Önceki konumuzda gençlere karşı iyi niyetten söz ettik. İyi niyetin gerçekleşmesinde destek olacak faktörlerden birisi müsbet ve olumlu düşüncelerdir. Ama olumlu düşünce iyi niyetin mutlak şartı değildir.
Olumlu düşünceden maksat, gencin kişiliğine, duygularına, hislerine, davranış ve düşüncelerine olumlu yaklaşımdır. Ama unutulmamalıdır ki, olumlu düşünmek, bunların kabulü anlamına gelmez, belki onların doğal ve insanî boyutlar olduklarını bizlere anlatır. Örneğin; gençlerin güzel ve şık giyinmesi, bakımlı olması gibi fiillerin, onların temizlik ve güzelliğe olan ilgileri olarak görülebilir veyahut tam aksine karşı cinsi etkileme arzusu olarak yorumlanabilir. Başka bir örnek olarak da, gençlerin inat ve dik başlılıklarını, onların özgür ve bağımsız bir birey olma isteğine bağlayabilir ve bunu bir tür doğru yoldan çıkma olarak addedebiliriz.
Optimist (iyimser) düşüncenin önemi, insan kişiliğinin gelişim evrelerine ve bunun dışa yansımasına bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır. Gençlik, arzu ve isteklerin aklın önüne geçtiği bir evre ise Platon’un dediği “Sarhoşluk Dönemi” veya Hz. Muhammed’in (s.a.a.) buyurduğu “İnsanın bilgisi gençlikte az ve cahilliği de bir hayli fazladır” sözleri yerini bulacaktır. Öyleyse bu hesaba göre gençlerden doğru davranmaları ve hatasız olmalarını beklemek oldukça yersiz olacak ve onları fazlalık ve isyankâr görmemiz de mânasını yitirecektir. Aslında bizlerin, onların davranışlarına olumlu düşünce ve gerçekçi bir bakış ile kendilerine yaklaşmamız gerekmektedir. Böyle bir bakış ile bakıldığında, yenilikçi düşünceleri ve güzelliği istemeyi, gencin hakkı olarak görebiliriz. Emîru’l-Mü’minîn Ali (a.s.) ve o Hazret’in genç hizmetkârı Kanber’in kıyafet alışverişi sırasındaki şu konuşmalarından bu konu açıkça müşahede edilmektedir:
“İmam (a.s.), üç dirhem değerindeki kıyafeti Kanber’e ve iki dirhemlik kıyafeti ise kendisine alır. Üç dirhem eden kıyafet size yakışır diyen Kanber’e İmam şöyle buyurur: “Sen gençsin ve senin gençlik ihtiyaçların var. Kendimi senden üstün tuttuğum takdirde ben Allah’tan utanırım.”[1]
Eğer gençlere olumlu yaklaşılırsa, gencin bizlere göre hoşa gitmeyen birçok davranışı, artık doğal karşılanabilir ve zaten kişinin gençlikte böyle davranışları yoksa, asıl o zaman hayrete düşülmelidir. Allah’ın Resulü (s.a.a.) şöyle buyurur:
“Yüce Allah, gençliğini yaşamayan gence hayret eder.”[2]
Dinî metinlerde bu konu hakkında birçok örnekler mevcuttur. Ama buradaki en önemli nokta, pozitif yaklaşımların sınırlarını iyi bilmektir. Hiçbir zaman olumlu düşünce, yanlış davranışların onayı gibi algılanmamalıdır. Hoş olmayan ve öğretilere aykırı davranışların gençlik döneminde doğal karşılanması ve bu davranışları kötüye yormamak ile bu davranışları onaylamak arasında büyük bir fark vardır. Maalesef gençlerin davranışlarına mukabil birçok aile ve eğitmenin yaptığı hata ise olumlu düşüncenin yanlış yorumlanması olmaktadır. Örneğin; gencin süslenme ve güzel görünme isteği, onun giyim şekli ve kendini algılayışını belirler, fakat bu istek örf ve adetlerin, toplumun ahlâk ananelerinin ötesine geçtiğinde, bu artık bir hata ve yoldan sapma olarak yorumlanmalı ve onu düzeltme yoluna gidilmelidir. Kızların hicapsız olmaları ve İslâm öğretilerine aykırı giyinmelerini onaylamak, olumlu düşünce sonucu olamaz, Batı gençliğindeki gibi giyinip, süslenmek, Türkiye ve İranlı Müslüman bir gence yakışmayacaktır.
[1] Nuri, Hüseyin; Müstedreku’l-Vesâil, C. 3, s. 256.
[2] Heysemî, Ali b. Ebi Bekir; Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, C. 10, s. 280.
5. Sevgi ve Muhabbete[1] Dayanan Eğitim
Eğitimin usul ve kaideleri, aslında o eğitimin kökünde saklıdır. Temeller gerçekleri yansıtır, usul ve kaideler ise olması gerekenlerden bahseder. Eğitim temelleri arasında beşerî konular, en önemli ve ehemmiyet arz eden konulardandır. Çünkü “İnsan”, eğitimin asıl konusudur. Eğitimde insanî konuları göz ardı etmek, tümüyle gerçek eğitimden vazgeçmek ve faaliyetlerin merkezine bir ağaç, bir hayvan ya da bir madenî unsuru yerleştirmek demektir.[2] Açıktır ki böyle bir eğitim, amacına ulaşamayacağı gibi onun için harcanan sermayeyi de yok edecektir ve maddî, mânevî tüm kaynakları yok etmek dışında herhangi bir sonucu olamayacaktır. Bu yüzden insan hayatındaki evrelerin ve her evrenin getirdiği fiziksel ve ruhsal özelliklerin bilinmesi, eğitim faaliyetlerinin en önemli ve mühim önceliklerindedir. Bu konuya gerekli önemi vermeyen veya tam olarak algılayamayan eğitmen ve eğitim kurumları muhakkak yenilgiyi tadacaklardır.
Gençliğin özelliklerinden bahsederken, bu dönemde ruhsal bunalımların yaşanabileceğinden söz etmiştik ve bu bunalımlar gençlik döneminin bir getirisi olup kendini inatlaşma, kin gütme, çabuk incinme, huysuzluk ve fazlaca hassaslaşma gibi belirtilerle göstermektedir. Bu durum doğal ve tabiî olduğu gibi ebeveynlerin (ana-babaların) davranışları ile şiddet kazanıp, hafif geçişlerle de atlatılabilir. Eğer bu fırtınalı dönem, doğru ve pozitif davranışlar ile desteklenirse buhran sonrası evre çok verimli bir dönem olabilir; aksi hâlde bu dönem gencin ailesinin ve içinde bulunduğu toplumun oldukça çok ve çeşitli problemler yaşayacağı anlamına gelmektedir. Bu önemli konunun farkında olmak, gençlerin eğitiminde başka bir kaidenin bulunmasında etken olmuştur ve o da hiç şüphesiz sevgi, muhabbet ve şefkate dayalı bir eğitimdir. Bu kaide şöyle özetlenebilir; gençlerin eğitimindeki her aşamada alınacak olan tedbirlerle sevgi ve anlayış paralel olmalıdır. Bu kaidede küskünlük ve öfkeye yer verilmemelidir. Bir başka deyişle, gencin ruhî bunalımını arttıracak ve onu daha da derinleştirecek her türlü faaliyet ve davranıştan uzak durulmalıdır. Genç, ailesini ve aynı zamanda eğitmenlerini muhabbet ve şefkat dolu güvenli bir sığınak, liman gibi görmelidir. Hâl böyle olunca da, onlar ile birlikteyken içinde bulunduğu karışık ve perişan ruh hâlini dizginleyip, huzur bulabilir. Din eğitimi verilirken de Allah’ın sevgi ve şefkat dolu sıfatlarından bahsedilmeli ve Masumlar’ın (a.s.) aşk ve muhabbetlerini resmetmeliyiz. Bu önemli konu, gençlerin güven, huzur gibi temel gereksinimlerini karşılamaktadır.
Açıktır ki, böylesine sevgi ve huzur dolu bir dayanağı bulmak, genç için problem ve baskı içeren bu zorlu dönemde umut ve güven sağlayacaktır. Aslında güven sağlamak, her eğitim programının temel faaliyeti ve amacıdır ve güven sağlanmadıkça eğitim alan kişi, eğitime can ü gönülden meyilli olmayacaktır. Bu da ancak muhabbet ve iyi niyet ile gerçekleşecektir. Bu iki önemli konunun vücuda gelmesi, sadece gençlik dönemi eğitimi ile kısıtlı değildir. Fakat bu çağın özelliklerinden dolayı bu dönemde daha çok önem kazanır.
Alman bir eğitimci olan Wolfgang Brezinka, “Günümüz Dünyasında Eğitim ve Öğretimin Rolü” adlı kitabında, gençlere karşı uygulanan özel eğitim modellerinin günümüzde başarısız olması hakkında şöyle yazmıştır:
“Gençlere bu yaşlarda ulaşmak çok zordur, sadece eğitim konusundaki görevleri dolayısıyla gençler ile ilgilenen az sayıda insan vardır. Ama tüm bunlardan ziyade anne ve babada, eğitmenler ve din adamlarındaki tedbir eksikliği, terazinin bu tarafındaki kefesinde daha ağır basıyor. Nadiren gençlerle kolaylıkla ve normal bir insanmışçasına konuşabilen kişilere rastlarız. Genellikle her iki taraf, birbirlerine karşı şiddetli bir şekilde yabancılık çekerler, güven sağlayamaz ve samimiyetsizdir. Çünkü karşı taraf, dayanak teşkil edebilen hiçbir imtiyaz ve özellik gösteremez”[3]
Morris Debs ise bu konuda şöyle yazmıştır:
“Öncelikle gençlere bu isyan dolu yılları atlatmalarına yardımcı olmak ve bu dönemlerin tehlikeli deneyimlere sahne olmasına izin vermemek gerekir. Böyle bir amaç, gençlere sevgi ve şefkat ile yaklaşmakla mümkün olacaktır. Ergen ve gençler, onların problemlerini anlayan eğitmenlere ihtiyaç duyarlar. Gerekli durumlarda onları eleştirecek ama aynı zamanda da zor durumlarında yanlarında bulunacak kişilere ihtiyaç duyarlar.”[4]
Aşağıdaki rivayetlere bakıldığında Masumlar’ın (a.s.), gençlerin Allah sevgisine dikkatlerini nasıl çektiklerini görebiliriz. İmam Cafer-i Sâdık (a.s.) buyurur ki:
“Gençliğimde çok ibadetle meşgul olduğumda babam bana şöyle buyurdu; Evladım! Kendine daha az zahmet ver. Çünkü Allah, birisini sevdiğinde onun azına da razı olur.”[5]
Fahr-i Kâinat Muhammed Mustafa (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:
“Sizleri yaşlılara karşı iyilik yapmaya ve gençlere karşı mahabbet ve sevgi ile yaklaşmaya çağırıyorum.”[6]
Allah’ın Resulü (s.a.a.) bir başka yerde de şöyle buyurur:
“Allah nezdinde en iyi kul, kendi gençlik ve güzelliğini Allah yoluna ve O’na itaat etmeye adayandır. O, öyle bir birisidir ki, Allah onunla, meleklerine karşı iftihar eder ve der ki; Bu benim gerçek kulumdur.”[7]
Dinî metinler incelendiğinde, Din Önderleri’nin (Masum İmamlar’ın) gençlerin eğitimiyle yakından ilgilendikleri anlaşılmakta ve gençler karşısında bizzat kendilerinin bu konuları uyguladıkları ve bizlere de uygulama emrini verdikleri görülmektedir. Hz. Muhammed (s.a.a.) şöyle buyurur:
“Sizi yaşlılara karşı iyilik yapmaya ve gençlere de şefkatle yaklaşmaya çağırıyorum.”[8]
İslâm Dini Önderleri’nin (İmamlar’ın) kendi çocukları ile olan diyaloglarında sevgi ve şefkat içeren sözcükleri duymak çokça mümkündür.[9] Aynı zamanda Allah sevgisini de olabildiğince gençlere aktarmak için çabalamışlardır.
Aynı metinlere dikkatlice bakıldığında görülen şey, Dinî Önderler’in Allah sevgisini üç şekilde gençlere aktarmış olmasıdır:
1- Allah’ın Tüm Gençlere Muhabbet ve Şefkati: Allah, bütün gençlere saygı ile yaklaşmakta ve gençler onun için son derece değerlidirler. İşte bu yüzden gençlik çağının sonuna değin onların hatalarını görmemesi devam etmektedir.
2- Allah’ın İbadet Eden Gençlere Olan Sevgisi: Yüce Allah, gençliğini ibadete ayıran gençleri sever ve hatta onları meleklerin ötesinde tutup, melaikenin önünde onlarla iftihar eder. Bunun kendisi bir tür şartlı sevgidir.
3- Allah’ın Günahkâr Olan Gençlere Karşı Sevgisi: Üçüncü sevgi türü Allah’ın günah işlemiş, günah ve ayıbından pişman olmuş, ardından tövbe ederek O’na sığınmış gençlere olan sevgidir. Açıktır ki, Allah’ın sevgi ve muhabbeti bu kullarını da kapsayacaktır. Önemli olan, gençlere Allah’ın onları sevdiğini ve tövbe edip, geri adım atmalarını anlatabilmektir.
[1] Arapça “Hubb” kökünden türeyen “Muhabbet” kelimesi, Türk dilinde öz manasını yitirmiş ve karşımıza “Sohbet” ve “Lakırdı” olup çıkmıştır. Ama “Sevme” ve “Ruhun kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi” olarak mana kazanan “Muhabbet” kelimesi konu başlığına uygun görüldüğü için seçilmiştir.
“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammed’siz mahabbetden ne hâsıl.” (Mütercimin notu)
[2] Üstad Şehid Murtaza Mutahharî, yaptığı derin araştırmalar sonucu; İslâm öğretilerine dayalı olmayan eğitim ve öğretim sistemlerinin yenilgi ve başarısızlıklarını, kullandıkları eğitim metodlarında genel olarak madde ve hayvanın ön plana çıkmasına, iş gücü ve sanayinin beşerî eğitimden daha fazla mevzubahis edilmesi sonucuna bağlamaktadır. Bkz. Mutahharî, Murtaza; İslâm’da Eğitim ve Öğretim, Kabiliyetlerin Eğitimi konusu.
[3] Brezinka, Wolfgang; Günümüz Dünyasında Eğitim ve Öğretimin Rolü, s. 264-265.
[4] Latifâbâdî, Hüseyin; Ergen ve Gençlere Uygulamalı Gelişim Psikolojisi, C. 1, s. 97.
[5] Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 2, s. 87.
[6] Muttekıy El-Hindî, Ali bin Hisâmeddîn; Kenzu’l-A’mâl, C. 3, s. 179, Hadis No 6050.
[7] a.g.e., C. 15, s. 785, Hadis No 43103.
[8] Muttekıy El-Hindî, Ali bin Hisâmeddîn; Kenzu’l-A’mâl, C. 3, s. 179, Hadis No 6050.
[9] Buna örnek olarak, rivayetlerde oldukça fazla göze çarpan “Ey Oğul!” ya da “Ey Oğulcağızım!” şeklinde Türkçemize giren “یا بنی” “Ya Buneyye!” hitabını gösterebiliriz. Bilindiği üzere insanın evladına “Ey Oğul!” ya da “Ey Kızım!” diye seslenmesi, adıyla hitap etmesinden daha etkili ve tesirlidir.
Dostları ilə paylaş: |