İslam ve Cinsiyet Farklılıkları


Sosyal - Cinsiyet Eksenli İrdeleme



Yüklə 2,13 Mb.
səhifə50/77
tarix12.08.2018
ölçüsü2,13 Mb.
#69829
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   77

3.2. Sosyal - Cinsiyet Eksenli İrdeleme


İslam’ın siyaset alanında cinsiyet ayrımına vurgu yapması hangi gerekçelere dayanır?

Bu soruya cevap vermeden önce, cinsiyet ayrımının genel alanlarda ve özel olarak siyaset alanında neden yapıldığı üzerinde kısa bir açıklama yapmamız gerekir. Zira ayrımın sebeplerinin beyan edilmesi ve yine bunun felsefî ve değersel izahı birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve genellikle felsefî izahlar, delillere ve bilimsel açıklamalara göre yapılır.[1]

Feministler bu tür cinsiyet ayrımlarını beyan ederken, genellikle kadın ve erkeğin biyolojik ve kişilik farklılıklarının rolünü inkâr ederek çevre etkenlerine istinat eder ve kadınların para ve mal varlığının az olması, ev işleri ile dışarıda çalışmanın çelişmesi, kadının yüksek siyasi mevkilerde yer almasının gebelik ve çocukları yetiştirme görevleri ile uyum sağlamadığı hakkındaki önyargılar ve ayrıca siyasi deneyim mazisinden yoksun olma vb. etkenleri bu ayrımların şekillenmesinde etkili sayar.[2]

İslam’ın bu konu ile ilgili görüşünü ise üç merhalede açıklayacağız: Doğal cinsel farklılıkları ispat etme merhalesi, siyaset alanında cinsiyete dayalı ayrımın gerekçelerini beyan etme merhalesi ve bu farklılığın felsefî izahı.

İlk merhalede, başta üreme kabiliyetindeki farklılık gelmek üzere açık anatomik farklılıklar bir yana, kadın ve erkek arasında bedensel güç ve cinsel eğilim ve istek alanlarında bazı doğal farklılıkların varlığı İslam açısından kesin bir durumdur. Öte yandan İslamî rivayetlerde kadın ve erkek arasında aklî yeteneklerde[3] ve karar verme gücü konusunda bazı farklılıkların bulunduğuna dair işaretler de göze çarpmaktadır.[4] Burada gündeme gelen soru şudur: Söz konusu rivayetler kadın ve erkek arasında doğal ve zatî bir farklılığa delalet eder mi?

Cevap şudur: Bu rivayetler doğal farklılıkları ispat etme konusunda güçlü ve net bir ifade içermiyor. Aklî deliller ve pratik gözlemlere dayanarak doğacı yaklaşımın çevreci yaklaşıma nazaran dinî öğretilerle daha uyumlu olduğunu ispat etmek mümkün ise de; doğacı yaklaşımı benimsemek, bireysel onaylama anlamına gelmez.[5] Nitekim şu iddiayı da gündeme getirebiliriz: Kadın ve erkeğin aklî ve duygusal farklılıkları doğal kaynağa dayanmasına karşın zatî özellikten yoksun ve cebrîdir ve bu yüzden bu duruma, ortam, eğitim ve sosyal şartları değiştirmek sureti ile müdahale etmek mümkündür. Bu iddianın manası, doğacılık ile çevrecilik arasında bir orta yol bulup İslam’a isnat etmektir.

Her hâlükârda, mesele oldukça muğlaktır ve bu muğlaklık ikinci merhaleye de uzuyor. Bu yüzden İslam’ın bakışında siyasi hâkimiyette cinsiyete dayalı ayrımın gerekçeleri beyan edilirken, iki tezle karşı karşıyayız: Zatçı tez ve telfikî tez.

Merhum Allame Tabatabaî gibi kanaat önderlerinin benimsediği ilk teze göre, toplumun siyasi yönetimini erkeklere tahsis etme gibi sosyal rollerde görünen cinsiyet ayrımı, doğal olarak gerçekleşir. Bu tür ayrımların esas nedeni, kadın ve erkek arasında başta idrak gücü ve duygu farklılığı olmak üzere doğal cinsel farklılıklardır.

Merhum Allame bu iddiayı ispat etmek için şöyle diyor: Batılı toplumlarda kız ve erkek çocukların tâlim ve terbiye modelini benzer hale getirmek için bu toplumlarda yüzlerce yıl uğraş verilmesine karşın siyaset, yargı ve savaş gibi alanlarda yüksek mevkilere ulaşan kadın sayısı erkeklere kıyasla çok azdır[6]. Ama Batılı toplumların kız ve erkek çocukların tâlim ve terbiye modelini benzer hale getirmeyi tam olarak başardığı ve ayrıca kadın ve erkeğe eşit hak ve sosyal fırsatlar sağladığı meselelerinde başarılı olduğu konusu, kuşku duymak bir yana, inkâr bile edilebilir.

İkinci teze gelince, söz konusu ayrımın doğal gerçekleştiğine yönelik cebrî düşünceyi reddetme ve yine çevreci feministlerin savunduğu sosyal gerçekleşme tezine karşı çıkmakla beraber, doğal cinsel farklılıkların tesiri normal şartlarda, rollerin cinsiyete göre ayrımı ile sonuçlanacak eğilimlerin düzeyinde olduğunu, ancak dış etkenlerin müdahalesi ile bu eğilimlerin fiiliyet kazanmasını ve ayrımların ortaya çıkmasını engelleyebileceğini savunuyor.

Her hâlükârda, konunun özel anlamda gerekçelerini beyan etmek yerine, siyaset alanında cinsiyet ayrımından uygulamalı bir açıklama getirebiliriz ki her üç zatçı, çevreci ve telfikî (karma) görüş tarafından benimsenebilir.

Bu beyana göre, toplumların siyasi liderliği -bazı istisna durumlar dışında- olumlu sosyal işlevleri olduğundan, sürekli erkeklerin tekelinde olmuştur ve tarih boyunca bunu uygulamalı kılan etkenler, geçmiş tarihî dönemlerde daha da belirgin olan kadın ve erkek arasındaki akılcı düşünme düzeyinin farklılığından başka, kadınların erkeklere göre daha zayıf bedensel gücü ve kadının daha çok üreme işi ile uğraşması gibi kesin biyolojik etkenlerdir.

Kuşkusuz bu şartlar, iktidarın başında yer almak ve daha etkili bir şekilde siyaset ve savaş işleri ile uğraşmak üzere erkekler için daha uygun bir zemin oluşturmuştur ve bilmukabele, kadınları da ev işleri ve çocukların yetiştirilmesi için gereken tedbirleri almakla beraber, doğal ve sosyal sorunlarla doğrudan uğraşmaktan kurtarmış ve böylece kadının ve ailesinin fiziksel ve ruhsal huzuruna katkı sağlamıştır.

Bunun dışında dinî toplumlarda sosyal ve siyasi alanlarda cinsiyet ayrımının her zaman bir başka önemli işlevi de olmuştur ki o da, toplum düzeyinde iki cinsin aynı ortamda birbirine karışmasını engellemek ve böylece toplumun ahlakî sağlığına katkı sağlamaktır.

Buna karşın, bugün çağdaş siyasi söylemlerde vurgulanan şey, tartışmamızın üçüncü merhalesidir; yani geçmiş dönemlerde cinsiyet ayrımının gerçekleşmesini beyan etmek değil, yeniçağda cinsiyet ayrımının felsefî izahıdır.

Şimdi şu iddia gündemdedir: Sosyal nizamların köklü değişimi ve geleneksel cinsiyete dayalı ilişki modellerinin yerine yeni modellerin geçmesi, sözü edilen tüm işlevleri gereksiz, fazlalık ve bazen de tamamen yok saymıştır. Dolayısıyla, siyasi hâkimiyette cinsiyet ayrımını veya bir başka tabirle kadınların hatta şimdiki dönemlerde ve dinî boyutuna bakmaksızın, siyasi yüksek mevkilere getirilmelerini yasaklayan zarureti haklı gösterecek bir açıklamaya ihtiyaç vardır.

Bu konuyu izah ederken, feministlerin ve İslam’ın fikrî çerçevelerini kısa bir karşılaştırma kalıbında sunmaya çalışacağız.

Feminist fikrî çerçeve özellikle varlığı tanımlama ilkeleri açısından liberal eğilimde, erkek ve kadın cinsleri arasındaki doğal farklılıkları göz ardı veya inkâr eder. Bu görüş değersel açıdan da sırf servet, güç, sosyal saygınlık gibi dünyevî kriterlere dayanır ve genelde toplumun genel maslahatını korumak, iyi evlatlar yetiştirmek ve eşlerin ruhsal sağlığını temin etmek gibi değerleri de dünyevî amaçlar çerçevesinde yorumlar ve değerlendirir.

Açıktır ki bu fikrî çerçevenin varlığı tanımlama ve değerleri tanımlama ilkelerini benimseyecek olursak, cinsiyet ayrımının hiçbir izahı olamaz ve bu yüzden meseleye insaflı bakma ve teselli etme açısından itiraf etmek gerekir ki bu fikrî çerçevenin nüfuzu altında bulunan Batılı kadınların cinsiyet eşitliği talebi, talepte göze çarpan temelden kusurların dışında, mantıklı bir taleptir. Yani biraz önce sözünü ettiklerimiz mantıklı olarak böyle bir sonucu beraberinde getirir. Gerçekte eğer dünyevî değerlerle toplum tarafından benimsenmiş ve kendileri ile erkekler arasında sabit ve doğal farklılıkları göremeyen bazı Batılı kadınlar, her türlü cinsiyet ayrımından hoşnutsuzluklarını dile getirir ve erkeklerle mutlak eşitlik ve benzerlik talebinde bulunursa, pek de serzeniş edilecek yönü yoktur; zira Batı’nın seküler kültürü, kadınların neden servet, güç ve sosyal saygınlık gibi değerli kaynakların genellikle erkeklerin inisiyatifine sunulduğu sorusuna tatmin edici bir cevap veremiyor.

Buna karşı İslam dini; varlığı tanımlama ilkeleri ile ilgili fikrî çerçevede bazı cinsiyete dayalı ayrımları varsayıyor ki açık anatomik farklılıkların dışında, kadın ve erkek arasında cinsel eğilimler ve bedensel güç ve bazı zihnî ve duygusal farklılıklara değinebiliriz.

Değersel açıdan da bu fikrî çerçeve, toplumun genel maslahatı, iffet, çocukların iyi yetiştirilmesi ve eşlerin ruhsal sağlığı gibi ilkelere bu kavramların dinî yorumu ile vurgu yapar. Üstelik servet, güç ve sosyal saygınlık bu fikrî çerçevede ikinci dereceden ve doğal bir değer kazanır; yani bunların idealliği daha yüce dinî değerlere tabidir ve kendi kendine değerli telakki edilmez ve gayet tabi ki dünyevî eksikliklerin uhrevî mükâfatlarla telafi edilmesi de İslam’da varsayılmaktadır.

Bunun dışında, çağımızda cinsiyet ayrımının birçok işlevinin ortadan kalktığı iddiasının aksine, İslam’ın fikrî çerçevesi kabul edildiği varsayıldığı takdirde bu işlevlerin önem ve devam etme zaruretini açıkça göstermek mümkündür.

Cinsiyet ayrımının, başta siyaset alanı olmak üzere genel alanlarda, en önemli tesirlerinden biri, aile içinde cinsiyete göre rol ifa etmek üzere uygun zemin hazırlamaktır ki bu da; çocukların iyi yetişmesi ve eşlerin ruhsal sağlığı gibi önemli amaçlara hizmet eder ve kitabın ikinci bölümünde beyan edildiği üzere İslam’ın annelik ve eşlik rolüne öncelik vermesi de bu amaçların temin edilmesine yöneliktir.

Öte yandan genel alanlarda uygulanan cinsiyet ayrımı, kadınların ve erkeklerin aynı ortamda birbirine karışmasına mani olur ki bunun da, toplumun ahlakî sağlığı ve iffet düzeyinin gelişmesi üzerinde inkâr edilemeyecek etkisi vardır. Dolayısıyla İslam’ın fikrî çerçevesinde siyaset ve yargıda yüksek mevkiler başta olmak üzere genel alanlarda cinsiyet ayrımını savunabiliriz.

Buna karşın bu istidlal iki itirazla karşı karşıya gelebilir. İlkin, bu istidlalin sonucu olarak siyasi mevkilere sahip olma konusunda cinsiyet ayrımı elzem değil, önceliktir; zira aynı istidlal başka mesleklerde görülen farklılıklara yol açan cinsiyet ayrımında da caridir, oysa bu farklılıklar İslam açısından elzem sayılmıyor. Bu yüzden öyle bir istidlale ihtiyacımız var ki, önceliği izah etmenin ötesinde, velayet ve yargı mevkilerinde de cinsiyet ayrımının elzem olduğunu haklı göstersin.

İkinci itiraz şudur: Neden bu amaçları kadınların yaşamının tümünü gölgeleyecek şekilde genişletelim?! Günümüzde çocukları yetiştirme sorunu, üremede yaşanan azalma göz önünde bulundurulduğunda, artık kadınların yaşamında ciddi bir sorun olarak yer almıyor. Ayrıca kadının eşlik görevi de kaçınılmaz olarak bazı kısıtlamaları beraberinde getirse de bu kısıtlamalar, kadınların liderlik ve benzeri mevkilerden tamamen men edilmesini izah etmeye yetmiyor. İffet ve toplumun ahlakî sağlığına gelince, dinî öğretilere istinat edilerek şu iddia gündeme getirilebilir: İslam’ın genel iffeti arttırmak amacı ile kadın ve erkeğin sosyal ilişkilerini kısıtlaması daha çok kadınların ergenlik, gençlik ve nihayetinde orta yaşlılık dönemleri üzerinde odaklanmış ve bu dönemlerin ardından cinsel sapkınlık zeminleri azaldığından, bu kısıtlamalara pek fazla vurgu yapılmamıştır. Dolayısıyla İslamî kriterlere uymak kaydıyla (kadınların genel iffeti koruması ve annelik ve eşlik görevini yerine getirmesi) kadınlara yüksek siyasi mevkilere ulaşma hakkını tanıyabiliriz; zira açıktır ki birçok kadın ileri yaşlarda söz konusu engelleri geride bırakmıştır ve bu yüzden bu kadınların siyasi hâkimiyet alanına girmesinin engellenmesi için hiçbir haklı gerekçe yoktur.

Bu iki itirazın cevabı, kadın ve erkek arasında aklî ve duygusal farklılıklar tartışmasında zatçı görüşü benimsemiş kesimler için bir ölçüde açıktır; zira bu görüşe göre, doğal ve zatî cinsel özellikler çerçevesinde kadınlarda duyguların galip gelmesi ve erkeklerin aklî gücünün nisbî üstünlüğü, siyaset ve yargı gibi mevkilerde cinsiyet ayrımını ve bu mevkilerin erkeklere tahsis edilmesini zaruri kılıyor.

Ancak çevreci veya telfikî görüşe göre bu iki itiraza cevap verirken dikkat edilmesi gereken nokta, çocukluk, gençlik, orta yaşlılık dönemleri ile ileri yaşlarda siyasi kifayet sahibi olma arasında inkâr edilemeyecek bir bağ bulunmasıdır. Bu gerçek hatta feministlerce de kabul edilmektedir ki, cinsiyete dayalı tâlim ve terbiye modelleri ve ilerleme imkânlarının kadın ve erkek arasında eşit dağılmaması, kadınların erkeklerle başta siyaset olmak üzere sosyal yaşamın çeşitli alanlarında rekabet gücünü olumsuz etkilemektedir.

Eğer bu meseleye dinî açıdan ve olumsuz değerlendirmeksizin bakacak olursak, yine şu sonuca varırız: İslamî fikrî çerçevenin gerçekleşmesi, kadınların siyasi yeteneklerini etkiler. Bu noktada şunu da belirtmek gerekir; kadınların gençlik ve orta yaşlılık dönemlerinde karşılaştıkları kısıtlamaların -bundan önce anlatıldığı üzere- iki sonucu söz konusudur:

1- Çocukların daha iyi yetiştirilmesi, eşlerin duygusal gereksinimlerinin karşılanması ve toplumun genel iffetinin korunması.

2- Kadınların siyasi kapasite ve tecrübelerinin azalması.

Bu iki sonuç birbiri ile ters orantılıdır. Yani kadınların siyasi kapasite ve tecrübelerini erkeklerin siyasi kapasite ve tecrübe düzeyine eriştirme çabası ne kadar artarsa, bu durum ilk grupta yer alan sonuçları da o oranda olumsuz etkiler. Nitekim kadınların ilk grupta yer alan sonuçlar üzerinde odaklanması, siyasi tecrübelerinin azalması ile sonuçlanır.

Bu konuda Şehit Üstat Mutahharî’nin bir tabiri vardır; gerçi biraz abartılı sayılsa da genel geçerliği kabul edilebilir. Şehit Mutahharî şöyle diyor:

“Yargı ve siyasi liderlik gibi bazı meslekler kadının fesadına ve o mesleğin fesadına yol açar. Eğer bir kadın siyasi bir yetkili veya yargıç olursa, kesinlikle ya iyi bir yönetici veya yargıç ve kötü bir eş ve anne, sonuçta kötü bir kadın veya iyi bir anne ile eş ve kötü bir yönetici veya yargıç, ya da hem kötü bir anne ile eş ve kötü bir yönetici veya yargıçtır. Hatta günümüzde erkeklere özgü bu meslekleri üstlenen istisna kadınlar için de, kesinlikle kadın olmaktan istifa ettikleri söylenebilir.[7]

İşte bu noktada toplumun genel maslahatı, İslamî fikrî çerçevenin temel amaçlarından biri olarak gündeme gelir. Bir başka ifade ile bir yandan Müslümanların genel maslahatına uymak ve diğer yandan insanların geçmiş bilgi ve deneyimleri ile üstlenecek mevki ve sorumlulukları arasında uyum olması, erkeklerin zaman sürecinde daha fazla yeteneğe kavuşması da göz önünde bulundurularak siyasi liderlik ve yargı gibi mevkileri elde etmekte öncelikli olmalarını gerektirir.

Bu uygulamalı yorum ve İslam’da uhrevî mükâfatla telafi etme meselesi ve ayrıca İslam’ın güç ve sosyal saygınlığa dünyevî değer vermesi göz önünde bulundurulduğunda, kadınlar hakkında adaletsizlik yapıldığı şüphesi de ortadan kalkmış olur.



Şunu da unutmamak gerekir ki, tüm kısıtlamalara karşın kendilerini siyasi yetenekler açısından olgun erkeklerin düzeyinde yetiştiren istisna kadınların varlığı ihtimali, hâla geçerlidir, nitekim esasen söz konusu kısıtlamaları olmayan bazı kadınlar (üreme imkânı olmayan kadınlar gibi) için bu ihtimalin gerçekleşebileceği söylenebilir. Buna karşın açıktır ki eğer İslam dini bu özel ve istisna kadınların siyasi liderliğini onaylamış olsaydı, başka kadınlar da onların yolunu izlemeye teşvik olacaktı ve bu durum sözü edilen fikrî çerçevenin dağılması ve İslam’ın söz konusu ailevi ve sosyal amaçları ile ilgili amaçları çiğnenmesine yol açardı. Meseleye böyle bakıldığında Asr-ı Saadet’te bazı kifayetli kadınların bulunmasına karşın onların velayet veya yargı mevkilerine erişmeleri konusunda Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamlarının (a.s) sözlerinde hiçbir onay ve hatta bir işarete bile rastlanmamasının nedeni daha iyi anlaşılır.

[1]       Bazı kişilerin bu konuda yanılarak, bilimsel açıklamalardan her türlü değerli izahlar alarak yararlanmayı “var olan şeylerden olması gerekenlerin sonucunu çıkarma” mantıksal mugalatasının örneklerinden biri olarak algılayabilirler. Fakat şuna dikkat etmek gerekir ki, değerli bir görüşü, örneğin bilimsel ve tecrübe bulgularına dayanarak ahlakî veya hukukî bir hükmü izah etmek “var olanlar”la “olması gerekenler”i birbirinden ayırma mantık ilkesini bozmaz. Çünkü değerler illetler zincirlemesinde daha temel değerlerden meydana gelmekle birlikte gerçek şeylere de dayanmaktadırlar ve diğer bir ifadeyle, “var olanlar” “olması gerekenler”in örneklerini belirlerler, onlarla aralarında meydana gelme ilişkisi yoktur. bk. Cevadî Amulî; Şeriat Der Aine-i Ma’rifet, s.385-386; Bustan, İmkân-i İslamî Şoden-i Ulum-i İslamî, Mecmua-i Makalat-i Seminer-i Danişgah, Camia ve Ferheng-i İslamî, s.109-111

[2]       Karamarae and Spender (eds.), Routledge International Encyclopedia of Women, Vol.3, P.1560

[3]       “Kadınlar ve Oy Hakkı” konusu bu bölümün başında ve yine bu hadisin senet bakımından itibarı için bk. Dördüncü bölüm, “İman” konusu

[4]       Vesailu’ş-Şia, c.14, Mukaddimatu’n-Nikâh babları, 24. bab, s.41

[5]       Zatçılık, cinsiyet farklılıklarının biyolojik belirlemelere sahip olduklarına ve onların zatî ve cebrî etkenlerden kaynaklandığına inanmaktır. Ve muhitçilik, bu farklılıkları sosyal-kültürel etkenlere mal etmek anlamındadır. Doğacılık ile muhitçiliği birleştirme de konunun devamında açıklanacaktır

[6]       bk. Tabatabaî, el-Mizan Fi Tefsir-i Kur’ân, c.4, s.229-230

[7]       Mutahharî, Yaddaşthaî Üstad Mutahharî, c.5, s.281 (Şehit Murtaza Mutahharî’nin bu ifadesinden onun dolaylı olarak telfikî görüşten yana olduğunu algılamak mümkündür

Yüklə 2,13 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin