a. Kader
Ehl-i Sünnet kader inancını temel iman esaslarından (âmentü) biri olarak kabul eder. Hadis ve kelâm kitaplarında iman esasları sayılırken, onların altı olduğu beyan edilir, kader ve kazaya inanmak da bunlardan bir olarak zikredilir. Ancak başta Mu'tezile olmak üzere bazı mezhepler kader ve kaza kelimelerinin Kur'an'da kavramsal anlamda kullanılmadıklarını, inanılması gereken esaslar sayılırken de bu kavramlara yer verilmediğini dolayısıyla kader ve kazaya inanmanın Kur'an'da yer almadığını belirterek kaderin iman esaslarından olmadığını ileri sürmektedirler.
Kader ve kaza kelimelerinin Kur'an'da kavramsal anlamda kullanılıp kullanılmadıkları tartışılabilir. Ancak önemli olan, Kur'an bütünüyle okunduğunda onun muhtevasından böyle bir anlamın çıkarılıp çıkarılamayacağıdır. Bizce bu hususta doğru bir hükme varabilmek için Kur'an'ı bütün halinde mütalaa etmek gerekir. Seçmeci davranarak ondan sadece belli anlamlara gelen ayetleri alıp hem kaderin varlığını hem de yokluğunu iddia etmek mümkündür. Nitekim
“Ancak Allah'ın yazdıkları başımıza gelir.” 592
“Allah'ın dilemesi dışında kendime fayda veya zarar veremem.” 593
“Allah dilediğini hidayete sevk eder, dilediğini de dalalete düşürür.” 594
“Allah hidayete sevk etmek istediğinin kalbini İslâm'a açar, dalâletini dilediğinin de kalbini göğe çıkıyormuş gibi daraltır.” 595 ayetleri kaderin ispatının delili olarak ileri sürülebilir.
“Her nefis kazandığına karşılık birer rehindir.” 596
“Salih amel, işleyenin lehine, kötü amel de aleyhinedir.” 597
“Ahirette herkes geçmişte yaptıklarını karşısında bulur.” 598
“Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin.” 599
“İster şükreder, isterse nankörlük yapar.” 600
“Allah tarafından idrak kabiliyeti verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendine, kim de kör olursa zararı kendinedir.” 601
“Doğru yola gelen kendisi için gelmiş olur, sapan da kendi aleyhine sapmıştır.” 602
“Kötülük yapıp nefsine zulmettikten sonra Allah'tan af dileyen Allah'ı affedici ve merhametli bulur.” 603
“Günah işleyen kendi aleyhine işlemiş olur.” 604 ayetleri ise kaderin inkârına delil olarak zikredilebilir. Bazı ayetlerde ise her iki yön birden hatırlatılmaktadır. Bu hususta
“Dileyen öğüt alır fakat Allah dilemeksizin de öğüt alamazlar.” 605
“Bir topluluk kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez, Allah bir topluluk için kötülük dilediğinde de ondan kaçış yoktur.” 606 ayetleri örnek olarak verilebilir.
Sözlükte ölçmek, plânlamak, takdir ve hükmetmek anlamlarına gelen kader, yaratılmış varlık ve olayların tümünün Allah'ın bilgi ve takdiri dahilinde olmasını ifade eder. Kadı Abdülcebbâr'a göre kader kelimesi ile bazen beyan, bazen de i'lam ve ihbar kastedilir. Birinci anlamda bütün fiiller, ikinci anlamda ise sadece hikmeti belli ve adalete uygun düşen fiiller kader kapsamına girer. 607
Kadı Abdülcebbâr “Kaderiye” adının, kulların fiillerini Allah'ın yarattığını ve her şeyin O'nun kader ve kazası ile meydana geldiğini iddia etmek suretiyle adalet konusunda kendilerine muhalif olanlara yakışan bir lakap olduğunu söylemekte, “Bizce Kaderiyye, Mücbire ve Müşebbihe'dir.” demektedir. Ona göre “Hayra kadir olan şerre kadir değildir.” diyerek şerri işleyen insanın bu hususta cebir altında bulunduğunu söyleyen Mecûsîler, kız kardeş ve annelerini Allah'ın kader ve kazası ile nikahladıklarını iddia ettikleri için hadiste bu isimle anılmışlardır. Bu, Mücbire'nin cebrinden farklı bir şey değildir. 608 Kadı Abdülcebbar, kendilerinin ise “Mu'tezile” adını mezheplerinin hak olduğunu iddia etmek için değil, görüşlerini doğru yansıtsın diye aldıklarını, bir mezhebin doğru oluşunun, delillerinin sahih oluşuna bağlı olduğunu söylemekte, buna karşı Kaderiyye'nin, masiyetleri Allah'ın takdir ettiğini, dolayısıyla bunun günahkâr için bir mazeret olarak göründüğünü iddia ettiğini, hatta bazılarının daha da ileri giderek Allah'ın takdir ettiği dışında hiçbir şeyin kul için caiz olmadığını ileri sürdüklerini kaydetmektedir. Yine ona göre Hz. Peygamber Kaderiyye'yi zemmederek onların bu ümmetin Mecûsî'si olduğunu söylemiştir. Ancak Kaderiyye adı kaderi inkâr edenler için değil, kabul edenler için daha uygun bir isimdir. Nitekim Haricîler de “Hüküm Allah'a aittir” dedikleri için Muhakkime olarak adlandırılmıştır. Ayrıca işlediği günahı kendisi yerine Allah'a nisbet edenler zemme daha layıktır. Kur'an-ı Kerim masiyetleri Allah yerine failine veya şeytana nisbet etmektedir. “Masiyetleri Allah takdir edip yaratmamış olsaydı meydana gelmezlerdi.” diyenler, işledikleri günahlardan dolayı kınandıklarında hemen kaderi mazeret olarak gösterirler. Hz. Musa'nın, cennetten çıkmasına neden olan hatasından dolayı Hz. Adem'i kınadığında onun: “Allah'ın daha önceden takdir ettiği bir işi yaptım diye mi beni kınıyorsun?” 609 dediğini kabul ederler. Eğer bu rivayet sahih ise Hz. Musa bir kaderidir.
Öte yandan muhaliflerimiz, kader konusundaki konuşmalarımızı kınamak amacıyla Hz. Peygamber'den rivayet edilen:
“Kader bir sırdır, onu saklayın.”
“Kader derin bir denizdir, ondan uzak durun.” anlamındaki hadisleri delil getirerek bizim de bu yasak kapsamına girdiğimizi iddia etmektedirler. Halbuki bu hadislerde Resûlullah, onların söylediklerini kastetmemiştir. Çünkü onların sözlerinden hakkı batıldan ayırmanın yasak olduğu anlamı çıkmaktadır. Halbuki hiçbir mezhep böyle bir yasak koymuş değildir. Bazı alimlerimize göre, bu rivayetler delil olmayan konuda detaylı konuşmanın yasak olduğuna delalet eder. Bu, Allah'ın niçin insanların bir kısmını hasta, kör ve fakir yaptığını sorgulamaya benzer. Biz, genel olarak bunların hepsinde bir maslahatın bulunduğunu söyleriz fakat detaylara girmeyiz, Karmatîler gibi tafsilata dalmayız, sadece bir maslahata dayandıklarını söylemekle yetiniriz. Bazı alimlerimiz ise, Allah Teâlâ'nın, itaatlar gibi masiyetleri takdir etmesinin de “Hükmünü açıklaması” şeklinde olduğunu söylemektedirler. Ancak bu husus ihtilaflı bir meseledir. Zira biz Allah'ın ibadetleri “Lütfetme” anlamında takdir ettiğini fakat bu durumun masiyetler için mümkün olmadığını söyler, onu “Haber verdi” ve “Durumunu beyan etti” anlamında sınırlı bir kader olarak niteleriz. 610 “Hayır ve şerri kul tercih ettiği ve yaptığı takdirde, bunların Allah'ın takdir ve kazası ile olmaması gerekir, halbuki ümmet bunun hilafına icma etmiştir” denilecek olursa, tartışmanın lafız değil mâna üzerine olduğunu söyleriz. “İman ve küfür kader ve kaza iledir” denildiğinde, “Bunları Allah Teâlâ'nın mümin ve kafirde yarattığını ve eğer O yaratmamış olsaydı kulun bunları yapmış olmayacağını mı söylüyorsun? Bu, yanlışlığı delillerle sabit olan bir husustur.” deriz. Daha önce de Hz. Ali'den kaza ve kadere bu tarz bir anlam yüklemenin caiz olmadığını nakletmiştik.
Öte yandan karşımızda yer alanlar, Cenab-ı Hakk'ın bir kudsî hadiste;
“Benim kazama razı olmayan, belâma sabretmeyen ve nimetlerime şükretmeyen kendine benden başka bir Rab arasın.” buyurduğunu delil getirerek Allah'ın kazasına razı olunması gerektiğini ileri sürmektedirler. Halbuki kulun fiillerinde yaratma mânasında kaza asla caiz değil, zorunlu olma mânasında kaza sadece farz olan ibadetlerde caiz, bildirme anlamında kaza ise her şeyde caizdir. 611 Eğer Allah kulun bütün fiillerini ibadet 612 ve rahmet 613 olarak yaratıyorsa, onu bunları yapmaya muktedir kıldığı gibi terke de nasıl muktedir kılıyor? Biz ibadeti yapma ile, onu terki aynı seviyede görmüyoruz. İkisine de kadir olmada ortak olduklarını, onun ötesindeki hükümlerde ise farklı olduklarını düşünüyoruz. 614
İtaatların Allah'a nisbet edilip, masiyetlerin ise O'na nisbet edilemeyeceği hususunda; “Eğer bunlar Allah'ın değil de kulun fiili ise niye hepsini değil de bir kısmını Allah'a nisbet ediyorsunuz?” diye sorulursa, “Biz her ikisini de Allah'tan nefy konusunda ayrım yapmıyoruz.” şeklinde cevap veririz, Biri bunları yaratma yönünden Allah'a izafe ederse, hata etmiş olur. Zira ümmet iyilikleri Allah'a, kötülükleri ise kula veya şeytana nisbette birleşmiştir. Nitekim biz de yaşamımızda çocuğun güzel davranışlarını babasına, öğrencinin bilgisini de hocasına nisbet ederiz. Böyle bir izafeti caiz gösteren vecih de bu iyiliklerin, Allah'ın emri, kolaylaştırması ve lütfü ile olması böyle bir nisbet yapılabileceğini göstermektedir. Allah, masiyetleri yasaklamış ve onları zorlaştırmıştır. Bu nedenle de onların Allah'a nisbeti caiz değildir. Masiyetler, onlara davet ettiği için şeytana 615 ve onlar sebebiyle kınandığı için insana 616 nisbet edilir. 617
Dostları ilə paylaş: |