İslam tariHİ


Bölüm CİHANŞUMÜL DAVETTEN Hz. RESULULLAH’IN (s.a.a) VEFATINA



Yüklə 1,34 Mb.
səhifə16/26
tarix30.07.2018
ölçüsü1,34 Mb.
#63162
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   26

5. Bölüm



CİHANŞUMÜL DAVETTEN Hz. RESULULLAH’IN (s.a.a) VEFATINA




  1. Fasıl: Cihanşumül Davet

  2. Fasıl: İslam’ın Yayılması

  3. Fasıl: Veda Haccı ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) Vefatı

-*-

1. Fasıl





İslam Peygamberinin Cihanşumül Risaleti


İslam dini her ne kadar Arap Yarımadası’nda ve arap kavmi arasında zuhur etmiş olup Hz. Resulullah (s.a.a) bizzat bir arap idiyse de yüce İslam dini belli bir yöre veya kavme mahsus bir din değildir asla. Nitekim Kur’an’ın muhatabı Kureyşliler veya Araplar değildir, Kur’an’da genel hitab “nâs”a, yani bütün insanlaradır; sadece Müslümanlara mahsus konularda ve onlara ait vazifeler beyan edilerken “müminler”muhatap alınmaktadır. Hz. Peygamber de (s.a.a) davetinin ilk yıllarından başlayarak Mekke dönemini de içermek üzere daima getirdiği dini “cihanşumül”olarak tanımladı. Kur’an’da apaçık şekilde bütün insanlığa hitab eden ve cihanşumül mesajlar taşıyan birçok ayet vardır, bunlardan birkaçını örnek olması açısından aktarmakta yarar ver:

1- De ki: Ey insanlar! Ben Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim…900

2- Biz seni bütün insanlık için sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik901

3- Oysa bu -Kur’an- bütün insanlık için bir uyarı ve öğütten başka bir şey değildir902

4- Bu -Kitap- diri olan insanları uyarıp korkutmak için inen bir öğüt ve apaçık Kur’an’dan başka bir şey değildir903

5- İslam’ı bütün dinlere üstün ve muzaffer kılması için peygamberini hidayet ve hak dinle gönderen O’dur904

6- Biz seni bütün cihan için bir rahmet olarak gönderdik sadece905

Yukarıdaki ayetlerin hepsi Mekke’de nazil olmuştur, bu da Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ilk günlerden itibaren davetinin cihanşumül olduğunu göstermektedir. Ancak bunca net ve açık delillere rağmen Goldzıehr gibi bazı Avrupalılar Hz. Muhammed’in (s.a.a) dininin daha sonra kapsamlı ve cihanşumül bir hal aldığını, ilk getirdiği hükümlerin, ancak o günkü Arapların ihtiyacını karşılamaya yeterli olduğunu iddia etmektedir906, yukarıdaki açıklamaların bu iddianın ne kadar asılsız olduğunu göstermek için yeterli olduğu kanısındayız.


Cihanşumül Davetin Başlaması


Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Mekke’deki davet yıllarıyla hicretin ilk yıllarında İslam’ın Arap Yarımadası dışına da yayılması için hiçbir adım atamamış olmasının nedeni Mekke müşrikleriyle Yahudilerin İslam’ı baltalama girişimleriyle komploları ve diğer İslam düşmanlarının engelleyici faaliyetleriydi. Ama Hudeybiye barışından sonra Kureyşlilerin saldırı tehlikesinden yana biraz rahatlayan Hz. Resulullah (s.a.a) Medine’de huzur ve güvenliği nispeten sağladıktan sonra hicretin 6. yılı Zilhiccesi veya 7. yılı Muharrem’inde çağın büyük devletlerinin başındakilere birer mektup yazarak onları İslam’a davet etti. Bir günde 6 adamıyla, dünyanın 6 büyük devlet başkanına mektup gönderdi, bu mektupların muhatabı şunlardı:

1- Habeşistan kralı Necaşi

2- Roma imparatoru Kayzer

3- İran şahı Hüsrev Perviz

4- Mısır kralı Mukavlus

5- Şam kralı Hâris b. Ebu Şimr Gassâni

6- Yemame kralı Hevze b. Ali907

Bu 6 mektup, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) cihanşumül davetinin ilk mektuplarıydı; büyük devlet başkanlarına yazdığı davet mektupları bunlarla sınırlı değildir, bunlardan sonra da tedrici olarak vefatına kadar dünyanın dört bir yanındaki yöneticilere bu tür davet mektupları yazmayı sürdürmüştür908.

Mazmunları aşağı yukarı birbirinin benzeri metinler olan bu mektuplar gayet sade, öz,sarih ve kararlı bir üslupla yazılmıştı.

Devlet başkanlarının bu davet mektubuna gösterdikleri tepki farklı olmuştur.


Hayber Savaşı


Hayber, Yahudilerin yaşadığı birkaç kalenin külliyesiydi, burada yaşayanlar geçimlerini çiftçilik ve hayvancılıkla sağlıyordu. Tarıma elverişli olduğu için halk arasında bu bölgeye “Hicaz’ın tahıl ambarı” denilmedeydi.909 Hayberlilerin maddi durumu epeyce iyiydi. Kaleler Müslümanların eline geçtikten sonra tıklım tıklım dolu bulunan tahıl ve yiyecek ambarlarıyla silah ve cephane depoları bunun en açık belgesidir. Kaleler çok sağlam yapılara sahipti, güçlü askeri istihkamlarla donanmıştı ve kalede eli silah tutanların sayısı on bini aşıyordu910. Bu nedenle de Müslümanların onlarla savaşmaya cüret edemeyeceğinden kesinlikle emindiler911

Neziroğulları ve Hendek savaşıyla ilgili bahislerimizde de değindiğimiz gibi Hayber Yahudileri henüz oluşma aşamasında bulunan genç İslam devletini ortadan kaldırabilmek için her fırsattan yararlanıyordu; Hayber Müslümanlar aleyhine tezgâhlanan fitne ve komploların merkezi durumundaydı. Neziroğulları da Medine’de yenilgiye uğradıktan sonra Hayberlilere katılmış, onlarla işbirliğine girmişti.

Hicretin 6. yılında, Hayber Yahudilerinin başkanlığını ele geçirmiş bulunan Neziroğulları Yahudilerinin önde gelen isimlerinden Selam bin Ebi’l-Hukeyk, başta Katfanoğulları gelmek üzere bütün müşrik kabileleri Müslümanlara karşı teşkilatlandırıp ayaklandırarak İslam’ı yok etmek amacıyla çok büyük bir güç oluşturdu. Bu fitnelerin sonucunda Müslümanlar tarafından öldürülmesiyle onun yerine geçen Useyr b. Zarim de912 müşrik kabileleri Müslümanlarla savaşmaları için kışkırtmayı sürdürdü913.

Hz. Resulullah (s.a.a) geçmişe bir sünger çekip husumet ve düşmanlıkları gidermek amacıyla öncülükte bulundu ve Abdullah b. Revahe başkanlığında bir heyet gönderip onu barışçı bir tutuma ikna etmeye çalıştı. Resulullah’la (s.a.a) görüşmek üzere bir grup Yahudi’yle Medine’ye gitmeyi kabul eden Selam, yolun yarısında bu kararından vazgeçerek Abdullah’la yanındaki Müslümanları öldürmeye kalkıştı, ama çıkan çarpışmada Müslümanlar üstün gelerek onunla adamlarını öldürdüler914, böylece Hz. Resulullah’ın (s.a.a) barış çabaları sonuçsuz kalmış oldu.

Bu komplo ve fitnelere ilave olarak, çağdaş bir tarihçinin de belirttiği gibi Hayber Yahudilerinin Müslümanlarla ötedenberi düşman olması ve Kaynuka, Nezir ve Kurayza Yahudilerinin uğradığı yenilginin acısını çıkarmak amacıyla Roma veya İran imparatorlarıyla işbirliğine girip Müslümanlara karşı büyük bir saldırıya geçmesi de her an mümkündü…915

Bu nedenle, Hudeybiye barışından sonra güneyden gelecek tehlikeye karşı İslam’ı emniyete almayı başaran Hz. Resulullah (s.a.a) hicretin 7. yılının başlarında 1400 savaşçıyla916 Hayber Yahudilerini silahsızlandırmak için kuzeye yürüdü. Bu arada Hayber Yahudilerinin müttefikleri olan güçlü Katfanoğulları kabilesiyle Hayberlilerin irtibatını kesip yardımlaşmalarını önlemek için bu ikisinin arasında yeralan özel bir güzergâhı seçmeyi de ihmal etmedi917.

Düşmanı gafil avlama stratejisiyle hareket eden Hz. Peygamber (s.a.a) Hayber kalesini gece karanlığında kuşatmaya almış, Yahudiler ancak hava ağarmaya başladığında bu kuşatmanın farkına varabilmişti!

Müslümanlarla Hayber Yahudileri arasında eşitsiz bir savaş başlamıştı. Zira Yahudiler sağlam kale burçlarının ardında sipere çekilip kapıları kapatmış, kalelerin yüksek burçlarına nöbetçiler dikmiş, üzerlerine taşlar yuvarlayıp ok yağmuruna tuttukları Müslümanları kale duvarlarına bile yaklaştırmıyorlardı… Sayıları 1400’ü aşmayan Müslümanlar sadece bir saldırıda 50 yaralı vermişti..918

Diğer taraftan, kaleye kapanan Yahudilerin uzun süre direnebilecek kadar bol yiyecekleri varken, kuşatmanın uzamasıyla Müslümanlar azık sıkıntısına düşmüştü.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) mükemmel komutası sonucu hayli zor ve çetin çarpışmalardan sonra Yahudilerin kaleleri ard arda düşmeye başladı. Ne var ki, kahramanlığı dillere destan olan ünlü Yahudi savaşçı Merhab’ın komutasındaki Kemus kalesi halâ direniyor, Müslümanlar bu kaleyi bir türlü fethedemiyordu…

Hz. Resulullah (s.a.a) sancağı bir gün Ebubekir’e, ertesi gün de Ömer’e vermiş, ama her ikisi de emrindeki birliklere rağmen hiçbir şey yapamayıp gerisin geriye karargâha dönmüştü919. Bu durum üzerine Hz. Resulullah (s.a.a) askerleri toplayıp şöyle buyurdu:

“Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki Yüce Rabbim bu kaleyi onun eliyle bizlere açacaktır!.. O, Allah’ı ve Resulünü sever; Allah ve Resulü de onu!.. Savaştan asla kaçmayacak biridir o!..”

Resulullah’ın (s.a.a) sahabesi o gece, sancağın kendisine verilmesi arzusuyla uyudu. Gün ışıyınca Hz. Resulullah (s.a.a) “Ali nerede?” diye sordu, şiddetli bir göz ağrısına yakalandığını ve yattığını söylediler, “Onu bana getirin!” buyurdu. Hz. Ali (a.s) getirilince Hz. Resulullah (s.a.a) keramet göstererek onun şifa bulmasını sağladı ve göz ağrısı tamamen iyileşti. Hazret (s.a.a) sancağı İmam Ali’ye (a.s) verip “Onların üzerine yürü!” buyurdu “kalelerine varınca önce onları İslam’a davet edip Yüce Allah’a karşı vazifeleri olan şeyleri (hak dine uymalarını) kendilerine hatırlat. Rabbime yemin ederim ki senin elinle bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, kızıl tüylü develere920 sahib olmandan yeğdir sana!”921

Hz. Ali (a.s) kendisine verilen görevi başarıyla yerine getirecek, kahramanca bir vuruşmada Merhab’ı öldürecek ve inanılmaz bir güç ve cesaret göstererek, ele geçirilmesi imkânsız zannedilen bu kaleyi kısa sürede Allah’ın izniyle fethedecekti.

Görüldüğü gibi Hayber’in fethi ve bu büyük komplo ve fitne üssünün ele geçirilmesinde ana rolü oynayan faktörler Hz. Resulullah’ın (s.a.a) mükemmel komutası; düşmanı gafil avlama, düşman ordugâhının içinden doğru bilgi toplayıp istihbarat sağlama gibi askerî taktikleri ve nihayet Hz. Ali’nin (a.s) yenilmez gücü ve emsalsiz cesareti olmuştur.

Bu çetin savaşta Hz. Ali’nin (a.s) gösterdiği fedakârlık ve kahramanlıklar ve bu münasebetle Hz. Resulullah’ın (s.a.a) onun hakkında buyurduğu övgüler dillere destan olacak, uzun yıllar Müslümanların dilinden düşmeyecek ve o dönemin tarihine damgasını vuracaktı. Nitekim yıllar sonra; Hz. Ali’ye (a.s) küfretme gibi iğrenç bir bid’at başlatan Muaviye, çeşitli komplolarla iktidarı ele geçirdiği günlerde Sad’-ı Vakkas’a “Sen Ebu Turab’a -Hz. Ali’ye- neden küfretmiyorsun?” diye sorduğunda Sa’d’ın verdiği şu cevap çok ilginçtir:

“Ben Ali’ye asla küfretmem… Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.a) ondaki üç fazileti nasıl övdüğünü iyi bilirim… Ben, hayatım boyunca bu faziletlerden sadece birine sahib olmayı pek isterdim doğrusu:

1- Bir savaşta (Tebük) Peygamber (s.a.a) onu kendi yerine vekil olarak şehirde bıraktığında Ali “Beni kadınlarla çocukların yanında mı bırakıyorsunuz?” diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.a) “Ya Ali!” buyurdu, “Harun Musa için neyse, sen de benim için öyle -vekil- olmak istemez misin? Sadece şu farkla ki, benden sonra peygamber yoktur!”

2- Hayber savaşında bir gün “Sancağı öyle birine vereceğim ki buyurdu, “O, Allah ve Resulü’nü sever, Allah’la Resulü de onu!” O gün hepimiz böyle bir makama nail olmayı arzuladık. Hz. Peygamber (s.a.a) Ali’yi istedi, “gözleri çok ağrıyor” dediler; ama Peygamber (s.a.a) mübarek tükürüğünü gözlerine sürer sürmez Ali iyileşti! Resulullah (s.a.a) sancağı ona verdi ve Allah Teala onun eliyle kaleyi fethetti!

3- Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) Necran Hıristiyanlarının dinî liderleriyle mübaheleye hazırlandığı sırada “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım…” ayeti922 nazil olunca hazret (s.a.a) Ali’yle Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i yanına alıp “Ya Rabbim! Benim ailem bunlardır!” buyurdu.923

Müslümanlar için kader belirleyici bir savaş olan Hayber’i bizzat Hz. Ali’nin (a.s) kendisinden dinleyelim:

“…Karşımızda tepeden tırnağa silahlı savaşçılarla silah ve cephaneden oluşan bir dağ bulduk… Kaleleri fethedilmezdi, sayıları çok fazlaydı. Her gün savaşçıları kaleden çıkıp çarpışacak er istiyor, bizimkilerden kim karşılarına çıkacak olsa onlara yenik düşüp öldürülüyordu! Savaş tandırı kızışıp da düşman yine vuruşmaya cesareti olan er isteyince korku ve dehşete kapılmış olan bizimkiler acziyet içinde medet umarcasına birbirlerine bakıyor, hepsi benim öne çıkmamı istiyordu. Resulullah (s.a.a) benden o kaleye saldırmamı istedi, hemen harekete geçtim. Düşmanın karşıma çıkardığı bütün kahramanlarını öldürdüm, hangi savaşçıları direnmeye kalkıştıysa onu bir çırpıda yerlere serdim, sonunda hepsini geri çekilmeye mecbur bıraktım. Geri dönüp kaçmaya başlayınca, avını süren arslan gibi takib ettim onları, bunu görünce kendilerini güç bela kalenin içine atıp kapıları kapattılar. Ama ben hiç zaman kaybetmeden kalenin bir kapısını yerinden söküp kalkan gibi kullanarak tek başıma kaleden içeri daldım. Bu arada Yüce Allah’tan başka hiçbir yardımcım yoktu…”924

Son kalenin de düşmesiyle Hayber Yahudileri teslim olmuş, savaş bitmişti. Bu savaşta Hayberlilerin 93 ölü925 Müslümanların da 28 şehid verdiği kayıtlıdır926


Hayber Yahudilerinin Akıbeti


Hayber Yahudileri teslim olduktan sonra kendilerinin zıraat ve çiftçilikte mahir olduklarını bahane ederek Hz. Resulullah’tan (s.a.a) af dileyip kendi topraklarında kalmalarına ve çiftçilikle meşgul olmalarına müsaade etmesini istediler. Hazret (s.a.a) her yıl mahsullerinin yarısını İslam devletine vermeleri927 ve istediği zaman onları bu topraklardan sürme hakkına sahib bulunduğunu kabullenmeleri şartıyla onlara istedikleri af ve izni verdi928. Bu sözleşme Ömer’in halifelik dönemine kadar sürdü, ama Yahudiler tekrar Müslümanlar aleyhine komplolara başlayınca Ömer onları Şam’a sürmüştür929.

Fedek


Hayber Yahudilerinin yenilmesi üzerine Fedek Yahudileri hiç savaşmadan teslim olup Hz. Resulullah’la (s.a.a) Hayberlilerinkinin benzeri bir antlaşma imzaladılar. Fedek savaşılmadan fethedildiği için gelirinin yarısı Resulullah’ın (s.a.a) “halise”si -kendi malı gibi kullanma yetkisine sahib olduğu mülk-oldu930.

-*-



Yüklə 1,34 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin