahmûd el-Âlûsî (öl. 1317h.), Cilâu’l-‘Ayneyn fî Muhâkemeti’l-Ahmedeyn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,1961.
Âlûsî, Ebu’l-Meâlî Cemâlüddîn Mahmûd Şükrî b. Abdillah b. Mahmûd el-Âlûsî (öl. 1342h.), Gâyetü’l-Emânî fî’r-Reddi ‘ale’n-Nebhânî, I-II, Dâru İhyâi’s-Sünneti’l-Muhammediyye, İskenderiye, 1391h., İkinci Baskı.
Âlûsî, Ebu’s-Senâ Şihâbuddîn Mahmûd b. Abdillah b. Mahmûd el-Hüseynî el-Âlûsî (öl. 1270h.), Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb‘i’l-Mesânî, I-XXX, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, ts.
Atâ’ b. Abdüllatîf b. Ahmed, Fethun mine’l-Azîzi’l-⁄affâr bi İsbâti Enne Târike’s-Salâti Leyse mine’l-Küffâr, Mektebetü’l-İlm, Kâhire, 1409h.
Aynî, Ebû Muhammed Mahmûd b. Ahmed b. Mûsâ b. Ahmed b. Hüseyn b. Yûsuf b. Mahmûd el-Kâdî Bedrüddîn el-Aynî (öl.855h.), ‘Umdetü’l-Kârî fî Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, I-XXV, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, ts.
Beğavî, Ebû Muhammed el-Hüseyn b. Mes’ûd el-Ferrâ (öl. 516h.), Şerhu’s-Sünne, (thk. Züheyr eş-Şâvîş ve Şuayb el-Arnavût), I-XVI, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, 1403/1983.
Beyazîzade, Ahmed b. Hasen b. Sinanüddîn Beyazîzade el-Bosnevî (öl.1098/1687), el-Usûlü’l-Münîfe li’l-İmâmi Ebî Hanîfe, (thk. Dr. İlyas Çelebî), (İmam Azam Ebû Hanîfe’nin İtikâdî Görüşleri adıyla Türkçe’ye çeviri ve tahkîk, Dr. ilyas Çelebî), Marmara Üniversitesi İlahiyat Vakfı Yayınları, No: 114, İstanbul, 1996.
––––––– İşârâtü’l-Merâm min İbârâti’l-İmâm (nşr. Yûsuf Abdürrezzâk), Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Kâhire, 1949.
Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali (öl. 458h.), es-Sünenü’l-Kübrâ, I-X, Dâru’l-Fikr, Beyrut, ts.
––––––– el-Ba’su ve’n-Nüşûr, (thk. Muhammed Saîd Besyûnî Zağlûl), Müessesetü’l-Kütübi’s-Selefiyye, Beyrut, 1408h.
Dostları ilə paylaş: |