8- YAZMA ESERLERDE MÜHÜR
Eski devirlerde imza yerine kullanılan ve basıldığı vakit düz çıkması için üzerine ters olarak isim, unvan ve tarih kazınmış küçük alete mühür denir.
Osmanlılar'da mühür kullanımı, halk, eşraf, esnaf ve hatta ulema ile devlet adamları arasında pek yaygındı. Bu sebeple mühür kazıma ve mühürdeki metnin hattatlarca yazılmasındaki san'at zevki oldukça ilerlemişti. Çok güzel istifli, zaman zaman dînî, tasavvufi ve edebî değeri yüksek ibareler, yanlarında yer tezyinatla birlikte mühürcülüğümüzün bir san'at dalı olarak var olmasını sağlamıştır.
Mühürler altın, gümüş, pirinç, bakır ve kurşun gibi madenlere, veya akik, yakut, zümrüd, kantaşı, firuze, necef, yeşim ve hatta iri inci gibi kıymetli taşlara kazılarak (hakkedilerek) hazırlanırdı.
Mührün yazı kısmınin gerek harfleri, gerekse istifi bakımından bediî değere sahip olma şartı aranırdı. Bazen mühür metni meşhur bir hattata hazırlatılır, sonra mühürcüye kazdırılırdı. Bu çeşit hazırlatılan mühürler için Şevkî Efendi, Sami Efendi ve Çarşambalı Arif Bey gibi büyük hattatlarımızın yazdığı mühür istifleri, kağıt üzerinde zamanımıza kadar gelmiştir.
Mühürcülük san'atı 18. yüzyıla kadar gelişme göstermiş, bir ara duraklamasına rağmen 19. yüzyılda yeniden canlanmıştır. Eski mühürler, üzerinde çok sayıda kelime ihtiva etmelerine ve büyük olmalarına karşılık, son asırda uzun ifadelerden vazgeçilmiş, yalnızca isimler kazınmaya başlanmış, bu sebeple mühürlerin ebadı da küçülmüştür.
Mühürlerin pek çoğunda yapılış tarihi de kazılırdı. Bu yüzden hayatı hakkında bir şey bilmediğimiz mühür san'atkarlarının, hiç olmazsa yaşadıkları devri öğrenmek mümkün olmaktadır. Mühürlerde adı buluna hakkaklar, kendi isimlerini o kadar küçük ebatta yazmışlardır ki bunları okumak da ayrı bir hüner haline gelmiştir.
Mühürlerin gördükleri önemli bir başka vazife de, metinde yer alan tarihî vak'a ve şahsiyetle, mühür basılan ve içerisinde tarihi belirtilmeyen resmî ve şahsî evrakın tarihlenmesinde aydınlatıcı unsur olmalarıdır.
Tarihimizde evkaf mensuplarının ve resmî şahısların kullandıkları tatbik mühürleri, bir karışıklığı ve sahtekarlığı önlemek için ayrı defterlere basılarak "Mühür Tatbik Defterleri" halinde daima göz önünde bulundurulurdu. Bir mührün tamamen bir benzerinin ikinci kez, yapılmasından da sakınılırdı.
Osmanlı padişahları içinde Sultan Birinci Mahmud'un mühürcülük san'atıyla meşgul olduğu, hatta kazıdığı mühürleri el altından sattırıp, alın teriyle kazandığı bu parayı sadaka olarak muhtaçlara dağıttığı bilinir.
Padişahın, vekili sıfatıyla sadrazamına verdiği mühr-i hümayun üstünde kendi tuğrası kazılıdır. Yüzük şekline getirilmiş bir diğer mührü de padişah parmağında taşırdı.
Mühür kazıyan meşhur hakkaklardan şunları sayabiliriz.
Balî, Baha, Halim, Haşim, Hamdî, Hüsnî, Hakkı, Halusî, Halîm, Hilmî, Halid, Dana, Zihnî, Rasim, Raşid, Rahmî, Ra'fet, Resmî, Remzi, Resa, Ruhî, Reca, Reha, Refîk, Zekî, Zühdî, Seza, Sırrî, Samı, Şakir, Şevkî, Ziya, Arif, İzzet. Alî, Azmî, Aşkî, Gazî, Fanî, Fehmî, Kadir, Kadri, Kamî, Lütfî, Medhî, Mecdî, Mehmed, Mislî, Namî, Nacî, Nadir, Nabî, Nusret, Vefa, Yümnî, Sabrî, Hamdî, Baba, Zatî.
Mührün yerini imza aldıktan sonra, mühürcülük san'at olarak yok olmuştur.
Hakkâk Yümni�ye ait hâkk defteri
Yazma eserlerin genellikle 1a yüzünde görülen mühürler cilt, tezhip, minyatür, yazı v.b. gibi yazmanın önemli, unsurlarındandır. Mührün kitaplara basılmasına özen göstermişlerdir. Hatta bu vakıf mühürlerinde kısaca da olsa vakıf, şartlarını belirtmeyi amaçlamışlardır. Bir klîşe olarak gelişen bu vakıf mühürlerinde Önce vakıfın mesleği, adı (kimi hallerde, babasının adiyle) sonra üzerînde vakıf mührü olan bu kitabı nereye ve ne maksatla ve hangi şartlarla vakfettiği ve hangi tarihte bu vakfı gerçekleştirdiğini belirtmektedir.
Dostları ilə paylaş: |