SOSYAL OLMAK (HALKÇILIK)
İslam mektebinin sosyal ilkelerinden ve müslümanlık ahlâkının gereklerinden biri de halkçılıktır. Yani, halkla birlikte olmak, halk için olmak, başkalarına hizmet etmek ve başkalarının dertleri, sıkıntıları, gamları ve mutluluklarına ortak olmak. Yoldaşlık ve hemdert olmak, başkalarıyla aynı kaygıları taşımak ya da adına ne derseniz deyin, hiç fark etmez. Gerçeklerin hepsi birdir. Yani; kendini başkalarının yanında, onların dert ortakları olarak görmek ve bilmektir.
Bu, bir müslümanın sosyal hayatının şifre ve sırrıdır. O müslüman için, bir halkçılık üssü olup halktan şefkat, rahmet, sevgi ve himaye görmesine sebep olur.
Balık suyla hayat bulduğu gibi sosyal bir müslüman da, başkalarıyla olan güzel ilişkileriyle hayat bulur.
Bu zemini, mevkii ve üssü insan için oluşturan davranışların ve tutumların neler olduğu tespit edilmelidir.
Bir müslümanın hedefi, halka daha çok hizmet etmek olursa, onun yolunu ve şifrelerini öğrenmelidir.
Halkçılık yani sosyal olmak, işte bu yollardan biridir.
HALKÇILIK NİŞANELERİ
Halkçılık nişanelerini ve bu iyi sıfatın göstergelerini tanınmadan, onun şifresini elde etmek mümkün değildir.
Başkalarını etkileyen ve cezbeden tavır ve davranışlar nelerdir? Halka hizmet etmek ve onlarla hemdert olmak için daha başarılı olmaya sebep olan o cezp edici haslet ve ruh haletleri nelerdir?
Bu nişane ve göstergelerden bazıları şunlardır:
1- Güzel Ahlâk
Güzel ahlâk, başkalarını muhabbet tuzağında esir eden bir kementtir. Güzel bir diyalogdan hoşlanmayan ve bir insanın cazip tavırlarından etkilenmeyen kimse var mıdır?
İmam Sadık (a.s)’a sordular: “Güzel ahlâkın haddi ve sınırı nedir?”
Buyurdu: “Ahlâkını yumuşatman, sözlerini temizlemen ve din kardeşlerinle açık ve güler bir yüzle karşılaşmandır.”[1]
Açık ve güler yüzlülük, Allah Resulünün en bariz sıfatlarındandı. İnsanları İslam’a çeken ve onları İslam Peygamberi’nin şahsına hayran bırakan da yine bu sıfat idi.
Allah-u Teâla, kendi Resulü hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın! Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.”[2]
Allah-u Teâla ayetin devamında şöyle buyurmaktadır:
“Öyleyse onları affet; onların bağışlanmalarını dile, iş hakkında onlara danış.”
Demek ki, “affetmek”, “bağışlama dilemek” ve “istişare yapmak” güzel ahlâkın, halkı gözetmenin ve cazip davranışların diğer örnekleridir. Çünkü bu, insanlara itimat etme ve onlara değer vermenin bir şeklidir. Aynı zamanda böyle davranış, şahsın cazibe etkenidir.
2- Affetme ve Bağışlama
Kin beslemek ve inatçılık, hakir ve basit insanların özelliğidir. Tersine yüksek görüşlü, geniş ruhlu ve seviyeli olanlar; özürleri kabul eder, başkalarının hatalarına göz yumar ve kendi şahsi haklarından vazgeçerler. İnsanın yüksek görüşlü olması, başkalarının kalplerindeki sevginin etkenidir. Bu, insanın kendisi için de bir çeşit ruhî lezzettir. Hani derler ki: “Affetmede, İntikamda bulunmayan bir lezzet vardır.”
Affetme, geçinme, göz yumma, başkalarının kusur ve gevşekliklerini görmezlikten gelme, muhabbeti meydana getiren etkenler olup başkalarının güzel görmesine, vefalı olmasına ve sevgiyle kalmasına yol açar.
İmam Seccad (a.s), “Mekarim’ul-Ahlâk” adlı duasında Allah (c.c)’dan şöyle istemektedir:
“Allah’ım!
Ayaklarımı sabit ve sağlam kıl ki, halis olmayan ve hıyanet edenlere karşı, hayırlarını isteyen bir şekilde davranayım.
Benden yüz çevirene iyilik yapayım,
Benden esirgeyene bağışta bulunayım,
Benimle ilişkisini kesenle irtibat kurayım,
Gıybetimi yapanı iyilikle anayım,
Başarı nasip et ki iyiliğe karşı teşekkür edebileyim ve… kötülüğe göz yumayım ve ondan geçeyim.”[3]
Bunların her biri, sosyal ilişkilerde birer parlak cevherdir. Bunları dil ile söylemek kolaydır, ancak onlarla amel etmek çok zordur. Yüksek bir azim ve güzel bir manevi yapıya olanların dışında kimse uygulayamaz. Bu konularda başarı Allah’tan istenmelidir.
3- Bağış ve Sevgi
İnsanoğlu, ihsan ve iyiliklerin kölesidir. Kime iyilik yaparsan onu kendine ram ve itaatkâr kılarsın; gönül kalesini fethedersin. Sadî’nin dediği gibi:
Kulağı küpeli köleyi okşamasan kaçar,
Lütfet lütfet ki, yabancı küpeli köle olur sana.
Bu, İslam Peygamberi’nin talimatıdır:
“Ey insanlar! Mallarınızla bütün insanları memnun edemeyeceğinizi biliyorum. Ancak, açık ve güler bir yüzle ve hoş bir ahlâkla bu yapabilirsiniz.”[4]
Mevlamız Hz. Ali (a.s)’ın sözü de şöyledir:
“Fedakarlıkla, hür insanlar kul ve köle olurlar.”[5]
Elbette, ahlâkî iyiliklerin ve değerlerin kul ve kölesi olurlar. Bu da, beşeri toplumda; kalpleri cezbeden, muhabbet oluşturan, samimi bağları pekiştiren diğer bir adımdır.
4- Tevazu ve Sade Olma
Yine biz, halkı gözetme ruhunun örneklerini açıklamanın peşindeyiz. Alçakgönüllülük, tevazu ve sadelik; bu özelliklerden biridir. Öyle ki, kimileri insanları kendi varlık mumunun etrafında toplayabilirler. Hz. Muhammed (s.a.a)’in yaptığı gibi.
Tekebbür (büyüklük taslamak), insanların arkasını boşalttığı gibi ayaklarının altını da boşaltır.
Halk; gururlu, kibirli ve bencil insanların etrafından dağılır. Tersine tevazu; halkı muhabbete, yardımlaşmaya ve himayeye çeker.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Üç şey başkalarının sevgisine yol açar: Dindarlık, tevazu ve cömertlik.”[6]
Gururlu ve kendini büyük gören insanlar, asla bir toplumla iş yapamazlar ve onları kendi etraflarında sürekli tutamazlar. Her ne kadar insanlar birkaç gün onların arsında görünseler de, tedricen onları terk ederler. Eğer öyle değil diyorsanız, etrafınıza ve dostlarınıza bakınız; onlardan ellerinde bir iş bulunanlara dikkat ediniz. Halkın sevip saydığı kişiler kibirli insanlar mıdır yoksa mütevazı insanlar mı?
5- Gönül Genişliği ve Tahammül
Gönül genişliği, bakış açıklığı ve gerekli kapasiteye sahip olmak, diğer halkçılık örneklerindendir. Bazı insanlar çok sabırsızdırlar. Bir yerden veya bir şeyden rahatsız olduklarında; bir zarar veya eziyet gördüklerinde, bir baskı veya sıkıntı altında kaldıklarında ya da beklentileri çok fazla olduğundan hemen sinirlenirle, kaba konuşmaya başlarlar ve…
Sabırlı, geniş ve dayanıklı olan kimse, insanlarla geçinebilir. İslam’ın sabır mektebinde, sözlere, kabalıklara ve kötü ahlâklara tahammül edebilen kimseler, insanlarla ilişkilerinde, saygın, şerefli ve izzetli bir şekilde hizmet ve huzurlarına devam edebilirler.
Tahammül ve mukavemetin bizzat kendisi, insan için taraftar meydana getirir. Sinirlenmemek, dayanıklılık göstermek, kızmamak, bu kapasiteye sahip olmanın ürünüdür.
Bu ahlâkî özelliğe sahip olan biri, başkasının sempati ve yardımına da doğal olarak sahip olacaktır.
Yine Hz. Ali (a.s)’ın sözlerinden dinleyelim:
“Hilimle yardımcılar çoğalır.”[7]
Bu nuranî söz de yine o hazretindir:
“Tahammül ve hilimle insanlar sana yardımcı ve destek olular.”[8]
Her iki sözün manası aynıdır. Yani; sabır, hilm ve tahammül sayesinde taraftarlar çoğalır, halk sana arka çıkar ve seni korurlar.
Bu haslet, özellikle halkla çok irtibat ve temasta bulunan, halkın sorun, ihtiyaç ve beklentilerine maruz kalan kimseler için çok gerekli ve sorumlular için de en önemli ve değerli sıfatlardandır.
6- Sormak ve Araştırmak
İnsanlar, özellikle sıkıntılı ve dertli olan kimseler; sorulmaya, yetişilmeye, bakılmaya ve tek bir kelimeyle “sorulup araştırılmaya” daha çok muhtaçtırlar.
Bazen, bir hal hatır sorma ve selam, (her iki taraf için) bir ruhî şadlık ve mutlu yaşam icat etmektedir.
Bazen akraba ve tanıdığa yazılan bir mektup ve edilen bir telefon, güzel bir samimiyet ve sevinç meydana getirir.
Bazen bir komşuya uğramak, bir hastayı ziyaret etmek, bir taziye ya da düğün merasimine iştirak etmek birçok kalıcı dostlukların başlangıcı olur.
Aile içerisindeki görüşmeler ve gidip gelişler de, gönülleri ve yaşamları birbirine bağlar.
Başkalarının sorunlarını ve sıkıntılarını sormak, bertaraf edilmeleri ve çözülmeleri için çalışıp çabalamak, gönüllerin kapılarını insanın yüzüne açar.
Peki ne yapmalı? Cevabı gayet açıktır: Halkla beraber yaşamak, komşularla, hemşerilerle, iş arkadaşlarıyla, çevredekilerle ve hemcinslerle kaynaşmak, sıcak bağlar kurmak, başkalarının sıkıntı ve sevinçlerini paylaşmak, başkalarıyla aramızda mevcut olan mesafeyi kısaltmak, kesilen irtibatları barışa döndürmek, ihtilaf ve kırgınlıkları ortadan kaldırmak ve…
Bütün bunlar salih ameldir. Allah-u Teâla böyle iyi iş yapanları sever.
Edebildiğin kadar muhtaçlara hizmet et dünyada,
Bir kan, bir kuruş, bir kalem ya da bir adımla.
Halkçılık, İslam mektebinin değerlerinden ve dinî örneklerden ilham almak ve İslamî bir yaşama sahip olmak isteyen bir müslümana yakışır ahlâktır.
Başkalarını amel ile etkilemek gerek, sözle değil. “Amelsiz söyleyiş, sahte bir çektir” ve halkçılık, enbiya ve evliyaların ahlâkıdır.
[1] Meani’l-Ahbar, Saduk, 253
[2] Âl-i İmran /159
[3] Sahife-i Seccadiye, 20. Dua
[4] Vesail’uş-Şia, c. 2, s. 83
[5] Gurer’ul-Hikem, c. 1, s. 329
[6] a. g. e, 360
[7] a. g. e, 329-335
[8] a. g. e
Akrabalar kan bağıyla birbirlerine bağlıdırlar, bir ağacın dalları ve yaprakları ile bir bahçenin gülleridirler. O halde onların irtibatları tabiidir ve irtibatları ile gidiş gelişlerin akrabalar arsında kesilmesi ikincil bir arızadır. Sosyal bir hastalık ve ailesel bir afat sayılır. Eğer kesilen bu irtibat bir delile dayanmıyorsa, çirkin ve kaba bir davranıştır. Eğer bir delile dayanıyorsa bile, ortadan kaldırılması ve irtibatların kurulması gerekir.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Akrabalarla sıla-yı rahim (diyalog), muhabbet oluşturur.”[1]
Bu ilişkilerin kesilmesi; soğukluğu, üzüntüyü ve gönül ayrılıklarını beraberinde getirdiği apaçık bir gerçektir.
Hadislerde sıla-yı rahim, akrabalar arasında sevgi meydana getirici olarak anılmıştır: “Sıla-yi rahim…ailede muhabbet doğurur.”[2]
Dinin kesin tavsiyeleri, “sizden ilişkisini kesmiş ve sırt çevirmiş olanlara karşı bile, sıla-yı rahim yapınız ve alakaları yeniden kurunuz” şeklindedir. Şüphesiz bu da, bir fedakarlık ve fevkalade bir geçinme ahlâkını ister. Bu bağın sınırı da çok geniş olduğundan, insanın elinden bütün bahaneleri almaktadır. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bir yudum suyla bile olsa, sıla-yı rahimde bulun.”[3]
Meşhur bir hadiste de şöyle nakledilmiştir:
“Selamla bile olsa, akrabalarla irtibat kurun.”
Bazen, ailevi gidiş-gelişleri, akraba ve dostları ziyaret etmeyi engelleyen sebepler; fazla beklentiler, masraf ve harcamalar, gidiş-dönüşlerin çok zaman alması, insanların vakit bulamaması gibi şeylerdir. Ama en azına razı olursak, bir an için bile olsa oturmak, durumlarını sormak, bir su veya çaylarını içmek; ya da sadece kapı önünden bir selam vermek ve vaziyetlerini sormakla da olsa bu diyalogu sürdürmek, sıla-yı rahimi (akrabalık ilişkisini) daha ileriye götürecek ve irtibatları daha sağlam hale getirecektir.
Etkiler ve Sonuçlar
Bu çeşit irtibat ve bağlılığın, dünyevi ve uhrevi birçok faydası ve etkisi vardır. Biz bu konuyla ilgili mevcut olan pek çok hadisten sadece şu iki hadisle yetiniyoruz:
Hz. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sıla-yı rahim; amelleri temizler, malları çoğaltır, belaları defeder, hesabı kolaylaştırır ve eceli geciktirir.”[4]
Gördüğünüz gibi, zikredilen sonuçların bazıları dünyevi işlerle ilgilidir. Bazıları da uhrevi sonuçlar ve bir amele karşı ilahî mükafatları anlatır.
Diğer bir hadis de İmam Sadık (a.s)’dandır:
“Sıla-yı rahim; ahlâkı güzelleştirir, eli açık yapar, gönlü hoş eder, rızkı artırır, eceli tehir eder.”[5]
Bu iyi ve sade iş, o kadar yapıcı ve faydalı, Allah’ı o kadar razı edicidir ki, bazen ondan dolayı, ilahî takdir bile değişir ve Allah-u Teâla bu iyi amelin mükafatını, bu amel sahibinin ömrünü uzatmakla verir. Tam tersine irtibatları kesmek ve akrabalardan yüz çevirmek de o kadar çirkin, uğursuz ve Allah katında o kadar kötüdür ki, ömrü kısaltmaktadır.
Şu sarsıcı hadise dikkat ediniz:
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sıla-yı rahimden başka ömürleri uzatan başka bir şey tanımıyoruz. Hatta, ölümüne üç sene kalmış birinin, sıla-yı rahim ehli olması dolayısıyla Allah (c.c), ömrünü otuz yıl daha uzatır ve otuz üç yıl yaşar. Bazen de, ölümüne otuz üç yıl kalmış birinin, akrabalarıyla alakalarını kesmesi ve onlarla mevcut olan ilişkilerini koparması üzerine, ömrü kısalır ve eceli üç yılda yetişir.”[6]
Sıla-yı Rahimin Sınırı
Bu muaşeret âdabı, sadece temiz, takvalı ve hizbullahî olan akrabalarla sınırlı değildir. Günah ehli olanlara karşı bile yerine getirilmesi gereken ahlâkî bir vazifedir. Salih akrabaların gidiş-gelişlerinin bereketiyle nice günahkar insanlar etkilenir ve doğru yola dönerler. Kimi zaman ziyaretleşmelerin ve gidiş-gelişlerin terk edilmesi, günahkar akrabaların, daha çok günahlara batmalarına ve sapık yollarda daha çok ileri gitmelerine sebep olmaktadır. Ancak irtibatları koruma, onların durumlarının daha çok kötüye gitmesini önler. Bu yüzden, bu irtibat şeklini ve akrabalık bağlarını korumak bir görev olarak telakki edilmelidir.
Şiilerden biri İmam Sadık (a.s)’a sordu: “Benim akrabalarım, sahip olduğum dava ve fikirden daha değişik dava ve fikirlere sahip insanlardır. Acaba onların benim üzerimde hakları var mıdır?”
Hazret buyurdu:
“Evet, yakınlık ve akrabalık hakkını hiçbir şey kaldırmaz. Eğer seninle aynı fikir ve akideye sahiplerse, senin üzerinde iki hakları vardır; birincisi akrabalık hakkı, ikincisi İslam ve müslümanlık hakkı.”[7]
Hatta eğer akrabalar, insana eziyet etseler bile yine de ilişkileri kesmeye hakkımız yoktur. Nitekim bir hadiste şöyle geçmektedir:
“Bir adam Allah Resulü’nün yanına gelerek şöyle arzetti: “Ya Resulellah! Kendileriyle diyalog içerisinde olduğum bazı akrabalarım var. Ancak bana eziyet ediyorlar. Onlarla ilişkilerimi kesmek istiyorum.”
Hz. Resul şöyle buyurdu: “O zaman Allah da seni terk eder!...”
Arzetti: “Öyleyse ne yapayım?”
Allah Resulü buyurdu: “Seni mahrum edene bağışta bulun, senden ilişkisini kesenle irtibat kur, sana zulüm edeni affet. Böyle yaptığın vakit Allah senin arkanda olur.”[8]
Hz. Ali (a.s)’dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Akrabalarınızla sıla-yi rahimde bulunun (onlarla irtibat ve gidiş-gelişleriniz olsun); onlar ilişkilerini kesseler bile.”[9]
Sıla-yı rahim sünneti, sosyal ilişkiler sahasında, dinin en iyi programlarından biridir.
Gerçi hayatımızın yeni aldığı şekil ve bugünkü meşguliyetler, bazen bu fırsatları insanlardan almış, ama dinî değerleri, sünnetleri ve dayanakları korumak, ailelerde ilişkilerin kaynaşması ve sağlamlaşması etkenlerindendir. Özellikle milli münasebetler, bayramlar, taziyeler ve yeni yıl başlangıçları, bu dinî sünnetin uygulanması için doğal ve müsait fırsatlardır.
Sonuç olarak, sosyal ve ailesel boyutta, İslam mektebinin pratik talimatlarına vefa kalmamız ve yaşam sefasını, garbzedelik (Batı hayranı olmak) serabında ve yabancı kültürleri taklît etme uğrunda elden vermememiz gerekir.
[1] Gurer’ul-Hikem
[2] Kafi, c. 2, s. 151
[3] a. g. e
[4] a. g. e, s. 150
[5] a. g. e, s. 150-151, H: 6 ve 12
[6] a. g. e, s. 152, H: 17
[7] Mizan’ul-Hikme, c. 4, s. 83
[8] Bihar, c. 71, s. 100
[9] a. g. e, s. 92
Dostları ilə paylaş: |