TABİATIN BİR HEDEF TAŞIYOR OLMASIYLA TABİİ HAKLAR ARASINDAKİ İLİŞKİ
Yaratılış mekanizması, mevcudatın bünyesinde birtakım kemallere ulaşma yeteneğini bırakmış ve bilinçli olarak onları bu kemallere doğru sevk etmektedir. Bu durum, mevcudat için birtakım tabii ve fıtri hakların ortaya çıkmasına sebep olar.
Her doğal yetenek, “doğal bir hak”kaç temel teşkil eder, onun “tabii” sayılır. Mesela insanoğlunun yavrusu okula gitme ve tahsilde bulunma hakkına sahiptir. Fakat koyunun yavrusu böyle bir hakka sahip değildir!
Neden?
Bunun sebebi açıktır: İnsanoğlunun yavrusunda okuma, öğrenme ve bilme yeteneği vardır. Oysa koyunda bu yetenek mevcut değildir.
Yaratılış mekanizması bu alacaklılık belgesini insanın varlığına işlemiştir. Ancak koyuna böyle bir vermemiştir.
Düşünme hakkı, oy verme ve hür iradeye sahip olabilme hakkı da böyledir.
Bazıları “doğal hukuk” teorisine inanmaz, yaratılış mekanizmasının insana bir nevi hukuki üstünlük tanıdığı inancını saçma ve bencil bir iddia olarak değerlendirirler. Onlara göre insanla diğer mevcudat arasında hukuki açıdan hiç bir fark yoktur.
Oysa ki son derece yanlış bir görüştür bu. Tabiatın tanımış olduğu yetenekler farklıdır; Yaratılış mekanizması her canlıyı kendine has bir yörüngeye oturtmuş ve onun saadetini de bu “tabi yörüngesinde Seyredişi’ne bağlamıştır. yaratılış mekanizmasının burada hedefi ve maksada vardır. Bu belgeleri bilinçsin olarak tesadüf sonucu onlara vermiş değildir. Konumuzun mahdudiyeti sebebiyle bu meseleye daha geniş bir açıklama getirmiyor ve bu kadarla yetiniyoruz.
Konumuzu teşkil eden aile hukukunun esas ve köklerini de, diğer doğal haklar gibi bizzat tabiatta aramak gerekir. Kadınla erkeğin doğal yetenekleri ve yaratılışın kendilerine vermiş olduğu türlü belge, vesika ve senetlere bakarak bu ikisinin “benzer” hak ve görevlere sahip olup olmadığını anlamak kabilidir Daha önce de belirtmiş olduğumuz üzere burada ele alacağımız konu kadınla erkeğin aile haklarındaki “benzerlik” meselesi olacaktır, “eşitlik” meselesi değil.
SOSYAL HAKLAR
Ailevi olmayan sosyal haklar bakımından; yani aile muhiti dışındaki büyük toplumda söz konusu olan haklar bakımından insanlar “eşit” ve “büzer” durumdalar. Yani birinci tabii hakları, yekdiğeriyle aynı ve eşittir. Mesela herkes ilahi nimetlerden faydalanma hakkına sahiptir; herkes çalışma, hayat yarışmasına katılma, sosyal bir konuma aday olup bu maksatla meşru sınırlar dahilinde elinden gelen gayreti gösterme hakkına sahiptir. Keza herkes, kendi ilmi ve ameli yeteneklerini ortaya koyma hakkına sahiptir.
Ancak, birincil tabii haklardaki bu eşitlik, onlara “sonradan kazanılan haklar” (iktisabı haklar) açısından giderek eşit olmayan bir konum kazandırır. Yani herkes, bir diğerinde olduğu gibi çalışma ve hayat yarışmasına katılma hakkına sahiptir Ancak yarışım ya katılma ve görevi yapma meselesi gündeme geldiğinde fark belirir. Herkes bu yarışmayı aynı durum ve sonuçla tamamlayacaktır. Kimi daha yetenekli, kimi yeteneksizdir; kimi çalışkanken kimi tembeldir. Velhasıl mezkur hayat müsabakasını bazıları diğerlerinden daha âlim, daha kamil, daha yetenekli, daha tecrübeli ve daha layık olarak tamamlamakta, dolayısıyla onların “sonradan kazanılan haklar” ı, diğerlerininkinden farklı olmaktadır. Bu durumda onların sonradan kazanılan haklarını da birincil tabii hakları gibi başkalarınınkiyle eşit sayamayız. Zira o zaman zulüm işlemiş, apaçık haksızlık etmiş oluruz.
Birincil tabii sosyal haklar alanında neden bütün insanlar eşit ve benzer bir konumdadırlar?
Sebebi açıktır bunun: İnsanoğlunun ahvali çevresinde yapılan mütalaalar; hiç kimsenin ast veya üst olarak yaratılmadığını; kimsenin işçi, sanatkâr, zanaatkâr, üstat, öğretmen, subay, asker veya bakan olarak dünyaya gelmediğini göstermektedir. Bunlar, insanoğlunun sonradan kazandığı iktisabı haklarıyla ilgili avantaj ve hususi yatlardır. Yani toplum bireyleri kendi gayret, yetenek ve emekleri sonucu bu hakları elde etmek durumundadırlar. Toplum, sözleşmeli bir kanunla bu hakları liyakat göstererek bireylere devreder.
İşte insanın sosyal hayatıyla, balarısı gibi sosyal hayvanların sosyal hayatları arasındaki fark da buradan kaynaklanır. Bu tür sosyal hayvanların sosyal hayatlarındaki organizeler yüzde yüz tabiidir ve tabiat tarafından tespit edilir. Mevkiler, görevler, meslekler... vb. gibi kimin ne yapacağını bizzat tabiat tayin eder, bu hayvanların kendi gayretleri değil. Yani bu hayvanlar tabiatları itibariyle; amir, memur, işçi, mühendis, asker... vb. gibi belli görev taksimatlarıyla dünyaya gelirler. Fakat insanın sosyal hayatı böyle değildir. Bu cihetle bazı bilim adamları “insanın yaratılış itibarıyla sosyal bir canlı olduğu” yolundaki oldukça eski bir felsefi teoriyi bütünüyle reddetmiş. İnsan toplumunu yüzde yüz sözleşmeli bir. toplum olarak tanımlamak gerektiğine inanmışlardır.
AİLE HAKLARI
İnsanın aile dışındaki sosyal durumunu yukarıda açıkladık. Onun aile camiasındaki sosyal durumu nasıldır Peki? Aile topluluğunda da bireyler birincil tabii haklarda yekdiğeriyle aynı ve benzer durumda mıdır acaba? Aile bireyleri sadece “sonradan kazınılan haklar” konusunda mı yekdiğeriyle farklı bir durumdadırlar? Yoksa aile topluluğu; yani karıyla kocadan, ana-babayla evlatlardan ve kız kardeşle erkek kardeşten meydana gelmiş olan topluluklar aile dışındaki topluluk (toplum) arasında birincil tabii haklar açısından da birtakım farklar mı “mevcuttur. Tabiat kanunu, aile hukukunu özel bir prosedüre mi tâbi tutmuştur?
Meselenin bu noktasında iki görüş mevcuttur: Bunlardan birincisi; karı-koca, ana-baba veya ebeveyn-evlat ilişkisinin; bireylerin devlet daireleri veya benzeri müesseselerdeki ilişkisi gibi herhangi bir sosyal ilişki olduğu, dolayısıyla de bireyin aile içindeki konumunun ona özel bir durum kazandırmayacağı şeklindedir. Birinin müdür, diğerinin memur, birinin amir, diğerinin emir kulu olmasına, birinin az, diğerinin çok maaş almasına neden olan yegane ölçü, sonradan kazanılan özellik ve meziyetlerden başka bir şey değildir. Bir erkeğin hanımı veya bir hanımın kocası olma; anne, baba veya evlat olma gibi ailevi konumlar da aile bireylerinin her birinin kendine has bir durum içinde olmasını gerektirmez. Onların yekdiğerine karşı durumlarını ancak “sonradan kazanılan özellikler”i tayin edebilir.
Hatalı bir tanımamaya “Haklarda eşitlik” şeklinde isimlendirilen “kadınla erkeğin aile hukuku sahasında benzer haklara sahip olduğu” teorisi işte bu asla dayanır. Bu teoriye göre erkek ve kadın, tabiatın kendilerine vermiş olduğu benzer hukuki senetler, benzer yetenekler ve benzer ihtiyaçlarla aile hayatına katılırlar. Bu da, aile hukukunun “aynılık” ve “benzerlik” esasına göre düzenlenmesi gerektiğini gösteriri.
Diğer bir görüşse bunun aksi yönündedir. Kadınla erkeğin birincil tabii haklarının dahi farklı olduğuna inanan bu görüşe göre bir erkeğin “koca” olması, onun yine “koca olması sebebiyle “birtakım özel hak ve görevleri de beraberinde getirir. Keza kadının “eş” oluşu da sırf bu “eş olma sebebiyle” kadına birtakım özel haklar ve görevler yükler. Baba, anne veya evlat olmak da böyledir; bu özelliklerden her biri, yine kendilerine has hak ve vazifeler taşır. Velhasıl aile topluluğu, diğer sosyal katılım ve toplu işbirliklerinden farklı bir camiadır. İslam’ın kabul etmiş olduğu “kadınla erkeğin eşit, fakat aynı olmayan aile haklarına sahip olduğu” görüşü işte bu astla dayanır Şimdi bu görüşlerden hangisinin doğru olduğu, bu doğruluğun nasıl anlaşılabileceği bahsine geçelim.
Dostları ilə paylaş: |