İslam ve Batı Uygarlığının Çehresi



Yüklə 1,4 Mb.
səhifə7/32
tarix15.09.2018
ölçüsü1,4 Mb.
#82070
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   32

Kilisede İbadet


Her ne kadar kilise çok güçlü propaganda ve nüfuzu sayesinde batı toplumunun kültürel ve sosyal yönlerine müdahale ediyorsa da bu propaganda ve nüfuz gücü, halkın ahlâk ve maneviyatını kurtarıp iman ve takvaya yol açamamış; batı toplumunun ruhî iflâsına çare olup zevk ve eğlencesine düşkün ve şehvetperest camianın gemi iyice azıya almış bulunan şehvet ve nefsaniyetini dizginleyememiştir. Mensuplarını günah ve ahlâksızlıkta önemli ölçüde serbest bırakmış olan bir din, onları ahlâkî çöküş ve bozulmadan nasıl kurtaracak, bunca yozlaşmayı nasıl önleyebilecek, bu ahlâk erozyonuna nasıl set vuracak ve toplumun mahvına sebep olan nedenleri nasıl ortadan kaldırabilecektir?...

Sadece ve sadece Allah rızası için ve tam bir ihlâsla yapılması gereken ibadet ve nefis muhasebesi gerçek mecrasından saptırılmış ve bizzat bozulmayla yoğrulmuşsa, ondan ne beklenebilir sahi?

Hıristiyanlık sadece akidevî meselelerde tahrif olup hurafe ve batıl inançlara bulaşmakla kalmamış, Allah'a ibadet de bu dinde kendi hakikatini yitirerek yozlaştırılmıştır. İlk bakışta inanılmaz gibi gelse de, gerçektir bu; kilise, güya şehvetperest gençleri kendisine çekebilmek için dans salonlarına sahiptir bugün!..

Evet, iffet ve takva yuvası olup insanî ve manevî hasletlerin eğitilip terbiye edildiği bir merkez olması gereken mabet, Hıristiyan batıda böylesine esef verici bir duruma düşürülmüştür!..

Bu ahlâk erozyonunun karşısına dağ gibi dikilmesi gereken din adamları bizzat bu ahlâkî çöküşün seline kapılmış olup sürüklenmektedirler... Bu acı gerçek, Hıristiyanlık dininin batıda ahlâkî ve manevî bir diriliş inkılâbı yaratabilecek yapıdan yoksun olduğunu anlatmaktadır. Böylesine bozulup tahrife uğramış bir dinin, insanlara pırıl pırıl ilâhî maarif ve inançları aşılayamayacağı, aşağıdaki örnekte net olarak gözler önüne serilmektedir sanırız:

"Aziz pederler, kilisede tertipledikleri dans ve müzik yardımıyla, günahkârları doğru yola hidayet etmektedirler. Kanada'nın Montreal şehrindeki Fransis Miossis Kilisesi'nin papazı aziz peder pek yetenekli(!) bir müzisyendir ve çeşitli müziklerin tasnif, güfte ve uygulamasında da oldukça mahirdir. Şimdiye kadar 1500'den fazla güfte ve bestesi olan bu aziz peder (!) dini çalışmalarla sanatı birlikte ve iç içe yürütmektedir!" [1]

İbadet mekânı olan mabetlerde yapılan bu girişimler, din ve mukaddesatı açıkça alaya alıp laçkalaştırmak değil midir? İbadet, peygamberlerin getirdiği en ulvî eğitim prensiplerinden biridir. Hiç kimse, maddiyata aşırı düşkünlükten kaynaklanan bozulmalar ve yozlaşmalarla dolu ahvâlden, Allah'a sığınmadan ve sadece O'na yönelmeden kurtaramaz kendisini... Zira Yüce Yaratıcı'yı bilip tanıma; insanoğlunun hayatının ana ekseni ve temel dayanağıdır; bu eksen ve dayanak olmadan insan hayatının hiçbir boyutu ıslah olmaz.

İnsanoğlunu şehvet zincirlerinden kurtarıp manevî saadet ve Allah'a yakınlaşmayla tanışık kılan yegâne unsur ibadettir. Böylesine paha biçilmez bir değer ve hakikatin, bir avuç hevesbaz ve şehvetperestin elinde oyuncak olduğunu görüp de esef etmemek kabil midir?

Gaflet ve bilinçsizlik karanlığını yırtarak büyük bir manevî ve ahlâkî inkılâp ve değişim yaratmak, İslâmî ibadetlerin en büyük felsefelerinden biridir. Müslümanlarla Hıristiyanların ibadetleri arasında insaflıca bir karşılaştırmada bulunan "Stahwood Cobb" adlı Hıristiyan bilim adamının şu tespitlerine katılmamak mümkün müdür:

"...Ayasofya Camii'nde Müslümanların namaz ve dinî ibadetlerine yakından şahit olma fırsatı buldum. Bu ibadette rükû ve secde denilen hâller epey dikkatimi çekti. Her rekâtta tekrarlanan bu iki durumda Müslümanlar belli bazı zikirlerle kutsal bazı sözler söylüyor ve Yüce Yaratıcıyı saygıyla anıyorlardı."

"Namaza duran Müslümanların o muazzam huzu ve huşu'undan fevkalâde etkilendiğimi itiraf etmeliyim... İbadette böylesine ihlâs ve açık kalplilik, böylesine derin bir teslimiyet ve Yüce Yaradan'ın huzurunda böylesine samimî ve içten bir kulluğu hiçbir kilisede görmedim ben..."

"Bir başka seferinde de, Kur’an’ın İslâm Peygamberi'ne nazil olduğu gece olan 'Kadir Gecesi' merasimlerini, yanımdaki diğer birkaç ecnebi arkadaşımla birlikte bir balkondan izleme fırsatı buldum. Ayasofya'nın avlusuna taşan cemaat beş bini buluyordu. Onca insan, muazzam bir ritim ve ahenkle hareket ediyor, hep birlikte rükua gidiyor, hep birlikte huşuyla secdeye kapanıyordu."

"Rükûa gittikleri sırada kubbede yansıyan o yumuşak, aheste ses dalgası, secdeye kapanırken el ayalarının yere değer ve doğrulurken çıkardığı o aheste ses ve secdeden kalkarken ve hep bir ağızdan tekbir getirirken sergiledikleri o inanılmaz ahenk ve uyum, olanca hafifliği ve etkileyiciliğiyle son derece görkemliydi, büyük bir güvercin sürüsünün kanatlanışı gibi lâhutî ve etkileyici bir ses..."

"Muhteşem, etkileyici ve aynı zamanda teslimiyet getiren çok etkileyici bir manzaraydı bu... Müslümanların bu toplu ibadetinde fevkalâde derin bir teslimiyet ve tapınma duygusuyla birlikte çok etkileyici bir hürriyet, eşitlik, görülmemiş bir demokrasi ve gönül birliği hissettim; zerrece ayırımcılık, ayrılık ve gayriliğin olmadığı lâhutî bir atmosfer..."

"Tertemiz ve pahalı halılar üzerinde, bir hamalla bir paşanın yan yana, omuz omuza aynı safta durduğunu ve hiçbir ayrılık ve ayrıcalık hissetmeden birlikte rükua gidip, birlikte secdeye kapandığını gördüm hayretle... Şehrin en şık giyimli Türkleriyle siyah derililerin aynı huzu ve huşuyla birlikte Allah'a eğildiklerine defalarca şahit oldum..."

"İslâm, ortaya çıktığı ilk günden itibaren çok etkileyici bir 'kardeşlik dini' olagelmiştir ve bu özelliğini bugün de yitirmemiş, olanca güzelliğiyle korumuş durumdadır." [2]

Din ve inanç konusunda batının düştüğü en büyük hata, dini, bireyin salt özel hayatı ve iç dünyasıyla ilgili bir olay olarak değerlendirip günlük hayatın gerçeklerinden tamamen soyutlanmış bir hakikat sanması, "dinle dünyayı ayrı şeylermiş gibi telakki etmesi"dir. Akidevî alanda düştükleri bu açmaz ve sapma günlük hayat ve davranışlarının tamamına olanca uğursuzluğuyla çökmüş, düşünce ve davranışlarını zehirlemiştir. Bu akidevî açmaz ve krizin baş gösterdiği bir toplumun günlük yaşamında ciddi sapma ve çıkmazlar oluşmakta ve her nevi hak ve hakikat; kolayca şehvet ve nefsaniyete kurban edilmekte, sonuçta fesat, koflaşma ve bozulma bütün topluma yayılıvermektedir.

Bununla da bitmemekte, böylesine yoz bir düşünce tarzının hâkim olduğu birey ve toplumlarda manevî değer ve inançlar arasında içten içe, sürekli bir keşmekeş ve çekişme yaşanmakta, birey, inandığı şeyle; inanmadığı, ama yaptığı şey arasında sürekli gel-git yaşayıp bocalamaktadır. Başka bir deyişle "diniyle dünyasını ayrı tutması" gerektiği şeklinde yanlış ve batıl bir fikirle şartlandırılan birey, inancı gereği yapması gereken bir davranışı; pratik yaşamında "yapmaması gereken bir davranış" olarak tanımlamakta ve kendi kendisiyle sürekli çelişen, sürekli pişmanlık duyan "iki arada bir derede" bir yaşam tarzına mahkûm olmaktadır.

Davranış ve düşünceye şekil ve ruh veren şey, kişinin inançlarıdır; esasen hayat, inançtan başka bir şey değildir, insanlar inandıkları gibi yaşamaktadırlar aslında... Dinle dünyayı, yani inançla günlük yaşamı ayırmaya kalkışmak veya ferdin inançlarından dinî prensipleri soyutlamak, telâfisi imkânsız hatalara yol açmakta ve tamamen yıkıcı olmaktadır. Amerikalı yazar De R e Piyer "Dinle Bilim Çatışması" adını verdiği bir kitabında bu hatayı şöyle izah etmeye çalışır:

"Roma İmparatorluğu'nda Konstantin, Hıristiyanlığı devletin resmî dini olarak ilân etti. Bu arada, aklı sıra putperestleri de bu dine çekebilme düşüncesiyle, putperest ve totem inançlarından birçok kavramı Hıristiyanlığa soktu... Şu noktanın altını önemli çizmek gerekir: İster Ortaçağ, ister tanrı inancının büsbütün inkâr edildiği Yeniçağın Hıristiyan Avrupa'sında olsun, din, bireyle tanrı arasındaki bir inanç ve neticede sırf şahsi bir irtibat olarak algılandı ve günlük yaşamda dinin bundan öte bir rolü olmadığı zannedildi. Başka bir deyişle insanın inancını salt onun kalbiyle ilişkilendirdiler ve bireyin günlük yaşamıyla inançlarını, birbirinden ayrı şeylermiş gibi görme hatasına düştüler."

 

 

 



[1]- Haftalık İttilaat Dergisi, no: 10890.

[2]- İki Kâbe'nin İlâhı, s. 227


Yüklə 1,4 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin