İslam ve İrfan



Yüklə 1,49 Mb.
səhifə1/20
tarix06.09.2018
ölçüsü1,49 Mb.
#78391
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20
    Bu səhifədəki naviqasiya:
  • ÖNSÖZ



İSLAM

VE

İRFAN

KADRİ ÇELİK



İÇİNDEKİLER


ÖNSÖZ 3

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA 3

İSLAM’DA TASAVVUF VE İRFAN MEFHUMU 13

TASAVVUFUN ÖNEMİ 21

VAHDET-İ VÜCUD MESELESİ 47

İNZİVA... 69

RİYAZET 83

ZAHİR DE ESASTIR 97

ŞATHİYAT 110

MEHDİLİK İNANCI 119

KİMDİR? 154

İSA (A)'IN ALLAH’A YÜKSELMESİ 159

HADİSLER 176

TEKVİNİ VELAYET MESELESİ 181

ARİFLERİN EMELİ 236

KUR'AN'IN ZAHİRİ, BÂTINI VE TEVİLİ 241

GAYB İLMİ 250

Mİ’RAC OLAYI 260

ÖLÜDEN TALEPTE BULUNMAK 266

KABİR ZİYARETİ 322

EVLİYANIN KABRİNİN BİNA EDİLMESİ 351

ADEM'İN, ALLAH'IN SURETİNDE YARATILIŞI 373

BİBLİYOGRAFİ 399



ÖNSÖZ



RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA


"Güneşe ve onun ışığına, ardından gelmekte olan aya, onu ortaya koyan gündüze, onu bürüyen geceye, göğe ve onu yapana, yere ve onu yayana, kişiye (nefse) ve onu şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülüğü ilham edene andolsun ki kendini arıtan (tezkiye eden) saadete ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır." (Şems / 1-10)

Bu ayetlerde Allah-u Teâlâ bütün büyüklük ve azametiyle artarda mezkûr şeylere yemin ettikten sonra kendini tezkiye edenin kurtuluşa ve saadete erdiğini, kendini fenalıklara gömenin de ziyana uğradığını beyan etmektedir. Yemin eden kimse ne kadar büyük ise yemin edilen şey de bir o kadar büyüklük ve azamet elde eder. Bu halk arasında da böyledir. Örneğin halkın sevdiği büyük bir şahsiyetin ettiği yemin ile sıradan insanın ettiği yemin arasında dağlar kadar fark vardır. Allah ise her şeyden büyük olduğundan yemin ettiği şey de her şeyden önemli ve büyük bir şeydir. Nasıl büyük olmasın ki: Nitekim Allah-u Teâlâ peygamberlerin gönderiliş hikmetini beyan ederken de şöyle buyurmaktadır:



"Sizi her kötülükten arıtacak (tezkiye edecek) aranızdan bir peygamber gönderdik"

O halde bütün peygamber ve evliyanın maksadı da insanları tezkiye etmek idi. İnsanların tezkiye işini ise irfan ve ahlak ilmi üstlenmiştir. Fıkıh insanların ibadi ve içtimai işlerini üstlendiği gibi, irfan ve ahlak da insanların tezkiye ve terbiyesini üstlenmiştir. O halde irfan (tasavvuf da diyebiliriz) İslam'dan ayrı bir şey değildir. Fıkıh, usul-i fıkıh, hadis ve hadis usulü İslam'dan ayrı olmadığı gibi irfan ve felsefe de dinden ayrı değildir..

Çağımızın büyük ariflerinden olan Üstad Hasan Hasanzade-i Amuli irfan hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Hakikatte din irfan demektir. Yani marifetullah. Marifetullah oldukça kapsamlı bir konudur. Esmaullah marifeti, Allah'ın fiillerinin marifeti, Allah'ın kitabının marifeti, bütün bunların hepsi marifettir. Varlık âleminin marifeti ve hatta varlık kelimeleri de marifetullahtır. Bu irfanın hakikatidir. Arif de böyle bir makama ulaşmak istemektedir. Bizim fenni ıstılahımızca ilk feyze ulaşmaya çalışır. İlk südur eden hakikatle vücudi bir irtibat kurmaya çalışır... İnsan vücudunun irtikasında o hakikatle vücudi bir birlik kurar. Bunlar hayal değildir, akıl üstü bir gerçektir. Bu makama erince artik zaman ve mekân diye bir şey kalmaz" Rabbinin nezdinde sabah ve akşam diye bir şey yoktur." Onun için artık geçmiş ve gelecek diye bir şey yoktur. Şimdiki geçmiş ve gelecek diye bir zaman yoktur onun için. Herşeyin üstündedir. Bir oda farz edin ki içinde birisi var ve odadaki küçük bir delikten dışanyı seyrediyor. Bir kimse de damda oturmuş elinde de renkli bir ip vardır. Damdaki şahıs elindeki bu ipi aşağıya doğru sarkıtınca o delikten dışarıyı seyreden kimse ha bire renklerin değiştiğini görür. Ama damdaki insan için hiçbir engel olmadığından her şeyi olduğu gibi görüyor. Bu ilk sudur eden hakikat de bu ip gibidir. Vücudi kelimeler ise bu ip üzerindeki renkler gibidir. Damdaki şahıs ise inşam kâmildir. İnsanı kâmil her şeyi geçmişi geleceği ve hali hazin görür. Böyle bir makama ulaşınca bize göre gelecekten haber veriyor. Bize göre geçmişten haber veriyor. Rasulullah Hz. Nuh'tan haberler veriyor. Adeta onunla yaşamış gibi anlatıyor. Aslında öyledir de. Hz. Musa hakkında dedikleri de böyledir. İnsan Rasulullah'ın her yerde birlikte olduğunu sanıyor. Zira aralarında mekân, zaman ve örtü diye bir engel yoktur.

Kur'an olmasaydı biz Hz. Nuh ve Musa hakkında ne biliyorduk?

"Kul tealev" (de ki yukarıya gelin) onlar ilahi ufuk-i ala mertebesinde olduklarından bizleri aşağıda görüyorlardı. Onlar bizi vücudi yücelişe erdirebilmek için ilim sahibi Allah tarafından gönderilmişlerdi. Onlar bizi zati yücelişe davet ediyorlardı. İnsan bu ilahi sofradan aldığı yemek ölçüşünce insandır. O ölçüde Allah'a yaklaşmıştır, kabuktan geçtiğimiz miktarda içe ulaşırız. Örneğin buğdayı düşünün. Buğdayın kabuğu bazı hayvanların yiyeceğidir. Ama içi hayvandan eşref olan insanın yiyeceğidir. Bu ilahi yiyecekler de insanlar içindir. Bu yüzden diyoruz ki Allah'ın dini irfandır, marifetullahtır. Kur'an da Allah nezdinden bizleri tezkiye ve tathir etmek için gelmiştir. Böylece kalb-i selim sahibi olalım istiyor. İmam sadık Kalb-i Selim hakkında "Allah'tan gayrisinin olmadığı kalp" diyor. Bizleri bu makam için davet ettiler. İmam Sadık (as) "tertemiz bir şarap" ayetinin tefsirinde ise şöyle buyurmuştur: "Allah onlara tertemiz şarap (içecekler) içirir." bu şarap içleri tümüyle tathir eder" böylece efali, sıfati ve zati tevhid sultam, insan için zuhur eder. Gerçekten de dünya hayatında insanın kendini tezkiye etmesinden daha önemli bir iş yoktur. Kendini tezkiye etmek en önemli işimizdir. Allah'ın dini insanı tezkiye eder ve zaten irfan da budur. Gerçek irfan ve ilahi hak öğretilerin kaynağı vahy mantığıdır. Peygamber ve Ehl-i Beyt'ten alınmıştır. Bu hususta, şeriatın buyurmadığı bir şey yoktur.

Gerçi felsefeyi mana açısından meşşaiye ve işrakiye diye ikiye ayırmışlardır. Ama İslami felsefenin tekamüli seyrinde geldiği nokta hikmet-i mütealiyedir. Nitekim Hace Nasiruddin-i Tusi şerh-i İşarat'ta şöyle buyurmaktadır: "Eğer felsefe sırf burhan olursa bir takım kuru laflardan ibaret sayılır. Ama İslami felsefede nefsanî seyr-u sülük de vardır. Nefsanî müşahedeler vardır. Böylece insanın basireti de açılır. İnsan için hicaplar ortadan kalkar. Böylece insan burhanın yanı sıra vicdan (bulmak, görmek) sahibi de olur. Bu da hikmet-i mütealiyedir." molla Sadra nitekim Esfar kitabının birçok yerinde "biz bu konuyu burhan ile ispat ettiğimiz gibi vicdanla da (bulmakla da) derk etmişiz" diyor.

Muhyiddin-i Arabî’de Futuhat'da birçok defasında şöyle diyor;

"Biz Kur'an ve hadislere iman ettiğimiz gibi vicdanla da derk etmişiz." Nitekim Molla Sadra "Esrar'ul Ayat" adlı kitabında şöyle diyor:

"Allah'ın diniyle uyuşmayan felsefeye ölüm olsun" bu bağlamda felsefe de Allah'ın dininin hakikatlerinin burhan ve istidlalidir, vahy mantığıdır. Allah'ın dininin reddettiği şey felsefe değildir. Kur'an, irfan ve burhan asla birbirinden ayrılmazlar. Burhan felsefedir; irfan vicdan (bulmak)'dır. Elbette ki Seyr-u Sülukun şartları vardır ve bu şartlan İslam dini belirtmiştir. Gerçek şu ki bizim Allah'ın yolu dışında bir yolumuz yoktur. Vahy, Kur'an ve sahih rivayetler dışında bir yolumuz yoktur. Gerçi iddiacılar çoktur, ama aslında bunlar ehlullaha dil uzatılmasına ve iftira edilmesine sebep olmaktadırlar.

Kur'an, burhan (felsefe) ve irfan ayrılmaz bir bütündür. Burhan istidlaldir. Kur'an'ın tümü de istidlaldir. "Burhanınızı getirin" diyor Kur'an. Hz. İbrahim 'de Nemrud karşısında istidlalde bulunmadı mı? Elbette ben felsefede yazılan her şeyin vahye dayandığını söylemiyorum. Ama filozoflar dinin gerçeklerini bilmek istiyorlar. Elbette ki bir takım yanlışlıklan da vardır. Buna bakarsan bir fakih de bazen yanlışlık yapıyor. Usul-i Fıkıh âlimleri de yanlışlık yapıyor. Edib de yanlışlık ediyor, yazar da yanlışlık ediyor. Bunlar insanın yanlışlığıdır. İnsan masum değildir ki! Vahyi algılamasında, irşadında sükûtunda kıyamında oturmasında ve nutkunda masum olanlar özel bir takım kimselerdir ilahi elçilerdir.

Âllame Tabatabai de "ali ve İlahi felsefe" adlı kitabında da diyor ki:"Felsefeyi dinden ayıranlar en büyük zulmü yapmışlardır insana. Biz nasıl olur da delil ve burhanı dinden ayırabiliriz"

Nitekim Hz. Allame Hacı Mirza Ebul Hasan-i Kazvini de şöyle buyurmuştur: "İnsanı tezkiye ve terbiye eden ilim irfandır, ahlaktır. İrfan insana huzur ve murakabeyi öğretir."

Hakeza Şems-i Mağribi de şöyle diyor:

"Beni hiçbir kitaba etme havale

Ben kendi hakikatimi kitap görüyorum"

Dolayısıyla insan kendi vücudi kitabını okumalı ve bilgi sahibi olmalıdır.

Velhasıl herkes bir şeyler diyor. Ama bunların hepsi Kur'an ve rivayetlere dayanmalıdır. Bizim insanları tartan gerçek bir terazimiz var. Bunlar Kur'an ve sahih rivayetlerdir...

İslam filozofları Rasulullah mektebinin öğrencileridir, tüm öğretilerini ve marifetlerini ilahi elçilerden almışlardır. İbni Sina "Şifa" adlı kitabında şöyle diyor: "Ben Eflatun'un küçük bir insan olduğunu söylemiyorum; ama eğer Eflatun'un sermayesi bize ulaşanlardan ibaretse oldukça az ve naçiz bir sermayedir" İmam Sadık da tevhid-i Mufazzal kitabında Aristo'yu övüyor. Aslında bunlar ilmi övmektedirler.

Nitekim İmam Sadık (A) şöyle diyor: "Ey Mufazzal Aristo âlemindeki düzen ve intizamdan yola çıkarak insanları nazım'ın (düzenleyecinin) birliğine davet ediyordu."

Aristo'nu sözleri güçlü burhani ve muteber sözlerdi. İmam Sadık Aristo'yu övmektedir ve Aristo böylece ebedileşmiştir. Ama bu Yunanlı bilginlerin ilmi nerede, bizim imamların ve âlimlerin ilmi nerede.' Bunlar birbiriyle mukayese bile edilemez. Siz tüm bilginlerin ilmini toplayın tevhid-i Kâfi’de yer alan ilimle bile mukayese edilemez. Tüm dünyayı günümüzde İslami marifet ve hakikatler kaplamıştır. Tüm kütüphanelerin değeri Rasulullah'ın vahy mantığı ve ilmi mirasıdır.

Bu yüzden hiçbir ilmin Yunan kültüründen alındığı söylenemez. İslam müstağnidir. Elbette ki onlar zahmet çekmişlerdir. Onların zahmetini de görmezlikten gelmiyoruz. Ama İslam kültürü nerede, Yunan kültürünün bizlere miras bıraktığı şeyler nerede?

Bunlar birbirleriyle kıyas bile edilemez. Her iki tarafın kitapları da elimizdedir. İsteyenler bir mukayese etsin. Bazı cahiller "Felsefe mantık veya irfan yunandan alınmış" diyorlar. Hâlbuki İbn-i Sina "İşarat" kitabında şöyle diyor: "İslam’dan önceki filozofların felsefeleri hamdır. Bu meseleler İslam'dan sonra pişmiş, kemale ermiştir."

Evet, insaflı bir şekilde araştırma yapan bir insan gerçekten de irfan, felsefe ve mantığın İslam'da yer aldığım ve onun ayrılmaz bir parçası olduğunu bilir. Sonradan da işaret edeceğimiz gibi irfan insanın fıtri bir ihtiyacından doğmuş ve insanla atbaşı yürümüş bir ilimdir. Dolayısıyla irfan insanla var olmuş ve insanla da var olacaktır.

Ama şunu da söylemek gerekir ki, irfan adına günümüzde çok şeyler söylenmektedir. Bazıları irfanı dışlamakta bazıları arifler hakkında akıl ve Kur'an'a sığmayan iddialar ortaya atmakta ve dolayısıyla da İslami irfanın gerçek niteliği bir çok insana müphem ve meçhul kalmaktadır. Son zamanlarda "Tasavvuf ve İslam" diye bir kitap piyasaya çıktı ki irfan ve tasavvuf hakkında birçok iddiaları bulunmaktadır. Dolayısıyla bütün bunlara cevap vererek ve gerçek bir irfani anlayışı tüm boyutlarıyla gözler önüne serebilmek için şer'i bir sorumluluk duygusuyla araştırmaya koyuldum. Tarih boyunca tasavvufa karşı çıkanlar ile savunanların görüşlerini alıp inceledim, Her iki tarafın delillerine de yer verdim. Sonra da bu iki görüşten birini tercih ederek bu hususta gerekli açıklamalarda bulunmaya çalıştım.

Şunu belirtmek istiyorum ki gerçekten ben bir sufi ve arifim ve ne de onlar adına bir kitap yazmak için bir yerlerden işaret almış biriyim. Ben sadece gerçeklerin ortaya çıkmasını, ucuz kahramanların, kendini bir şey sayanların halkın bilgisizliğinden istifade edip parsayı toplayanların durdurulmasını ve dolayısıyla yiğidin hakkının verilmesini istedim. Bu yüzden her türlü eleştiriye de açığım. Yeter ki maksat İslami gerçeklerin ortaya çıkması olsun." Cebrail bile bana irfanı kabul et dese yine etmem" diyen cahillerle işimiz yok bizim. Allah neye secde edin derse biz de melekler gibi ona secde bile ederiz. "Başkasına secde edilmez" diyerek iblis gibi sözler sarf etmeyiz. Allah'tan çok muvahhid kesilenlerin soluğunu kesmek gerekir artık. Allah bizlerden neyi istiyorsa biz öyle iman eder öyle hareket ederiz. Allah ne buyurursa biz teslim oluruz. Bunun dışında kalanları da çağdaş iblisler olarak kabul ediyoruz. Allah tüm Müslümanları "kraldan çok kralcılık" anlayışından korusun. Başta da sonda da hamd Allah'adır...

Kadri Çelik


Yüklə 1,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin