İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə5/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   50

Ehli Sünnetin yanında çok muteber ve değerli olan altı sahih Kitabın (Kutub-u Sitte- Sıhah-ı Sitte) sahiplerinden olan Müslim ve Tirmizi her ikiside ve zikrolunan bu iki sahih kitabın yanısıra diğer kaynaklar Ehlibeyt kelimesinde birleşmiş ve onu nakletmişlerdir ve naklolunan bu rivayetin de senedleri tamamen doğrudur.


SÜNNETİM METNİ’NİN SENEDİ
Sakaleyn hadisinde İtretim Ehlibeytim kelimelerinin yerine sünnetim kelimesinin naklolunduğu hadis senedi zayıf, uydurma ve düzmece olan bir rivayettir. Bu rivayeti Emevi tezgahına hizmet eden Kab-ul Ahbar’lar, Ebu Hureyre’ler gibi şahıslar uydurmuşlardır.

Hakim Nişaburi Müstedrek’inde naklolunan metni şu senedlerle nakletmiştir; Abbas İbni Ebi Üveys, Ebi Üveysden oda Sevr İbni Zeyd Deylemiden oda İkreme’den oda İbni Abbasdan Peygamberin şöyle buyurduğunu nakletmiştir; Ey insanlar ben size iki şey bırakıyorum, o ikisine sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz, bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberin sünnetidir.”

Bu metnin ravileri arasında bir baba oğul varki hadisin seredinin afetidirler. Bunlar İsmail b. Ebi Üveys ve Ebu Üveys’dir. Bu baba ve oğul sika (güvenilir) olarak vasıflanmadıkları gibi yalancılık ve hadis uydurma ile ittiham olunmuşlardır. Hafız Mezzi Tahzib-ul Kemal adlı kitabında Rical alimlerinden İsmail ve babası hakkında şunları nakletmiştir: Rical ilminin büyük alimlerinden olan Yahya İbni Müin şöyle diyor; Ebu Üveys ve onun oğlu zayıftırlar, bu iki şahıs hadisi çalmaktalar. Yahya b. Müin Ebu Üveysin oğlu hakkında, buna itimat olunmaz ve güvenilmez diye demiştir. Nesai Ebu Üveys’in oğlu hakkında, O zayıf ve sika değildir demiştir. Ebul Kasım Laleka şöyle diyor; Nesai onun hakkında çok konuşmuş ve hatta onun hadisini terketmek gerekir şeklinde demiştir. Rical alimlerinden olan İbni Adiyy şöyle diyor; İbni Ebi Üveys kendi dayısı Malik’den hiçkimsenin kabullenmediği garip hadisleri nakletmiştir.75[75] İbni Hacer Feth-ül Barinin önsözünde şöyle diyor; İbni Ebi Üveys’in hadisi ile asla istidlal olunmaz…76[76] Bunların yanı sıra sıhah-ı sittenin (altı sahih kitab) hiçbirinde İbni Ebi Üveys’den hadis naklolunmamıştır. Ebu Üveys hakkında Ebu Hatem Razinin Cerh ve Tadil kitabında dediği yeterlidir; onun hadisi yazılmakta ama onunla istidlal olunmamaktadır ve onun hadisi muhkem ve kuvvetli değildir.77[77] Ve yine Ebu Hatem İbni Müin’den Ebu Üveys’in güvenilir ve itimatlı birisi olmadığını nakletmiştir. Bu iki şahısın senetlerinde bulunan rivayetler asla sahih değildir ve bunun yanısıra (bunların rivayetleri) sabit rivayetlerle muhaliftir. Bu hadisi nakleden Hakim Nişaburi de hadisin zayıf olduğunu itiraf etmiş ve senedin tashihine çalışmamış ama onun anlam ve manasının doğruluğuna dair bir şahid ve delil zikretmemiştir. Zaten zikrolunan da sened yönünden gevşek ve itibar derecesinden düşüktür. Hakimi Nişaburinin gevşek ve itibarsız şahidi aşağıda zikrolunacaktır.
SÜNNETİM METNİ’NİN İKİNCİ SENEDİ
Hakim Nişaburi zikrolunacak senetlerle Ebu Hureyre’den merfu78[78] olarak şöyle nakletmiştir; Ben size iki şey bırakıyorum... Allah’ın Kitabı ve benim sünnetim, onlar havuz kenarında bana gelinceye dek birbirlerinden asla ayrılmazlar.

Bu metni Hakim şu senedle zikretmiştir: Zebi Salih b. Musa Talha’dan oda Abdul Aziz b. Rafi’den oda Ebu Salih’den oda Ebu Hureyreden nakletmiştir. Bu hadisde bir önceki gibi uydurmaca, düzmece ve yapmacık bir hadistir. Zira, bakınız rical alimleri Salih b. Musa Talha hakkında neler demişlerdir;

Yahya b. Mü’in Salih b. Musa güvenilir değildir. Ebu Hatem Razi onun hadisinin zayıf ve münker olduğunu demiş Nesai’de onun hadisi yazılmaz ve onun hadisi terkolunmuştur diye demiştir.79[79] İbni Hacer Tahzib-ul Tahzib’de şöyle diyor; İbni Hibban diyor ki; Salih b. Musa güvenilir ve sika olan şahıslara öyle sözleri nisbet veriyor ki o sikaların sözlerine benzememektedir. Onun hadisi hüccet değildir. Ebu Naim, onun hadisi terkolunmuştur o daima münker hadisleri nakletmiştir diye demiştir.80[80] Zehebi Kaşif adlı eserinde onun hadisinin gevşek olduğunu söylemiştir.81[81] Zehebi Mizan-ul itidal’da konu olan hadisi nakletmiş, munker (güvenilmeyen) hadislerdendir.82[82]

SÜNNETİM METNİ’NİN ÜÇÜNCÜ SENEDİ

İbni Abdul Birr Tamhid adlı kitabında bu metni aşağıdaki sened ile nakletmiştir.83[83] “Abdurrahman b. Yahya Ahmed b. Said’den, oda Muhammed b. İbrahim Dubeyli’den oda Ali b. Zeyd-il Ferazi’den oda El- Hüneyni’den ode Kesir b. Abdullah b. Amr b. Ovf’den oda babasından ve ceddinden nakletmiştir. İmam Şafii Kesir b. Abdullah hakkında şöyle diyor; yalanın rükunlarından birisidir.84[84]

Ebu Davud diyor ki; O çok yalan konuşanlardan birisidir.85[85] Nesai ve daru Kutni Ahmed b. Hanbelin şöyle dediğini kaydetmiştir; O hadis münkeridir güvenilir değildir. İbni Müin’de bu görüşdedir.

İbni Hacere şaşırmak gerekir ki, bunca rical alimi onu çok yalancı ve düzmececi olarak görmelerine rağmen o sadece zayıf olarak nitelemiş, onu yalancı ve hadis düzmecesi olarak görenleri de ifratçı olarak yadetmiştir. Oysa Zehebibile Kesir b. Abdullah’ın sözü gevşek ve güvenilmezdir diye demiştir. Malik’de Muvatta adlı kitabında bu hadisi senedsiz olarak mürseldir şeklinde nakletmiştir. Herkes böyle bir hadisin itibarsız olduğunu ve kayda değer olmadığını gayet iyi bilmektedir. Görülüyor ki, icma sünetim hadisinin hilafınadır. Eğer “Allah’ın kitabı ve benim sünnetim” diye nakledilen hadise bakılacak olursa, bunun akil ve nakil ile de bağdaşmadığı görülür. Zikrolunanların yanısıra böyle bir hadisin varlığı birkaç delil ile reddedilir.

Birinci delil: Bütün tarihçiler ve hadisçilerin yazdıklarına göre Resulullah’ın kendi döneminde hadisler toplanıp yazılmamıştır ve bunu kimsede iddia etmemiştir. O halde O hazretin ümmetine sünnetini bırakması nasıl düşünülebilir. Çünkü Nebevi sünnetin Peygamber (s.a.a) zamanında yazılması söz konusu değildi. Bu yüzden onun Kur’anı Kerim gibi merci olmasıda düşünülemez. Netice olarak diyoruz ki, Peygamber (s.a.a) yazılmayan, ortada olmayan bir sünneti nasıl ümmete merci olarak gösterebilir? Hatta Ehli Sünnet’in bazı Sıhahlarında Peygamber (s.a.a)’in Sahabeyi hadislerini yazmaktan menettiği naklolunmuştur. Öyleyse Peygamber (s.a.a)’in ben bilinmeyen ve yazılmayan sünnetimi sizin aranızda bırakıyorum demesi nasıl düşünülebilir? Ve bir taraftan menetmesi ve diğer taraftan da emretmesi düşünülemez.

İkinci delil: Bilindiği üzere Hz. Resulü Ekrem vefatından üç gün önce hastalığı ağırlaşınca ümmetinin kendisinden sonra sapıklığa düşmelerine engel olacak tavsiyelerini yazmak için kalem kağıt istemişti de, Ömer şöyle diyerek karşı çıkmıştı; Resulullah hezeyana kapılmış (sayıklıyor). Bize Allah’ın kitabı yeterlidir.86[86] Eğer Peygamber (s.a.a) daha önceden, ben sizin aranızda Allah’ın kitabı ve sünnetimi bırakıyorum demişti ise Ömer’in Allah’ın kitabını sadece yeterli görmesi yanlış olur ve aksine Allah’ın kitabı ve sünnet bize yeterlidir demesi gerekirdi.

Üçncü delil: Eğer Peygamber (s.a.a) yazılı sünnetini ümmetine bırakıp ve ümmet için tek mercinin Kur’an ve sünnet olduğunu buyurduysa, Ebu Bekir ve Ömer nasıl ve nerden hadisleri yakma ve dolayısıyla ümmeti sünnetten uzaklaştırma iznini aldılar.

Dördüncü delil: Peygamber (s.a.a)’den sonra Sahabenin bir çok karakterlerinin O Hazretin sünnetine aykırı olduğu bellidir. Örneğin Mut’a Nikahı ve Temettü haccı Peygamber (s.a.a) ve Ebu Bekir zamanın da vardı ve meşru idi ama onu Ömer yasakladı. Malik .b. Nüveyreyi öldürüp hanımı ile eden Halid b. Velid’in içtihad ettiğini söyleyen Ebu Bekir’in karşısında Ömer Halide hadd vurulması için ısrar ediyordu. Teravih namazı Peygamber ve Ebu Bekir döneminde ayrı ayrı kılınıyordu, ama Ömer onun cemaet halinde kılınmasını emretmiş ve cemaete dönüştürmüştü vb. Bu sahabeler ya O hazretin sünnetini bildikleri halde bilerek veya Peygamberden naklolunan naslar karşısında içtihad ederek muhalifet ediyorlardı ki, bu taktirde şu ayeti Kerimenin muhatabı olurlar. “Hiçbir mümin erkek ve mümine kadın Allah ve Resulü bir konuya karar verdiler mi, içlerinde seçim sahibi değillerdir. Ve kim Allah ve Resulüne isyan ederse gerçekten de açık bir delalete düşmüştür.87[87] Ya da onlar Resulüllah (s.a.a)’in sünnetini bilmedikleri için böyle davranıyorlardı. O zamanda Peygamber (s.a.a)’in “Ben sizin aranızda sünnetimi bırakıyorum” demesi nasıl düşünülebilir.? Zira Peygambere zaman ve mekan yönünden en yakın olan sahabenin hali böyleyken yani sünnete vakıf olmadıklarına göre, o zaman ve mekanda olmayan ve Resulullah’ı görmeyenlerin hali nasıl olabilir.?

Beşinci delil: Eğer Peygamber ümmeti için sünnetini bıraktı ise, öyleyse neden Peygamberin hemen vefatından sonra Ebu Bekir şöyle diyordu; Peygamber (s.a.a)’den bir şey nakletmeyin, eğer sizden bir şey sorsalar, siz ve bizim aramızda Allah’ın kitabı vardır deyiniz. Onun helalini helal ve haramını da haram biliniz.88[88]

Altıncı delil: Eğer Peygamber ümmetine sünnetini bırakmıştı ise, öyleyse neden Ebu Bekir Zekat vermeyenlere karşı savaştı. Oysa Peygamber şöyle buyurmuştur; “her kim la ilahe illellah Muhammed Resulullah derse, bir hak sözkonusu olmadığı taktirde mal ve canını benden korumuş olur, onun hesabı ise Allah’a aittir.”

Yedinci delil: Bilindiği üzere sünnetin yazılmasına Abbasilerin saltanat dönemlerinde başlanmış ve Ehli sünnette ilk olarak yazılan hadis kitabı İmam Malik’in yazdığı “El-Muvatta” kitabıdır. Bu ise büyük fitne, Hirra olayı Medine-i Münevverenin üç gün boyunca saltanat askerlerine helal kılınması ve sahabelerin alçakça öldürülmesinden sonra gerçekleşmiştir. Durum böyle iken, dünya malına ulaşmak ve zamanın zalim sultanlarına yaranmak için çalışan ravilere nasıl güvenilebilir. İşte bunun için hadislerde çelişki ve ihtilaf vücuda gelmiş ve islam ümmeti çeşitli mezheplere bölünmüştür. Öyleyse Peygamber (s.a.a)’in “Ben sizin aranızda Allah’ın kitabını ve kendi sünnetimi bırakıyorum” demiş olmasını nasıl kabul edebiliriz.? Oysa Peygamber kendisinden sonra munafık, sapık ve islam düşmanlarının kendisine bir çok yalan şeyler isnad edeceğini biliyordu. Bir hadisinde şöyle buyurmuştur; “Bana yalan şeyler isnad edenler çoğalmıştı. Bana yalan bir şeyi isnad eden kimse cehennemde yerini hazırlasın.” Peygamber (s.a.a)’in kendi hayatında bile kendisine yalan şeyler isnad edenler çok olduğuna göre, O Hazret nasıl Müslümanlara hayatından sonra sünnetini merci olarak gösterebilir?

Sekizinci Delil: Eğer Allah’ın Kitabı ve benim sünnetim hadisi doğru ise, öyleyse neden Ebu Bekir, Ömer ve sahabeden olan onların yandaşları Hz. Fatıma (s.a)’ya ihtiramsızlık edip onun evine baskın düzenleyip evinin kapısını kırmaya kadar bile ileri gittiler....? Acaba bunlar Peygamber (s.a.a)’in şu sözünü duymamışlar mıydı? ki, O Hazret şöyle buyurmuştu; “Fatima benim vücudumdan bir parçadır, kim onu gazaplandırırsa beni gazaplandırmış olur ve kim ona eziyet ederse bana eziyet etmiş olur.” Evet, gerçekten de bu sözü gayet iyice duymuş ve derketmişlerdi, ama hayret onlara ve sevenlerine...? Acaba Şura suresinin 23. Ayetini Peygamberin yakınları ki, onlardan biride Hz. Fatıma idi duymamışlar mıydı ki, Allahu Teala şöyle buyuruyor; “Deki sizde risaletim karşılığında benim yakınlarımı sevmekten başka bir şey istemiyorum”

Dokuzuncu delil: Eğer Allah’ın Kitabı ve sünnetim hadisi sahih ise, öyleyse neden bu sünnet bir çok sahabe tarafından bilinmiyordu ve netice itibari ile onlarda dinde kendi reylerine göre fetva veriyorlardı.

Sahabeden sonraki mezhep İmamları da bu yolu takip etmişlerdir. Eğer ümmetin yanlışlık, sapıklıktan kurtulması için Peygamber (s.a.a) kendi sünnetini bırakmışsa, kıyas yolu ile, şahsi fetvalar ile fetva vermeğe ve dini harap etme uğraşına girmeğe gerek yoktu. Zira eğer sünnet ortada ise, sünnet dışı her şey bidat olur ve hadise göre de her bidat ateştedir.

Onuncu delil: Eğer “Allah’ın Kitabı ve sünnetim” hadisini kabul edecek olursak, hem Kur’anı Kerim’de ve hem de sünnet’te yanılgıya düşer ve bir yere varamayız. Dolayısıyla kendimize güvenilir ve sağlam bir merci ve ölçü bulmuş olayız. Zira Peygamber (s.a.a)’den sonra ümmet için en önemli olan, insanları ihtilaflardan uzak tutup ihtilafların itifaka dönüşmesini ve insanları gerçek Nebevi sünnet doğrultusunda ve Kur’an kanunları içerisinde yüce manevi mertebelere ulaştıracak ve en güzel haliyle insanlara hidayetçi görevini yapacak bir ölçüye ihtiyaç vardır. O ölçüde “Sünnet” olamaz. Zira eğer sünnet, bir ölçü olsaydı Müslümanlar arasında bunca ihtilaf ve çelişki olmazdı. Örneğin, Sünneti Nebevide Ebu Bekir ile Ömer zekat vermeyenlerle harbetmek konusunda ihtilaf etmişler, Hz. Fatıma ile Ebu Bekir Fedek hurmalığı konusunda Ebu Bekir tarafından Peygambere nisbet verilen “Biz Peygamberler miras bırakmayız...” hadisinde ihtilaf etmiş, Ebu Bekir onu Peygambere nisbet vermiş ama Hz. Fatıma bunun Peygambere ait olmadığını buyurmuştur, Peygamber (s.a.a)’in hanımları kendi aralarında ihtilaf etmiştir. Yine Ebu Hureyre gibi meşhur bir ravi çelişkili konuları nakletmiş ve Peygamberin Ramazan ayında cünub olarak sabahladığını ve o gün oruç tuttuğunu bildiren hadiste ve dolayısıyla sünneti Nebevide Aişe ile ihtilaf etmişlerdir. Yine Aişe ile İbni Ömer arasında ihtilaf çıkmıştır. İbni Ömer Peygamber Receb ayında Ümre etmiştir konusunda hadis nakletmiş ama Aişe onu tekzib etmiştir. Yine Abdullah İbni Abbas ile İbni Zübeyr muta nikahı hakkında ihtilafa düşmüşlerdir.89[89] Yine Hz. Ali ile Osman arasında Hac mutası hakkında ihtilafları çıkmıştır. 90[90] Ve diğer sahabeler kendi aralarında abdest konusunda, yolcu namazında, Besmele denilip denilmemesinde... bir çok ihtilaflara düşmüşlerdir. Tabiin arasında bu konudaki ihtilaflar okadar çoğalmıştı ki, yüzlerce mezheb ortaya çıkmıştı. İbni Mesud’un bir mezhebi var idi, İbni Ömer’in bir ayrı mezhebi, ve nihayeten İbni Abbas, İbni zübeyr, İbni Uyeyne, İbni Cureyr, Hasan-ul Basri, Sufyanı Sevri, Malik, Ebu Hanife, Şafii, Ahmed b. Hanbml ve daha bir çoklarının ayrı ayrı mezhepleri vardı.

Elbette siyasi etkenlerin zoruyla sadece dört mezhep resmileşmiş, bu yüzden Ehli sünnet fikrinden doğma bu dört mezhep haricindeki bir çok Ehli sünnet mezhebi yok olup gitmiştir. Yine de geriye kalan bu dört mezhep Fıkhi mezheplerin bir çoğunda birbirleriyle ihtilaf etmektedirler. Bütün bunların sebepleri ise onların Peygamber(s.a.a)’in sünnetindeki ihtilaflarıdır. Birisi kendi nmzdinde sahih olan bir sünnete dayanarak bir konuda bir fetva verirken diğeri ya başka bir sünnet ile veya kendi reyine göre içtihat ederek veya onun Nass olmadığını iddia ederek, onu diğer bir meseleyle kıyas ediyor ve buna göre hüküm veriyor.

Eğer bir müslüman bu karışıklık ve ihtilaflar içerisinde o alimin veya bu alimin sözünü delilsizce kabullenir veya körü körüne geçmişlerine taklit eder veyahut’ ta taassubundan dolayı önceden girmiş olduğu belirli bir kalıp içerisinden dışarı çıkmıyorsa hak yolun dışında yanlış yolu gitmiş ve şu ayete mazhar olurlar: “Onların çoğu ancak zanna kapılmışlardır. Şüphe yok ki zan gerçek karşısında hiçbir şeye yaramaz.”91[91]

Hal böyleyken bu ihtilaflar içine düşen ve bu ihtilaflar içinde olan bir müslüman ne yapsın? Bunların hangisi gerçek sünnettir? Bunların hangisi ümmeti tereddüt’ten, ihtilaftan kurtarıp ittifak vadisine götürür? Biz diyoruz ki, gerçekte sünnet ölçü değil de aksine insanları Peygamber (s.a.a)’in gerçek ve hakiki sünnetine götürecek ve Kur’anı Kerimi olduğu gibi insanlara açıklayacak vesileler ölçüdür. Bu ölçülerde Peygambere en yakın olan ve vahyin kendi evlerinde Peygambere nazil olduğu ve Tathir ayetine göre günahlardan arınan EhliBeyt imamlarından bakası değildir. Zira ev halkı evde olup bitenleri dışarıdaki insanlara nazaran daha iyi bilirler. Örneğin, anahtarı olmayan kilitli bir evin kapısına ilerlemek yanlıştır. Eğer anahtar varsa ancak kapıyı bu suretle açabiliriz aksine kapıyı tabii yolla açamayız, gayri tabii yolla da kırmaktan başka çare yoktur. Eğer Ehlibeytsiz olarak sünneti Nebeviye ulaşacağımızı sanıyorsak onu aynen o kapı gibi kırmış oluruz ancak. Çünkü Ehlibeyt imamları vahyin ve Sünnetin kilitleridir. Bu araştırmadan ve beyandan sonra bu hadisi son tabakalarda yer alan bazı Ehlibeyt düşmanı alimlerinin uydurduğunu anlıyoruz. Çünkü Ehlibeyti hilafetten uzaklaştırdıktan sonra böyle bir şeyi uydurmaları gerekirdi. Bu kısa araştırma, açıkça tüm gerçekleri ortaya koymuş ve “benim sünnetimdir” olan hadisin Emevilerin tezgahı tarafından kiralanan yalancı ve menfaatçi raviler tarafından “benim itretim Ehlibeytim” dir hadisi karşısında uydurulduğunu ispatlamıştır. İşte bundan dolayı hakkı görüp, duyup bir çırpıda kabullenecek basiretli insanlar, yazarlar, alimler ve vaizlerin Peygamberden naklolunmayan hadisi terk etmeleri, anlatmamaları aksine onun uydurma ve düzmece olduğunu söylemeleri ve asıl gerçek olan sahih hadisi nakletmeleri gerekir. Ve yine müslim’in kendi sahihinde “benim Ehlibeytim’dir” Tirmizi’nin kendi sünenin de “Benim itretim ve Ehlibeytim’dir” kelimeleri ile naklettikleri hadisi anlatmaları, yazmaları ve Müslümanları bu sahihlerle tanıştırmaları gerekir. Bütün bunlardan sonra “Allah’ın Kitabı ve benim Ehlibeytim” diye bilinen Sakaleyn hadisi Ehli sünnetin kabul etmediğini ve Şianın uydurmalarından olduğunu kabul etmek kişinin kendi cehaletini, taassubunu veya inadını gösterir. Allahu Teala dan cahillikten doğan bağnazlık, batıl inat ve kör taassuptan Allah’a sığınır ve bunları tüm kalplerden uzaklaştırmasını niyaz ederiz.
SAKALEYN HADİSİ’NİN MEFHUMU
Peygamber (s.a.a) itret ve Ehlibeyti Kur’anın yanında kur(anla birlikte zikredip her ikisini de insanların içinde Allah’ın hücceti diye tanımladığı için, ondan iki neticeye varılabilir.

1- Peygamber (s.a.a)’in itretinin sözü Kur’an gibi hüccettir. Dini konuları içeren akidevi, fıkhi, kelami... konularda onların emirlerine, sözlerine göre haraket edilmeli ve onların dışındaki insanlara rücu edilmemelidir. Zira Ehlibeyt imamlarının hiçbir alanda bıraktıkları bir boşluk bulunmaz ki bir başkası gelip de o boşluğu dolduruversin. İmam Mehdi (a.f) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: “bizim yolumuzun dışında ilim aramak bizi inkara sebep olur.”İmam burda aranması, öğrenilmesi gereken bütün ilimlerin kendilerinde mevcut olduğunu ve insanlığı ilahi ve manevi mertebelere sadece kendilerinin ulaştıracağını vurgulamıştır. Zira onlar her dalda bütün ilimlerin babaları ve üstatları olmuşlardır. Her dönemde halifelerin, insanların ilmi sıkıntılarla karşılaştıklarında imamlar rücu ettiklerini tarih tamamen kaydetmiştir. Müslümanlar Peygamber(s.a.a)’in vefatından sonra hilafet konusu hakkında ihtilafa düştüler ve hepsinin de kendilerine göre delilleri var ama Ehlibeyt imamlarının ilmi bir merci ve maneviyat ve irfanın simgesi olmalarında hiçbir ihtilafa düşülmemiştir. Zira herkes Sakaleyn hadisinin sahihliğinde ittifak etmiştir ve bu hadis dinin bütün olanlarında rücu olunması gereken merkezin Kur’an ve Ehlibeyt imamları olduğunu göstermektedir. Eğer islam ümmeti bu hadise amel etseler ihtilaf dairesi fazlasıyla küçülecektir.

2- Kur’anı Kerim Allah’ın kelamı olduğu için hatadan uzaktır. Zira Allahu Teala şöyle buyuruyor: “ ne önceden onun hükümlerini iptal eden bir kitap gelmiştir ne de ondan sonra gelir ve batıl ona zarar veremez. Hüküm ve hikmet sahibinden, hem de layık mabud tarafından indirilmiştir.”92[92]

Eğer Kur’anı Kerim hatadan beri ise Kur’anın yanında onunla beraber zikrolunan Ehlibeyt te hatadan beri olur. Zira hatalı insanların, Kur’an ile rücu makamında eş değerde tutulmaları ve Kur’an gibi onunda mutlak itaatinin belirtilmesi ve onunla birlikte zikrolunması sahih ve doğru değildir. Elbette şunu da belirtelim ki, İsmet ve masumluk sıfatı Peygamberliği gerektiren sıfatlardan değildir. Zira Hz. Meryem ‘Al-i İmran 42. Ayetin “An o zamanı da hani melekler Meryeme ya Meryem Allah gerçekten de seni seçti, temizledi...” hükmüne göre masumdu ama Peygamber değildi. Netice olarak diyoruz ki, Peygamber efendimiz, Kur’an ve sünneti değil de, Kur’an ve Ehlibeytini islam ümmetine bırakmıştır. Bu araştırmanın okuyuculara ışık tutması ümidiyle.


İMAM MEHDİ’NİN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ
Bu bölümde 12. İmam Mehdi (a.s)’ın hayatına kısa bir şekilde değinip daha sonra asıl konumuz olan Mehdeviyet meselesini ele alacağız. İmam Hasan Askeri (a.s)’ın oğlu İmam Mehdi (a.s) hicret 255’de Şaban ayının 15’inde Cuma sabahı Irak’ın Samirra şehrinde dünyaya gelişiyle Cihanı nurlandırmıştır. O Hazretin doğum yılının hicri 254, 256, 257 ve 258’de de olduğu zikrolunmuştur. Bu ihtilaf O Hazretin gizli bir şekilde dünyaya gelmesinden kaynaklanmış olabilir. İmam Mehdinin dünyaya gelişi tarihte kesin bilinen meselelerdendir. Bu konuyu Şia alimleri dışında bir çok Ehli sünnet muhaddisi, müverrihi ve müfessiri de kabullenmiştir. O hazretin ismi Muhammed’dir. Bütün hadisçiler bu ismin, ceddi Resulullah tarafından O Hazrete bırakıldığını kaydetmişlerdir. Peygamber ve 12. İmamın isimlerinin bir olması bir rastlantı değil de aksine bir hikmeti ve sırrı içermektedir. Zira Peygamber efendimiz gelişiyle cihanı nura boğup insanlığı cehalet bataklığından çıkarıverdi. İmam Mehdi (a.s)’da zuhur ettiğinde insanlığı cehalet bataklığından, kula kulluk esareti zinciri altından zulmet ve zulümden heva, heves ve nefsi ilah edinmeden çıkarıp onlara seadeti sunacak ve tüm yeryüzüne ilahi hükümleri hakim kılacaktır.

O Hazretin meşhur lakapları şunlardan ibarettir; Mehdi, Kaim, Muntezer, Halefi, Salih, Bakiyetullah, Mensur, Sahib-ul Emr, Veliyyi Asr ve Sahib-uz Zamandır. Bunların en maruf ve meşhuru Mehdidir. Bu lakapların her birinin ayrı bir sebebi vardır. Örneğin, O Hazret hakka doğru hidayet edeceği için O Hazrete “Mehdi” denilmiştir. Müminler O Hazretin zuhurunu ve mübarek adımlarını bekledikleri için O Hazrete “Muntezer” (beklenilen) denilmiştir. Allah’ın kullarına yeryüzünde delil ve hücceti olduğu için O Hazrete “Hüccetullah” denilmiştir.

O Hazretin annesi hakkında farklı farklı rivayetler vardır. Mes’udi, onun Annesinin Nergis adında bir keniz olduğunu nakletmiştir.93[93] Şeyh Tusi bir rivayette O Hazretin annesinin isminin Reyhane olduğunu demiş ve hemen arkasından Nergis, Sukeyl, Susan isimlerini de eklemiştir.94[94] Şeyh Mufid O Hazret için sadece “Nergis” ismini zikretmiştir.95[95] Bazı araştırmacılar O Hazretin asıl isminin Nergis olduğunu söylemişler ve Sukeyl ismi haricindeki diğer isimlerin O Hazrete İmam Cevad (a.s)’ın kızı hekime hatun tarafından bırakıldığını zikretmişlerdir. O zamanın insanları kendilerine gelen şahısa hoşnutluklarını belirtmek için çeşitli güzel isimlerle hitap ediyorlardı. Nergis, Reyhane ve Susan’da gül isimleridir.

İmam Mehdi (a.s)’ın annesinin milliyeti hakkında muhtelif görüşler vardır. Bu görüşler içerisinde en meşhuru şudur; İmamın annesi Rum Padişahının kardeşi Yesu’nun kızıdır. Keniz kılığında Bağdata köle pazarına gelmiş ve İmam Hadi (a.s)’ın emriyle İmamın huzuruna getirilmiştir. Bazı tahlilcilerde Şeyh Tusinin naklettiği şu rivayeti tercih etmişlerdir; İmam Mehdi (a.s)’ın annesi İmam Hadi (a.s)’ın kız kardeşi Hekime’nin evinde büyüyen bir keniz idi. İmam onun simasını gördüğünde Allah’ın has inayetiyle ondan bir erkek çocuk dünyaya geleceğini biliyordu.96[96] Nergis hatun fazilet ve manevi olgunlaşma bakımından bir dereceye varmıştı ki, İmamet ailesinin en saygıdeğer hanımefendisi, İmam Hadi (a.s)’ın kızkardeşi Hakime hatun onu ailenin hanımefendisi ve kendisini de onun hizmetçisi diye sunmuştur.

İmam Mehdi (a.s)’ın viladetini anlatan ve Mes’udinin (vefat h. 345) zamanında da güvenilir ve muvassak rivayet Hakime hatunun naklettiği rivayettir. Şeyh Saduk o rivayeti İmam Cevad (a.s)’ın kızı Hakime hatunun dilinden şöyle nakletmiştir; Ebu Muhammed Hasan b. Ali (a.s) beni kendi yanına seslediler ve şöyle buyurdular; Bibi, bu akşam iftara bizim yanımızda kal, zira şaban ayının 15’dir. Bu akşam Allahu Teala kendi hüccetini yeryüzünde zahir edecektir. Ben imamdan onun annesinin kim olduğunu sual eyledim; Nergis olduğunu buyurdular. Dedim ki fedan olayım hamilelik belirtileri onda mevcut değildir. Şöyle buyurdular; dediği şey gerçekleşecektir. Bunun için içeri girip selam verdim. Nergis hatun benim ayakkabımı çıkarmak için ileri geldi ve hanımım nasılsınız diye halimi sordu. Dedim ki sen benim hanımım ve hanedanımsın O benim sözümden sarfı nazar ederek bibi ne diyorsunuz diye sual eyledi. Dedim ki, kızım bu akşam Allahu Teala sana bir erkek evlat inayet edecek ve O bu dünya ve o cihanın mevlası olacaktır. Onun utancından yüzü kızarıverdi. Daha sonra akşam namazını kılıp iftar eyledim ve sonrasında uyudum. Gece yarısı yatsı namazımı kılmak için uyandım. Nergis’de hamilelik belirtileri yokken ve uykudayken namazımı kıldım ve daha sonra nafile namazımı da kıldım ve yatağıma gittim ama bir daha uyandım henüz o uykudaydı bir ara yerinden kalkıp nafile namazını kıldı ve tekrar yatağına uzanı verdi.


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin