Hıristiyanların İslâm Karşıtı Propagandaları
İslâm'ın manevî nüfuz ve etki gücünden çok ürken Hıristiyan dünyası bu yüce dinin uluslararası platformda kazandığı konumu tezyif edip yüce İslâm'ı lekeleyebilmek amacıyla çok geniş çaplı bir propaganda başlatmıştır ve bu yolda gerekirse akla gelmedik iftira ve karalamalara başvurmaktan çekinmemekte; hakikat güneşini çamurla sıvamak ve dünya insanlığının İslâm'ın hakkaniyetini tanımaması ve bu yüce dinin hakikatlerinden bihaber kalması için olmadık yollara başvurmaktadır.
Alman televizyonu bir İslâm ülkesi olan Yemen'le ilgili bir programda camiler ve Müslümanların ibadet tarzlarını gösteriyordu. Bu programda spiker, Yemen'in fakirlik ve geri kalmışlığını çok teferruatlı bir şekilde anlatmaya başladı ve hemen ardından lafı dine getirip, yüce İslâm'a saldırmaya başladı ve şöyle dedi:
"Bu bölge insanlarının bu geri kalmışlık ve fakirliklerinin nedeni İslâm dinidir. Bu din onları çağdaş dünyanın 200 yıl gerisine götürmüştür, bu ilkel şartlarda kalınmasının nedeni İslâm'ın şeriat hükümleridir, bütün dünyada vuku bulan köklü değişiklikler ve kalkınma programlarından bu insanların mahrum ve geri kalmalarının yegâne nedeni, bu halkın dinî inançları ve şeriata bağlılığıdır."
Lafı ustaca bu noktaya getirip hakikati böylesine ustaca saptıran bu zehirli propagandaların, İslâm'ı doğru dürüst tanımayan Avrupa halkı üzerinde nasıl olumsuz bir etki yaratacağını ve bunları duyanların yüce İslâm dini hakkında ne kadar önyargılı olacaklarını kestirebilmek hiç de zor değildir. Hakkı ve hakikati böylesine saptırıp insanları İslâm ve şeriat aleyhinde şartlandırmak, insanoğlunun geleceğine ihanet değil midir?
Garaz ve husumetin bu kadarına ne denir?... "Yemen halkının maddî alanda kalkınmayıp fakir kalmış olmasının nedeni İslâm şeriatıdır." diyen bu çarpık ve garazkâr zihniyet, Papa hazretlerinin egemenlik sahasının hemen bitişiğinde bulunan İtalya'nın güney bölgelerinin inanılmaz yoksulluk ve geri kalmışlığını nasıl izah edecek, bu bölgelerde yaşayan bedbaht İtalyanların karınlarını doyurabilecekleri bir lokma etmek bulabilmek için yurt dışında inşaatlarda amelelik, pazarlarda hamallık, rıhtımlarda işçilik yapmalarını, mafya çetelerine yem olmalarını neyle yorumlamaya kalkışacaktır acaba?
Bir Avrupa ülkesi olan Hıristiyan Yunanistan neden bugün birçok İslâm ülkesinden çok daha geri kalmış durumdadır sahi?...
Oysa aynı Yunanistan, Hıristiyanlığa girmeden önce medeniyet yolunu katetmiş, önemli ölçüde kalkınıp ilerlemiş bir ülkeydi; Hıristiyan olduktan sonra bu ülke hızla gerilemeye ve bozulmaya başlamış, derken, bir zamanların o koca Yunan'ı, Müslüman Osmanlının sancağı altında huzur ve güven bulabilmiştir.
Bugün Asya'da yaşayan birçok gayrimüslim ülke; neden aynı kıtada yaşayan Müslüman ülkelerden çok gerilerde kalmış durumdadır acaba?
Bizzat Avrupalıların da itiraf ettiği üzere bugün, Bosna gibi nice Müslüman bölgelerin insanları, aynı mıntıkadaki Katoliklerle Protestan Hıristiyanlardan çok daha ileri ve üstündürler, Rusya'da yaşayan Müslümanların çoğu, aynı ülkenin Hıristiyanlarından çok daha öndedirler, Çin Müslümanları bu ülkenin Budistlerinden daha ileri ve daha öndedir, nitekim bugün Singapur'da yaşayan Arapların maddî durumu yerli halktan, hatta oradaki İngilizlerden bile iyidir.
Batı medyası maalesef gerçekleri kolayca saptırmakta, dilediğince gündem oluşturmakta, İslâm dini hakkında zerrece bilgisi bulunmayan bir kamuoyunu kolayca etkileyip İslâm aleyhinde şartlandırabilmektedir. Bütün bu zehirli propagandalar, kiliseye bağlı teşkilatlar tarafından İslâm aleyhine oynanan oyunların bir parçasıdır.
Büyük İslâm düşünürü ve yazar Muhammed Kutub şöyle diyor:
"Birleşmiş Milletler tarafından Mısır'a gönderilen görevlilerden biriyle birkaç saat görüşme fırsatım olmuştu; İslâm hakkında konuştuk, bu batılı aydın sonunda şöyle dedi: İslâm'ı anlatırken birçok konuda haklı ve tamamen doğru olduğunu görüyor ve kabul ediyorum, ama medenî dünyanın bunca makul imkânlarından vazgeçmeyi hiç istemiyorum doğrusu, galaksilere ulaşabilecek uçaklara binebilmek en büyük arzumdur benim..."
"Bu sözlere şaşırmıştım, 'Seni bundan alıkoyan mı var?' diye sorduğumda, 'İslâm dinini kabul edersem, çöldeki bedeviler gibi çadırlarda yaşayıp vahşi bir hayat sürdürmem gerekmiyor mu yani?' diye soruyla karşılık verdi bana!.." [1]
Bir defasında Almanya'da, kaldığımız otelin müdürünün İngiltere ve Fransa'da doktorasını tamamlamış yüksek tahsilli biri olduğunu fark ettim, Arapça da biliyordu. "Ben Allah'ın birliğine inanıyor ve O'na karşı tam bir iman taşıyorum. Ama dinlerin insanlara tanıttığı ve ibadet ve kulluğa davet ettiği türden bir tanrı inancını kabul etmem mümkün değil, çünkü akla ve mantığa aykırı buluyorum, aydın ve düşünebilen her insan da bunu insanoğlunun yaradılış ve fıtratına aykırı bulmaktadır." dedi.
Şaşırmıştım, çok mahzun ve üzgün bir sesle "Dünyaya tevhit ve tek tanrı inancını yaymak ve çeşitli topluluklara hâkim olan batıl ve karanlık inançları değiştirmek gerek, insanlığın tevhit ve tek tanrı inancına ulaşması bir zarurettir." dedi... Bu adamcağız, İslâm dininin dosdoğru bir tevhit dini olduğundan tamamen habersizdi, Kur’an-ı Kerim'le, bugün artık tamamen tahrif olmuş bulunan İncil ve Tevrat arasındaki farkı bilmiyordu; Kur’an’daki ilâh tanımının muharref İncil'le Tevrat'taki ilâh tanımı gibi olduğunu ve İslâm'ında hulule inandığını zannediyordu!..
İslâm'ın temel inançlarının yazıldığı Almanca bir kitapçığı okuması için kendisine verdim.
Müslümanlardan bazısı, yurt dışına çıktığında maalesef çok yanlış bazı davranışlar sergilemekte ve batı halkının İslâm ve Müslümanlar hakkında yanlış fikir ve görüşler taşımasına sebep olmaktadırlar. Söz konusu otelin müdürü olan bu zat da (Şah dönemi) bazı İranlılarda müşahede ettiği bazı davranışlar nedeniyle, oteline İranlı almıyordu, samimî olduğu bir dostun ısrarıyla benim, birkaç günlüğüne orada kalmama razı olmuştu. Orada kaldığım birkaç gün zarfında bana fevkalâde güven duymuş oldu.
Onun güvenini kazanabilmek için hiçbir özel davranışım olmamıştı, bu güven ve dostluğun yegâne nedeni, diğerlerinin yaptığı aykırı ve çirkin davranışlardan uzak biri olmamdı, bana övgüler yağdırıyor, ikramda bulunuyordu; hatta bir hediye bile verdi bir gün... Misafiri olduğunda benim odamı misafirine veriyor ve kendisine ait olan özel odasını bana bırakıyordu, bütün önemli evrakları bu odada, masanın üzerinde yayılı olduğu hâlde hem de!..
Bir süre sonra oradan ayrılıp başka bir yere gitmem gerekince, kalacağım yerin adres ve telefonunu aldı, İranlı müşteriler müracaat ettiğinde benden soruyor, ahlâkî açıdan onaylarsam onları otele kabul edeceğini söylüyordu. Daha önceden oda ayırtmadan, üstelik hava karardıktan sonra otellerde yer bulmanın yabancılar için orada ne kadar zor olduğunu bildiğimden, onaylamak durumunda kalıyordum.
Bir defasında, oraya yeni gelen birkaç İranlıyı ona gönderdim ve kefilleri oldum, ama ertesi günün sabahı adamcağız beni arayıp çok üzgün ve kırgın bir sesle: "Gönderdiğiniz vatandaşlarınız çok kötü insanlardı, beni çok rahatsız ettiler." diyerek yakınınca mahcubiyetle kendisinden özür diledim ve artık kimseyi oraya göndermemeye karar verdim.
- * -
Dünyanın çok hassas ve kritik bir dönem yaşadığı günümüzde, bütün medenî milletlerin kalbini İslâm'la fethedebileceğimiz bir fırsat doğmuş bulunmaktadır. Çağımız, bu yüce dinin insanoğluna huzur ve kemal bahşeden özelliklerinin gereğince açıklanması için, kısmen de olsa müsait şartlar doğurmuştur.
Her ne kadar bir dinin insan yapısına ve fıtrata uygun olması onun tanınıp yayılmasını kendiliğinden sağlayan bir faktörse de, bu çağın şartları altında dünya çapında yayılabilmesi ve gereğince kendini tanıtabilmesi için gerekli yeteneklere sahip yeni ve güçlü bir kadroyla verimli bir programa ihtiyaç vardır ve ne yazık ki, Müslümanlar arasında tebliğin önem ve gereği henüz idrak edilip kavranabilmiş değildir.
Bireysel girişimler, eksik ve sağlıklı bir programdan yoksun ve teşkilatlı bir çalışmadan uzak faaliyetler, çağımız şartlarında artık önemli bir sonuç vermemekte, çok sathî etkiler bırakmakta; bu da, muhalif güçlerin teşkilatlı çalışmaları ve sımsıkı safları karşısında pek naçiz kalmaktadır.
Bizim en büyük hatamız tebliğ ve propagandaya önem vermememiz ve örgütsüz olmamızdır. Köklü değişimler, ilerleme ve kalkınma için gerekli yapılanmanın İslâm kültüründe çok güçlü ve inanılmaz oranda bulunuyor olmasına rağmen maalesef bazı sebeplerle, İslâm kültürünün inkılâp yaratıcı özelliğiyle biz Müslümanlar arasında bir uçurum oluşmuş durumdadır.
Bu nedenledir ki, en doğru ve en tutarlı ideoloji ve hak bir görüşe inandığımız hâlde inanılmaz bir yozlaşma ve donukluk içindeyiz, bu da meydanın İslâm düşmanlarına kalmasına yol açmıştır.
[1]- İslâm ve Aydınların Çıkmazları, s. 298
Dostları ilə paylaş: |