İslam devriMİNİn aşamalari iÇİndekiler


İslami Mücadelenin Neresindeyiz?



Yüklə 480,68 Kb.
səhifə4/7
tarix23.01.2018
ölçüsü480,68 Kb.
#40293
1   2   3   4   5   6   7
İslami Mücadelenin Neresindeyiz?

Ulus devletlerin hiç biri halen ne siyasi meşruiyet, ne sosyal dayanışma (birlik ve beraberlik) ne hukuk ve adalet sorununu, ne de istikrar, asayiş ve iktisadi kalkınma sorununu halletmiş değildir! Bütün bu sömürge kalıntısı siyasi sistemler istikrarsızdır ve halk bazında, tarih ve hukuk bazında tam bir meşruiyet yoksunudurlar.

Bunlar pamuk ipliğine bağlı demokrasi renkleri taşıyanları da dâhil, askeri yahut bürokratik (sivil) otokrasilerdir. Batı'nın yarattığı ve kontrolünde tuttuğu koloni dönemi sonrası kargaşa, evrensel İslami hareketin tehdidi altındadır.

Evrensel İslami hareket sömürge artığı düzen için bir reform stratejisi önermiyor. Daha fazla demokratik katılım talep etmiyor, daha iyi bir yönetim sunmuyor. Milli servetin, üretimin eşit dağılmasından yahut (iktisadi) fırsat eşitliğinden bahsetmiyor. Tersine, bu hareket, bu mantalite, sistemi çökertmek, Batı'nın sadık bağlısı elitlerden güç ve yönetimi devralmak, ulus devlet yapısını, alt yapısı yani payandaları, destekleyici unsurları ile birlikte yıkmak istiyor. Bu hareket Batı'nın siyasi, iktisadi ve kültürel hegemonyasına son vererek onun yerine İslam dünyasının her köşesinde İslam Devleti'ni ikame etmek istiyor!..

Bu yeni İslami hareket, sömürgeci mirasını ebediyen sona erdirecek topyekûn devrim dışında hiçbir şeye rıza göstermeyecektir. Dahası artık bu bakış açısı bütün İslam kamuoyuna hâkimdir. Bu bakış açısı sadece -mazlum sınıflan kapsamıyor. İslam ülkesi elitleri içinde artık azımsanamayacak bir sayısal varlık, her meslek grubundan gençler ve öğrenciler, bu yönelişe güç ve hız veriyorlar...

Bu hareket gerek İslam ülkelerinde gerekse Batı'da yaşayan her sosyal sınıftan bütün Müslümanları kadroları içinde görmek istemekte, asla dışlamamaktadır.

İmparatorluk kurucusu ve yöneticisi olarak uzun siyasi tarihlerine rağmen Müslümanlar herhangi bir aşamada ciddi manada belirgin bir siyasi konsensüs geliştirebilmiş değillerdir. Bunun sebebi belki de egemen siyasi sistemlerin, bir siyasi konsensüs geliştirme ihtiyacı hissetmeyen iç muhalefetin tehdidi altında bulunmayışıdır. İç muhalefetin eksikliği ile ifade olunan egemen otoritenin meşruiyetinin kabulü başlı başına bir konsensüs teşkil etmektedir. Fakat şu da doğrudur ki hilafet, daha başlangıçtan itibaren yaygın bir muhalefetin odağı olmuştur.

Yani dâhili memnuniyetsizliğin ifade edilmemesi yönetimin meşruiyetinin kabulü olarak alınmıştır, öyle telakki edilmiştir. Fakat şu da doğrudur ki Hilafet, ta başlangıç yıllarından itibaren, esaslı ihtilafların odağı olmuştur. Hulefa-i Raşidin'in (Dört büyük halife) üçüncüsü Osman katledilmiş, dördüncü Hz. Ali (r.a.) isyan bastırmak için bayrak açmıştır...

Hz. Ali de öldürülmüştür. İslam tarihindeki ilk hanedan başarılı isyan stratejisi ile Hilafet'i ele geçirmiştir: Emeviler'den bahsediyoruz. İlk dönemdeki çekişmelere rağmen daha sonra gelen sultanlar uzun bir süre sonunda durağanlığı ve kendi meşruiyetlerini kabul ettirmede başardılar. Ve o süreç içinde Sünni içtihadında "Emir-ul Mü'minin'e itaat" hücceti doğdu.([3]) İşte o hüccettir ki neticede pek çok sömürgeci yönetimin, kendini kabul ettirmiş pek çok Sünni ulemadan, meşruiyetine icazet almasına yol açmıştır...

Buradan görülür ki, İslam tarihinde siyasi icmadan anlaşılan hemen daima şu ya da bu şekilde Hilafet'i eline geçirmiş hanedanların kabulü, onlara (Hilafet'i ellerinde bulundurdukları için) kesin itaat ve teslimiyet olmuş, aynı mantıkla sömürgecinin dolaylı yönetimine gösterilen rıza ve emanet olmuştur.

Bu öğretinin tebaa için anlamı her hal ve şartta Emir'e tam itaattir. Ve bu öğreti hala İslam âleminde (mesela Suudi Arabistan'da) meşruiyetin temel taşıdır. Mesela Sör Seyyid Ahmed Han'ın Hindistan'da güttüğü siyaset ki, tamamen İngiliz bağımlısıdır, bu öğretiye dayalıdır.

Aynı öğretiyi Mevdudi'de ve o evrenin pek çok Arap müellifinde de bulmak mümkün.

 

Teorik Formülasyon Farkı



Çağdaş küresel İslam hareketinin önde gelen bir felsefî niteliği ve farklılığı, bu olumsuzluğu barındırma 3nşıdır. Seyyid Kutub İmam Humeyni ve İran İslam devriminin ortaya koyduğu pratikte de görüldüğü gibi bu anlayış İslam düşüncesinden atılmıştır. Suudi Arabistan, Pakistan, Türkiye ve Mısır gibi önde gelen Müslüman ulus devletlerde etkili olan unsurların diplomatik ve ekonomik boykotlarına rağmen İran İslam Cumhuriyeti yaşamaya devam etmiştir.

Batı hadimi rejimlere tavizsiz karşıtlık ve Batı hegemonyasının teminatı olan dış siyasetin defi de İslami hareketin siyasi düşüncesi esaslarındandır. Bir kıyas kabul etmez özellik de bu hareketin, adından da anlaşıldığı üzere, belli bir ülke yahut bölge ile sınırlı olmayışıdır.

Artık bütün dünya Müslümanları bu görüş ve hissiyatın ortağıdırlar. Bunun İslam tarihinde daha önce görülmemiş bir fenomen olduğunu söylemek mübalağa olmayacaktır. Her türlü dil, din, ırk ve coğrafya farkını ve başka kategorizasyonları aşan bu görüş ve hissiyatın iki özelliğini zikretmek gerekir...

Birinci özellik, bu görüşlerin modern çağın ürünü ve ampirik (deneyimsel) temelli olmasıdır. Aynı zamanda bu tartışmalar bütün İslami düşünce ekollerinin benimsediği ilahiyat anlayışı üzerine bina edilmiştir. Bu nedenle kelami ve mezhebi tartışmaların üzerinde yer almaktadır.

Bu düşünceler, Müslümanların yeni siyasi düşünce mozayiği, vahdetin yaşayan ve dinamik bir tezahürüdür, aynı zamanda Müslümanların ayrılık içinde olduğu iddialarını da yalanlamaktadır.

Prensip şudur: Ancak birlikte düşünenler birlikte hareket edebilirler. Bu özellikle siyasi arenada böyledir. Esasen siyaset, insanları birlikte düşünmeye ikna etmek demektir... Birlikte düşünenlerin görüşleri şüphesiz birbirine yaklaşır ve uzak idealler bakımından da bir ortaklık arz etmeye başlar; siyasi programlar güder ya da destek verirler. "Ve işte bu, İslam dünyasında artık bir vakıadır...

Ve o vakıa son derece heyecan verici bir gelişmedir. Özellikle de Müslümanların geri kalmış, bilhassa bilgi teknolojisi bakımından geri kalmış olduğunu hesaba katarsak...

Dünya matbuatı ve elektronik medyası içinde Müslümanların varlığı hiçe yakındır. Küresel dağılımı yapılan bir tek İslam gazetesi yahut dergisi yoktur. İslam matbuat ve iletişim sanayinin hemen tamamı bölgeseldir ve Batı kontrolü altındadır, yani onun müttefiklerinin, işbirlikçilerinin tasarrufu altındadır...

İslami yayın namı altında var diyebileceğimiz yayınların ise hemen tamamı Cemaat-İhvan tekelindedir. Devrim-sonrası İran’ında da medya zayıftır. Ve o İran'da siyasi düşünce üç-beş sloganla Şii imamlardan yapılan upuzun nakillerdir.

Hiç bir İran dergisi yahut gazetesi yurtdışında doğru dürüst satmaz. Yalnız yurt içinde Farsça ve niceliği bir entelektüel ürün vardır. Şu da bilinmelidir ki İran okuryazarlık oranının çok yüksek olduğu bir ülkedir: %90.

Bir kitap yüz bin, iki yüz bin basar. Kültürel devrime siyasi değişimden daha az yer verilmiş değildir, İmam Humeyni'nin emriyle üniversiteler üç 3 yıl süreyle kapatılmış, bütün müfredat ve ders kitapları elden geçirilmiş, İslam'a gönül vermeyen öğretim üyelerinin yerine yenileri atanmıştır; bunlar cidden büyük devrimci adımlardır. Ama bu hareketlerin hiçbiri İran dışında etkili olmamıştır.

Bunun herhalde tek istisnası Toronto (Kanada)'da çıkan "Crescent" oldu (Hilal). Bu 15 günlük dergiyi Latif Uveysi ve hanımı Zahide 1972'de oturdukları bodrum katında çıkarmaya başladılar. O zaman sadece Toronto'daki Pakistan'lı göçmenlere sesleniyordu. İ975'te Londra'lı genç bir Pakistan vatandaşı mühendis. Zafer BENGAŞ, Kanada'ya göç etti ve derginin editörü oldu.

Yerel bir gazete olmasına rağmen Müslümanları etkileyen dünya olaylarına karşı güçlü bakış açıları vardı ve 1978-79 yıllarında İslami devrime açıkça destek verdi-

Müslim Institute de aynı tavrı aldı. Zaten Zafer Bengaş Londra'da öğrenci iken Enstitü'nün hazırlık çalışmalarına katılmıştı.

1980 yılında Müslim Institute'ün yardımıyla kendisini evrensel İslami hareketin yeni bir dergisi olarak yapılandıran Crescent International bu yeniden yapılanma sürecinde bir kaç görevi bir arada yürüttü. İlk önceleri bir propaganda organı görünümündeki Crescent, daha sonra devrim yanlısı akademisyenlerin başka hiçbir yerde yayınlanmayacak yazılarının burada yayınlanması sonucunda artık akademik bir yayın organı haline geldi. Ve diğer birçok İslami dergilerin bu dergiden alıntılar yapması ile dergi zayıf İslami yayın dünyası için yeni bir haber aracı oldu.

Din ve Siyaset

Bütün bu çabalar dünya Müslümanları arasında politik bir konsensüsün oluşmasına bir nebze yardım etmiş olsa da bunu tam olarak gerçekleştiremez. Belki de bütün bunlar arasındaki en önemli faktör İslam devrimine kadar Suudi Arabistan ve diğer Batı uşağı Arap liderlerinin dini olarak bilinen İslam'ın, bir anda daha önce hiç olmadığı kadar dünya medyasının dikkatini çekmesidir. Batı dünyası tarafından sadece antikomünist bir hareket olarak algılanmadı.

Batı ise daha önce İslam Devrimi gibi çaplı bir fenomenle baş etmek zorunda kalmamıştı. İmam Humeyni sadece İslam'ın profili değildi, o sima Batı'nın İslam'ı çağ dışı ilan edişinin de sembolü olmuş, ondan başka hiç kimse dünya sahnesinde İslam'ı bu derece temsil etmemişti. Artık ibadetleri, taşradaki yürüyüşleri. Batı aleyhtarı konferansları ile İmam Humeyni bütün medya tarafından 24 saat izleniyordu. Aynı anda İran Şahı, batı medyasında, karanlık güçlerin tehdidi altında olan masum bir yönetici olarak tanıtılıyordu.

TV'ler "kanlı İran"dan sahneler gösteriyorlardı, sokak gösterileri, kavgalar, vs.. Bu arada bu devrim "baştanbaşa canlı yayınlanan tek devrim" de olup çıkmıştı.

Dünya kamuoyu, Batı medyasının gayretiyle İslam, İmam Humeyni ve İslami devlete cephe almıştı.

Müslümanlar "Batı'nın karanlık güçlerine" karşı [kazanılmış bir zafere şahit oluyorlardı. Yani onlar üzer rinde, Batı'nın devrime ve kadrolarına karşı vermek istediği imajın tersi gerçekleşiyordu. Bu devrimin heyecanlandırmadığı tek mümin yoktu...

İslam'da sadece Müslümanların anlayabileceği düzeltme (ıslahat) mekanizmaları vardır. Bu mekanizmalardan bir tanesi de Peygamber'in Siret ve Sünnetidir. Önemli anlarda bu Siret ve Sünnet bilinci bir filtre gibi görev görür. Bu filtre negatif görünenleri (amil) pozitife çevirir. Mekke'de Kureyş de aynı hatayı 1400 yıl evvel Peygamber'i dışlamakla yapmıştı. Batı da aynı hataya şimdi İslam devrimini ve İmam Humeyni'yi dışlamakla yapmaktadır. Batı'nın İslam devrimine karşı propagandası Müslümanların global düzeyde politik bilinçlerini yeni bir düzeye çıkardı. Bu yeni bilinçlenme (şuurlanma) Fransız okullarında Müslüman kız çocuklarına uygulanan hicap yasağı ve Cezayir ve Mısır'da batı yanlısı rejimlerle İslami hareket arasındaki savaşlarla daha da kuvvetlenmektedir.

Afganistan cihadı, Filistin'de Siyonistlerin empoze ettiği barış, Keşmir'de Müslümanların katli, Bosna ve Çeçenya'daki Müslümanlara uygulanan soykırım ve talan bütün dünyadaki Müslümanlarda politik bilinçlenmeyi kuvvetlendirmekte, arttırmaktadır.

Bizim şahid olduklarımızın doğudan batıya bütün Müslüman ülkelerde global bir İslami hareketin başlangıcı olması mümkündür. Batı medyasının İslami devrime karşı saldırılan, İslam'a karşı dünyanın çeşitli yerlerinde yürüttüğü ilan edilmemiş savaşı olmasa bu kadar kısa sürede bu global bilinç düzeyine ulaşmak, bu kazanımları elde etmenin mümkün olmayacağı kesindir. Bu düşman Batı medyası, İslam'ın kendi medyasının yapmadığını İslam için yapmıştır.       

Onların İslam'a olan kini bir-iki milyar Müslüman’ın çoğunun duygu ve mantalitesini birleştirdi ve Bati düşmanları isteksizce yeni bir politik konsensüs meydana getirmiş oldular. Aynı tavır Mekke'de Peygamber'e ve Medine İslam devletine yapılmıştı. Bu süreç daha da devam edecektir. Bu durumda bizim Batıya haber vermemiz ve onların düşmanlıklarından faydalandığımızı söylememiz gerekmez.

Sonuç

Bu yeni politik konsensüsün ayırıcı bir Özelliği de onun hemen hemen tamamen devrimci bir anlayışa (kavrayışa) sahip olmasıdır.

Artık Müslümanlar arasında batı tarzı demokratik seçimleri kazanarak bir İslam devleti kurulabileceği fikrini benimseyen kişi sayısı yok denecek kadar azdır. Hatta geleneksel demokratik İslami partilerde bile bu görüşü savunan fazla kişi kalmıştır. Demokrasi, düzenin ve düzen partilerinin son dayanağıdır. Onlar sömürge masaları gibi uzun periyotlarla, hatta her zaman ezerek hüküm sürmüşlerdir. Demokrasi onlara en azından İslam gelene kadar düzenlerini devam ettirme imkânı sunuyor.

Müslüman dünyanın bütün bölgelerinde İslam devrimi fikrini yaymaya çalışan birçok organize grup vardır. Bu grupların hala kuşatmak zorunda oldukları çolc büyük problemleri vardır. Bunların içinde en önemlisi, liderlik sorunudur.

İran'da liderlik kadrosu Usuli mezhebin ürünüdür. Onun taklit mercii prensibinden çıkmıştır. Devrim kadrosunu o gelenek yaratmıştır. Ancak Şiilik dışında böyle bir imkânları yoktur. Başka bir yerde İslam devrimi liderliğini İslami hareketin kendisinin başlattığı ve kontrol ettiği süreç ortaya çıkaracaktır. İran, Cezayir ve Mısır deneyimleri silahlı güçlerle kaçınılmaz çatışmadan önce, devrim hareketinin liderliğinin ortaya çıkmış olması gerektiğini göstermektedir.

Açıktır ki, dünyanın değişik bölgelerindeki süreçler farklı olacaktır.

Asıl önemli olan gerçek, tarihte ilk defa Müslümanlar arasında böyle büyük bir global politik konsensüs oluşması bile kendi içinde çok büyük ve önemli bir gücün İslami devrimidir. Bu süreçte İslam kültürü, medeniyeti ve (siyasal sistem) politikayı yeniden oluşturacaktır. Bu politik konsensüs aynı zamanda dünyanın her yerinde topyekun İslami devrimi başlatacak olan fikir devriminin başlangıç sinyallerini veriyor.

Altıncı Bölüm

DEVRİM, KISMİ DEVRİM

 

Tarih kesintisiz bir süreçtir. Devrimler ise uzun bir fikri gelişmenin sonucunda vuku bulurlar. Fikirler önce mahdut bir alanda daha sonra da geniş bir çevrede konuşularak kitlelere ulaşır. Yeni fikirler uzun bir süre ilk muhatap oldukları çevrelerde hayat bulurlar. Bu, tecrübe birikimini doğurur. Bu fikirler kitlelere ulaştıkça onlar üzerinde etkili olmaya başlar.



Yeni bir liderlik tarzı oluşacaktır. Şüphesiz tarihi inşa eden yapı malzemelerinin en önemlilerinden biri "mevcut hal ve şartlardan" memnun olmamaktır. Mazinin parlak basanlarının hüsran ve kayıpların, altın çağların ve akamete uğramış plan ve stratejilerin anısı o harcı karacaktır...

''İslam için bütün bu anılar söz konusudur. Bir de İslami zihniyet, mevcut izmihlalin veçhesi ne olursa olsun, bu dinin, bu inanışın kültür, yaşam tarzları, sistem, teori ve felsefelere nihayet galebe çalacağına iman etmesi icap ettirir...

Kur'an-ı Azimüşşan bütün inanışlara şüpheye mahal bırakmayacak bir dille müsamaha edilmesini öngörür. İslam kültürel çeşitliliğe her zaman izin vermiş ve bunu geçmişte yarattığı parlak medeniyetlerin alamet-i farikası kılmıştır. Tarih buna şahittir. Ancak İslam tezi şudur ki, esasen İslam dışındaki her türlü hayat doğaya bizatihi terstir ve ona zıttır.

Yaşayış Allah'ı tasdik ile sonuçlanmalıdır ve ancak İslam'a rücû ettiği zamandır ki tabiatı da olduğu gibi kabul etmiş olacaktır. Müslümanların dünya görüşü günlük hayatın dayattığı koşullan aşar ve Müslümanların politik düşüncesi de tarihsel şartların değişmesiyle değişmez.

İslami düşünce bir savaş durumunda bulunulsa dahi mevcut hali hesaba katmadan hareket etmeyi gerektirir. Çünkü uzun bir tarihsel gelişim içerisinde İslam'ın hâkimiyeti, üstünlüğü kendisini gösterecektir. İşte bu tek tek bütün Müslümanların ve bütün ümmetin dünya görüşüdür. Rasyonalistlere göre bu dünya görüşü gerçek dışı ve akıl dışıdır.                                                                                       

Müslümanların dünya görüşü, Peygamber'in Sireti ve Sünnetinde yaşayan canlı bir pratik olarak kendisini göstermiştir. Hayatı boyunca Peygamber, birçok defalar bir avuç müminle hiç yenilmeyecek gibi görülen orduları bertaraf etmiştir.

Peygamber'in bu örnekliği sadece bin dört yüz yıl öncesine aitmiş gibi gösterilip günümüz modern teknoloji karşısında tekrarlanamayacağı düşünülemez. Müslüman İran 1980'de uğradığı saldırıyı sekiz yıl sonunda başarıyla defetti.

1979 'da başlayan Afgan İslam Cihadı 10 yıllık milis harekâtı ile zafere ulaştı. Kızıl Ordu'nun yenilgisi, bir zaman Hitler'i mahveden Sovyet Rusya'nın çöküşüne götüren direkt amillerden birisidir. Bu Rusya aynı Rusya'dır, NATO'yu gemleyen, Amerika'nın her bombasına bomba, her askerine asker, her roketine roketle karşılık veren Rusya'dır, Amerika'nın her uçak gemisine uçak gemisi ile karşılık veren Rusya'dır. Doğu ve Orta Avrupa devletleri ile Müslüman Orta Asya ülkeleri hürriyetini Afgan mücahitlerinin başarısına borçludur.

Benzer bir mücadeleyi de Çeçenistan veriyor. İmam Şeyh Şamil'in bayrağı yerde kalmayacak demektir. Hizbullah'ın kamikaze harekâtı ise işgalci İsrail'i ve Amerikan, İngiliz ve Fransız barış (!) kuvvetlerini Lübnan'dan defetmiştir. Somali'de de komitacılar CIA'ya ve uzay teknolojisine rağmen Amerikan ordusuna hiç şans tanımadılar!.. Bunun üzerine Amerikalılar BM'ye başvurdu! Pakistan'dan Bengladeş'ten terkip edilen hava destekli bu mekanize güçlerin de cılkı hemen çıktı. Batı'nın Somali'deki yenilgisinin önemi tek Süper gücün ABD olacağı Yeni Dünya Düzeni Tasarımı'nın çöküşüydü.

O plana göre, Kore'de ve Irak'ta olduğu gibi BM Amerika'yı kamufle edecekti. Yeni sömürgecilik demek yerine "düzen" diyen bu strateji bütün dünyada Batı çıkarlarının da jandarması olacaktı!...

Yakın gelecekte Rus İmparatorluğunun kalan Müslüman kesimi ile Hint işgali altındaki Keşmir ve Siyonist işgal altındaki Filistin özgürlüğüne kavuşacaktır. Sömürgecinin kendisine payanda yaptığı milli rejimler yok olacaktır.

Bunlar ancak onun çıkarlarını gözetmekte, onun yüzünü gizlemektedirler.

İslam stratejisi açısından geçici işgaller, hatta hiç kalkmayacakmış gibi duranlar, acılı olanlar, nahoş olanlar, kader değildir; o çark hiç tersine dönmeyecek değildir! Ölüme gelince; ölüm hayatın devamıdır, ondan bir şubedir.

Hele mücahid olarak şehitlik mertebesine ulaşmak arzulanacak bir şeydir, Allah'ın en fazla rızasını celbeden şeydir. Yani zaman olur , acı ile haz aynı şeydir Müslüman için.! Yani sanki düşmanımız dostumuzdur. Çünkü ıslah yolunda cihad etmemize, candan ve maldan feragat etmemize, sonuçta en yüksek hayırlara nail olmamıza vesile olmaktadır!..

Müslüman 'şahsi hırs ve şehevat' peşinde değildir; o ancak rızkının peşindedir, o ise  AlIah'tandır ve herkese şâmildir: Allah 'güzel geçimi' emreder, teşvik eder, lüks, israf ve gösterişi ise takbih eder!..

İntihara gelince; bu Müslüman’a yakışmaz, esasen nankörlüktür. Allah'ın hayat gibi büyük bir armağanını geri çevirmektir. Oysa bütün yaratılışın, bütün mevcudatın bir anlamı, bir gayesi vardır. Ve insan o mevcudatın odağındadır...

Hiç şüphesiz devrim zaman alacak ona götüren stratejinin münferit basamakları zamana, yıllara, yayılacaktır. O menzile ağır fakat emin adımlarla ilerlemek, ise kaçınılmaz bir icap ve bir vecibedir. Öyle zaman olur ki hareket durmuş gibi gözükür, hatta geri gider gibi gözükür. Yahut kısmi başarı ile nihai menzil birbirine karıştırılır.

Bazen fikri yetersizlikler olur. Okurken sık sık geri dönüp olup bitenleri hatırlamak yahut anlamak için okunmuş sayfalan karıştırmak kavlinde. Bazen bir sınavın orta yerinde kafanız durmuş gibi olur yahut bir konuşmanın orta yerinde diyeceğinizi unutursunuz ya, o şekilde, öyle bir şey. Cesaretiniz kırılmasın. Bu düşünüşümüzdeki bir yenilenmenin, zihinsel bir işlemin, değerlendirmenin yahut deneyim zincirinin halkalarının birbirine ekleniyor oluşunun habercisi, belirtisi olabilir.

Kaynaklarınızı tam kullanmaya itilmiş olursunuz bir tür. Bazen bir kadro ömrünü tamamlar (Gerileme safhasına girer), yeni bir lider kadrosu oluşur. Yani bir devir-teslim cereyan eder. Gelenler kaldığı yerden hareketi yeniden planlarlar.

Kitlenin de tarihi hazmetmek ve atılımlara uyum göstermek için zamana ihtiyacı vardır. Özellikle de yakın ve çağdaş tarihi yorumlamak son derece zordur. Bunun bir nedeni isimler etrafındaki tabulaşma sürecidir. İnsanların bazı şahsiyetlerin (liderlerden bahsediyoruz) hata yaptıklarını kabul etmeleri zor, çok zor olabilmektedir...

Oysa bu bir çeşit kısa ömürlülük ifadesidir, soluksuzluktur. Tabulaşan bazı isimlerin Siret ve Sünnetle (Peygamber Stratejisi ve Düşüncesi) ilişkisi pamuk ipliğine bağlıdır, onu aşırı derecede basite indirgemişlerdir. Bunlara göre Peygamber ne yapmıştır! 23 yılda İslam Devletini kurmuştur, O halde onlar da aynı sürede İslam Devletini kurmalıdırlar, kuracaktırlar. Bazılarına göre ise bu süre daha da az, çünkü itikadi engel (vahyin tamamlanması) aşılmıştır. Ayrıca dünya Müslüman nüfusu da azımsanmayacak bir sayıya ulaşmıştır. Sandıkta bir zaferle bu iş bitecektir! Yüzde elli bir!

İşte sömürge evresinde ve yeni sömürgecilik sürecinde oluşan İslami siyasi düşüncenin basitliği ve tabii kaypaklığı! Gerçek kazançlar ise İran Devrimi ile gelmiştir, küreselleşme süreci ile gelmiştir.

Evrenselleşme sürecinde İslam siyasi düşüncesi mertebe kaydederken, İran Devrim'in de küresel konsensüse büyük katkısı olmuştur...

Normal zamanlarda devrimci ruhun eksikliğinde aynı değişim yüzyıllar alırdı! Süre kısalmıştır, aynı şey kıyas kabul etmez biçimde daha kısa bir sürede gerçekleşmiştir! Zaman kazanılmıştır! Ancak bu kazanımları hemen küresel İslam devrimine dönüştürmek muazzam mesai ve zaman isteyen bir iş olur...

İran'da Usulilik'in bile 300 yıllık mazisi var. İmamlık kalıplarını değiştiren mercilik ise 100 yaşında! Merci Ayetullah Mirza Hasan Şirazi ile Şahlık arasındaki ilk mesele de İran tütününden patlak verdi: Şirazi bir fetva ile İngilizlerin kontrolünde olduğu sürece İran tütününün tüketimini, İran'da sigara içilmesini yasakladı (1892). Ve rejim (İngiliz tekeli) çökertildi, yönetim mağlup çıktı!

Arkasından gelen Şahlığın yetkisini düzenleyen Meşruti Devrim'de Şii ulema. Kaçar hanedanını tensip/tayin edilmiş bir "meclis'i yönetimin tasarrufları ile hukuk sistemini (Mahkemeleri, hakimleri) kontrol etme yetkisiyle kabule zorladı (1905-11)!..

Aradan 40 yıl geçmeden olmayan bir esaslı değişimde Dr. Muhammed MUSADDIK’ın Petrol şirketini devletleştirip, Şah'ı sürgüne göndermesiydi. 1953'de CIA Musaddık'ı devirip Şah'a tahtını iade etti. Bu dönemde Ayetullah Seyyid Ebu'l Kasım Keşani İngiliz emperyalizmini sona erdirmiştir denebilir.

CIA darbesinden sonraki 10 yılda İran uleması, Ayetullah Hüseyin Burucerdi'nin emriyle siyasete karışmadı. O 1961'de öldüğünde artık sahnede İmam Humeyni vardı ve Şah'a kafa tutuyor, devleti kanunsuzlukla itham ediyor ve Kur'an'a dayanarak reddediyordu...

1963'de Humeyni tutuklandı ve sürgüne gönderildi. Yani İran İslam devrimi iki yüz yılı aşan bir süreden bu yana değişen Şii ilahiyatının son halkası idi. Başlangıçtaki devrimin fikri gelişimi ile sistemin değişmesi ve İslami devletin kurulması arasında uzun bir süre olabilir. Nitekim 1979'daki İran İslam devrimi de bu süreci yaşamış ve birçok kısmi devrim hareketleri en son noktaya yani İslami devletin ilanına kadar vuku bulmuştur.

Şimdi bu filmi kare kare ele alıp tahlili genişletmek gerekir. Biz İslam Enstitüsü olarak, böylesine bir ayrıntılı tetkiki yapabilecek kaynaklara sahip değiliz. Ama Devrim'in kahramanlarını tanıyoruz, hem de yakinen, şahsen görüşüyoruz onlarla! İran'lı entelektüellerle ve İran halkı ile de direkt temas halindeyiz.

Tarih, davasına sadık olanları ödüllendirir. İşte biz bu sadakati Siret ve Sünnet'e layık olana göstereceğiz. Ona yürekliliğini kazandıracağız. Çağımızın "partici İş-lam"ında ve onun kadrolarında olmayan şey, olmayan boyut budur. Particiliği (hizipçiliği) kabul eden İslam, İslam'dan uzaklaşmıştır, onun "hat ve hareketi"nden uzaktır, mahrumdur! Bu kendiliğinden ye hemen ortaya çıkar. Bir kere partiler hemen netice isterler. Öğrenciye benzer bunlar; belirli sınavları belli sürelerde hemen geçmeleri gerekir.

Devrimci Stratejiye Giriş

Gerçek İslam, devrimci İslami hareket, takvim yapraklan ile, hükümet programlan, kalkınma planlan ile ilgilenmez. Bu yüzden de İslam düşmanları zaman dilimleri ile ilgilenmeyen İslam'ın ilerleme gösterdiğini düşünmezler.

Seçimden yenik çıkan partiler seçim sonuçlarını kazanılan tecrübe ve seçmen sayısı açısından değerlendirirken, İslami hareket tarihsel değişime yeni bir sayfa ekleyecek kısmi devrimi bekler. Bu yeni durum yeni düşüncelerin, yeni kazanımların ve tecrübelerin oturtulmaya çalışıldığı daha fazla insana ve lidere ihtiyaç duyan bir zaman dilimini takip eder.

İki kısmi devrim arasındaki dönemde politik düşüncenin ve ortak siyasi birlikteliğin Müslümanlar tarafından sindirilmesi ve küreselleşmesi gerekmektedir. Her ne kadar bu dönem gelecek kısmi devrim ve hatta toptan İslam devrimi için bir hazırlık devresi olarak düşünülse de toptan İslam devriminden önce kaç tane kısmi devrimin oluşacağını kimse önceden tahmin edemez.

Fakat gerekli halk desteğini ve gücünü arkasında toplayabilen uygun ivmeye sahip devrimci kuvvetler hiç umulmadık bir anda gerçek devrimi yaratabilirler. Belki de 1992 Ocağında Cezayir'de de olan budur. Bugün (Mart - 1995) Cezayir'de durum açık seçik değil ama belki de cunta FİS ile masaya oturup, FIS'e ülke yönetiminde bir pay vererek kısmi bir devrimin oluşmasına razı olacak. Oysa FİS, seçimin ikinci ayağı iptal edilmeseydi buna zaten kavuşacaktı. FIS yönetimi, silahlı mücadele içerisindeki hareketi böyle bir ucuz anlaşma için durdurmak istemez. Laik devleti yıkmak ve yerine İslami devleti kurma amacından başka bir şey düşünemez. Zaten (1954-62) FLN'nin özgürlük savaşı sonrası yaptığı sömürge güdümlü anlaşma hafızalarda iken FIS'ın cuntanın dayatacağı böyle bir anlaşmayı kabul etmesi beklenemez. Ayrıca halk da İslami devrim ile sonuçlanacak bir süreci sonuna kadar destekliyor.

İran İslam devrimi silahlı mücadeleye girmiş ve yüzbinlerce şehid vermiş hareketler için süreç içeresinde nasıl tavizsiz olunacağına dair bir örneklik göstermiştir.

"Cemaat-i îslamiye" adıyla Mısır'da yürütülen silahlı mücadele ."geniş cepheli" siyasi mücadeleye bir örnek tir. O mücadelede İslami Hareket İhvan'ın ılımlı İslami Parti stratejisinden sıyrılmış, kurtarılmıştır...

O mücadelede Şeyh Ömer Abdurrahman İhvan'ın legalitesini (meşruluğunu) silahla arka plana itti. "Bütün ümmet bir cemaattir (teşkilat anlamında)", diyen Abdurrahman'a göre, İhvanın particiliği İslam'ın dinamizmine ket vurmaktaydı.

İhvan'ın Mısır İslami hareketi üzerindeki tekelini kırmak için Şeyh Ömer İslam'ın kendisinin bütüncül bir hareket olduğunu, bir parti yapısına ihtiyacı olmadığını ve bütün Müslümanların İslam cemaatinin bir parçası olduğunu bildirdi. Böylece İslami hareket Mısır'da İhvan tekelini kırdı. Cephe genişledi. Silahlı İslami hareket halk nazarında destek buldu.

Cemaat-i İslami'nin düşüncesi, yaygın bir siyasi veya teşkilatçı bir görüş birliğine dayanmadığı için İhvan'la sürtüşmüyor ve daha önce yapılanları reddetmiyordu. 3emaat-i İslami'nin genç mücahidleri kendilerine Kur'an ve Sünneti rehber ediniyorlardı.

Cemaat-i İslami çok uzun bir süre teşkilatlanmaya, liderin kim olduğunu tartışmaya, kadro ve hiyerarşi belirlemeye, kontrolün kimde olduğunu tayine yönelik uzayıp giden tartışmalara yani yönetim sorunlarıyla uğraşmaya gerek duymadan silahlı mücadeleyi sürdürmektedir.

Mücahidler, Allah'ın düşmanı ve Siyonistlerin/Amerika'nın işbirlikçisi, maşası olan rejime karşı savaşırken diğer her türlü sorun, gelecekte "âlim ve hâkim bir halife"nin Şeriat'e ve Allah'ın rıza ve emrine göre her şeyi belirleyeceği bir güne kadar ertelenebilir. Bu tür bir mücadele tarzında zaten zafere doğru yani mücadelenin son safhasında böylesi bir lider, bir imam zuhur edecektir.

Bu noktada yine İmam Humeyni'yi mükemmel bir örnek olarak zikretmek isteriz. Bu gün Cemaat'in Mısır'da yürüttüğü mücadele aynen 1950'lerde Fedaîn'in İran'da yürüttüğü mücadeledir. Mısır'da, şükür Allah'a, 1952 de Cemal Abdunnasır'ı başa getiren askeri darbeden sonra, ulusçuluk tartışmaları bitmiş, teorik bir merhale kaydedilmiştir. Artık yönetimin İslam'ı uyutmaya vesile edeceği bir şey kalmamıştır... Belki de Cemaat-i İslami'nin mücadelesi Mısır İslam Devrimi'nin son safhası olacaktır.

Koloni döneminde ve belki tarihin başka dönemlerinde de dünya coğrafyasının birçok yerinde ara hareketler (kısmi devrimler) cereyan etmiştir. Bunlardan biri Hindistan'da Moğol İmparatorluğu'nun iyice zayıflayıp İngiliz emperyalizminin alt kıtada oluşmaya başladığı dönemde görülmüştür. Bunu biraz ayrıntılı olarak ele almak gerektiğine inanıyorum.

Hindistan'da 800 yıl süren Müslümanların yönetimi, Hint Müslümanları kendilerine has bir siyasi düşünüş geliştirmemişlerdir. 'Onlar' Hindistan'a dışarıdan gelmişlerdir; kültürleri, dil ve dinleri de kendileri ile birlikte gelmiştir. Farsça saray dili idi. Edebiyatın eğitimin, şiirin ve sosyetenin dili idi. Adli, idari yahut askeri kurumlarda yani devlet kadrolarında yer almak, söz sahibi olmak isteyenler Farsça öğrenmek, yazmak, konuşmak zorundaydılar.

Hindistanlı Müslümanların siyasi düşünceye ihtiyacı yoktu, Hindistan şartlan böyle bir gelişimi zorlamıyordu. Yönetiyorlardı, bu yetiyordu. Eğer Moğol hanedanlığına karşı muhtemel bir tehlike olduğunu düşünseler bile düşüncelerini kendilerine saklıyorlardı. Moğolların yerine kimin veya neyin geçebileceğine dair bir tartışma yoktu. Herhalde Moğollar giderse başka Müslümanlar (bir başka hanedan) yerini alır diye düşünülmüştü.

Zaten gelecek hakkında kehanetlerde bulunmaya ve alternatif politik düşünceler, kurumlar veya İslami bir güç geliştirmeye gerek yoktu. İslam, Hindistan'a hep Hayber geçidinden akmıştı. Eğer yeni bir İslami güce ihtiyaç duyulursa dışarıda yine Hayber'den akarak gelecek yeterince İslami güç vardı.

18. yüzyılın ortalarında ilk kez birisi İslami yönetimin tehlikede olduğunu haykırdı. Farsça bir Kur'an meali bulunan ve hadis ekolüne mensup bu kişi Şah Veliyullah Dehlevi idi. Veliyullah, Afgan kralına bir mektup yazdı. Mektubunda, Afgan kralından Hindistan'ı yeniden fethetmesini ve çöküş halindeki Moğol monarşisini tamamen tasfiye ederek İslam'ı ikame etmesini istedi.

Hadis âlimi Veliyullah'a göre İslam'ın Hint'teki başarısının tek çözüm yolu bu idi. Bu arada onun oğulları, özellikle de Şah Abdülaziz çalışmalarına Delhi'de devam etti. Seyyid Ahmed Şehid ile Seyyid İsmail Şehid liderliğindeki cihad hareketi ise daha Önceki bütün Müslümanlar gibi sorunlarla karşılaştıklarında silaha sarılmaları bakımından dikkat çekicidir.

 


Yüklə 480,68 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin