İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə21/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   50

Hz. İsa (as.) ona şöyle buyurdu; Mezarına dönmeyi mi yoksa bizim aramızda kalıp yaşamayı mı istersin? Sam şöyle dedi; Ben mezarıma döneceğim. Zira halen dahi ölümün hararetini hissetmekteyim.457[457]

Bu tür rivayetlerde ric’atın vuku bulduğuna bir delildir.

7-‘Öylece biz, aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık. İçlerinden biri ‘ne kadar kaldınız’ dedi. ‘Bir gün yada günün bir parçası kadar kaldık’ dediler.’ (Kimi de) şöyle dedi; Rabb’iniz kaldığınız müddeti daha iyi bilir.’458[458]

Bu ayet mağarada 309 yıl derin bir uykuya dalıp da, uyanan ‘Ashab-ı Kef’ hakkında nazil olmuştur.

Beyzavi’nin naklettiğine göre; Şehre gönderilen adam, elindeki parayı yemeklik için harcamak üzere çıkarınca, şehrin halkı paranın üstündeki kral Dekyanos’un resmini görür ve adamın bir hazine bulduğunu sanarak kendisini devrin hükümdarına götürürler. Aradan uzun zaman geçmiştir. Artık bu hükümdar tevhit akidesine bağlır bir Hıristiyan’dır. Genç adam krala başlarından geçeni anlatır. Hep birlikte mağaraya giderler ve gencin anlattıklarının doğruluğuna hayretler içinde görürler. Yeniden dirilmenin imkanını ispatlayan bu müşehadeden sonra, Allah’u Teala bu gençleri tekrar ebediyet uykusuna daldırır.

Ashab-ı Keyf Allah’a inanan yedi kişiydiler. Bunlar adaletsizlik ve putperestliğin yaygın olduğu zamanda imanlarını gizliyorlardı. Zamanın padişahı onların imanlarından haberdar olduğunda, onları ölüm ile tehdit eder.

Onlar gece bir araya gelerek, düşündüler ve meşveret ettiler ve en sonunda şehirden dışarı çıkmayı kararlaştırdılar. Şafak vakti tevhit kervanı şehirden hicret etti ve yol ortasında onlara bir de köpek katıldı ve onların peşine düştü. Tevhit kervanı yolarına devam ederek bir mağaraya geldiler ve dinlenmek için mağarada konakladılar. Kısa bir müddet sonra derin bir uykuya daldılar. Tam 309 yıl uyudular. 309 yıl sonra uyandılar ve kendilerinde aşırı bir açlık hissettiler. Onlardan birisi şehre yiyecek almağa giderken, şehirde onların 309 yıllık sırları keşf olunur.

Ashab-ı Kehf’in olayı her ne kadarda ıstılahta ric’at olarak görülmese de, Allah’ın sonsuz kudretini göstermektedir. Çünkü, Kuran’ı Kerim onların uykuda olduklarını tabir etmiştir. Oysa ric’at ölümden sonra dönmektir.

Gerçi bazı rivayetlerde onlara ölü tabiri kullanılmıştır.

İmam Cafer Sadık (as.) şöyle buyuruyor; ‘Ölenlerden büyük bir grup bu dünyaya geri döndüler; Ashab-i Kehf onlardandır ki; onları Allah’u Teala 309 yıl öldürdü daha sonra onları kıyameti, meadı kabul etmeyen bir kavimin zamanında geri getirdi ve böylelikle onlara tamam etti.’459[459]


HADİSLERDE RİC’AT
Kuran’da ric’at adlı bölümde zikredilen ayetlerin tefsirinde konu hakkında hadisler nakledilmiştir. Zikrolunan ric’at konusunda rivayet yönünden ele alınmış bulunmaktadır. Ama teberrük niyetin de bu başlık hakkında sadece bir hadis nakledeceğiz. Eğer konu hakkındaki hadislerin tamamını nakledecek olursak ciltlerce kitap olmuş olur. Merhum Şeyh Hurr Amuli ‘iykaz’ adlı eserinde konu hakkında 600 tane hadis nakletmiştir.

Hz. İmam Ali (as.) uzun bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor; ‘Allah’u Teala benden ve Resulünden birbirimize yardım etmemiz için söz aldı. Ben Hz. Muhammed’e yardım ettim ve O’nun huzurunda kılınç çektim ve onun düşmanını öldürdüm ve üzerime almış olduğum ahdi gerçekleştirmiş oldum. Ama şimdiye kadar hiçbir Peygamber bana yardım etmemiştir. Zira onlar benden önce dünyaya gözlerini kapatmışlardır. Ama çok kısa bir zamanda onlar da bana yardım edeceklerdir.

Doğudan batıya bütün yeryüzü benim elimde olacaktır. Allah Adem (as.)’dan Hz. Hatem (as.)’a kadar bütün Pegyamberleri diriltecek ve onların hepsi benim yanımda kılıç çekecektir, onlar cinlerden ve insanlardan olan cani ve zalimlerin başlarını vuracaklardır... Benim için ric’attan sonra ric’at olacaktır....Benim bir çok hamlelerim ve intikamlarım olacaktır. Ben hükümeti çok olanım, ben Allah’ın kulu ve Resulü Ekrem (s.a.a)’in kardeşiyim...’460[460]

Tarih boyunca Şia alimleri mezkur konu hakkında yüzlerce rivayet olduğu için konu üzerinde ve onun anlattığı şekilde ileride olacağına dair icma etmişlerdir.

Ric’at konusunda ki rivayetler sadece Şia kaynakların da nakledildiği için bundan habersiz olan bazı Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin konuya aşırı derecede itiraz edip Şialara saldırmaları insaf dışıdır. Şia hiçbir kimseyi bu rivayetleri kabullenmek zorunda bırakmıyor ve bunları tekzip edenleri de tekfir etmiyor. O halde bu kadar Şiaya saldırıp, itiraz etmenin bir anlamı yoktur. Zira, Ehl-i Sünnet mezhebine bağlı olan Müslümanlar, Ehl-i Beyt imamları tarafından açıklanan hakikat ve marifetlerden mahrum kaldıkları için ric’ata inanmıyorlarsa, ric’ata sağlam delillerle inanan Şiaya da saldırmak hakkına sahip değillerdir. Çünkü bilmeyenin bilene ve cahilin alime bir hücceti olamaz. Bir mezhebin bir şeye inanmayışı o şeyin batıl olduğuna delil olamaz. Özellikle ric’atın bazı şahıslar hakkında gerçekleştirdiğini ispatlayan hem Kuran’ı Kerimden ve hem de sünnetten deliller bulunmaktadır ki, biz bunları daha önce zikrettik. Bu deliller, konunun Allah için muhal ve imkansız olmadığını göstermektedir.

Bu araştırmanın tüm Müslümanlara ışık tutması ümidi ile...


ŞEFAAT
Şefaat, ‘şefe’e’ kökünden olup, çift anlamına gelmektedir. Şefaat, bir şeyin veya bir şahsın yanında yer almaya denir. Yani kuvvetli birisinin zayıf birisinin yer alarak ona yardım etmesidir. Şer’i örfe göre şefaatin iki ayrı manası vardır.

1-Umumun görüş ve bakışındaki şefaat; Şefaat eden, kendi makam ve şahsiyetinden yararlanarak kendisinden aşağıdakilerin yararına etkinliğini gösterir. Bu manaya göre, şefaat günahkar ve mücrim olan şahısın hayatında ve düşüncesinde hiçbir değişiklik yapmaz. Bütün tesirler ve değişiklikler sadece şefaat yanında yapılan kişiye ait olur.

Bu manada, bir şefaatin dini konularda asla yeri yoktur. Zira Allah (maazallah) yanlışlık yapmaz ki, onun görüşünü değiştirebilelim veya Allah’u Teala’nın başkasının etki ve müdahalesini gözlemleyerek vahşete kapılması da mümkün değildir. Yine Allah’ın ceza ve mükafatı da adalet dışı bir mihverin etrafında da çark etmez.

2-Şefaatin mefhum ve manası, şefaat olunanın hal ve durumunun değişmesi etrafında dönmesidir. Yani, şefaat olunan kimse şefaat bulma şartlarını ve zeminesini doğurur, dolayısıyla Allah’ın izni dahilinde şefaatçinin şefaatine mahzar olur; Bu vesileyle günahının hafiflemesi veya bağışlanması durumu ortaya çıkar.

Şöyle ki; Allah’ın evliyaları Allah katında sahip oldukları yüce mevki ve makam dolayısıyla günahkarlar arasında Allah ile mezkur şahıslar arasında şefaat edebilirler. Dua ve yalvarışla Allah’u Teala’dan onların günah ve suçlarının affedilmesini isteyebilirler.

Başka bir ifadeye göre; Şefaat ilahi evliyaların Allah’ın izni ile, kendi ruh bağlarını evliyalardan koparmayan kişilere yardıma bulunmalarıdır.

Başka bir deyişle; Şefaat makam itibari ile aşağıda bulunan kişinin yukarı makamdakinden kanuni bir emir şeklinde yardım dilemesidir. Şefaat konusuna olan itirazlar, genelde birinci manadaki şefaat üzerinde gerçekleşmiştir. Ama ikinci manada ki; şefaat tamamen Kuran’a ve İslam akaidine uygun olup mantık kurallarına ve yapıcı özelliklere sahiptir.
ŞEFAAT PARTİCİLİK DEĞİLDİR
Şefaat, genelde günahkarlar üzerinde kullanılan bir kelimedir. Oysa bu kelimenin kullanım alanı bundan daha da geniştir. Şefaat varlık aleminin bütün unsurlarını, hedeflerini ve sebeplerini kapsamaktadır. Örneğin yer, su, hava ve güneş ışığı bir çekirdeğin ağaç aşamasına veya kamil bir bitki derecesine gelmesinde ona şefaat (eşlik) eder ve onu kemale doğru götüren etken rolünü taşır.

Ama, bazıları dini konularda mevzu bahis olan şefaatin, köküne tam inmedikleri ve bu konuyu teffaruatıyla ele almadıkları için bunu bir nevi adam kayırma ve particilik olarak nitelemişlerdir. Şöyle ki; insanlar istedikleri gibi, istedikleri kadar günah işlesinler baştan ayağa günaha saplandıktan sonra, şefaatçiye sığınırlar ve onlarda bu tür günahkarlara şefaat ederler.

Oysa böyle bir mantık ve bakış ile şefaati bu tür yorumlamak tamamen yanlıştır. Zira ne şefaati bu manada algılayıp ona itiraz edenler ve ne de günaha cesareti olan günahkarlar tam anlamıyla şefaati derk etmişlerdir. Zira, yukarıda belirtildiği gibi Allah’ın mahsus kullarına verilen şefaat makamı tabii unsurlar vesilesiyle gerçekleşen tekvini şefaat gibidir.

Yani, bir bitki tanesinin içerisinde hayat unsuru ve canlı bir hücre bulunmadığında, güneşin binlerce yıl ona yansıması, rüzgarın esintisi, yağmurun yağması, nasıl onun gelişme ve büyümesinde etkili ve tesirli olamıyorsa, Allah’ın evliyaların da layık olmayan kişiler üzerindeki şefaati de tesirsiz olur. Gerçeğe göre de, onlar bu tür insanlara şefaat bile etmezler.

Şefaatin, şefaat edenle, şefaat olunan arasında manevi bir bağa ihtiyacı vardır. Böyle bir takdirde şefaate ümidi olan bir insan, şefaat edeceğine inandığı makama yaklaşmaya ve onunla manevi bir bağ kurmaya çalışır.

Böyle bir manevi bağlantı ve ilişki şefaat olunacak kişi için gerçekte bir nevi eğitim, terbiye ve ıslah olma vesilesi olacaktır. Böylelikle şefaate inanan insanların, şefaat makamına sahip olanın mektebine, düşüncelerine ve amellerine yönelmeleri durumu da ortaya çıkacaktır. Bunun neticesinde şefaate layık olacaklardır.

İşte bu sebepten dolayı, şefaat bir çeşit eğitim ve öğretim unsurudur, particilik veya sorumluluk altından kaçma değildir.

Bunlardan anlaşılan şudur ki; Şefaat Allah’ın günahkara nispet olan iradesinin değişmesi değildir. Aksine, günahkar şefaat edenle arasında gerçekleştirmiş olduğu manevi bağdan dolayı tekamül ve ilerleme bulur ve öyle bir dereceye varır ki Allah’ın affına layık olur.


ŞEFAATİN KAYNAKLARI (KURAN’DA ŞEFAAT)
Kuran’ı Kerim, otuz yerde şefaat unvanında menfi yada müspet manada muhtelif ayetlerde bu konudan bahsetmektedir.

Şefaat, ayetlerinden sahih ve doğru bir neticenin alınması için şefaat ayetlerinin tamamının bir arada incelenmesi ve bunların tamamından Kuran’ın hedefi olan tek bir neticenin alınması gerekir. Bu kadar ayetin içerisinden sadece bir veya birkaç tanesine bakıp da kendi kafamızdaki iddiamıza delil getirmek yanlış olacaktır. Şefaat hakkında, alınan yanlış neticeler veya bu konuya yapılan itirazlara böyle bir tek taraflı araştırma sebep olmuştur.

Sadece bir ayete bakıp da, diğerlerini bir kenara bırakarak bir netice almak Kuran tefsirine göre yanlıştır. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor; ‘Kuran’ın bazısı bazısını tasdik eder.’

Hz. İmam Ali (as.) şöyle buyuruyor; (Allah’ın Kitabı) bazısı bazısının yardımıyla konuşur; bazısı bazısına şahitlik eder.461[461] İşte bu sebepten dolayı Kuran’ı Kerimde, sadece bazı ayetlere bakarak netice almak kesinlikle yanlıştır. Zira, bazı ayetlerdeki müteşabihler diğer ayetlerin vesilesi ile kesinlik kazanır.

Kuran’ı Kerim de, bu konudan bahseden ayetler birkaç sınıfa ayrılırlar;

Birinci sınıf; Şefaati tamamıyla mutlak bir şekilde nehyeden ayetler. Bu da bir ayetten fazla değildir. Kuran’ı Kerim bu konuda şöyle buyuruyor; “Alış veriş, dosluk, iltimas, bulunmayan gün gelmeden size verdiğimiz azıklardan hayır yapın.” 462[462]

Şefaati inkar edenlerin, sadece yukarıdaki ayete bakarak yanlış netice almaları Kuran’a göre aykırıdır. Zira, daha öncede belirttiğimiz gibi, Kuran’ı Kerimde ki, bir konu etrafında bulunan ayetler tek bir hedefi takip etmişlerdir. Bunların birisine bakıp diğerlerini gözden çıkarmak insanı o tek hedefe asla götürmez.

Örneğin; yukarıdaki ayette, Kuran kıyamet günü şefaati reddediyor ama hemen arkasından ‘Ayet-el Kürsi’de şefaatçilerin varlığını açıklayıp şöyle buyuruyor; ‘izni olmadan katında hiçbir kimse şefaat edemez.’463[463]

Bu iki ayeti ve konu etrafındaki diğer ayetleri ele alıp incelediğimizde; birinci ayet şefaat, tamamıyla mutlak bir anlamda reddetmemiş aksine batıl şefaatleri reddetmiştir. Bu konuya delil birinci ayette geçen ‘dostluk yoktur’ cümlesidir.

Zira bu cümleden anlaşıldığına göre, kıyamet günü tüm insanlar arasındaki dünyadaki dostluk kesilecektir. Oysa, başka bir ayette, sadece kafirler arasındaki dostluğun kesileceği ve takvalıların dostluğunun o gün kesilmeyeceği vurgulanmıştır. Nitekim; Kuran şöyle buyuruyor; ‘Allah’a saygı duyup kötülükten sakınanlar müstesna olmak üzere, dost olanlar o gün birbirlerine düşman kesilirler.’464[464]

Günahkarların birbirleri ile olan dostluklarının kesilmesi ve onların birbirlerine düşman olmalarının sebebi; Onların dünyadaki dostluğu onların kötü yola, günaha düşmelerine ve sapmalarına sebep olmasındandır. Allah’tan korkanlarında dostluklarının kesilmediği gibi, devam etmesinin de sebebi, onların dostluğu onların hidayetlerine ve hayırlı fiiller yapmalarına sebep olmasındandır.

Kısacası, sadece ‘o günde dostluk yoktur’ cümlesinin zahirine bakıp bütün insanların, hem günahkarların ve hem de takvalıların o gün dostluklarının kesileceği neticesini almak nasıl yanlış ise ‘o günde şefaat yoktur’ cümlesinin zahirine bakıp da şefaati tamamen mutlak manada reddetmek de yanlış olacaktır. Zira başka bir ayette o gün takvalıların dostlukları süreceği belirtildiği gibi şefaatinde şartlarına göre imzalandığı belirtilmiştir.

Bu açıklamaya göre, birinci sınıf ayetten anlaşılan, şefaatin mutlak bir anlamda ret olunmadığıdır. Aksine ayet, şefaatin iman getirmeyenler veya imanları tamamen zayıf olan gruplardan ret olunduğuna işaret etmektedir.

İkinci sınıf: Yahudilerin düşünce ve nazarında olan şefaati reddeden ayetler; Zira Yahudiler şefaat hakkında kendilerine özgü bir inanca sahiptirler. Bu konudaki ayetler aşağıdakilerden ibarettir;

1-(Ey İsrailoğulları) ‘İleride gelecek bir günden korkun ki; o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç kimseden şefaat kabul olunmaz ve fidyede alınmaz. Onlara asla yardım yapılmaz.’465[465]

2-‘Ve bir günden sakınınız ki; o günde kimse kimseden yana bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez, onlara hiçbir yardım da gelmez.’466[466]

Bu iki ayetin her ikisi de Yahudilerin inanmış oldukları şefaati reddetmektedir. Zira Kuran’ı Kerim bu iki ayetten önce şöyle buyuruyor; ‘Ey İsrailoğulları! Özellikle size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar diğer) insanlardan üstün kıldığımı hatırlayın’

‘Ey İsrail oğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) alemlere üstün kıldığımı hatırlayın’467[467]

Yukarıda şefaati nehyeden ayetler, Yahudilerin inanmış oldukları şefaati reddetmektedir. Zira onlar, şefaat hususunda şöyle diyorlardı; Biz Peygamberlerin evlatlarıyız. Bizim günahlarımız her ne kadar fazla olursa, babalarımız bizim hakkımızda şefaat edeceklerdir. Böyle kayıtsız ve şartsız bir şefaate inanmak tamamen yanlıştır. Şöyle ki; sırf Peygamberlere yakınlık derecesinden dolayı, kişinin her istediği günahı yapacağına ve peygamberlere olan yakınlığının ona kafi geleceğine, kurtuluşuna vesile olacağına inanmasına İslam kesinlikle karşı çıkmıştır. Zira İslam dini, kurtuluş ölçüsünün nesep yönünden yakınlık olduğunu değil de, iman ve salih amel olduğunu belirtmiştir. Bu sebepten dolayı, Kuran’ı Kerim, bu ayetlerde onların inandıkları şefaati reddetmiştir. Çünkü Yahudiler kendilerini özel bir millet olarak görüyorlardı. Onlar Allah’ın seçkin bir ümmeti olduklarını söylüyorlardı. Aynı görüş ve inançlara Mesih’iler de sahipti. Kuran’ı Kerim bu konuya binaen şöyle buyuruyor; Yahudiler ve Hıristiyanlar: ‘Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz’ dediler.468[468]

Onlar Ahirette ki; kurtuluşu İsrail soyuna dayanmaya mahsus biliyorlardı. Onlar amel kavramının dışında sadece bu soya veya bu iki dine mensup olanların ahirette kurtulacaklarını söylüyorlardı. Kuran’ı Kerim, onlardan şu şekilde nakletmektedir; ‘(Ehl-i Kitap) Yahudi ve Hıristiyanlar hariç, hiç kimse cennete girmeyecek, dediler.469[469]

Kuran’ı Kerim, açık bir şekilde böyle bir inancın yanlışlığını vurgulamış, bir soya veya bir dine mensup olmanın kurtuluş ölçüsü değil de, asıl ölçünün kalbi iman, teslim ruhu ve salih amel olduğunu beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur;

‘O iddia onların kuruntusudur. Sen onlara de ki; Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin. Bilakis muhsinlerden olarak kim yüzünü Allah’a döndürürse onun mükafatı Rabb’inin katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de onlar üzülürler.’470[470]

Onlar ukalalıklarında sınırı aşarak şunları bile söylemeye cesaret ettiler:

‘(İsrail oğulları) Dediler ki; sayılı birkaç gün müstesna, ateş bize dokunmayacaktır. De ki; onlara, yoksa Allah katından bir söz mü aldınız?’471[471]

Bu iki ayet kendilerini beğenip, kibirlenen bir millet hakkında bahsedip, onların hiçbir kayıt ve şart getirmeden inandıkları şefaati reddetmiştir.

Bu halde, sadece bu iki ayete bakıp, Kuran’daki şefaat konusunu reddetmek doğru olmayacaktır. Zira açıklayacağımız gibi, Kuran’ı Kerim ve İslam dini şefaati şartlarına ve vasıflarına göre tasvip etmiştir.

Müfessirler de bu iki ayeti tefrir ederlerken, burada red olunan şefaatin Yahudilerin inanç ve düşüncelerinde olan şefaatin olduğunu belirtmişlerdir.472[472]

Üçüncü Sınıf: Üçüncü sınıf ayetler, kıyamet günü kafirler için şefaatçi olmayacağını veya şefaatçilerin şefaatinin onlara hiçbir fayda vermeyeceğini belirten ayetlerdir.

O ayetler şunlardan ibarettirler;

1-‘... Önceden onu unutmuş olanlar derler ki; Doğrusu Rabb’imizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bizim şefaatçimiz var mı ki bize şefaat etsinler veya tekrar geri döndürülmemiz mümkün mü ki; yapmış olduğumuz amellerden başkasını (daha güzelini) yapalım? Onlar, gerçekten kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeylerde kendilerinden kaybolup gitti.’473[473]

Bu ayette şefaati talep edenler, kıyamet gününü inkar edenlerdir. ‘Onlar kendilerine yazık ettiler’ cümlesi, onlar için şefaatçilerin olmayacağının kanıtıdır. Zira onlar için şefaatçi olmuş olsaydı, Kuran ‘Onlar kendilerine yazık ettiler’ şeklinde buyurmazdı.

2-‘Çünkü biz sizi alemlerin Rabb’i ile bir seviyede tutuyorduk. Bizi ancak o günahkarlar saptırdı. Şimdi artık bizim ne şefaatçimiz var ve ne de yakın bir dostumuz’474[474]

3-‘Ceza gününüde yalan sayıyorduk. Nihayet bize ölüm gelip çattı. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.’475[475]

Müfessirler bu ayetlerin tefsirinde şöyle demişlerdir; Bu ayetlerde geçen şefaatçilerden maksat kafirlerin düşündüğü putlar gibi şefaatçiler değil de, gerçek şefaatçilerdir. Bu gerçek şefaatçilerin şefaatinin onlara bir fayda vermemesinin sebebi şudur; Onlar kıyamet ve ceza gününü inkar ettiklerinden dolayı, birçok büyük günahlara mürtekip olup, ilahi farzları terk ettiler, dolayısıyla şefaat olunmaya layık olmadılar. Zira Allah ile en ufak bir bağ dahi kurmadılar ve manevi bağlarını şefaatçilerden kopardılar.

Bu tür şahıslar temizlik ve takvadan uzak oldukları için, asla şefaat vesilesiyle temizlenmezler. Başka bir ibarete göre, Şefaatçilerin şefaati insanlar hakkında Allah’ın izni ve rızası ile gerçekleşecektir. Allah’ın izni ve rızası da, Allah ile irtibatı olup da onun rızasına şamil olan insanlar hakkında olacaktır.

Netice itibarı ile, kıyameti inkar eden bu inkarcılar için şefaatin olmaması veya şefaatin onlara fayda vermemesi, iman ehli hakkında da şefaatin olmayacağı anlamına gelmez.

Dördüncü Sınıf: Putların şefaatçi olmasının yanlışlığını vurgulayan ayetler, Kuran’ı Kerime ve cahilliye dönemi tarihine bakacak olursak, putperestlerin kendi elleriyle yaptıkları putlara taptıklarını açık bir şekilde görmemiz mümkündür. Onlar bu putlara taparak, onların rızasını kazanarak, Allah’u Teala katında kendilerine şefaatçi olacaklarını zannediyorlardı. Kuran’ı Kerim farklı unvanlarda onların mabut olarak seçilmesini nehyettiği gibi, onların şefaatçi olmalarını da reddetmiştir. Bu konuda şöyle buyuruyor;

1-‘Hani bizim ortaklarımız sandığınız şefaatçileri de yanınızda göremiyoruz! Andolsun aranızdaki bağ kopmuş ve sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.’476[476]

2-‘Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ diyorlar. ‘De ki: Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyimi haber veriyorsunuz? Haşa! O onların ortak koştukları her şeyden uzak ve yücedir.’477[477]

3-‘(Allah’a koştukları) ortaklarından kendilerine hiçbir şefaatçi çıkmayacaktır. Zaten onlar ortaklarını da inkar edeceklerdir.’478[478]

4-‘Yoksa onlar Allah’tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki; Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve onlar akıl erdiremezler (düşünemezler)’479[479]

Bu ayetlerin tamamı, putların şefaatçi olmalarını reddetmektedir.

Bu ayetler şefaat kavramını tamamen mutlak olarak nehyetmemiş aksine kafirlerin inandığı şekilde, putların şefaatini reddetmiştir.

Zira bu varlıklar (putlar) Kuran’ın tabirine göre akıl ve şuurdan yoksundurlar ve bir şeye malik de değildirler, öyleyse bu halde onlar nasıl olabilir de başkasından zararı def edebilirler.

5-‘Ben ondan başka, ilahlar edinir miyim hiç? Çünkü o çok esirgeyici Allah, bana bir zarar dilerse o sizin putlarınızın şefaati bana hiçbir fayda vermez. Onlar beni asla kurtaramazlar’480[480]

Bu sözün sahibi Habibi Neccar’dır. Zira O Hz. İsa’nin elçilerini himaye etmek için putları ve onlara olan şefaat inancını eleştirmiş ve reddetmiştir.

Buraya kadar ele aldığımız ayetlerden anlaşılan şudur; Şefaati reddeden ayetler sadece dört grubu içermektedir.

Üstat Allame Muhammed Hüseyin Tabatabai, şefaati reddeden ayetleri ‘el-Mizan’ adlı eserinde şöyle tefsir ediyor; Eski putperest milletler ve benzeir sapık inançlı kimseler, ahiret hayatında tıpkı dünya hayatı gibi olduğunu düşünüyorlardı. Orada da sebepler yasasının yürürlükte olduğunu, doğada egemen olan madde kaynaklı etki ve tepki kurallarının orada da geçerli olduğunu sanıyorlardı. Bu yüzden işledikleri suçları görmezlikten gelsinler veya bir takım ihtiyaçlarını gidermede yardımcı olsunlar diye kendi ilahlarına bir takım kurbanlar ve hediyeler sunuyorlardı.

Bununla o ilahların şefaatlerini umuyorlardı veya günahlarının fidyesini verdiklerini düşünüyorlardı. Bazen bir canıl veya silah sunarak onlardan yardım diliyorlardı. Hatta bazen ölülerle bir takım süs eşyalarını gömüyorlardı ki; ölü ahirette onlardan yararlansın. Veya ölünün mezarına bazı silahlarda koyuyorlardı ki; gerektiğinde kendini savunabilsin. Kimi zamanda ölüyle birlikte ona arkadaşlık edecek bir cariyeyi veya ona yardım edecek bir yiğidi de defnederlerdi. Bu gün müzelerde topraktan çıkarılan tarihi eserlerin yanı sıra, bu tür amaçlar için kullanılan gereçlerde sergilenmektedir.

Bir çok muhtelif İslam milletleri arasında da, bu tür inançların kalıntılarına rastlanmaktadır. Kalıtım yoluyla gelen bu inançlar zaman sürecinde bazı şekilsel değişmelere de uğramıştır.

Kuran’ı Kerim bu tür asılsız kuruntuların ve yalana dayalı safsataların tümünü geçersiz kılmıştır. Allah’u Teala bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor; ‘O gün emir yalnız Allah’a aittir.’481[481]

Başka bir ayette de şöyle buyuruyor; ‘Azabı gördüler ve aralarındaki bütün bağlar kesildi.’482[482]

‘Andolsun sizi ilk kez yarattığımız gibi, yine tek olarak bize geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Hani, ortaklarınız olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bağlar kesilmiş ve iddia ettiğiniz şeyler sizden kaybolup gitmiştir.’483[483]

‘İşte orada her can geçmişte yaptıklarını dener. Gerçek mevlaları olan Allah’a döndürülürler ve uydurdukları şeyler kendilerinden kaybolup gider.’484[484]

Bu ve benzeri ayetlerde, ahiret aleminde dünyevi bağların sebeplerin ortadan kalktığı, doğal ilgilerin yok olduğu dile getirilir. Ahiretle ilgili olarak göz önünde bulundurulması gereken gerçek ve asıl ilke budur.


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin