Resulü Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra İslamı genişletmek ve yaymak için fetihlere başladılar, has bir temeddün ve kültüre sahip olan milletleri mağlup ettiler. Müslümanlar arasında, yenik düşen milletlerin ilimlerini, sanatlarını, edebiyatlarını.... öğrenmeye alakalı olanlar vardı. İşte bu alaka ve ilgi onları müzakereye, sohbete ve sonrasında da onların kitaplarını Arap Lisanına tercüme etmeye zorlamıştır. Mütefekkir ve düşünürlerin ilmi kavramları, insanların öğrenmeleri ve yararlanmaları için önemli bir değere sahiptir. Allah’u Teala Kur-an-ı Kerimde varlık aleminin sırlarında düşünmeyi akıllıların nişanesi olarak belirtiyor ve şöyle buyuruyor; “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı ananlar (şöyle dua ederler) Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.” 751[751]
İnsanların ilim, fen ve düşüncelerine hayatın kilit alanlarında ve ilahi çerçevelerde değer vermek ve bunlardan yararlanmak ve her zaman ve mekanda bilim adamları ve düşünürlerin faydalı sözlerine önem vermek gerekir. Nitekim Kur-an-ı Kerim şöyle buyuruyor; “Dinleyip de sözün en güzeline uyanları müjdele.” 752[752]
İlim ne kadar uzakta olursa da olsun İslam dini onu öğrenmeye büyük bir önem vermiş ve tüm insanlığı bu doğrultuda davet etmiştir. Resulü Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor; “ilim çinde dahi olsa onu talep ediniz.”
İşte bu esasa göre Müslüman ilim adamları, Mısır, İran ve Suriye topraklarında yaygın olan Yunan ve Rum maariflerini, ilimlerini, öğrenmeye koyuldular. Bunlar, Yunan ilimlerinin hazinesine ulaştıktan sonra o ilimleri Süryani Lisanından Arap Lisanına tercüme etmişlerdir.753[753]
İran, Rum ve Yunan ilimlerini Arap Lisanına çevirmek Emeviler döneminde başlamış ve Abbasiler döneminde şiddet kazanmıştır. Tarih her ne kadar da Halid b. Yezid b. Muaviyeyi ilk mütercim gösterse de754[754] ama gerçeklere göre o ilk mütercim değil de bu işe ilk teşvik eden kişidir. Zira o, kimya ilmine alakası olduğu için, Yunanca ve Kıbti Lisanında olan kimya kitaplarını Mısır alimlerinden Arap Lisanına tercüme etmelerini istemiştir.
Netice de, tıp dalında, mantık, felsefe ve diğer dallarda tercüme olunan kitapların tamamı fayda ve zarar ile içiçeydi. Tercüme hareketi Emeviler ve Abbasiler döneminde hiçbir has kanuna sahip değildi. Tercüme olunan kitapların bazı bölümleri İslamın usulu ile çelişkili ve muhalif olsa bile mütercimler için bir anlam ifade etmiyordu. Çünkü tek hedef Rum, Yunan, Kıpti ve İran ilimlerini Arap Lisanına çevirmekti.
İlmi ve felsefi metinler o kadar yanlış şeylerle doluydu ki, hatta Mesihi alimleri dahi bu tür kitapların mesihilerden aşağı tabaka da bulunan avam kesiminin eline geçmesine izin vermiyorlardı.
Celaleddin Siyuti, bizim sözümüzü ispat edecek bir destanı şu şekilde nakletmektedir; Memun, Sisil adında Mesihi bir hakime bir mektup yazarak o şehrin kütüphanesini Bağda’ta intikal ettirmesini istedi. O zamanda o kütüphanede bir çok ilmi ve felsefi kitaplar bulunmaktaydı. Sisil adındaki hakim meseleyi şehrin önde gelenlerine açtı. Onun müşavirlerinden olan mesihi bir alim hakime şöyle dedi; Bir an önce bu kitapları Müslümanların topraklarına gönder. Zira bu kitaplar nereye ve hangi ülkeye giderse, orda ki, halkın akide ve inancını bozar. Hakim bu sebepten dolayı bütün kitapları Memuna göndermiştir.755[755]
Mütercimler, tercümeleri teşvik ve himayet edenler genelde gayri Müslimdiler. Müslümanlardan çok az bir grup bu işe alaka gösteriyorlardı. İslamın ilk asırlarında tıp ilminin mütehassısları ya Mesihi idiler veya da Yahudi idiler. Neticede bu tabipler kendilerine müracaat eden hasta Müslümanların bazılarını gayri İslami inançlarla etkiliyor ve onların kalbine vesvese ve şeklerin yerleşmesine sebep oluyorlardı. Her halukarda ecnebi kültürünün ve kitaplarının Müslümanların arasına yayılması mezhep ve mekteplerin çıkmasına sebep olan etkenlerden bir tanesidir.
ALTINCI SEBEP: NASSA KARŞI İÇTİHAD
İmanın en önemli nişanelerinden bir tanesi insanlar için Allah tarafından gönderilen hükümleri samimi bir kalple kabul etmek ve sonra ona göre amel etmektir. Zira Allah’u Teala, bu konuda şöyle buyuruyor; “Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda sene hakem kılıp sonrada verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” 756[756]
Ayeti Kerime açık bir şekilde bunu gösteriyor ki, Allah’a ve Resulünün sözlerine tam manasıyla teslim olmak ve o teslimiyete göre amel etmek imanın en açık ve net bir göstergesidir.
Bu alanda Kur-an-ı Kerim ve Peygamberin sözlerinin hiçbir farkı yoktur. Resulü Ekrem (s.a.a) efendimiz hicretin altıncı yılında Umre yapmak için yaklaşık bin dört yüz kişi ile harakete geçti. Hudeybiye de müşrikler Müslümanların Mekkeye doğru gitmelerine engel oldular. Müzakerelerden, Kureyş tarafından gidip gelen heyetlerin sohbetlerinden sonra sonunda birkaç madde ile sülha karar verip kendi aralarında bir sülhname yazdılar.
Bu konuda, Ömer b. Hattab öfkeli bir halde sinirlenip, sülhnameye itiraz ederek Ebubekire şöyle dedi; Muhammed Allah’ın Resulü değil midir? Bizler müslüman deyilmiyiz? Kureyşliler müşrik değiller mi? Öyleyse neden kendi dinimizde zillete boyun eğiyoruz? 757[757]
Böyle bir itiraz teslim makamı ile bağdaşmamaktadır. Elbette meşveret yapıldığı zaman görüş bildirilmesi normaldır. Yalnız karar alınacağı zaman Peygamberin kararı öncelikli gelir Peygamberin kararını hiçe saymak ise anormaldır.
İşte bu sebepten dolayı Kur-an-ı Kerim önce meşveret emri veriyor ve şöyle buyuruyor; “İşlerde onlara danış” daha sonra karar makamında Peygambere hitap ederek şöyle buyuruyor; “Artık kararını verdiğin zamanda Allah’a dayanıp güven.” 758[758] Ama bazıları kendilerini Müslüman gördükleri halde bu ilkeyi ayaklar altına almışlar ve kendi maslahatlarına göre ilahi emir ve hükümleri değiştirmişlerdir. Bu konuya göre birkaç örnek verecek olursak;
Dostları ilə paylaş: |