İslam ve İrfan


İSLAM’DA TASAVVUF VE İRFAN MEFHUMU



Yüklə 1,49 Mb.
səhifə2/20
tarix06.09.2018
ölçüsü1,49 Mb.
#78391
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20

İSLAM’DA TASAVVUF VE İRFAN MEFHUMU


Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla...

Avrupa dillerinde irfanı "mystik", metodunu ise "mystisisizm" olarak adlandırmışlardır. Ki bu da Yunanca bir kelime olan "Mistikos" kelimesinden türemiştir. Bu kelime lügat açısından mermuz şey, gizli ve saklı iş manasına gelmektedir. İstilahen irfan insanın Allah ile direkt, şahsi ve ferdi irtibatım ve insanın şuhud, batini, tecrübe ve hal yoluyla Allah'a vusulünü mümkün sayan bir yol hakkında kullanılmaktadır. Başka bir tabirle irfan hakikatlerin ilmi huzuri ile ibadet, mücahede, zühd riyazet ve batına yönelme vasıtasıyla derk edilmesini mümkün kılan nazari ve ameli bir yoldur.

İrfan İslam kültüründe "tanımak" manasında da kullanılmıştır. Lügat kitaplarında ise ilim ve bilgi diye mana edilmiştir. Ama bilindiği gibi ilim ve marifet arasında bir takım farklar vardır. Örneğin marifet (irfan) cüz'i ve basit (tikel ve yalın), ilim ise külli ve mürekkeb (külli ve bileşik) hususlarda kullanılır. Bu yüzden "areftullahe" denir ama "alimtullahe" denmez. Zira Allah'ın zatı tümel ve bileşik bir varrlık değildir. Aksine basit ve soyut bir varlıktır. Ayrıca marifet, cehaletten sonraki ilimdir. Bu yüzden Allah için "Âlim" denir, ama "Arif denmez. Zira Allah'ın ilmi ezeli bir ilimdir ve cehalet öncelikli bir ilim değildir. (Seyri İrfan Der İslam Dr. Zeynuddin Kiyanyinejad s. 67-68)

Bu yüzden iman ve irfan arasında da farkın olduğunu söylemişlerdir. Ebu Nasr-i Sirac bu hususta şöyle diyor:

"Marifet ateştir iman ise nur; Marifet vecddir iman ise mevhibe ve ihsan. Mümin Allah'ın nurunu görür, ama Arif Allah'ı (kalbiyle) görür. Müminin kalb ve gönlü vardır. Arifin ise kalb ve gönlü yoktur. Müminin kalbi Allah'ın zikriyle itminan bulur, ama arifin kalbi Allah'tan başka bir şeyle itminan bulmaz."

Ama tasavvuf kelimesi hakkında farklı görüşler vardır. Bu husustaki en önemli görüşler şunlardır:



  1. Bazıları demişlerdir ki "sufi" İslam'da önce, cahiliye dö-eminde yaşamış olan Gavs b. Mürr'ün lakabı olan "sufe" mensuptur. Gavs (Sufe) Kâbe’de, halktan uzak bir şekilde itikâfa ve uzlete girmişti. Annesi Gavs'i Kâbe’ye hizmete adamıştı. Bu yüzden İslam'da da Allah'tan gayri her şeyden yüz çeviren ve ibadetle meşgul olanlara "sufi" demişlerdir.

  2. Bazıları demişlerdir ki Sufi ve tasavvuf "suffe" ehline mensuptur. Suffe Mescid-i Nebevi'nin bir bölümüydü ki fakir zahid ve abid Müslümanlar orada yaşıyordu. Bu Müslümanlar insanların verdiği ihsan ve sadakalarıyla yaşıyordu. Bu Müslümanlar Ehli Suffe diye tanınırlardı. Bu Müslümanların başlıcaları şunlardı: Selman-i Farisi, Ammar, Süheyb, Bilal, Huzeyfe b. Yeman, Ebu Said-i Hudri vs... Sufiler de ibadet, fakirlik, zühd, takva ve taat açısından Ehli Suffe'ye benzedikleri için "sufi" diye adlandırılmışlardır. Ama İmam Ebul Kasum-i Kureyşi bu görüşü kabul etmemektedir.

  3. Bazıları demişlerdir ki, sufi, "sefa" ve "safvef'e mensubdur, Sufileri sahip oldukları batini sefaları sebebiyle "sefa"ya isnat etmişlerdir.

  4. Bazdan da sufi ve tasavvuf kelimesinin "saff kelimesinden
    türediğini söylemiştir.

Zira sufiler manevi dereceler, kalb huzuru basiret, himmet yüceliği, Allah'a yakınlık, takva ve zühd konusunda ilk saflarda yer alan kimselerdir. Bunlar ibadetlerde daima ilk saflarda yer alırlardı. Bu yüzden "sufi" olarak adlandırılmışlardır.

  1. Bazıları da demişlerdir ki sufi "savfetül kifa" (ensedeki ince tüyler) kelimesine mensuptur. Zira sufiler bu tüyler gibi yumuşak huylu kimselerdir. Bu yüzden ona isnat edilmişlerdir.

  2. Bazdan da demişlerdir ki sufi "savfana" (ince ve kısa bir bitki türü) kelimesine mensuptur. Zira sufiler bu yabani bitkiler ile kanaat edip geçinirlerdir.

  3. Bazıları da demişlerdir ki "sufi" Yunanca felsefe manasına gelen "suf" kelimesine mensuptur.

  4. Bazıları da demiştir ki; "sufi" suf (yün) kelimesine mensuptur. Zira sufiler yün elbise giyerlerdi ve bu yüzden "sufi" olarak adlandırılmışlardır.

Ama bütün bu görüşler arasında en meşhur ve sahih görüş, en son görüştür. Zira sufiler genelde istihbabı bir takım rivayetlere istinat eden yün elbise giyerlerdi. Bu yüzden halk arasında "sufi" (yün elbise giyenler) olarak meşhur olmalarına sebep oldu. (Aynı Eser, s,73-76)

İrfan ve tasavvuf kelimelerinin Müslümanlar arasındaki tarihçesine gelince "Tasavvuf ve İslam" yazarı bu hususta şöyle naklediyor:

"Tarihte ilk defa kendisine sufi denilen kişi, M. 8, H. 2. asrın yarısında yaşamış olan ve kendine has riyazet akidesi olan Kufeli Şİİ kimyager Cabir b. Hayyan ve Ebu Haşim el-Kufidir. Tarihte ilk defa sufi kelimesi şahıs bazında Kufe'de kullanılmıştır." (Tasavvuf ve İslam s. 8)

Evvela sufi kelimesinin ilk defa Kufe'de kullanıldığı doğru değildir. Bazıları ilk defa Bağdat ahalisi tarafından kullanıldığını söylemişse de Ebu Nasr-i Sirac bunu reddederek şöyle diyor: "Sufi" kelimesinin Bağdat ahalisince icad edildiği iddiası doğru değildir Zira sufi kelimesi ashaptan bazısını derk eden Hasan-i Basri zamanında da meşhur idi."

Elbette ki içinde “suf” (yün) kelimesi bulunan bir takım hadisleri göz önünde bulundurur ve sahih kabul edecek olursak "sufi" ve "tasavvuf kelimesinin Peygamber zamanında da kullanıldığını ve dolayısıyla Sufi kelimesinin İslam'dan önceki dönemlerde de mütedavil olduğunu söyleyenlerin iddiasını kabul etmek de mümkündür.

İrfan ıstılahının Müslümanlar arasında ne zamandan beri kullanıldığı hususunda da kesin bir şey söylenemez. Ama H. 298 yılında ölen Cüneyd-i Bağdadi'nin sözlerinde yer aldığına göre H. 3. asırda arifler arasında mütedavil olduğunu söylemek de mümkündür

Elbette şunu da söylemek gerekir ki ilk başlarda irfan, ibadet zühd ve tasavvuf kelimeleri birbirinden pek farklı şeyler değildi. İbn-i Sina bu hususta şöyle diyor: "Dünyadan yüz çevirene zahid diyorlardı. İbadetlerine titiz olanı abid, Allah'a teveccüh eden ve ilahi nurlara mazhar olan kimseye ise arif diyorlardı. Bazen de bunlardan bazısı diğer bazısı ile terkib ediliyor ve öyle ifade ediliyordu." (Aynı eser; s. 69-70)

İrfan kelimesi tarih boyunca bir takım değişiklikler geçirmiş ve sonun da da tasavvuf ile eşanlamlı sayılmıştır Ama demek gerekir ki tasavvuf irfanın cilvelerinden bir şube konumundadır. Tasavvuf irfanın tümü değildir. İrfan genel manasıyla tüm din ve mezheplerle uyumlu olan bir yoldur. İrfan çeşitli şekilleriyle tüm din, mezhep, millet ve kavimler arasında var olan bir yoldur. Hatta totemci kavimlerin bile sır ve rumuz dolu bir dünyaları vardır ve iş bu sırlara erişebilmek için âşıkane çaba sarf ediyor, çalışıyorlar. Eski Hind, İran, Hıristiyan ve İslam dininde de irfanın hakikati müşahede edilmektedir. Hatta cabbar ve müntakim bir Allah'a inanan ve dolayısıyla da irfandan nasibini alamadıkları sanılan Yahudilikte de bu manada irfani bir zevk ve hakikat vardır.

Ama dediğimiz gibi irfan tasavvuf ile eşanlamla bir kelime değildir. İrfan tasavvuftan daha yüce bir mana ifade eder. Tasavvuf irfandan feyizlenen bir yoldur. İrfan genel manasıyla tasavvuf ve diğer yollara da şamildir. İslam sufilerinin büyüklerinin dilinde de arif, sufiden daha yüce bir manada kullanılmıştır.

Velhasıl irfan ve tasavvuf, hakikatlerin- keşf, şuhud, riyazet-tezkiye-i nefs ve batma teveccüh yoluyla derk edileceğini mümkün sayan bir yoldur. Arif ve safinin bu seyr-i sülükteki maksadı da sadece Allah'tır. Arif insan Allah'a aşk ve muhabbet ile tapar; sevab ümidi veya azab korkusuyla değil. Nitekim Hz. Ali (A) Dua-i Kümeyl'de şöyle buyuruyor:

"Farz edelim ki azabına sabrettim, ama ayrılığına nasıl sabredeyim" Allah'ın veli ve arif kullan Allah'a besledikleri aşk ile ibadet ederler ve Allah'tan uzak kalmanın cehennem azabından daha şiddetli olduğuna inanırlar.

"Akıl yolu düğüm üzere düğümdür.

Arifler için Allah'tan gayrisi hiçtir."
Arif ile filozof arasındaki fark da şudur ki filozof hakikatlerin keşfinde ve Hakk'a vusulde mantıki istidlallere, sarılır. Ama arifler, riyazet, nefis tehzibi ve batın sefasıyla keşf ve şuhuda ererler. Yani filozofun akıl ve burhan gücüyle bildiğini afif keşif ve şuhud yoluyla görür. Nitekim İbni Sina Ebu Said Ebil Hayr ile görüşünce "Benim bildiğim her şeyi o görüyor" derken bir arif olan Ebu Said ise "Benim gördüğüm her şeyi o biliyor" demiştir.

Mantıksal kıyas ve akli istidlaller ikna edici olabilir, ama itminan ve huzur verici olamaz. İnsana gönül itminanı veren şey ise ilahi aşktır. Daha önceden de dediğimiz gibi gerçek veliler ve arifler Allah'a aşk üzere ibadet ederler. Nitekim İmam Cafer-i Sadık (A) şöyle buyurmuştur; "İbadet üç kısımdır. Bazıları Allah'a korkudan ibadet ederler. Bu ibadet kölelerin ibadetidir. Bazıları da sevap ümidiyle ibadet ederler. Bu ibadet de tüccarların ibadetidir. Bazıları ise Allah'a sevgi ve muhabbetleri ile ibadet ederler. Bu ibadet ise hürlerin ibadetidir" (Bihar'ul Envar; c.l5, s. 208)

Bazıları kitabında irfan ile tasavvufu aynı bağlamda gördüğü için biz de irfan kelimesi yerine tasavvuf kelimesini kullanmakta bir beis görmüyoruz. Hâlbuki bu iki kelime önceden de dediğimiz gibi birbirinden farklı manalardadır. Ama mademki bazıları bu ikisini kitabında birbirinden ayırmamış ve ikisine de aynı hükmü vermiştir; biz de bu yüzden bu iki kelime arasındaki mana farklılığım görmezlikten geliyor ve aynı şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz. Şimdi de tasavvufun (doğrusunu isterseniz irfanın) kökeni ve asıl menşeinin nereden olduğuna ve neden ortaya çıktığını kısaca bir bakmaya çalışalım.


Yüklə 1,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin