İSLAM TARİHÇİLERİ DERNEĞİ FAS BİLİM-KÜLTÜR GEZİSİ NOTLARI
(Rabat, Tanca, Meknes, Fes, Kazablanka, Merakeş)
08-14 Şubat 2014
Prof. Dr. Ali AKTAN*
GİRİŞ
İslam Tarihçileri Derneği Tüzüğü’nün 2’inci maddesi, 11 başlık hâlinde faaliyet alanı belirlemiştir. Bunlardan yedincisi şudur: İslâm tarihi alanında yarışmalar düzenlemek, araştırma ve inceleme gezileri ile çeşitli sosyal faaliyetleri ve organizasyonlar tertip etmek. Geçtiğimiz iki yıl içerisinde, tüzük doğrultusunda Endülüs ve Balkanlara ikişer kez kültürel amaçlı başarılı geziler düzenlenmiştir. Biz, bu gezilere de katılmış ve Balkan gezisi hakkında hazırlamış bulunduğumuz notları, derneğin WEB sayfasında yayınlamıştık. Öncekiler gibi Fas’a bir gezinin planlandığına dair duyuru yapılır yapılmaz, bizim de aralarında bulunduğumuz 40’ı aşkın öğretim üyesi geziye katılacaklarını bildirmişlerdir. Aileleriyle birlikte bu sayı 80’i geçmiştir. 08 Şubat cumartesi günü saat 00.15’te İstanbul Sabiha Gökçen Hava Limanı’ndan hareket edilecekti. Ancak Cuma günü, Kharkov-İstanbul seferini yapan Pegasus Hava yollarına ait bir uçak, Ukraynalı maceraperest bir hava korsanı tarafından kaçırılmak istenmiş ve uçağın indiği Sabiha Gökçen Hava Limanı, 3 saat süreyle hava trafiğine kapatılmıştı. Bu yüzden seferler aksamış ve bizi Fas’a götürecek olan Air Arabia uçağı, bir saat gecikmeli olarak 01.30’a doğru kalkabilmiştir. Dört saat süren bir yolculuktan sonra 03.30 (Türkiye saatiyle 05.30 sularında) Kazablanka hava limanına indik. İşlemlerimiz bittikten sonra, bir haftalık seyahatimiz boyunca bizi dolaştıracak olan iki otobüs ile, Kazablanka’da hiç vakit geçirmeden başkent Rabat’a hareket ettik. Rehberimiz Oktay Bakır, ülkenin idari ve coğrafi özellikleri hakkında bazı ön bilgiler verdi. Buna göre Fas’ta sadece Şubat ayı kış sayılıyormuş. Bunun da ilk ve son 10’ar günü geçiş dönemi olduğundan, biz kış mevsiminin tam ortasında Fas’a gitmişiz. Buna rağmen Fas’taki binalarda soba yakılmadığı için: fırın, lokanta ve hamam gibi iş yerleri hariç baca bulunmadığını gördük. Yazın soğutma amaçlı kullanılan klimalar, kışın ısınmak için de yeterli oluyormuş. Nitekim 1-2 gün, yer yer sağanak yağışların görüldüğü gezimiz sırasında, hava sıcaklığı ortalama 08-18 derece aralarında seyretti.
Fas’taki tarihî eserleri doğru değerlendirebilmek için, ülkenin geçmişinde söz sahibi olmuş devletler hakkında kronolojik bir bilgiye ihtiyaç vardır. Bölgeye Müslümanların gelişi, Emeviler döneminin meşhur komutanlarından Ukbe bin Nâfi tarafından M.670 yılında gerçekleştirilen bir seferle başlar. Bu ilk fethin ardından, Ukbe’nin halefleri Fas'ın fethini tamamladılar. Bölge halkıyla kaynaşma, yaklaşık olarak bir asır sürmüştür. Bu süre zarfında İslam kültürünün etkisi altında kalmış olan Berberîlerin büyük çoğunluğu İslam dinini benimsediler. Daha sonraları bu ülkede hüküm süren devlet ve hanedanlar şunlardır:
İdrisîler (Şerifler) : M.789 - 985
Murâbıtlar (Berberîler) : M.11 yüzyıl ortaları - 1147
Muvahhidler (Berberîler) : M.1130 - 1269
Merinîler (Berberîler) : M.1196 - 1549
Sâdiler (Şerifler) : M.1511 - 1654
Filâliler (Şerifler) : M.1631 - Devam ediyor.
Günümüzde ülkenin orijinal adı el-Memleketü’l-Mağribiyye devletin adı ise ed-Devletü’l-Mağribiyye’dir. Ancak kısaca el-Mağrib ismi ile ifade edilir. Batılılar bu ülkeye, Murabıtlar ve Muvahhidlerin başkenti olan Merakeş’ten esinlenerek Morocco, Türkler ise İdrisîler ve Merinîlerin başkenti Fes’ten dolayı Fas demişlerdir
Yüz ölçümü ülkemizin yarısından biraz fazla olup yaklaşık 450 bin km²’dir. Dağlarının yüksekliği ve ovalarının geniş olmasıyla Tunus ve Cezayir’den farklıdır. Atlas sıradağlarının en yüksek noktası Merakeş’in 65 km kadar güneyindeki Tubkal zirvesidir. Kışın dağlar kar ve buzla kaplıdır. Aynı zamanda millî park olan bölge özellikle dağcılar için cazip bir yerdir.
Fas, Kuzey Afrika ülkeleri arasında dağlık yüzey şekilleri sayesinde suyu en bol olan ülkedir. Bununla birlikte yazın akarsuların hemen hemen tamamı kurumaktadır. Ülkenin en eski halkı Berberîler olarak kabul edilmektedir. Bayrağı kırmızı zemin üzerinde, kenar çizgileri birbirine geçmeli 5 köşeli yıldızdır.
GÜNÜMÜZDE FAS BAYRAĞI
Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan soyundan gelip Hicaz’da Abbasilere karşı ayaklanan, ancak daha sonra Mısır’a ve oradan da Kuzey Afrika’ya kaçmak zorunda kalan İdris, burada Berberî reisleri tarafından hükümdar tayin edildi (M.789). İdris, Abbasiler ve Endülüs Emevileriyle bağını kopardı ve Fes şehrini ele geçirip burayı başkent hâline getirdi.
İdrisîlerin ardından Arap göçmenler Fas'taki siyasi güçlerini yitirdiler. Berberîler, yönetimleri şekillendirmeye başladılar ve yeniden ülkenin hâkim gücü hâline geldiler. Fas, bu Berberî yönetimleri zamanında belki de tarihteki en parlak dönemlerini yaşadı. Murabıtlar, Muvahhidler, ve Merinîler ve son olarak da Sâdiler Kuzeybatı Afrika'nın büyük bölümünü ve Müslüman İberya’yı (Endülüs) içine alan büyük devletler kurdular. Sâdi hükümdarlarından Muhammed eş-Şeyh, ülkede daha önce yerleşmiş bulunan Osmanlı nüfuzunu kırmak istedi. Ancak bu uğurda giriştiği mücadelede hayatını kaybetti. Oğulları arasında çıkan saltanat mücadelesini, Osmanlıların desteklediği Abdülmelik kazandı (M.1576). Sâdilerin arkasından gelen Filâliler hânedanı, kendisinden önce gelen hanedanlara nazaran daha küçük bir alanda hüküm sürmeye devam etti. 1684 yılında Cebelitârık Boğazı girişindeki Tanca'yı ilhak ettiler. Hanedanın başındaki İsmail ibn Şerif, yerel güçlere karşı birleşik bir krallığı savundu ve bunu da gerçekleştirdi.
Fransa, 1830'lu yılların başlarında Fas ile ciddi şekilde ilgilenmeye başladı. Yirminci yüzyıl başlarında Fransızlar tarafından işgal ve istila edilerek 30 Mart 1912 Fas Sözleşmesi ile sömürge hâline getirildi. Ülkenin kuzeyi ve Güney Sahra sınır bölgeleri ise İspanya'ya bırakıldı. Fransa tarafından seçilen kralın yetkileri ise, sadece dinî alanlarla sınırlandırıldı. Uzun yıllar devam eden bölgesel isyanlar, Fransız ve İspanyol işgali karşısında pes etmek zorunda kaldılar. Nihayet 1950’li yıllarda yeniden başlayan kanlı mücadelelerden sonra 1957’te Fas bağımsız bir krallık hâline geldi. Kral V. Muhammed’in 1961’de ölümünden sonra yerine geçen II. Hasan, 1999’da vefatına kadar ülkeyi monarşi ile yönetti. Hâlen devletin başı olan melik VI. Muhammed onun oğludur. 2011 yılında kabul edilen anayasa ile yetkilerinin çoğunu başbakana ve parlamentoya devretmiştir. Halkın krala karşı duyduğu saygının nedeni babasından sonra, ülkedeki baskıcı rejime son vermesi ve ‘şerif’, yani Hz. Peygamber’in soyundan gelmiş olduğunun kabul edilmesidir. Şeceresini gösteren altın levha, Kazablanka’daki II. Hassan camisinde bulunmaktadır.
Ülkenin Başkenti Rabat’tır. Bunun dışında bazı büyük şehirleri, gezi programına dâhil olan: Kazablanka, Fes, Merakeş, Meknes ve Tanca’dır. Fas, Mısır, Sudan ve Cezayir'den sonra 33 milyonla Arap ülkeleri arasında dördüncü kalabalık nüfusa sahiptir. Büyük bir bölümü Berberîlerden oluşan nüfusun çoğunluğu Malikî mezhebindendir. İlk fetih yıllarından itibaren Berberîlere Arap göçmenler de katılmıştır; Berberîce ağızları halkın üçte biri tarafından dağlık bölgelerde konuşulmaya devam etmektedir. Sömürge döneminden kalan 50.000 civarındaki Avrupalı Rabat ve Kazablanka’da yaşamaktadır.
RABAT
RABAT'TA HASAN KULESİ VE SÜTUNLAR
Ülkenin kuzey batısında yer alan Rabat başkent olup, tarihî dokusunu muhafaza etmektedir. Şehir, 12. yüzyılda askerî ve dinî amaçlı bir ileri karakol (ribat) olarak kurulmuştur. Çevresi hâlen surlarla çevrili olan eski kent deniz kıyısındadır. Nüfusu 2007 yılı itibarıyla 1.700.000 civarındadır. Gezimize Rabat’ta kahvaltımızı yaptıktan sonra, panoramik şehir turunun ardından Hasan Kule yapılar manzumesini ziyaret ederek başladık.
MELİK V. MUHAMMED'İN ANIT MEZARI
Kentin güneydoğusundaki manzume içerisinde yapımı yarım kalmış tarihî bir minare vardır. Şehrin iki yakasına hâkim bir noktada, Muvahhidî hükümdarlarından Yakup el-Mansur (M.1184-1199) tarafından başlatılan inşaatta, günümüzde Hasan Kulesi olarak bilinen minare kırmızı kum taşından imal edilmiştir. 86 metre yüksekliğinde olması planlanmış iken maalesef 44 metrede kalmıştır. Minare, her kenarı 16 metre olan bir kare plan üzerinde yükselmektedir. Minareye merdiven yerine, Irak’ın tarihî Samerrâ kentindeki Ulu Cami minaresinde olduğu gibi rampalardan çıkılmaktadır. Minarenin yakınındaki duvar bakiyeleri ve sütunlar da, yarım kalan cami inşaatının izlerini yaşatmaktadır. Hiçbir zaman tamamlanamamış olan caminin sahası 183 x 139 metre ebadındadır.
4 RABAT'TA KRALİYET SARAYI KAPISI
Bu sahanın güneydoğusu köşesinde, yüksekçe bir yerde, şimdiki melikin dedesi V. Muhammed’in anıt mezarı bulunmaktadır. Binanın mimarı, tahsilini Fransa’da yapan Vietnamlı Von Toan’dır. Burada ayrıca, Melik Muhammed’in iki oğlundan Melik II. Hasan ve Prens Abdullah’ın lahitleri de yer almaktadır. Ziyarete açık olan binanın her bir duvarında bulunan ve birer askerin saygı nöbeti tuttuğu dört ayrı kapıdan girilebilmektedir. Granit ve beyaz mermerden inşa edilmiş olan anıt mezarın çatısı, geleneğe uygun biçimde yeşil renkli sırlı kiremitlerle kaplanmıştır. Binanın inşaatı 1971 de tamamlanmıştır. Fas'ın en önemli mimari şaheserlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Binanın içi ve ahşap tavanı geleneksel motiflerle süslenmiştir. Mezarın hemen yanında yaptırılan cami de, Fas mimarisinin güzel örneklerinden birisidir. Bütün bu yapıların bulunduğu meydana giren kapılarda, kraliyet muhafız birliğine bağlı atlı ikişer asker nöbet tutmaktadırlar.
1600’lü yılarda yapılan Kraliyet Sarayı, şehrin merkezinde, herkesin sıklıkla önünden geçtiği bir yerdedir. Giriş kapısındaki süslemelerin ehil ustaların elinden geçtiği bir bakışta anlaşılmaktadır. Kapının üzerinde kûfî hatla, mekâna uygun düşen bir Kur’an ayeti yazılmıştır1. Sarayın önündeki büyük dış avlunun giriş tarafında saraya ait büyük bir cami bulunmaktadır.
5 RABAT'TA UDAYA KALESİ KAPISI
Hasan Kulesi’ne yakın bir tepenin üzerinde bulunan, Okyanus manzaralı Udaya Kalesi’nin geçmişi Muvahhidler dönemine kadar uzanmaktadır. Sur duvarları 2,5 metre kalınlığında ve 8-10 metre yüksekliğindedir. 17 ve 18’nci yüzyıllarda kısmen güçlendirilmiştir. Kalenin içindeki kasaba, turistlerin rağbet ettikleri tarihî bir mekândır. İçindeki el-Atika Camisi şehrin en eski camisidir. Mavi-beyaz boyalı evleri ve dar sokaklarıyla gizemli bir havaya bürünmüştür. Kalenin kapısı Muvahhidî devri askerî mimarisinin güzel bir örneğini sunmaktadır.
TANCA
6 SPARTEL DENİZ FENERİ VE ATLAS OKYANUSU
Öğleye kadar Rabat’ta dolaştıktan sonra aynı gün, Fas’ın kuzeybatı şehri olan Tanca’ya hareket ettik. Yolumuzun üzerinde ve Cebelitârık Boğazı’nın girişinde ve Tanca’nın 14 km güneyinde Spartel Burnu bulunmaktadır. Deniz seviyesinden 315 metreye kadar çıkan burnun denize bakan yamacında ve 110 metre rakımlı bir noktada, aynı adla anılan meşhur bir deniz feneri mevcuttur. Adı geçen fener, 1864 yılında Fas Sultanı IV. Muhammed tarafından yaptırılmıştır. Bu sayede, bölgede gemilerin çokça batmaları önlenmek istenmiştir. Fenerin ışıkları, açık havada Okyanus’ta 55 km uzaktan görülebilmekte imiş.
Burnun altında Okyanusun güçlü dalgaları çok sayıda mağaraların oluşmasını sağlamıştır. Ayrıca o yörenin eski sakinleri tarafından da kullanılmak üzere taş çıkarıldığı anlaşılmıştır. Herkül Mağaraları olarak adlandırılan bu mağaralar turistleri cezbetmektedir. Bu mağaralardan özellikle birisi, okyanusa bakan ağzının, Afrika haritasına benzerliğiyle dikkat çekmektedir.
Ortaçağın ünlü Müslüman seyyahı İbn Batuta Tancalı bir Berberîdir ve adına inşa edilmiş bulunan sade bir makam/türbe Tanca’da bulunmaktadır. M.1325’ten itibaren, 30 yıla yakın bir süre Ortadoğu, Afrika ve Uzak doğu ülkelerini gezmiştir. ‘er-Rıhle’ isimli seyahatnamesinin, 19. yüzyılda Batı dillerine çevrilmesiyle birlikte, Doğunun en çok bilinen insanlarından biri hâline gelmiştir. Günümüzde Tanca’nın batısında Atlas Okyanusu sahilinde bulunan hava limanı onun adını taşımaktadır.
7 HERKÜL MAĞARASI
Ortaçağın ünlü Müslüman seyyahı İbn Batuta Tancalı bir Berberîdir ve adına inşa edilmiş bulunan sade bir makam-türbe Tanca’da bulunmaktadır. M.1325’ten itibaren, 30 yıla yakın bir süre Orta Doğu, Afrika ve Uzak Doğu ülkelerini gezmiştir. Seyahatnamesinin, 19. yüzyılda Batı dillerine çevrilmesiyle birlikte, Doğunun en çok bilinen insanlarından biri hâline gelmiştir. Günümüzde Tanca’nın batısında Atlas Okyanusu sahilinde bulunan hava limanı onun adını taşımaktadır.
Bir tepenin eteklerinde yayılan Tanca kent merkezi şehrin modern yüzünü göstermektedir. Sahilde, limanın bitişiğinde bulunan ve 15. yüzyılda Portekizliler tarafından yaptırılan surlarla çevrili eski Medine semti: kalesi, klasik çarşı-pazarı ve dar sokaklarıyla eski Tanca’nın tarihî görünümünü yaşatmaya devam etmektedir. Fas, Fransa’dan bağımsızlığını 09 Nisan 1956’da bu şehirde, hâlen Ticaret Mahkemesi olarak kullanılan binanın önündeki meydanda ilan etmiştir.
Akdeniz’i Atlas Okyanusu’na bağlayan Cebelitârık Boğazı, adını İspanya’ya geçerek burada ilk fetihleri gerçekleştiren Berberî asıllı Tarık b. Ziyad’dan almıştır. Boğazın en dar yeri 13 km’dir. Endülüs gezisi sırasında çıplak gözle ve uzaktan Fas kıyılarını görebildiğimiz hâlde bu defa, hava durumu sisli olduğu için İspanya kıyılarını görmek mümkün olamadı.
Yoğun geçen bir günün sonunda, geceyi geçireceğimiz Tanca’da, yeni açılmış olan Ramada Encore adlı temiz bir otele yerleştik. Burada şu küçük hatırlatmayı yapma ihtiyacını duyuyoruz. Boğazın kuzeyinde bulunan ve ilk fetihten M.1462’ye kadar Müslümanların elinde kalan stratejik bir konumdaki Gibraltar (Cebelitârık) şehrini İspanyollar bu tarihte istila ettiler. Ancak burada egemenlik zaman içerisinde İngilizlerin kontrolüne geçmiştir. Günümüzde, 6 km²’lik alana sahip 35 bin nüfuslu site devlet, İngiltere’nin sömürgesidir. Hâlâ iki ülke arasında sorunlara neden olmaktadır. Ceuta (Septe) ise İspanya'nın Kuzey Afrika'da özerk statülü toprağıdır. Batıda Fas ile komşu olup 19 km²'lik bir alanı vardır. Buna göre, bir bakıma boğaz trafiğini İngilizler İspanya’dan, İspanyollar ise Fas’tan takip etmektedirler.
MEKNES
9 MEKNES'TE HEDİM MEYDANI
8 MEKNES'TE BÂBÜ'L-HAMÎS
Fas’ın kuzeyindeki kara yollarının kavşağında bulunan Meknes, Tanca’ya 260 km uzalıkta olup kara yoluyla 3,5 saat sürmektedir. Meknes hakkında, ‘bir kapılar ve surlar şehri’ denilse yeridir. Bu kapılar ve surlar günümüzde şehrin merkezinde kalmış bulunmaktadır. XI. yüzyılda birkaç köyün birleşmesiyle kurulan Meknes’i, Murabıtlar barış yoluyla M.1069’da teslim aldılar ve etrafını surlarla çevirdiler. 1150’de ise Muvahhidler şehri zapt ve tahrip ettiler. Meknes, en parlak dönemini Fas şeriflerinden Mevlây İsmail (M.1672-1727) zamanında yaşamıştır. Burayı kendine başkent edinen İsmail, 1679’da burada büyük bir saray (Dâru’l-Mahzen) yaptırmıştır. Şehrin çevresini ise, çok amaçlı olarak, toplam uzunluğu 40 km olan iç içe üç sıra kerpiçten yapılmış surlarla kuşatmıştır. Biz, sur içindeki eski şehre Bâbü’l-Hamîs (Perşembe Kapısı)’ten giriş yaptık. Bu kapıya 500 metre uzaklıkta, orta sur kapılarından biri olan Bâbü’l-Mansur önünde ise kısa süreli bir mola verdik. Şehrin en canlı merkezi olan Hedim Meydanı (Sâhatü’l-Hedim) Babü’l-Mansur’un önünde bulunmaktadır. 1996’da, tarihî Meknes kenti UNESCO tarafından dünya kültür mirası kapsamına alınmıştır.
Meknes, yapılan sulu tarım sayesinde, Fas’ın en verimli topraklarının bulunduğu bölgelerinden biridir. Şehir merkezinin güney kısmındaki Agdal semtinde 150 x 300 metre ebadında ve 5 dönüm civarında bir alana sahip büyük bir sulama havuzu vardır.
10 AGDAL SULAMA HAVUZU
11 MEVLÂY İSMAİL TÜRBESİ
Meknes’ten ayrılmadan önce ziyaret ettiğimiz diğer bir yer Mevlây İsmail’in türbesidir. Türbe kapalı olduğu hâlde kapısının önünde bazı fukaranın, geleneksel olarak dağıtılacağı söylenen sadakayı beklediklerini öğrendik. Türbenin batısındaki caddenin karşısında, eskiden binlerce kölenin muhafaza edilmesi için, yer altında inşa edilmiş büyük mahzenleri gezdikten sonra Meknes’ten ayrıldık. Akşam hava karardığında, iki gece bir gündüzü geçireceğimiz Fes’te ulaştık ve Hotel Vassim’e ulaştık.
FES
Meknes’in 75 km doğusunda bulunan Fes’e, buradan kara yolu ile bir saatte ulaşılabilmektedir. Ülkenin üçüncü büyük kenti olup nüfusu 2008 yılı sayımına göre 1 milyonu aşmıştır. Osmanlılarda Mağrib ülkelerine, başkentlerinin isimlerinin verilmesi geleneğine uygun olarak bütün ülkeye Fas adı verilmiştir.
12 BÂBU EBİ’L-CÜNÛD
Sebu Irmağı havzasında ve Fes ırmağının iki yakasında İdrisîler tarafından kurulan kentin mevkii sulaktır. M.924’te İdrisîlerin elinden çıkan şehir Fatımiler ile Endülüs Emevileri arasında birkaç kez el değiştirdikten sonra Murabıtlara intikal etmiştir (M.1070). Muvahhidilerin eline geçtiği 1146 yılından sonra da önemini korumuştur. Tarihinin en parlak dönemini ise Merinîler idaresinde yaşamıştır. O devirde yaygınlaşan Endülüs tarzı mimari ve tezyinat usulü, ana çizgilerini koruyarak günümüze kadar ulaşmıştır. Osmanlılar XVI. yüzyılın ikinci yarısında Fas ile yakından ilgilenmeye başlamış ve ülkedeki iktidar mücadelelerine müdahil olmuştur. Bu uğurda Portekizlilerle de savaşmış ve neticede kendisinin desteklediği Abdülmelik’in (M.1576-1578) Fas sultanı olmasını sağlayarak, ülkeyi himayesi altına almıştır. Sonraki yıllarda Fas Sultanlığı zenginleştikçe Fes kenti de daha mamur bir hâle gelmiştir. Bu bağlamda, nüfus artışıyla birlikte Fesü’l-Bâlî adı verilen eski şehrin güney batısına Fesü’l-Cedîde (Yeni Fes) kurulmuştur. Ne var ki 17. yüzyılın ortalarında Mevlây İsmail’in merkezini Meknes’e taşımasıyla Fes gerilemeye başladı. Fransızların ülkede sömürge yönetimini kurduktan sonra Rabat'ın başkent ilan edilmesiyle Fes'in siyasi önemi iyice azalmıştır.
Biz, Fes gezimize Fesü’l-Cedid’de, Mellah adı verilen eski Yahudi mahallesinin yakınında bulunan Dârü’l-Mahzen (Kraliyet Sarayı)’den başladık. Muhteşem giriş kapısı Aleviyyîn Meydanı (Sâhatü’l-Aleviyyîn)’na bakan saray, ziyarete kapalı olduğu için, meydanda fotoğraflar çekmekle yetinmek durumunda kaldık. Ardından, kültür mirası olarak günümüzde koruma altına alınan Ksissat sokağından geçerek Bâbü’s-Semârîn (Samirîler Kapısı)’de bizi bekleyen otobüsümüze kadar yürüdük. Otobüslerle eski Fes’e intikal ettik.
13 EBU İNANİYE MEDRESESİ AVLU DUVARI
Muvahhidler eski, Merinîler ise yeni Fes’in çevresini tamamen sur duvarlarıyla çevirmişlerdir. Söz konusu surlara ait çok sayıda kapı günümüze kadar gelebilmiştir. Biz, motorlu taşıtların giremediği eski şehre (Fesü’l-Bâlî) Babü Ebi’l-Cünûd (Ebi’l-Cünud Kapısı)’dan girdik ve zorunlu olarak geziyi yaya olarak sürdürmek durumunda kaldık. Kapıdan girdikten 150 metre kadar sonra ilk olarak Ebu İnâniye Medresesini ziyaret ettik. Bu medrese, Merinî hükümdarlarından Ebu İnan Fâris tarafından M.1351-1356 yılları arasında yaptırılmış bir medresedir. Ebu İnan, aynı adla bir başka medreseyi de Meknes kentinde yaptırmıştır. Merinîler mimarisinin en iye örneklerinden biri olarak kabul edilir. Ortadaki avluya bakan duvarların alçı ve zelic işlemeli duvarlarıyla ahşaptan oymalı saçakları göz kamaştırmaktadır.
14 DERİ İMALATHANESİ VE ÇALIŞANLARI
İnani’yeden Karaviyyîn Camii’ne giden yolun üzerinde bulunan Kasru’l-Münebbih (Münebbih Köşkü), tarihî Fes kentinin en güzel anıt eserlerinden birisidir. Köşk, 17’inci yüzyılda vezirlik yapan Münebbih için inşa edilmiş olup adını ondan almıştır. Ne var, ki Sultan Abdulhafid döneminde, Fransız generali Hubert Lyautey ile sömürgelik anlaşması yine bu binada imzalanmış ve adı geçen general, ilk sömürge valisi sıfatıyla burayı ikametgâh olarak kullanmıştır.
Fes’te, dericilik başta olmak üzere el sanatları hâlâ yaşamaktadır. Adını batı dillerindeki ‘maroc’tan alan maroken (kırmızı keçi derisi) ve yine adını bu kentten alan fes (kırmızı serpuş) imalatıyla meşhur olmuştur. Günümüzde, modern deri işletmelerinin yanı sıra, açık havada ve geleneksel yöntemlerle üretimlerini sürdüren çok sayıda imalathaneler bulunmaktadır. Tabakhaneler bölgesi (Sâhatü’d-Debbâğîn) diyebileceğimiz bu yer, şehrin kuzey tarafında ve Karaviyyîn Camiine 200 metre uzaklıktadır. Burada, kendi ürettikleri deri çanta ve giysileri pazarlayan mağazalardan hediye veya hatıra eşya alınabilir. Biz de bu niyetle üç katlı bir mağazaya girdik. Bu vesileyle, mağazaların arka avlularındaki imalathaneleri yukarıdan fotoğraflayabilmek için çatı katındaki balkona çıktık. İmalathanelerden yayılan ağır kokudan rahatsız olmamamız için elimize birer dal yeşil nane verdiler. Titizlenen kimselerin uzaktan bile tahammül edemedikleri bu kokulu ortamda, çalışanların ekmek paralarını çıkarabilmek için havuzların arasında dolaştıklarını ve hattâ yarı bellerine kadar içine girmek zorunda kaldıklarını gördük.
15 NECCARÎN MÜZESİ VE ÇEŞMESİ
Tabakhaneden sonra uğradığımız yer, Neccarîn (Marangozlar) müzesinin bulunduğu küçük meydan oldu. İsmiyle müsemma tarihî bir müze binasının önünde bulunan zelic süslemeli çeşme de aynı isimle anılmaktadır. Geleneksel ahşap el sanatı eserlerinin sergilendiği müzeyi, vaktin darlığı nedeniyle gezemedik. Binanın müzeyyen muhteşem kapısı ve çeşmenin fotoğraflarını çektikten sonra geri döndük.
Uğradığımız otantik yerlerden birisi de, el tezgâhlarıyla dokumaların yapılıp satıldığı bir pasaj oldu. Bizim ülkemizde, bayanların çoğunlukla jel veya krem olarak adını bildikleri ‘aloe-vera’ bitkisinin liflerinden elde edilmiş ipliklerle, birbirinden güzel kumaşların el tezgâhında nasıl dokunduğunu canlı olarak görmüş olduk. Hattâ isteyenler, buradan makul fiyatlarla güzel kumaşlar aldılar.
16 KAYRAVAN CAMİİ AVLUSU
Şehrin önemli camilerinden ikisi 9. yüzyıldan kalma Karaviyyîn (Kayravanlılar) ve Endülüs camileridir. Bu camilerin bulundukları semtler, isimlerini onlardan almışlardır. Her iki cami de, İdrisîler devrinde Kayrevan’dan Fes’e göç eden fakih Ebu Abdullah’ın, sırasıyla iki kızı Fâtıma ve Meryem tarafından yaptırılmıştır. İdrisî hükümdarlarından I. Yahya döneminde inşa edilen ve önceleri banisi Fatma hanımın adını taşıyan Karaviyyîn Camii (M.859), zaman içerisinde, ilave inşaatlarla büyük bir külliyeye dönüştürülmüş ve bugünkü şeklini almıştır. Caminin beşik ve kırık çatıları sırlı yeşil kiremitlerle örtülmüştür. Yanında bulunan ve aynı adı taşıyan medrese, dünyanın en eski üniversitelerinden biri olarak ileri sürülmektedir. Kütüphane ise 14 ayrı kapısı bulunan külliyenin içinde ayrı bir öneme sahiptir. Yazma eserler açısından İslâm dünyasının en zengin kütüphanelerinden biridir. Okuma salonunun tavan süslemeleri ise görmeye değer. Ne var ki kütüphane binası, girişinde geleneksel el sanatlarını icraya devam eden bakırcı dükkânları ve iş yerlerinin arasında âdeta gizlenmiş gibidir. Esasen girdiğimiz kapıdan külliyeye ulaşabilmek için de, 1 km kadar bir mesafeyi dar ve dolambaç sokaklardan geçerek kat etmek gerekmektedir.
Fas’ın bağımsızlığa kavuşmasından sonra (M.1956), modern bir üniversiteye dönüştürülmüş olarak İslâmî öğretime devam etmektedir. Ancak üniversite (Câmiatü’l-Karaviyyîn), Fes dışındaki şehirlerde çeşitli fakülteler açtığı için Karaviyyîn Camii’nden kopmuştur.
17 KARAVİYYÎN KÜTÜPHANESİ TAVAN SÜSLEMELERİ
Endülüs Camii’ne gelince, Karaviyyîn külliyesinin takriben 500 metre doğusunda bulunmaktadır. Her iki mahalle, küçük bir vadinin karşılıklı olarak iki yamacında yer alıyor. Endülüs cami, Fatıma’nın kardeşi Meryem tarafından sade bir mescit olarak yaptırılmıştır (M.859). Karaviyyîn’deki minarenin aynısı, bilahare Endülüs Emevi halifesi tarafından 956’da ilave edilmiştir. 13. yüzyılın başlarında Muvahhidî Sultanı Muhammed ise çeşme ve bir kütüphane eklemiştir. ‘Zelic’ süslemeleri ve oymalı ahşap sundurmasıyla süslü taç kapısı görülmeye layıktır.
18 ENDÜLÜS CAMİİ ZELİC VE AHŞAP SÜSLEMELİ KAPISI
Günün sonunda otelimize dönmeden uğradığımız son yer bir ‘zelic’ imalathanesidir. Zelic, Fas’a özgü mimari tezyinat kollarından biridir. İmalathaneye getirilen killi topraklar, önce elendikten sonra çamur hâline getirilir. Bu çamurlar avuç içi büyüklüğündeki kalıplara dökülüp kurutulur. Daha sonra ön yüzleri değişik canlı renklerde sırla kaplanıp fırınlanır. Fırından çıktığında tek renkli seramiği andıran bu parçalar, ustaları tarafından keskin çekiçlerle mozaik büyüklüğünde: yıldız, üçgen, kare veya daire biçiminde daha küçük parçalara bölünür. En son bu küçük parçalar renkleri ve şekillerine göre, anlamlı bir bütünün parçası olacak şekilde mozaik gibi dizilir. Duruma göre yüzlerce ve hatta on binlerce parçadan oluşan bu zelicler: çeşmeleri, masaları, binaların kapı veya duvarları gibi yerleri süslemek üzere birbirine yapıştırılır. Çok fazla emek harcamayı gerektiren bu tezyinat usulü başka ülkelerde görülmediği için, Fas’taki tarihî çeşme ve kapı gibi mimari unsurları, diğer ülkelerdeki benzerlerinden rahatlıkla ayırmak mümkün olur.
KAZABLANKA
Gezimizin dördüncü günü Hotel Wassim’den Merakeş’e gitmek üzere ayrıldık. Merakeş, ülkenin önemli bir kültür ve turizm merkezidir. Fes’ten Merakeş’e kara yoluyla gitmek için, Atlas sahiline inmek ve Rabat-Kazablanka üzerinden geçen toplam 530 km’lik bir yolu kat etmek gerekmektedir. Bu yol, normal şartlarda takriben 6 saatlik bir mesafedir. Ancak biz Kazablanka’da gezeceğimiz yerleri görmek üzere birkaç saatimizi buraya ayırmak durumunda kaldık.
19 MÜNEBBİH SARAYININ ZELİC SÜSLEMELİ ÇEŞMESİ
Kazablanka ülkenin kuzeybatısında, Atlas Okyanusu kıyılarındaki geniş düzlükte yer alır. Aynı adı taşıyan vilayetin merkezi ve Fas’ın en önemli ticaret ve sanayi şehridir. Şehrin Ortaçağdaki adı Berberîce ‘tepe’ anlamına gelen Enfâ’dır. Sekizinci asırda kurulduğu sanılan şehir, 1060 yılında Murâbıtların eline geçmiştir. Murâbıtlar ve Muvahhidler döneminde önemli bir varlık gösteremediği anlaşılan Enfâ’dan, meşhur coğrafyacı İdrisî (ö.1165), ticaret gemilerinin uğradığı bir liman olarak söz eder.
20 KAZBLANKA'DA II. HASAN CAMİİ
Merinîler Enfâ’yı, hareketli bir liman ve Melik Ebü’l-Hasan’ın (M.1331-1348) yaptırdığı büyük bir medrese ile bölgenin önemli bir ilim merkezi hâline getirdiler. Bu dönemde: Aragon, Kastilya ve Cenova krallıklarının şehirde daimî temsilci bulundurdukları bilinmektedir. Şehir, 15. yüzyılın ilk yarısında Müslüman denizcilerin hüküm sürdüğü bir şehir devletine dönüştü. Ne var ki Portekizliler, 1469 yılında büyük bir donanmayla gelip şehri tahrip ettiler ve yerine, denizcilere işaret olsun diye beyaz bir ev (Portekizcesi: Casa Branca) yaptılar. 16. yüzyılda tekrar iskân edilen kenti, İspanyollar Kazablanka diye telaffuz ettiler. Sâdiler ise bu ismi Dârülbeyzâ (Akşehir) şeklinde Arapça’ya çevirdiler.
Kısa sürede eski canlılığına kavuşan şehri Portekizliler, 1755 depreminden sonra tedricen terk ettiler. Onların ayrılmasından sonra Sâdi Meliki Abdullah, ne kadar çalıştıysa da şehre, tam anlamıyla İslami bir görünüm kazandıramadı. Çıkan bir iç bir isyandan dolayı liman kapatıldı ve orada iş yapan Hristiyan tüccarlar Rabat’a nakledildi. 1830’dan sonra yeniden ticarete açılan liman, hızla gelişerek 20. yüzyıl başlarında Tanca limanını geride bıraktı. Görünüşte: eğitim, sağlık ve hayır işleri için bölgeye gelen misyonerleri, sömürgeci devletlerin askerî ve siyasî temsilcileri izlediler. 1912’de başlayan sömürge yönetimi 1956’ya kadar sürdü. Bu dönemde Fransızlar, okyanus dalgalarına dayanacak şekilde rıhtım ve dalgakıran yaptılar. 1907’de 20 bin olan nüfus 1952’de 680 bine ulaştı. Bunun 130 bini yabancı, 70 bini Faslı Yahudi idi. 2006 yılı itibarıyla toplam nüfusu 3.800.000’dir.
Kazablanka’da bulunan Melik II. Hasan Camii, Mescid-i Haram hariç dünyanın en büyük camisi olup 1986-1993 yılları arasında inşa edilmiştir. Minaresi 210 metrelik boyu ile dünyada birincidir. Cami çok ince bir işçiliğin ürünü olup, 25 bini içeride, geri kalanı avluda olmak üzere, aynı anda toplam 100 bin kişi namaz kılabilmektedir. Caminin oturduğu arazinin yarısı, okyanusu doldurmak suretiyle kazanılmıştır. Okyanusun dalgaları, hâlen temelleri suyun içinde bulunan arka avlunun kalın duvarlarını durmaksızın dövmeye devam etmektedir. İnşaat sırasında hacim ve kütlenin dengesi ve kullanılan malzemelerin direnci bakımından, bilinen teknik sınırların zorlandığı görülüyor. Cami ve minarenin mermer kaplı dış yüzeyleri, monotonluğu gidermek için konulan nişler ve geometrik motiflerle çok güzel bir görünüme kavuşturulmuştur. İki katlı cami, genel olarak Endülüs dinî mimarisinin geliştirilmiş, modern ve devasa bir örneği olarak tanımlanabilir. Ne var ki mimarı Michel Pinseau adında gayrimüslim bir Fransızdır.
Öğle namazı vaktinde cami görüldükten sonra, şehir içinde otobüslerimizle panoramik bir tur gerçekleştirdik. Bu bağlamda camiye 2 km uzaklıkta, I. Hasan Caddesi üzerinde bulunan Birleşmiş Milletler Meydanı (Sâhatü’l-Ümemi’l-Müttehide)’na gittik. İspanyo-Mağribî sitilinde inşa edilmiş idarî binalar ve modern oteller bu bölgede olup, meydanda güvercinlerle insanlar bir arada dolaşıyorlar. Bu arada bir maymun oynatıcısının gösterisi dikkatimizi çekti. Çoğunluğu turist olan izleyiciler, bahşiş karşılığında maymunu kucağına veya omzuna alıp resim çektirebiliyorlar. Kazablanka kenti, tarihî eserler bakımından diğer Fas şehirleriyle boy ölçüşebilecek bir seviyede değildir. Ancak Atlas Okyanusu sahilindeki plajları, lokantaları ve kafeteryaları ülkenin çağdaş yönünü yansıtmaktadır. Bu arada yabancı sinema filmlerinin etkisiyle Kazablanka’nın bir kumarhaneler kenti olduğu şeklindeki kanaatin yanlış olduğunu belirtelim. Şehir çıkışında sahilin yamacında bulunan dinlenme tesislerinde yemek ve istirahat molası verildi. Mevsim kış olmasına rağmen hava sıcaklığı 20º’nin üzerinde idi. Nitekim, tesislerin eteğinde bulunan plaj ve havuzlarda, az da olsa yüzenlerin bulunduğunu gördük. Yine burada yol kenarındaki büyük bir reklam panosunda Melik Abdullah’ın, hanedan üyeleriyle birlikte renkli fotoğrafının yer aldığı yeni yıl mesajı dikkatimizi çekti. Arapça, Fransızca ve İngilizce olarak kaleme alınan mesajda : “2014 yılı kutlu olsun. Özgürlük, barış, hoşgörü ve istikrar ülkesi Fas” diye yazıyordu. Kazablanka’dan ayrıldığımızda ikindi ezanı çoktan okunmuştu. İki saati geçen bir yolculuktan sonra Merakeş’e vardığımızda hava kararmış bulunuyordu.
MERAKEŞ
22 merakeş’te KÜTÜBİYE CAMİ
21 MERAKEŞ VE ATLAS DAĞLARI
Merakeş’e vardığımızda, üç gece iki gündüz geçireceğimiz Ryad Mogador Kasbah isimli otele indik. Atlas dağlarının eteğinde 465 m. yükseklikte, düz ve geniş bir ovada bulunan Merakeş, 11. yüzyılın sonlarına doğru Murabıtlar döneminde kurulmuştur ve ülkenin ilk başkentidir. Güvenli bir bölgede ve ana yolların kavşağında olduğu için, kısa zamanda tüccar ve sanatkârlar için de cazip bir şehir hâline gelmiştir. Atlas dağlarının kuzey batısında 40 km uzaklıktadır. Arazisinin tüflü toprağı ve evlerin dış cephe boyaları gülkurusu renginde olduğu için ‘kızıl şehir’ olarak bilinir. Şehrin bir özelliği de evlerin çoğunlukla iki ve özel binaların ise üç katla sınırlandırılmış olmasıdır. Bu durum şehrin, diğer şehirlere göre çok geniş bir alana yayılmasına sebep olmuştur. 2006 yılı itibarıyla nüfusu takriben 1.040.000’dir.
23 KÜTÜBÜYE CAMİİNİN İÇİ
Şehri 12’inci yüzyılın ortalarına doğru ele geçiren Muvahhidler, burayı çeşitli mimari eserlerle süslediler ve özellikle Endülüs’ten getirdikleri âlim ve ediplerle bir ilim ve irfan yuvası hâline dönüştürdüler. Muvahhidî hükümdarı Ebu Yusuf, sur dışında yeni bir kasaba kurarak kendisi oraya taşındı (M.1189). Eski Merakeş şehrini (Medine veya Kasaba) 12 km’lik bir sur kuşatmakta idi.
24 ÖĞLEYİN KIYAMET MEYDANI TENHA İKEN
Muvahhidîlerden günümüze kadar gelen en önemli eser Kütübiye camiidir. İlk kaynaklarda el-Mescidü’l-Muvahhidî, el-Mescidü’l-Câmi gibi adlarla anılan yapının, sonraları revakları veya yakınındaki kitapçı dükkânlarından dolayı bu adla anılmaya başlandığı rivayet edilmektedir. Mağrib sanatının geleneklerine büyük ölçüde bağlı kalan Muvahhidler tarafından 12. yüzyılda inşa edilmiştir. Tunus’taki Kayravan ve Endülüs’teki Kurtuba camilerinin, plan ve şema bakımından gelişmiş bir örneği olarak değerlendirilmektedir. İslâm âleminin en görkemli minarelerinden birine sahiptir. 69 metre boyundaki dört köşeli minareye, merdiven yerine rampa ile çıkılmaktadır. Evler iki katlı ve arazi düz olduğu için Kütübiye camiinin minaresi, şehrin hemen her tarafından görülebilmektedir. Her yüzeyindeki değişik tezyinatıyla bütün caminin en süslü kısmını meydana getirmektedir. Zira caminin içinde duvarlar ve sütunlar düz sıva ile sıvalı ve beyaz badana ile boyalıdır. Mihrabın çevresi ise sade geometrik motiflerle süslenmiştir.
Kütübiye camiine yürüyerek 5 dakika mesafede bulunan Kıyamet Meydanı (Câmiu’l-Fenâ) ülkenin en hareketli meydanlarından birisidir. Meydan özellikle ikindiden sonra: seyyar köfteciler, akrobatlar, hikâye anlatıcıları, maymun veya yılan oynatıcıları, kına yakıcılar, cambazlar, dansçılar ve müzisyenler ile dolup taşmaktadır.
25 kıyamet meydanında yılan oynatıcısı
Merinîler M.1269’da Merakeş’e girdikten sonra başkenti Fes’e naklettiler. Şehir her bakımdan gerilemeye başladı. Sâdiler 1524’te burayı savaşsız ele geçirip yeniden başşehir yaptılar. Sâdî meliklerinden Ahmed el-Mansûr (1578-1603) ise, tarihte en parlak dönemini yaşatarak Batı İslâm dünyasının kültür merkezi hâline getirdi. Ancak daha sonra idare merkezinin Meknes’e taşınması sebebiyle ihmal edilen şehir o tarihten itibaren, özellikle saltanat kavgaları sırasında vuku bulan el değiştirmeler yüzünden çeşitli yıkımlara uğradı ve bu durum XVIII. yüzyılın ortalarına kadar sürdü.
26 BEHİYE SARAYI SALONLARINDAN BİRİ
27 SÎDÎ ABDÜLAZİZ ET-TEBBÂ TÜRBESİ
28 MEVLE’L-KUSUR TÜRBESİ’NDE DİVANİ YAZILI AYET
29 RİK'A YAZILI BİR BANKA TABELASI
19. yüzyılda inşa edilen Bâhiye Sarayı, Fas mimarisinin bir şaheseridir. 8000 m²’lik alanıyla, döneminin en büyük sarayıdır. Tarihî kentin (Medine) güneyinde yer almaktadır. Sultan I. Hasan’ın mâbeyncisi Musa için yaptırılmıştır. Daha sonra sarayı, Musa’nın oğlu ve halefi Ahmet, güney tarafa doğru genişletmiştir. Onun en çok sevdiği gözdesi olan Behiye’nin adı, zamanla sarayın da adı olmuştur. Fransa sömürge valileri, 1912’den itibaren bağımsızlığa kadar burayı ikametgâh olarak kullanılmışlardır. Günümüzde müze olarak kullanılmakta olup ziyaretçilere açıktır. Ancak, bugünlerde yapılmakta olan restorasyon nedeniyle, sarayın en görkemli kısmı ziyarete kapalı olduğu için, biz ancak diğer yerleri gezebildik.Türkiye’den Fas’a gezi düzenleyen tur operatörleri Merakeş’e gelen konukları, bu ülkede yaşamış ve defnedilmiş olan İslam âlimlerinin mezarlarına ziyaret için götürüyorlar. Bu âlimlerden yedi tanesi çok meşhur olup hepsine birden Yedi Adamlar (Seb’atü’r-ricâl) adı verilmiştir. Söz konusu âlimlerden sırasıyla ilk beşinin türbelerini ziyaret ettik. Bu yedi âlimin isimleri şöyledir: Kadı İyaz, Sîdî Abdülaziz et-Tebbâ, Mevle’l-Kusûr (Mevlây Abdullah İbn Ahmed el-Gazvânî), Sîdî İbn Süleyman el-Cezûlî, Ebü’l-Abbas es-Sebtî, Ebu Yakub İbn Ali, İmam Ebu Kasım es-Süheylî. Bu türbelerin çoğunda, duvar iç yüzeylerine sonradan yapıştırılmış olan bir nevi mermer mezar taşları dikkatimizi çekti. Ancak bu taşlarda isimleri geçen kişilerin mezarları başka yerlerde bulunuyormuş. Bir kısmı 1900’lü yılların sonuna kadar farklı tarihler taşıyan bu taşların, varlıklı cenaze sahipleri tarafından buraya, ölülerine hayır getirmesi umuduyla ücret karşılığı yerleştirilmiş olabileceği yorumunda bulunduk.
Kadı İyaz (M.1083-1149) adına 1978 yılında Merakeş’te açılan bir üniversite (Câmiatü’l-Kadı Iyâd) bulunmaktadır. Bu üniversitenin, Merakeş merkez olmak üzere dört ayrı şehirde, 13 fakülte ve yüksekokulunda 40 bini aşkın öğrencisi vardır. Mevle’l-Kûsûr zaviyesinde dikkatimizi çeken bir şey ise, zaviyenin beyaz badanalı avlu duvarının yüzeyine divâni yazıyla yazılmış olan bir Kur’an ayeti oldu2. Çünkü divanî yazıyı Osmanlılar icat etmiş ve sadece ferman ve benzeri resmî vesikalarında kullanmışlardı.
30 SÎDÎ İBN SÜLEYMAN CEZÛLİ TÜRBESİNİN AVLUSU
Milletimizin İslam yazı sanatına armağanı olan bu yazı çeşidi günümüzde: kitap adı, dükkân tabelası ve kartvizit gibi yerlerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Yine atalarımızın el yazısı olarak geliştirdiği rik’a yazısını da dükkân tabelalarında görüyoruz. Oysa Arap yazısı, İslamiyet geldikten sonra Bağdat ve Endülüs’te farklı şekillerde gelişmiştir. Öyle ki kûfî yazıdan esinlenmiş hantal karakterli Mağrib alfabesi ile doğudaki alfabe arasında fazla bir benzerlik kalmamıştır. Günümüzde dahi, bazı kitaplarda ve Kur’an-ı Kerim baskılarında bu yazının örneklerini görebiliyoruz. Bizdeki Kur’an yazısı ise, meşhur Osmanlı hattatı Hafız Osman’ın (ö. 1894) en güzel örneklerini verdiği nesih yazısıdır.
Mağrib’in önde gelen mutasavvıflarından biri olan İbn Süleyman el-Cezûlî (ö.1465) Berberî kabilelerinden Cezûle’ye mensuptur. Şazeliye tarikatının kendi adıyla bilinen Cezûliye kolunu kurmuştur. Vefatından sonra, yukarıda ‘Yedi Adamlar’ arasında ismini saydığımız Sîdî Abdülaziz et-Tebbâ [ö. 1508]) Tebbâiye kolunun kurucusu olmuştur.
31 MERAKEŞ'TE AHMED EL-MANSUR CAMİİ
Ziyaret ettiğimiz beşinci türbede, Mağribli Müslümanlar tarafından cömertliğin pîri olarak kabul edilen Ebü’l-abbas Ahmed es-Sebtî yatmaktadır. Bu anlayışın bir sonucu mudur bilinmez, ama türbenin avlusuna bakan revakta, onlarca kör vatandaş bir arada, hayır sahiplerinin kendilerine vereceği sadakayı bekliyorlar. Nitekim bizim arkadaşlar da bu gariplere bir miktar yardımda bulundular. Türbenin fotoğrafını çekerken bu insanların da fotoğrafını almıştık. Ancak görevliler, bizden onların fotoğrafını çekmememizi rica ettikleri için o fotoğrafı burada kullanmıyoruz.
33 MENARE BAHÇESİNDEKİ SULAMA HAVUZU
32 MERAKEŞ'TE SÂDİLER MEZARLIĞINDAN DETAY
Ülke çapında camilere ve türbelere Müslüman olmayanların girmeleri yasaklanmış. Öte yandan camiler, namaz vakitlerinin dışında kapalı ve kilitli bulunduğundan Müslüman ziyaretçilerin de camileri ziyaretleri her zaman mümkün olmayabiliyor. Nitekim Fes’te Karaviyyîn Camii’ni ikindi namazı sırasında görebildik. Bu arada caminin bir köşesinde, hepsi de yetişkin birer genç olan 15-20 kişilik bir grubun Fransızca dersi aldıklarını gördük. Beyaz renkli ve üçayaklı seyyar bir yazı tahtasının önünde ders veren Fransızca hocasından ve öğrencilerden izin alarak fotoğraflarını çektik. Karaviyyîn camii gibi tarihî bir camiye gayrimüslimlerin dili girerken, kendilerinin niçin alınmadıklarının esprisini tam anlayamadık. Bu vesile ile sadece Kazalanka’daki II. Hasan camiinde bu yasağın uygulanmadığını öğrendik. Diğer bir husus, türbelerin bakımsızlığı ve içinde kimin yattığını belirten tanıtıcı kitabelerin bulunmayışını bir eksiklik olarak gözlemledik. Bunun bir istisnası olarak Sâdiler hanedan mezalığı (Kubûru’s-Sa’diyyîn)’dır. Müze olarak hizmet veren tarihî mezarlığa müslim veya gayrimüslim herkes bilet alarak girebilmekte ve çıkışta türbeden takdir hisleriyle ayrılmaktadırlar. Sadiler mezarlığındaki sistem, diğer türbeler için de bir biçimde uygulanamaz mı diye kendi aramızda konuştuk.
Sâdiler Mezarlığı, bu hanedanın büyük sultanı Ahmed el-Mansur (1578-1603) tarafından yaptırılmıştır. Mezar binalarının bitişiğindeki büyük cami de, aynı hükümdarın eseri olup onun adını taşımaktadır. Anıt mezardaki tezyinatın güzelliği ziyaretçileri âdeta büyülemektedir. İçindeki üç ayrı binada hanedana ait 60 kadar lahit vardır. Binaların en görkemlisini 12 sütun taşımakta olup içinde Ahmed el-Mansur’un oğlu yatmaktadır.
Üstü ince nakışlarla işlenmiş sedir ağacından bir kubbe ile örtülüdür. Binaların arasında ise, o dönemin asker ve hizmetçilerine ait bir hazire ile bahçe mevcuttur. Mezarlar Malikî geleneğine göre tanzim edilmiş olup, üzerlerindeki mermer lahitlerin baş ve ayakuçlarında mezar taşı bulunmamaktadır.
Merakeş’te ziyaret edilen yerlerden birisi de Menâre Bahçesidir. Bu bahçe şehrin batı ucunda ve gürültüden uzak bir mevkide bulunmasına karşın, maalesef sonradan hemen yanına hava limanı kurulmuştur. Kıyamet Meydanı’na 3 km uzaklıkta olup, yürüyerek 45 dakikada gidilebilir. Yaklaşık bin dönümlük bir alana sahiptir. İçindeki 28.000 m²’lik havuzun suyu tarım amacıyla kullanılmaktadır. Havuz, Atlas sıradağlarından 700 senelik bir hidrolik sistemle getirilen sularla doldurulmaktadır. Kocaman bahçede geometrik bir düzenle dikilmiş binlerce zeytin ağacı vardır. Modern bir işletme görünümüne sahip olan tesis ilk olarak Muvahhidler zamanında kurulmuştur. Sâdi hanedanından sultan Ahmet el-Mansur (M.1578-1603) tarafından daha da geliştirilmiştir.
34 PİŞİRİLMEK ÜZERE TOPLANMIŞ SALYANGOZLAR
Merakeş’in ana caddelerinde trafik düzgün akmakta ve motorlu taşıtlar arasında çok sayıda motosikletli sürücüler bulunmaktadır. Dahası her üç dört motosiklet sürücüsünden birinin, işine gidip gelen genç hanımlar olması dikkatimizi çekmiştir. Eski Merakeş’in dar cadde ve sokaklarında ise: at, eşek ve el arabalarıyla taşımacılık yapanlar görülmektedir. Bir de ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz’ sözü Fas için geçerli değildir. Çünkü Fas mutfağında, salyangozun çeşitli şekillerde pişirilen bir gıda ürünü olduğunu burada öğrenmiş bulunuyoruz. Nitekim sokakta gördüğümüz bir seyyar satıcısı, kazanda haşladığı salyangozların çorbasını satıyor ve müşteri celp etmek için de, elindeki kevgirle salyangozları yukarı kaldırıp tekrar kazana boşaltıyordu.
35 MAJOREL PARKI BERBERİ-İSLAM SANATLARI MÜZESİ
Merakeş’te geçirdiğimiz ikinci günün akşamında yemeklerimizi Chez Ali (Ali’nin Yeri)’de yedik. Fas’taki restoranlar zincirinin merkez şubesi olan bu tesis, hipodroma benzer bir gösteri sahasının çevresinde bulunan 10 kadar bina ve çadırı ihtiva etmektedir. Her bir çadırda 100 kadar kişi eş zamanlı olarak yemek yiyebiliyor. Yemek sırasında çok sayıda mahalli folklor ekibi, salonları peş peşe dolaşıp şarkı ve çalgılar eşliğinde halk oyunlarından örnekler verdiler. Yemeğin ardından 25 süvari, ışık gösterisi içinde atları ve uzun namlulu tüfekleriyle maharetlerini sergilediler. Bir saatten fazla süren gösteriler, zifiri karanlıkta havai fişeklerin atılması ve bizim ekibin hatırına Türk alfabesiyle ‘maas selame’ (Güle Güle) yazılı meşalelerin yakılmasıyla sona erdi.
Gezimizin son gününde gördüğümüz tek yer, yeni Merakeş’in tam ortasında bulunan Majorel Botanik Bahçesi (Hadikatü Macoril), oldu. Burası, 300 çeşit bitkisi ve 10 dönüm arazisiyle turistlerin uğrak yeridir. Fransız ressam Jacques Majorelle (ö.1962), bu bahçeyi tesis etmek için 40 yıl çalışmıştır. Ekzotik bitkileri, ağaçların gölgesinde ilerleyen yürüyüş yolları ve minyatür su havuzlarıyla görülmeye değer. Parkın içerisinde mavi dış cephe boyasıyla dikkat çeken bir bina bulunmaktadır. Bu bina, zamanında Majorelle’in resim atölyesi iken, küçük bir tadilatla mükemmel bir Berberî-İslam sanatları müzesine dönüştürülmüştür. Müze binası dâhilinde el işi nakışlı dokuma ürünleri satılmaktadır. Ayrıca yorgunluğu atmak için bir kafe bulunmaktadır.
36 majorel bahçesinden detay
Geziyle ilgili olmamakla birlikte, birkaç cümle ile, adını Fas’tan alan ve bir asır kadar süre ile ülkemizde serpuş olarak kullanılan festen bahsetmek istiyoruz. Bugün Fas’ta halkın bile giymediği fes, ancak özel gün ve yerlerde folklorik bir başlık olarak kullanılmaktadır. Bizde kabulü, kaptanıderya Koca Hüsrev Paşa’nın bir Akdeniz seferi dönüşünde kalyoncu askerlerine giydirdiği fesi sultan II. Mahmut’un beğenmesiyle başlar (M.1832). Ancak fesin, sarık ve kavuğun yerini alması sancılı olmuştur. Buna rağmen zamanla, saraylı kadınlara varıncaya kadar memur ve sivil hemen herkes tarafından ülke çapında kullanılmaya başlandı. Bu durum Cumhuriyet devrinde, şapkanın iktisası hakkında çıkan kanunla (M.1925), şapka dışındaki başlıkların giyilmesi yasaklanıncaya kadar devam etti. Ne var ki halk, daha önce devlet zoruyla başına giydiği fesi, bu defa da bırakmak istememiştir.
Bilimsel etkinlikler nedeniyle akademisyenlerin yurt dışında yaptıkları geziler, çoğunlukla etkinliğin düzenlendiği şehirle sınırlı kalmaktadır. Geniş kapsamlı kültürel amaçlı gezilerin gerçekleştirilmesi çok iyi bir organizasyonu gerektirmektedir. Turizm ve seyahat acenteleri tarafından düzenlenen geziler ise popüler ve turistik beklentilere göre belirleniyor. Bu bakımdan aynı kültürel birikime sahip olan kişiler olarak, İslam tarihçilerinin birlikte yaptıkları kültürel amaçlı, bir haftalık Fas Bilim-Kültür gezisi büyük ölçüde amacına ulaşmıştır. Bunda İslam Tarihçileri Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Şeker’in payı çok büyük olmuştur. Kendisine burada ayrıca teşekkür etmemiz bir kadirşinaslık gereğidir. Gezi arifesinde, muhterem babası Hacı Mustafa Şeker hasta olduğu için geziye katılıp katılmama konusunda tereddüt ettiğini söylüyordu. Sonunda Allah’a sığınıp, üç ay öncesinden vermiş olduğu sözü tutmak üzere son anda geziye katılmış ve arkadaşlarını yalnız bırakmamıştır. Türkiye’ye döndükten bir gün sonra ise emr-i hakkın vaki olduğunu öğrendik (16.03.2014). Merhuma burada Allah’tan rahmet, başta Mehmet Şeker hocamız olmak üzere geride kalan evlat ve ahfadına baş sağlığı diliyoruz.
37 kazablanka II. hasan camii önünde geziye katılanlar toplu halde
Dostları ilə paylaş: |