İslam akaiDİ ve kelama giRİŞ


KELÂMA GİRİŞ TARİF, TARİHÇE, ESERLER VE ÖNBİLGİLER



Yüklə 1,4 Mb.
səhifə11/19
tarix12.01.2019
ölçüsü1,4 Mb.
#96331
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   19

2. KELÂMA GİRİŞ TARİF, TARİHÇE, ESERLER VE ÖNBİLGİLER




Kelâm (Akâid) İlminin Tarifi, Mevzuu Ve Gayesi

İslâm dininin itikâdî hükümleri ile ilgilenen ilim, tarih boyunca çeşitli isimlerle amlagelmiştir. Bu isimleri teker teker ele alalım: 730


A. Akâid

Akaid kelimesi, akîde kelimesinin çoğulu olup, akd kökünden türetilmiştir. Akd, düğüm bağlamak, düğümlemek, düğüm atmak manasına gelir. Aynı kökten türetilen ve iman terimi ile eşanlamlı olan itikad kelimesi ise, bir şeye gönül bağlamak, düğüm atmışçasına (kesinlikle) inanmak, gönülden benim­semek demektir. Bu durumda akîde kelimesi, gönül­den bağlanılan, düğüm atmışçasına inanılan şey an­lamına gelmektedir. 731 Istılahta ise, inanılması zaru­ri olan şey, iman esası (mü'menün bih); bunun ço­ğulu olan akâid de, İslâm dininde inanılması farz olan hususlar, bir diğer ifadeyle iman esasları de­mek olur. İslâm dininde iman esaslarından bahseden ilme de Akaid ilmi adı verilir.

Akide kelimesi, iman esası, inanılan husus ma­nasına geldiği gibi (meselâ melek akidesi, Ahiret akidesi vb.); belli bir kişi ve grubun iman esasları­nı telâkki ve kabul ediş tarzına da denir. (Meselâ: Allah’ın sıfatları konusunda İmam Eş'arî (öl. 324/ 936) nin akidesi şöyledir, dediğimizde bu sözden Eşarî'nin Allahın sıfatlarını telâkki, kabul ve yorum tarzı anlaşılır.) Ayrıca akide kelimesi, muhtevasını iman esaslarının teşkil ettiği risalelerin de adı olmaktadır (el-Akîdetüt-Tahâviyye gibi).

Bu durumda İslâm Akaidi, îslâm dininin amelî hükümlerinden değil, itikâdî ve teorik hükümlerin­den bahseden bir ilimdir. 732 Akaid ilmi iman esasları­nı ele alırken çeşitli metodlar takip edebilir. İman esaslarını, selefin yaptığı şekilde naklin ışığı altında inceleyebileceği gibi, kelâmcılarda olduğu üzere ak­im ışığında yoruma tabi tutabilir. O halde Akaid il­mi, hangi metodla olursa olsun iman esaslarından bahseden ilmin genel adıdır. Özel manada ise Akaid, îslâm dininin iman esaslarından muhtasar olarak, tartışmaya girmeden bahseden bir ilimdir. Bu nok­tayı gözönünde bulunduran bir kısım alimler Akaid ile kelâmı birbirinden ayırmış, Akaidi, Vâcibul-vücûttan yani Allah Taâlâ’nın zatından, sıfat ve fiil­lerinden bahseden ilim; kelâmı ise, hem bunlardan hem de mümkinin yani bilinmesi mümkin olan her şeyin hallerinden bahseden ilim, şeklinde tarif et­mişlerdir. 733


B. Usûluddin

İslâm dininin temel prensiplerini yani iman esaslarını konu alan ilme Usûluddin 'adı verilmiştir. 734 Çünkü İslâm dininde Allahın varlığına ve birliğine, peygamberlik müessesesi ve öldükten sonra dirilme gibi esaslara inanılmadan, bu dinin fıkhî ve ahlâkî prensiplerinden bahsetmek mümkün değildir. Onun için itikadi konularla ilgili hükümlere ahkâm-ı asliyye; ahkâm-ı asliyyeden bahseden ilme de Usûluddîn denilmiştir. Usuluddîn ilmi, iman esaslarını ya selef metoduyla veya kelâm metoduyla ele alır. Mâtürîdî kelâmcılarından Ebû Yüsr Muhammed Pezdevî (öl. 493/1099) nin “Usûlü'd-dîn” (Ehl-i Sünnet Akaidi, terc. gerafettin Gölcük, İst. 1980) adlı kitabı ile, Eş'arî kelâmcısı Abdülkâhir Bağdadî (öl. 429/1038) nin aynı isimdeki eseri (İst., 1346/1928) iman esaslarını kelâm metoduna göre ele alan eser­lere örnek olarak gösterilebilir. 735


C. Tevhid Ve Sıfat İlmi

Tevhid lûgattâ, birlemek, bir şeyin bir olduğuna hükmetmek demektir. Istılahta ise, Allah Taâlâ’nın zatını, akılların tasavvur edebileceği, zihinlerin ve fikirlerin canlandırabileceği herşeyden uzak tutmak­tır. Tevhid, Allahı rab ve ilâh olarak tanımak, onun birliğini ikrar, her çeşit ortağı ondan nefyetmekle gerçekleşebilir. 736

İslâmda itikadi konularda ortaya çıkan ilk ihti­laflardan biri kader, diğeri Allahın kelâm sıfatı ile ilgilidir. Her iki konu da Allahın sıfatlarıyla alaka­lıdır. Hicrî I. asır sonları ile II. asır başlarında bir grup, Allahı yaratıklarına benzetip, teşbih ve teesime yönelirken, bir başka grup ta tenzihte aşırı gitmiş, sıfatları inkâr etmiştir. İfratla tefrit noktasında olan bu iki görüşün ortasını bularak, bir taraftan Allanın kemal sıfatlarını isbat ederken, diğer taraf­tan noksan sıfatlardan onu münezzeh kılmak için birtakım risaleler kaleme alınmıştır. Başlıca konusu Allah’ın zatı, sıfatları ve fiilleri olan ve selef alimle­rinin yazdığı bu risalelere Tevhid risalesi adı veril­mektedir.

Ötedenberi alimler altı iman esasını üç ana baş­lık altında incelemişlerdir. (İlâhiyyât, nübüvvât, sem'iyyât Allah’a, peygamberliğe ve ahirete iman). Buna “usûl-i selâse” adı verilir. Hakikatte peygam­berliğe ve ahirete iman da Allanın fiilleriyle alâkalı­dır. O halde İslamda bütün iman esasları Allah’a iman esasından çıkmıştır. Allah’a iman aslu'1-usûl-dür, üssü'l-esâstır. 737 Aslu'1-usûl olan Allah’a imandan özellikle Allah Teâlâ’nın tevhidinden ve sıfatların­dan bahseden ilme, ilm-i tevhid ve sıfat denilmiştir. Sonraki dönemlerde tevhid ilmi peygamberlik ve ahiret ile ilgili konuları da işlemesine rağmen, Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatları konusu bu ilmin en önemli konusunu teşkil etmiştir. Sa'düddîn Teftâzânî (öl. 793/1390), bu sebeple akaid ilmine tevhid ve sıfat ilmi denildiğini söylemektedir. 738

Tevhid ilmi bazen kelâm ilmi ile aynı anlamda kullanılmışsa da, 739 aralarında metod yönüyle farklı­lık vardır. Tevhid ilmi, iman esaslarından naklin ışığında ve selef metoduna göre bahseder. Kelâm il­mi ise naklin yanında aklı da devreye sokar. Özellikle ilahiyat bahislerinde aklî delillere oldukça faz­la yer verir cedel, münazara ve münakaşa meto­dunu takip eder. 740

D. Fıkhı Ekber

Hanefi mezhebinin kurucusu İmam Ebû Hanîfe (öl. 150/767) fıkhı, “Kişinin (ebedi saadet yönünden) leh ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir” şeklinde tarif etmiştir. Yaşadığı dönemde fıkıh ilminin, hem itikadı, hem amelî hem de ahlâkî konuları içine al­ması sebebiyle Ebu Hanîfe böyle şümullü bir tarif yapmıştır. Ancak O, itikadi konulardan bahseden fı­kıh şubesine “el-Fıkhu'l-ekber=en büyük fıkıh” adı­nı vermiş ve bu şubeyi diğerlerinden ayırdetmiştir. Hatta itikadı konulara tahsis ettiği bir risalesine bu ismi vermiştir. 741 Sonraki devirlerde fikh-ı ekber adı, usuluddin ve kelâm ilmi karşılığı olarak ta kullanıl­mıştır. 742


E. İlmi İstidlal Ve Nazar

Kelâm ilminde, özellikle önbilgilerin yer aldığı giriş bölümü ile ilahiyat bahislerinde nazara ve is­tidlale çok yer verilir. Düşünmeyi ve akıl yürütmeyi metod olarak benimseyen kelâm ilmine ilm-i istidlal ve nazar da denilmiştir. 743


F. Kelam İlmi

1. Tarifi

Kelâmcılar bu ilmi, biri konusuna diğeri de ga­yesine göre olmak üzere iki türlü tarif etmişlerdir. 744


a. Konusuna Göre Tarifi:

Tevhid ilmine bu adın veriliş sebebine temas ederken açıkladığımız gibi ötedenberi kelâmcılar arasındaki bir geleneğe göre, altı iman esası naza­riyatta üçe irca edilmiştir (îlâhiyyât-nübüvvât-sem' iyyat). Bu üç esas inanılacak şeylerin usulü duru­mundadır. Alimler kelâm ilmini konusuna göre tarif ederken usul-i selâseyi zikretmeye itina göstermiş­lerdir. Bu tariflerden bir kaçını zikredelim:

“Kelâm, Allah Taâlâ’nın zatından ve sıfatların­dan, başlangıç ve son (mebde' ve meâd=yar atılış ve ahiret) itibariyle yaratıkların durumlarından İs­lâm kanununa göre bahseden bir ilimdir.” Görüldü­ğü gibi bu tarifte, usul-i selâseden ilahiyat ve sem' iyyat zikredilmiş, fakat peygamberlik zikredilmemiştir. Ahiret ve ahvali gibi konular ancak bir pey­gamberin tebliği ile bilinebileceğinden, sem'iyyat zikredilince, zımmen nübüvvât ta zikredilmiş olur, düşüncesiyle tarifte peygamberlik müessesesine yer verilmemiştir.

“Kelâm, ahiret ve buna bağlı olan cennet, ce­hennem, sırat, mîzân, ceza, mükâfat gibi hususlar­dan bahseden bir ilimdir.” Kelâm, deliller vasıtasıyla elde edilmiş olan, itikadı ve şer'î kaideler ilmidir. 745

“Kelâm, luhiyyet bahislerini, peygamberlerin gönderildiğini, onların bütün haber verdiklerinde doğru olduklarını ve buna bağlı olan hususları bil­mekten ibarettir.” 746

Merhum Ömer Nasûhî Bilmen (öl. 1971 m.) in tarifi ise usûl-i selasanin hepsini zikreden en derli toplu tariftir: “İlm-i kelâm, Allah Taâlâ hazretleri­nin zatg sıfatlarından, nübüvvet ve risalete ait meselelerden, mebde ve meâd itibariyle mükevvenâtın (yaratılmışların) hallerinden îslâm kanunu üzere bahseden bir ilimdir.” 747

Kelam ilminin konusuna göre yapılan tariflerin­de dikkati çeken iki kayıt vardır. Bunlardan biri, onun yaratıkların durumundan mebde ve meâd iti­bariyle bahsedişi, diğeri de İslâm kanunu üzere oluş kaydıdır. Bilindiği gibi, fizik, kimya, biyoloji, mate­matik gibi müsbet (pozitif) bilimler de yaratıkların hallerinden bahsederler. Yalnız bu ilimler yaratık­ları incelerlerken, onları başlangıç ve son yönüyle ele almazlar. Yani “bu olaylar nereden meydana geliyor? bunları meydana getiren ilk sebep nedir? yaratılışında ki gaye ve hikmet nedir?, Öldükten son­ra ne olacaktır?” gibi sorulara cevap aramaz. On­lar, varlıkları sadece duyu organlarının sahasına gi­ren yönleriyle ele alırlar. Kelâm ise bu noktada po­zitif ilimlerden ayrılır, hadiseleri mebde ve meâd yönüyle inceler.

Kelâm ilmi, İslam kanunu üzere oluş kaydıyla da felsefeden ayrılır. Felsefe de kelâm gibi Allah’ın zatından ve sıfatlarından, mebde ve meâd itibariyle yaratılmışların hallerinden bahseder. Fakat bu bah­sedişte hareket noktası akıldır. Akla uymaz gördüğü hususlarda nakli kabul etmez. Kelâmın hareket nok­tası ise nakildir. Kelâm her ne kadar itikadi konu­ların izah ve isbatında akla yer verse de, nakli ha­reket noktası kabul eder, İslam kanununa bağlı ka­lır. 748


b. Gayesine Göre Tarifi:

Kelâm ilminin gayesine göre yapılan en meşhur tarifi şöyledir:

“Kelâm ilmi kesin deliller kullanmak ve muhaliflerin ileri sürdüğü şüphe ve itirazları de­fetmek suretiyle, dinî akideleri isbata güç kazandı­ran bir ilimdir.”749

İbn Haldun (öl. 808/1405) un tarifi ise şöyledir:

“Kelâm aklî delillerle imanı akideleri savunmayı ve itikadi konularda selefin ve ehl-i sünnetin takip et­tiği yoldan sapan bid'atçileri reddetmeyi içine alan bir ilimdir.” 750

Her iki tariften de anlaşılacağı üzere kelâm, mu­haliflerin ve bid'atçilerin ileri süreceği itirazlara karşı cevaplar verir, onları aklî ve naklî kesin de­liller (hüccetler) le susturmaya çalışır. Bunun için de münazara ve cedele oldukça fazla yer verir. Ke­lâm bu özelliği ile iman esaslarından bahseden diğer iki ilim (tevhid ve akaid) den ayrılır. Çünkü akaid ve tevhidde tartışma ye cedel yoktur. Ayet ve ha­diste ne, nasıl gelmişse ona öylece inanılır, teslim olunur. 751


2. Kelâmın Konusu:

İslâm düşünce tarihindeki gelişmeye parelel ola­rak bu ilmin konusunda da gelişmeler olmuştur.



a. Mütekaddimin adı verilen Gazzâlî (öl, 505/ 1111) den önceki kelamcılara göre kelâmın konusu, Allah Taâlâ’nın zatı, sıfatları ve fiilleridir. Başlan­gıçta kelâm ilmini ençok meşgul eden konular, ilahi­yat bahisleriyle ilgili konular olmuştur. Bu sebeple başlangıç döneminde kelâmın konusunu “zât ve sıfât-ı Bari” teşkil etmiştir.

b. Felsefenin islâm aleminde yayılmasından son­ra kelamın konusunu “mevcut” teşkil etmiştir. Gazzâlî'nin de benimsediği bu görüşe göre, kelâm ilmi mevcuttan mutlak var olması hasebiyle bahseder. Ancak kelâm, mutlak olarak varlığın hallerinden bahseden felsefeden, İslâm kanununa bağlı kalmak suretiyle ayrılır.

c. Gazzâlî'den sonraki müteahhirin kelâmcıları döneminde kelâm ile felsefe içice girmiş, mantık il­mine ait pekçok konular kelâm kitaplarında yer al­mış ve kelâmın konusu buna parelel olarak genişle­miştir. Hatta dış alemde (hariçte) varlığı olmadığı halde dini akidelerle uzak veya yakın herhangibir ilişkisi bulunmak kaydıyla- bilinmek şanından olan herşey kelâm ilminin konusunu teşkil etmiştir. Böy­lece kelâmın konusunu “ma'lûm” oluşturmuştur. Me­selâ, rna'dûm, nazar, delil gibi konular, dış alemde varlıkları olmadığı halde kelâm ilminde ele alınıp, tartışılmıştır.

Kelamın konusunu teşkil eden malûm, iki ana unsurdan meydana gelmektedir. Doğrudan doğruya dini akideleri teşkil eden hususlara mesâil ve makâsıd (kelâmın ana meseleleri), bunları isbata yara­yan bilgilere mebâdî (mebde'ler) ve vesâil (vesileler) adı verilir. Meselâ “Allah vardır, birdir. Hz. Muhammed O'nun peygamberidir. Öldükten sonra dirilmek haktır” gibi akideler, kelâm ilminin mesai­lini; “Cevherler, arazlardan halî değildir, âlem ha­distir” gibi hükümler de vesâilini teşkil ederler. 752

Başlangıçtan günümüze kadar mesâil aynı kal­dığı halde, vesâil zamanın fikir cereyanlarındaki değişikliklere parelel olarak değişmiştir. Meselâ ye­ni felsefenin kabul ettiği “Tabiat kanunları tecrü­be ile sabittir kimümkindir, zaruri değildir” hükmü önceki kelâm kitaplarımızda yer almayan bir vesiledir. Biz bugün bu bilgiyi, peygamberlerin hissî mucizelerinin mümkin olduğu konusunda bir mebde' (vesile) olarak kullanabiliriz. 753

3. Kelâm İlminin Gayesi

Kelâm ilminin gerçekleştirmek istediği gayeleri şöyle sıralayabiliriz:



a. Kişinin imanını taklidten kurtarıp, tahkîkî ve sarsılmaz (yakînî) iman derecesine yükseltir.

b. Kelâm ilminin meselelerini açıklamak suretiy­le doğru yolu arayanları irşad eder inatçıları da ileri süreceği delillerle susturur.

c. İman esaslarını batıl ehlinin ileri süreceği şüphelerle sarsıntıya uğramaktan korur.

d. Diğer dini ilimler bu ilme istinat eder. Çünkü kelâm ilmi olmayınca, diğer dini ilimlerin varlığı dü­şünülemez. Her şeye kadir, âlim, kitaplar indiren, peygamberler gönderen bir yaratıcının varlığı isbat edilmedikçe, tefsir, hadis, fıkıh, ahlâk gibi ilimle­rin varlığını düşünmek mümkün olmaz.

e. Kişiyi amelinde ihlaslı kılar, niyetini saflaştırır ve inancını sağlamlaştırır.

Bütün İslâmî ilimlerde olduğu gibi, kelâm ilmi de bu gayeleri gerçekleştirerek, asıl ve yegane ga­ye olan dâreyn (dünya ve ahiret) saadetini elde et­meyi hedef alır. 754


4. Mertebesi Ve Önemi

Müteahhirin kelâmcıları bu ilmin, ilimlerin en şereflisi olduğunu söylemişler ve gerekçelerini şöy­le sıralamışlardır:



a. Bu ilmin konusu çok geniş, meseleleri de Al­lah Taâlâ’nın zatı, sıfatları ve fiilleri gibi- pek şerefli konulardır. Konusu şerefli olan ilmin, en şerefli bir ilim olacağında şüphe yoktur.

b. Gayesi -dünya ve ahiret saadetini temin et­mek gibi gayelerin en üstünü olan bir gayedir.

c. Kullandığı deliller hem sarih aklın hem de sahih naklin te'yid edeceği delillerdir. 755

d. Kelâm ilmî “hakiki ilim” özelliğini kazanmış bir ilimdir. Bu ilmin meselelerini teşkil eden iman esasları ilk peygamberden günümüze kadar hiçbir değişikliğe ve neshe uğramadan gelmiş, bütün pey­gamberler itikadı konularda ittifak etmişlerdir. Hal­buki fıkıh ilmi gibi ilimlerde nesh yoluyla değişiklik­ler olmuştur. 756

Her ilim erbabının kendi ilminin en şerefli, rüt­bece en yüksek bir ilim olduğunu söylemesi tabiidir.

Zira böyle bişey, o İlimle uğraşacakları teşvik eder.

Kelâmın lehinde olanlar bulunduğu gibi, aley­hinde olanlar da vardır. Özellikle nakle bağlı selef alimleri, akılcı bir metod izleyen kelamcıları kötülemişlerdir. Selef her konuda olduğu gibi, itikadi ko­rularda da muhafazakar bir tavır takip etmiş, Rasulullah, ashab ve tabiûn döneminde rastlanmayan ke­lâma karşı çıkmıştır. Gerçi Şafiî (öl. 204/819), Mâlik (öl. 179/795), Ebû Yûsuf (öl. 182/790), Ahmed b. Hanbel (öl. 241/855) gibi selef alimlerinin kelâm aleyhindeki sözleri 757 tevil edilebilir, “onların yaşa­dığı dönemdeki kelâm, ehl-i bid'at kelâmı idi. Ehl-i Sünnet kelâmı kurulmamıştı.”, “Bu sözler, sadece dinde taassub gösteren, kesin bilgiler elde etme eh­liyetine sahip olmayan, müslümanların akidelerini bozmak gibi bir maksat peşinde koşan ve aslında ihtiyaç duyulmayan ve anlaşılması güç felsefî konu­lara dalan kimseler için söz konusudur. Aksi halde farzların aslı ve teşrî kılınan hususların esası olan bir hususun (kelâmın) öğrenilmesinden men edilmesi nasıl düşünülebilir?” 758 denilebilir. Fakat ehl-i sünnet kelâmı kurulduktan sonra da, selefin kelâma karşı olma tavrı aynen devam etmiş, müteahhirîn selefiyyeden pekçok kimse, kelâmı ve kelamcıları tenkit etmiş, onları inancı sarsıntıya uğratmak, yet­kili olmadığı sahalara girmek ve aklı nakle tercih etmekle suçlamıştır. 759 İhtilâfın kökeninde, metod konusu yatmaktadır. Nakli takdis edip onu yegane rehber tanıyan muhafazakar selef alimlerinin, akla çok yer veren kelâma karşı çıkmaları metodlarının tabiî sonucu kabul edilmelidir.

Kelâm ilmine karşı çıkanların bir kısmı ise ca­hil, mukallid, kültür seviyesi düşük ve aklî izahlar­dan anlamayan kişilerdir. İmam Eş'arî (öl. 324/ 936), R. fî istihsâni'1-havd fî ilmi'l-kelâm adlı risa­lesinde, bazı insanların bilgisizliği sermaye edindik­lerini, tenbellikleri yüzünden dinî tefekkür ve araş­tırmadan vazgeçip işin kolayına ve taklide yöneldik­lerini, bununla beraber usul-i din hakkında araştır­ma yapanlara dil uzatarak onları sapıklığa nisbet et­tiklerini... kaydederek onlara şöyle seslenir:

“Siz ke­lamcıları dinî asıllar mevzuunda konuşmaktan menederken, kendiniz istediğiniz meseleler hakkında konuşuyorsunuz. Ne varki aciz kaldığınız takdirde, ko­nuşmaktan men olunduk dersiniz. İşinize gelince de kendinizden öncekileri delilsiz ve izahsız taklid edersiniz. Bu bir nefis arzusundan başkasına tahak­küm etmekten öte birşey değildir.” 760

Kelâma muhalif olan bir başka zümreyi ise bo­zuk inanışa sahip bid'atçiler teşkil ederler. Bu gibi­ler, kendilerinin bid'atlerini en iyi kelâmcıların or­taya çıkaracağını bildikleri için kelâm ilmini kötü­lerler. 761

Kelâm ilminin leh ve aleyhinde olanların, bu il­min mertebesi hakkındaki fikirlerini gördükten son­ra, büyük kelâmcı, filozof, fakîh ve mutasavvıf İmam Gazzâlî (lö. 505/1111) nin bu konudaki görüşünü zik­redelim. Gazzâlî'nin eserleri incelenecek olursa, onun kelâm hakkında farklı kanaatlara sahip olduğu görülecektir. Meselâ el-Münkiz mine'd-dalâl'de kelâmın, ehl-i sünnet akidesini korumak ve bu akide­yi bozmak isteyenlere karşı koymak gayesini güttü­ğünü belirtirken, bu ilmin, insanın karşılaştığı inanca la ilgili problemleri çözmeye yeterli olmadığını söy­lemiştir. 762 İlcâmu'l-avâm adlı eserinde, avâmmın (kültürsüz halk tabakasının) bu ilimle meşgul olma­sını mahzurlu görmüş, hususi kültürüne sahip kişi­lerin bu ilimle ilgilenmesini savunmuştur. 763 Diğer iki eseri ihya ve el-İktisâd'ta, kelâm ilmini öğren­menin farz-ı kifâye olduğunu belirtir. 764 Ve der ki:

“Her beldede bid'atdlara karşı koyacak, haktan ay­rılanları geri çevirecek, ehl-i sünnetin kalplerini şüphenin tesirlerinden temizleyecek ve bu ilimle meşgul olarak, hakkı koruyacak bir kimsenin bulun­ması zaruridir. Fakihsiz ve doktorsuz kalan bir memleket gibi, böyle bir alim (kelâma) den mah­rum olan memleketin bütün ahalisi sorumludur.” 765

Gazzâlî, İhya ve Kimyâu's-Saâde'den sonra te' lif ettiğini söylediği el-Müstasfâ isimli fıkıh usulüne dair eserinde de kelâmı çok över. O, önce ilimleri aklî ve dinî olmak üzere ikiye ayırır. Sonra bunların her birinin küllî ve cüz'î kısımlarına ayrıldığını söyler. Ona göre dini ilimler içinde küllî olanı kelâm­dır. Çünkü kelâm ilmi varlıkların en umumi olanın­dan bahseder, O da mevcuttur. Diğer ilimler kelânisbetle cüzidir. Öyleyse kelâm ilmi dini ilimler arasında rütbesi en yüksek olan bir ilimdir. 766

Özetle söylersek, kelâm ilmini öğrenmek belki halka gereksizdir. Fakat inkarcılığın alabildiğine ilerlediği asrımızda, islâm akaidini müdafaa edecek, zararlı cereyanların doğurduğu problemleri hallede­cek kimseler için kelâm ilmini öğrenmek zaruridir, eh azından hususi kültürünü almış kişilerin bu ilmi öğrenmeleri Gazzâlî'nin dediği gibi farz-ı kifayedir. 767

5. Kelâm Îlmi Denilmesinin Sebepleri



a. Kelâma dair eserlerde “el-kelâm” kelimesi bir klişe ve konu başlığı olarak kullanılmıştır. Müel­lifler eserlerinde, her konunun başlığını “el-kelâm fi'l-irade-irade hak söz,” “el-kelâm fi'1-erzâk-rızıklar hak. söz” şeklinde ifade etmişler, bu sebeple bu ilme kelâm denmiştir.

b. Bu ilimde ilk tartışılan konulardan biri de “kelâmullâh-Allahın kelâm sıfatı” meselesidir. Kur'an’ın mahluk olup olmadığı konusundaki bu ihtilâf, devlet başkanlarını bile meşgul edecek derecede yaygınlaşmış, zamanla kavgaya dönüşmüştür. Bu il­me kelâm adının verilmesinin sebeplerinden biri de “kelâm” sıfatından bahsetmesidir.

c. Nasıl ki mantık ilmi, felsefî konularda kişiye söz söyleme kabiliyetini kazandırıyor sa, kelâm ilmi de dini ilimleri araştırırken ve hasmı sustururken kişiye söz söyleme yeteneğini kazandırır.

d. Bu ilim, tartışmaya, cedele ve münazaraya en müsait olan bir ilimdir. Bu konularda söze fazla­sıyla muhtaç olduğundan kelâm ismini almıştır.

e. Kelâm, çoğu sem'î ve naklî deliller tarafın­dan da desteklenen kesin delillere dayanmaktadır. Onun için kalbte en fazla tesir yapan ve kalbe nü­fuz eden ilim budur. Bundan dolayı yaralamak ma­nasına gelen ve “kelm” kökünden türetilen “kelâm” sözü bu ilme ad olmuştur. 768

f. Bu ilme kelâm âdı verilmesinin bir başka se­bebi de, bu ilmin ricalinin, selefin sustuğu konularda kelâm etmesidir. 769


Yüklə 1,4 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin