İçki, Kumar, Ve Kadın-Erkek İhtilâtı
Fakat içkiye, kumara ve iki cins arasındaki ihtilâta gelince, o îslâmın haram ettiği, ilericilerin kötülemesine ve hücumuna rağmen haramiyeti üzerinde ısrar eylediği bir hakikattir.
Bunun hakkındaki münakaşa uzayabilir. Lâkin biz mes'eleyi en kısa yoldan ele alacağız.
İçki mes'elesinde, sarhoşluğundan ayrılmamış ve ahlakî çöküntüler ivindo bulunan Fransa'da Parlâmento üyesi bir kadının, içkinin yasak edilmesini istemesi kâfidir. îşte bu, içinde yaşadığımız çağın iç-kici kadın ve erkeklerine cevap olarak yeter ve artar!..
Hlvaki gönlümde içkiye karşı bir saygı hissi bulmam. Lâkin ben biliyorum ki, içki hasta bir ferdin veya hasta bir toplumun bir inikasıdır. Sınıf farklarının şiddetlendiği cemiyet var ya, işte o cemiyette bir sınıf halk, hissi ahmaklaştıran çirkin bir lüksün içinde yaşar. Bu yüzden tabiî olmayan sun'l münebbihlere (uyarıcılara)' muhtaç olur. Bir başka sınıf da, içinde yaşadığı kötü gerçeklerden kendini uzaklaştırıcı tesirlere karşı amansız bir ihtiyaç ve mahnımiyet içinde bulunur. Bir lokma ekmek elde etmek mücadelesi hislerini taşıran veya ardı arkası kesilmeyen ağır ve rahatsız edici âletlerin gürültüsü veya duvarlar arkasındaki yazıhanelerde geçen yorucu ve uzun çalışmaların, celselerin bıkkınlık yüklediği toplum... İşte bu toplum hayalinde, yorgunluklardan uzak başka bir âlem meydana getirmek maksadile içkilere ve se-kir verici maddelere koşar, onlara iltica eder.- Lâkin bunların hiç biri içkinin mubah olmasına bir sebep teşkil etmez. Şüphesiz, içkinin vücudu, hastalığın vücuduna bir delil ve onun ortadan kaldırılması için bir davetçidir.
İslâm şarabı haram ettiği sırada, onu içmeye sevkeden sebepleri hesaptan uzak tutmamıştır. Belki ilk önce bu sebepleri izale etmeğe çalışmış, ondan sonra haram olduğunu ilân etmiştir. Binaenaleyh yeni medeniyet, îslâmı tenkit etmeğe yeltenerek ağzını açmazdan önce, fikrî, ruhî, içtimaî, iktisadi ve cismî tanzim sistemile ruhun hastalıklarını nasıl tedavi ettiğini İslâmdan öğrensin.
Kumara gelince, sapıklar ve işsiz güçsüzler müstesna hiç bir kimse ondan memnun olmaz. Bu yüzden kumar hakkında sözü uzatmağa ihtiyaç yoktur.
Fakat etrafında hırtmalar koparılan ihtilât yâni kadınla erkeğin karışması mes'elesıne gelince, işte o, köksüzlerin yaygara kopardıkları mes'eledir. îşte sana onların safsatalarından bazı örnekler:
«Geri kalmışlar olarak ne zamana kadar devam edeceğiz İlerleme ve medeniyet yolunda ne zamana kadar duraklıyaca-ğız? Ne hoştur Fransa medeniyet! Orada iki âşık birbirine sarılmış vaziyette derin bir öpüşme haleti içine gömülmüş oldukları halde umumî cadde üzerinde dururlar. Fazilet davet-çilerinden mahkûmlar postuna oturmuş olanlar, onları rahatsız etmez. Polis de, bu sanat temsili şeklindeki hareketlerini bitirinceye kadar onları gelip geçenlerin rahatsız etmesinden korur. O ikisine hakaret gözüyle bakana kelimenin tam mânasile yazıklar olsun. Böyle yapan ancak hakaret ve şerefsizliği kabul eder.
Amerikan medeniyetine Övgüler olsun!.. Çünkü, orada insanlar kendilerine ve başkalarına karşı açıktırlar. Hilebazhk ve münafıklık yapmazlar. Onlar, cinsî arzunun biyolojik bir ; zaruret olduğunu anlamışlar, bu sebebten zarureti itiraf etmişler, onun yolunu açmışlar ve o zarurete karşı toplumun dikkat ve ihtimamını sağlamışlardır. Bu yüzden her gencin bir kız arkadaşı ve her kızın da bir erkek arkadaşı vardır. Beraber girerler, çıkarlar ve gizlice beraber dolaşırlar. Beraberce o zarureti defederler. Böylece cisim, ruh ve âsab üzerindeki cinsî yükten kurtulurlar. Bu sebepten dolayı, sabahleyin istekli olarak, sevinç ve inşirah ile işlerine koşarlar. Bol bol istihsal elde ederler. İşlerinde muvaffak olurlar. İşte böylece bütün millet ileri doğru yol alır!..»
Evet!.. Almanların yöneltmiş olduğu ilk hücumda zelil ve hakir olarak yerlere kapanan, o Fransa'dır. Bu mağlûbiyet hiçbir zaman hazırlıklarının noksanlığından ve harp gücünün yetersizliğinden değildi. Bu mağlûbiyet, müdafaa edeceği bir şeref, ırz, namus ve haysiyyeti olmadığı içindi. Öyle bir millet ki, düşük zevklerin içine dalmış, hissî zevkler kendilerini bürümüştü. İşte bu yüzden, bombaların ve harbin sadece Paris'in muhteşem binalarım ve hayâsız oyuncularını tahrip edip parçalamasından korkmuşlardı. Acaba aydınların bizi çağırmak istedikleri bu mudur? Yoksa onlar ne söylediklerini bilmeyen aldatılmış ahmaklar mıdır?
Şarktaki ahmakların gözlerini kamaştıran, oı rı aldatan Amerika!..
Amerikan şehirlerinden birinde yapılan istatistiğe göre, liselerde okuyan kız talebelerden % 38'inin hamile olduğu anlatılmıştır!. Bu nisbet Üniversiteli kızlar arasında daha azdır. Çünkü, onlar daha tecrübeli ve hamileliği önleyici ilâçları kullanmakta daha maharetlidirler (î). Acaba aydınların savundukları me deniyet bu mudur?.. Yoksa onlar anlamadıkları şeyleri söyleyen aldatılmış kimseler midir?. Şüphe yok ki, sinirler üzerinde etki yapan cinsî ağırlıktan kurtulmak doğru bir hedeftir. İslâm ona en büyük ihtimamı göstermiştir. Zira Amerika onu keşfetmezden önce İslâm, cinsî ihtiyaçlarını tatminden mahrum olanların çalışma ve istihsal gücü düşer demektir. Bu arzu, onları zaruret meydanlarında hapseder. Bu yüzden normal yükselmeği sağlayamazlar, ancak düşe kalka yol alırlar. Lâkin bu konuda doğru olan hedef, doğru vesilelerin ele alınmasını gerektirir. Bütün toplumu kötülüğe bulaştırmak, birbirlerinin üzerine atılan hayvanlar gibi gençleri başıboş bırakmak hiç bir zaman doğru yol değildir. Hadd-i zatında öyle olmakla beraber, eğer ahmakların anladığı gibi Amerikanın büyük istihsali bu cinsî başıboşluktan ileri geliyorsa, evvel onlar bilsinler ki, o sırf maddî bir istihsaldir. Yakın bir gelecekte her şeyi yapacak olan ma-kinanın, insanın yaşayan insana olan ihtiyacını bertaraf etmesi mümkündür. Fakat fikir ve prensipler alemindeki dönen dolaplara gelince, tarihi boyunca beşeriyetin tanıdığı en çirkin kölelik usulleriyle zencileri köleîeştiren Amerikadir. Ve yeryüzündeki müstemlekecilik dâvalarının hepsini teyid eden de yine Odur. İçgüdülerin hayvaniyetinde temessül eden ruhî düşüklükle, köleleştirme ve müstemlekecilikte kendini gösteren ruhî düşüklük arasını ayırmak mümkün olmaz. İşte bunların her ikisi de medenüeşmiş kimselerin başvurmaları mümkün olmayan bir düşüklüktür.
Kadın, hafif açık saçık elbiselerle dolaşarak erkeğin dikkat ve şehvetini çeker vaziyette sokağa çıktığı zaman bakanları kaplayan zevk ve neş'eye gelince, şüphesiz bu vakidir ve gerçektir. Tabiî nefis, yemeklerde olduğu gibi değişik şekil ve tarzlardan da hoşlanır. Fakat biz, ilk önce hedefleri sınırlamak zorundayız. Diğer hedeflerden zarfınazar ederek acaba hayatta bizim vaizfemiz, sûrur ve sevinçten en büyük nasibi almak mıdır? Eski zamanlarda ve yeni çağda bir kimse çıkıp da şehvetlerin insanlarca tatlı ve sevinçli olduğunu inkâr etti mi? Öyle ise, neden zevkler diye isimlendirilmiştir? Şüphesiz bu, yirminci asırda garbın keşfettiği yeni bir buluş değildir. Daha evvel Yunan, İran ve Roma onu- tanımış ve boyunlarına kadar o zevklerin içine dalmışlardır. Fakat neticede ne olmuş? Ne olacak, haram olan şehevî arzulara boyun eğdikleri, iş ve istihsalden kesilip hayata istihfaf ile baktıkları zaman tıpkı Fransa'da ve tarih boyunca her yerde olduğu gibi hepsinin şan, şeref ve devletleri inkıraza uğratmıştır. Yeryüzünde Allâhın kanunu caridir. «Elbette ki, siz Allahm kanununda herhangi bir değişiklik bulamazsınız.»130
Avrupa yeni çağdanberi maddî kuvvete sahipti ilim kuvveti, müşterek çalışma kuvveti, istihsalde ciddî çalışma kuvveti -. Bu maddî kuvvetin meydana getirdiği şehvetler onu azıttı, bir kısmı yol üzerinde, bir kısmı da diğer yerlerde sükûta başladı. Fakat bize gelince kuvvete mâlik oiamıyorduk. Çünkü en az son iki asır boyunca bizi ihata eden sosyal ve siyasî şartlar, hiç bir vakit bizim lehimize olarak cereyan etmedi. Hal böyle olunca medenileşme veya medeniyet adıyla veya gericilik ve cümûd (donmuş) töhmetinden kaçmak adı altında şehvetlerin üzerine eğilmek ten ne fayda elde ederiz. Hiç bir şey istifade etmeyiz. Sadece bize'sarhoşluk ve baş dönmesi isabet eder. Ne zaman biz kendi yolumuzda ilerlemeğe başlamışsak onlar derhal bizi kösteklemişlerdir. Hür düşünce unvanı altında ahlâksızlığa çağıran her yazar ve düşünür, kasıtlı veya kasıtsız müstemlekeciliğin bir edişidir. Sömürgeci ve emperyalist devletlerin gizli ajanları bu yazar ve düşünürleri pek iyi tanırlar. Milletin ahlâkını bozmak, zevk ve safa peşine milleti sürüklemek, gençleri lüzumsuz duygularla yıpratmak, daha nice kötü yollarla yapmakta oldukları hizmetleri onlar takdir ederler. Bu yüzden bu ajanlar gazete, mecmua, devlet daireleri, radyo ve benzeri müesseselere yerleştirilirler. Onlara, bunlardan başka maddi mükâfatlar da verilir. İşte başkalarına bu şekilde âlet olan-j lar, gafil avlanmış hilekâr hainlerdir.
Onlar derler ki: «Garptaki kadına bir bak... O dişilikten kadınlığa yükselmiştir. Orada kadın eğitilmiş, cemiyette yapmakla mükellef olduğu bir görevi bulunduğunu anlayan j bir insan olmuştur...»
Bu terbiye ve eğitimden, bu kitabın «îslâm ve Kadın» bölümünde bahsetmiştik. Fazla olarak burada deriz ki, kadının çalışmak maksadile dışarı çıkması ve toplumda dağılması, evinde oturduğu zaman meydana çıkması mümkün olmayan bazı kabiliyetleri meydana koymuştur. Tabiatile kadın beşer üretimi ile meşgul iken bu gibi vazifeleri yapamazdı. Fakat biz her şeyden önce sorarız : Bu cür'et kadının şahsi yapısına bir şey ekledi mi?.. Kadının bir çok hususlarda noksanlaşmasını sağlayan bu cür'et acaba kadına yeni bir şey kazandırdı mı?.. Yine soranz, bu cüret bütün beşeri yapıya bir şey ilâve etmiş midir? Yoksa bir kaç şey kazandırmasına rağmen çok şey mi kaybettir mistir?..
Şüphe yoktur ki, garpta kadın, erkekle beraberi dolaşan, onun aşklarını ve cinsî arzularını takabbül eden, bazı güç mes'elelerde erkeğe yardımcı olan i bir arkadaş olmuştur. Lâkin o, bunların hepsine rağ-J men iyi bir zevce ve iyi bir anne olmağa muktedir olaj mamıştır. Bu gerçeği inkâr için buradaki tarafgirlerin çığırtkanlığı fayda vermez. Bizim söylediklerimizi hakikî rakamlar tesbit ve teyit eder. Amerika'da boşanma nisbeti %40'a yükselmiştir. Bunlar, tehlike arze-den, utanç verici işaretlerdir. Bu nisbet Avrupa'da biraz daha az olabilir. Lâkin orada da dost ve metres hayatı almış yürümüştür. Bu, evliler arasında bilinen bir şeydir. Eğer kadın her halile aile hayatını te-f min eden, kocasını istikrara kavuşturan iyi bir zevcet olmuş olsaydı, Amerika'da bu kadar boşanma mey dana gelmez, Avrupa'da da evlilikten kaçmak mânâsını taşıyan ve bir nevi boşanma olan metres hayatı veya benzeri şeyler vukubulmazdı.
Annelik meselesile ilgili izahatımız da geçti. Orada demiştik ki, kadının işte çalışması -asri kadına cesaret veren odur - annelikle meşgul olmaya gerekli zamanı ve ruhî imkânı vermiyor. Zira işten yorgun ve bitkin hale gelen kadın, sinirlerinde anneliğe ait gerçek enerjiyi bulamaz ve mes'uliyetlerden daha fazlasını yüklenmeğe gönlünde bir istek de kalmaz.
Zevk ve eğlence gibi şeylerden sarfı nazar edildiği takdirde cemiyet bu gibi şeylerden nasıl bir istifade elde etmiştir?. Dünya parlâmentolarında ve bakanlıklarındaki kadınlar veya fabrikalarda, hanlarda, ticarethanelerde ve vapurlardaki binlerce ve milyonlarca kadınlar acaba insanlığın müşküllerini halletmişler veya azaltmışlar mıdır?. Kadının, parlâmentoda konuşmaktan, veya yaptığı memuriyetten başka toplumda yapacak daha mühim bir vazifesi yok mudur? Kadm muayyen bir gayeye sahip olarak çocuklarını terbiye ettiği, böylece ıztırap ve sapıklıkların bozamıyacağı olgun insanlar ve olgun vatandaşlar yetiştirdiği zaman, onun toplumda bir rolü olmaz mı? Kadın parlâmentoda alkışlandığı, salonda veya umumî bir caddede beğenüdiği zaman keyiflenme ve gurur onu yakalar. Eğer bu keyiflenmeden sonra kadına, annesiz bir takım nesiller yetiştirme hastalığı arız olacaksa, o zaman hayatın kıymeti nedir?.. Öyle nesiller ki, gönlündeki mücadele muvazenesini dengeye getiren, ona şahsiyet ve kabiliyetlerini veren anneden ve onun gönüllere ekeceği sevgiden mahrum nesiller...
Kadına eziyet etmek ,onu dünya zevklerinden mahrum bırakmak, böylece şahsi yapısını geliştirmemek bize gerekmeyen şeylerdir. Lâkin erkek ve kadın olarak dilediğimiz gibi zevklenmeğe ve dilediğimiz gibi şahsî yapımızı gerçekleştirmeğe hayat bizi ne zaman bırakmıştır?.. Bencillik bizi yakaladığı, bu yüzden hudutsuz olarak kendi varlığımızla zevklenmeği her şeyin üstünde saydığımız zaman acaba neler meydana gelir? Bundan, bizim bencilliğimiz ve sapıklığımız yüzünden kötüleşip yorgun düşen nesillerin yeryüzünde bize halef olmalarından başka bir şey vukua gelir mi?.. Bu kötülük ve yorgunluk erkek ve kadm her ikisine de şâmil değil midir?.. Gelecek nesillerin yeryüzünde devamlı bir cinse ait olan kadm meselesinde ıztırap çekmesi pahasına, nesillerden birinin bazı fertlerinin zevk ve safa içinde yaşaması bir fayda temin eder mi?..
Bütün beşeriyeti, halkları birbirine bağlı olup muayyen bir kuşakta bitmeyen, bir kuşaktan başka bir kuşağa geçmekle inkıtaa uğramayan bir bütün kabul etmesi sebebile İslâmiyete ayıp ve kusur isnat et-* mek mümkün olur mu?..
Eğer îslâm bütün suret ve şekillerinde zevki ha ram etmiş, fıtrî arzuların yoluna karşı durmuş, böylece o fıtrî arzuları ters çevirmiş ve o fıtri arzuların bile tatminini yasak etmiş olsaydı, ancak o zaman ayıplanabilirdi. Halbuki İslâm böyle bir şey yapmış mıdır? Hiç yapar mı? Bunların hepsinin cevabı, bun-j dan sonra gelecek olan «Din ve Kept» bölümündedir. 131
Dostları ilə paylaş: |