2. Kadın ve Oy Hakkı
Batılı toplumlarda dikta rejimlerin çöküşü ve yerlerini parlamenter sistemlere bırakması, vatandaşlık hakları gibi düşüncelerin gündeme gelmesi ile birlikte gerçekleşti.
Bunlardan biri olan oy hakkı, ilk başlarda erkeklerle sınırlandırıldı, ancak Batılı kadınlar zamanla bu hakkı elde etmek için birtakım mücadelelere başladı ve bu çabalar nihayet 19. Yüzyılın sonları ve 20. Yüzyılın başlarına doğru sonuç verdi ve nihayet bazı ülkelerde kadınlara oy hakkı tanındı.
Kadınlara oy hakkı tanıma süreci 20. Yüzyılda da devam etti ve bu yüzyılın sonunda birçok ülke bu hakkı tanıdı.
Aşağıdaki tabloda bazı ülkelerde kadınların erkeklerle eşit oy hakkına kavuşma tarihi yer alıyor[1].
Yeni Zelanda
|
1893
|
İngiltere
|
1928
|
Mısır, Pakistan
|
1956
|
Avustralya
|
1902
|
Güney Afrika
|
1930
|
Fas
|
1959
|
Finlandiya
|
1906
|
Endonezya
|
1941
|
Cezayir
|
1962
|
Kanada
|
1918
|
Fransa, İtalya, Japonya
|
1945
|
İran, Libya
|
1963
|
Almanya, Hollanda
|
1919
|
Çin, Şili
|
1949
|
Nijerya
|
1977
|
Amerika
|
1920
|
Hindistan
|
1950
|
Peru
|
1979
|
Bu tablodan anlaşıldığı üzere, kadınlara oy hakkı hareketi Batılı ülkelerde başlamış ve İslam ülkeleri de genellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısında bu harekete katılmıştır.
Bazı dinî hükümlerin görece manası ve yine İslam geleneğinde kadınların oy vererek siyasi katılım sağlamalarının örneği bulunmaması, İslam ülkelerinin bu sürece katılmakta gecikmelerinde etkili olmuştur.
Buna karşın din ahkâmından sunulan yeni tefsirler yavaş yavaş bazı değişikliklerin vuku bulması için gereken zemini hazırladı. Tabi bu süreçte İslam ülkelerinde dinî olmayan yönetimlerin de rolünü göz ardı etmemek gerekir.
İslam ülkelerinde hâkim olan gerçekler bir kenara, fıkhî belgelerin araştırılmasından elde edilen sonuç, kadınlara oy hakkı tanınmasının dinî ilkelere aykırı olmadığıdır. [22]
[1] bk. Giddens, Camia Şinasi, s.198
3. Kadınların İktidar Mevkilerine Erişmesi
Bütün beşeri toplumlarda cinsiyet ayrımının en belirgin örneklerinden biri, kadınların erkeklere kıyasla toplumların veya ülkelerin liderlik mevkiine ender erişmiş olmasıdır. Eski antropolojistlerin beşeri toplumların esasta annelerin egemenliği altında olduğu, yani kadınların hâkimiyeti kendi elinde bulundurduğu tezinin aksine, çağdaş antropolojistler bazı ilkel toplumlarda kadınların yetkilerinin yüksek düzeyde olmasının dışında bu durumun gerçekleşmediğini savunuyor.[1]
Gerçekte kadınların ülkelerin siyasi liderliği konumunda yer almaları, çağımızda ve siyasi açıdan başka ülkelere göre daha çok gelişen ülkelerde bile hâla seyrektir. 1990 yılında BM üyesi 159 ülke arasında sadece İzlanda, İrlanda, Nikaragua, Norveç, Dominik Cumhuriyeti ve Filipinler’in başkanları kadındı. Şu noktayı da göz önünde bulundurmakta yarar var: Devletlerin başına geçen seyrek sayıdaki kadınlar genellikle ünlü bir siyasi liderin dul eşi veya kızı olmuş ve gerçekte bu mevkie âdeta miras yolu ile ulaşmıştır.[2]
Siyasi liderliğin dışında, birçok ülkede büyük siyasi kararların alındığı mevkilerde de açık cinsiyet ayrımı göze çarpıyor.
1998 yılında bazı ülkelerde kadınların bakanlık mevkiinde yer alma oranları şöyledir:
Türkiye %5, Rusya %8, Almanya %8, Fransa %12, İtalya %13, Avustralya %14, Norveç %20, İngiltere %24, Amerika %26 ve Danimarka %41.
Oysa aynı yıllarda Japonya, İran ve birçok Arap ülkesinde bir tek kadın bakan bile olmamıştır.
Yine 2003 yılında aynı ülkelerin parlamentolarında kadın milletvekili oranı şöyledir:
Türkiye %4, Rusya %8, Almanya %32, Fransa %12, İtalya %12, Avustralya %25, Norveç %36, İngiltere %18, Amerika %14, Danimarka %38, Japonya %7 ve İran %4.[3]
Kadınların 2006 yılında dünya çapında temsilciler meclisi ve senatolarda üyelik oranı ise %17 olmuştur.[4]
Şimdi tartışmamızın devamında İslam’ın fıkhî ve sosyal felsefe açılarından bu ayrımlara yönelik tutumunu ele alacağız.
[1] Klineberg, Revanşinasi-i İctimaî, c.1, s.318
[2] Calhoun, et al., Sociology, P.287
[3] Website: www.un.org
[4] Website: www.definfo.org
Dostları ilə paylaş: |