Birkaç atıf notu:
-Bediüzzaman Hazretlerinin çektiği meşakkatın mühim bir sebebini anlatan bir istida, bak: 396/1.p.
-Fitne öncesi yapılan tebliğlere rağmen fitne hâkim olursa, ondan uzaklaşılır, bak: 813/1, 813/2.p.lar.
-Firavun cereyanının ifsadatını ıslaha çalışan zatın kıssasının asrımıza bakan yönü, bak: 3727/1, 3727/2.p.lar.
388- «Van’da, mezkûr mağarada yaşamakta iken, Şark’ta ihtilal ve isyan hareketleri oluyor. “Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir” diyerek yardım isteyen bir zâtın mektubuna: “Türk Milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez, siz de çekmeyiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!” diye cevab gönderiyor. Fakat yine hükümet, Bediüzzaman’ı Garbî Anadolu’ya nefyediyor.
389- Evvelâ, Burdur Vilayetine askerî muhafızlarla nefyediliyor. Nihayet Burdur’da Said Nursî boş durmuyor, dinî musahabelerde bulunuyor, diye gizli din düşmanları tarafından rapor tanzim ettiriliyor ve gurbet hayatı içinde kendi kendine ölür gider düşüncesiyle dağlar arasında tenha bir yer olan Isparta Vilayetine bağlı Barla Nahiyesine gönderilmeye karar veriliyor.» (T.H.150-151)
1926 senesinde Barla’ya gelen Bediüzzaman, Risale-i Nur namındaki eserlerini te’life başlıyor. Eserler elyazma olarak çoğaltılıp okunuyor.
«Risale-i Nur’un gittikçe inkişaf ettiğini, iman ve İslâmiyet’in kuvvetlenmeye başladığını anlayan gizli din düşmanları, “Bediüzzaman gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor!” gibi uydurma ve hükümeti aldatıcı tertib ve ittihamlarla 1935 senesinde Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde, idam kasdıyla ve muhakkak surette mahkûm edilmesi direktifiyle hakkında dâva açtırılıyor. Bunun üzerine, Dahiliye Vekili ve Jandarma Umum Kumandanı, teçhiz edilmiş askerî bir kıt’a ile birlikte Isparta’ya geliyorlar. Isparta-Afyon yolu boyunca süvari askerleri yerleştiriliyor. Isparta Vilayeti ve civarı, askerî birliklerle kontrol altında bulunduruluyor. Bir sabah vakti; mâsum ve mazlum Bediüzzaman inzivagâhından çıkarılarak, talebeleriyle beraber, elleri kelepçeli olarak kamyonlarla Eskişehir’e sevkediliyor. Yolda Bediüzzaman ve talebelerine yakın bir alâka duyan Müfreze Kumandanı Ruhi Bey, kelepçeleri çözdürüyor. Bu suretle, namazlar kazaya bırakılmadan yola devam ediliyor. Hakikatı ve Bediüzzaman’ın masumiyetini idrak eden Müfreze Kumandanı, Bediüzzaman ve talebelerinin bir dostu olmuştur..
390- Yüzyirmi talebesiyle Eskişehir Hapishanesine getirilen Said Nursî, tam bir tecrid-i mutlak içerisine alınarak, kendisine ve talebelerine dehşetli işkenceler tatbikine başlanıyor. Bediüzzaman Said Nursî, kendisine yapılan bu işkence ve azablara rağmen, Otuzuncu Lem’a ve Birinci ve İkinci Şualar’ı te’lif ediyor. Hapisteki birçok kimseler Üstad Bediüzzaman hapse girdekten sonra ıslah-ı nefs ederek mütedeyyin bir hale geliyorlar.» (T.H.215)
391- «Burada, hârika bir hâdiseyi nakletmeden geçemiyeceğiz. Şöyle ki: Bediüzzaman hapiste iken, bir gün, o zamanın Eskişehir Müdde-i umumisi Üstadı çarşıda görür. Hayret ve taaccüble ve vazifesine son vereceği ihtarıyla hapishane müdürüne: “Ne için Bediüzzaman’ı çarşıya çıkardınız? Şimdi çarşıda gördüm.” Müdür de: Hâyır efendim! Bediüzzaman hapishanede, hattâ tecriddedir; bakınız.” diye cevap verir. Bakarlar ki, Üstad yerindedir. Bu hârika vakıa adliyede şâyi olur. Hâkimler “Bu hale akıl erdiremiyoruz” diye birbirlerine naklederler.
Aynen bunun gibi bir vakıa da, Bediüzzaman Denizli hapsinde iken olmuştur. Üstadı, halk iki-üç defa muhtelif camilerde sabah namazında görür. Savcı işitir. Hapishane müdürüne pür-hiddet: Bediüzzaman’ı sabah namazında dışarıya, camiye çıkarmışsınız, der. Tahkikat yapar ki, Üstad hapishaneden dışarı kat’iyyen çıkarılmamış.
Eskişehir hapishanesinde iken de; bir Cuma günü hapishane müdürü, kâtip ile otururken bir ses duyuyor: “Müdür bey! Müdür bey!”
Müdür bakıyor. Bediüzzaman yüksek bir sesle: “Benim mutlaka bugün Ak Cami’de bulunmam lâzım.”
Müdür: “Peki Efendi Hazretleri” diye cevap veriyor. Kendi kendine: “Herhalde, Hoca Efendi kendisinin hapiste olduğunu ve dışarıya çıkamıyacağını bilemiyor” diye söylenir ve odasına çekilir. Öğle vakti; Bediüzzaman’ın gönlünü alayım, Ak Cami’ye gidemiyeceğini izah edeyim düşüncesiyle Üstadın koğuşuna gider. Koğuş penceresinden bakar ki, Bediüzzaman içeride yok! Hemen jandarmaya sorar, “İçeride idi, hem kapı kilitli” cevabını alır. Derhal camiye koşar. Bediüzzaman’ın ileride, birinci safta, sağ tarafta namaz kıldığını görür. Namazın sonlarında Bediüzzaman’ı yerinde göremeyip, hemen hapishaneye döner. Hazret-i Üstad’ın “Allahu Ekber” diyerek secdeye kapandığını hayretler içerisinde görür. (Bu hâdiseyi bizzat o zamanki hapishane müdürü anlatmıştır.)» (T.H.217) (Bak: 1982/1.p.)
392- 27 Mart 1936’da Eskişehir hapsinden tahliye edilen Bediüzzaman, Kastamonu’da ikamete mecbur edildi.
«Risale-i Nur’un neşriyat ve fütuhat dairesi gittikçe genişliyor.. İştiyakla Nurları okuyanlar, günden güne ziyadeleşiyor. Risale-i Nur’daki hârika kuvvet ve tesiratın neticesini müşahede eden gizli İslâmiyet düşmanları, yine bir entrika çevirip Risale-i Nur’a ve müellifi Bediüzzaman’a suikasdla: “Bediüzzaman gizli cemiyet kuruyor, halkı hükümet aleyhine çevriyor, inkılabları kökünden yıkıyor, Mustafa Kemal’e deccal, süfyan, din yıkıcısı diyor, bunu Hadislerle isbat ediyor.” gibi bir sürü bahaneler ve planlarla ittiham edilerek Kastamonu’dan Denizli Ağızceza Mahkemesine, yüz yirmialtı talebesiyle beraber 1943 senesinde sevkediliyor. Sonra, Risale-i Nur Külliyatında siyasî bir mevzu olup olmadığını tedkik için bir kaç memurdan müteşekkil bir ehl-i vukuf teşkil edilerek, müsadere edilen Nur Risaleleri ve mektublar tedkike başlanınca, Bediüzzaman “Bu vukufsuz ehl-i vukuf, Risale-i Nur’u tedkik edemez. Ankara’da yüksek, ilmî bir ehl-i vukuf teşkil ettirilsin. Avrupa’dan feylesoflar getirilsin. Eğer onlar bir suç bulurlarsa, en ağır cezaya razıyım.” der.
Bunun üzerine Risale-i Nur Külliyatı ve bütün mektublar Ankara’da profesörler ve yüksek âlimlerden mürekkeb bir ehl-i vukufa satır satır tedkik ettirilir. Ehl-i vukuf tarafından “Bediüzzaman’ın siyasî bir faaliyeti yoktur. Onun mesleğinde cemiyetçilik ve tarikatçılık mevcud değildir. Eserleri ilmî ve imanîdir, Kur’an’ın bir tefsiridir” diye rapor veriliyor. Mahkemeye verilişindeki ittihamlar, delilsiz ve isbatsız olduğu için, bir takım uydurma bahane ve tertiblerden ibaret olduğu anlaşılıyor. Neticede, Bediüzzaman büyük bir müdafaa yapıyor. Nihayet, mahkeme ittifakla 15/6/1944 tarih ve 199/136 sayılı beraet kararını veriyor. Yüzotuz parça Risale-i Nur Külliyatının hepsine serbestiyet verip, sahiblerine tamamen iade ediyor. Beraet kararını, Temyiz Birinci Ceza Dairesi, 30/12/1944 tarihli ilamla ittifakla tasdik edip, Risale-i Nur dâvâsının hakkaniyeti kaziyye-i muhkeme halini alıyor.
393- Bediüzzaman ve talebelerinden bir kısmı hapiste dokuz ay kaldıktan sonra beraet kararı üzerine tahliye ediliyor. Fakat Said Nursî Hazretlerini hapishanede zehirliyorlar, ölüm tehlikesi geçiriyor. Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle kurtuluyor.» (T.H.399)
«Denizli Ağızceza Mahkemesinin Haziran 1944 tarihli beraet kararı ile hapisten tahliye olunan Nur talebeleri memleketlerine gitmişler, Üstad ise Ankara’dan bir emir alıncaya kadar Denizli’de Şehir Otelinde kalmıştır..
Said Nursî Denizli’de iki ay kaldıktan sonra, Afyon vilayetinin Emirdağ kazasında ikamete memur edilir. Emirdağ’ına 1944 senesi Ağustos ayında nefyedilir. İlk önce onbeş gün kadar bir otelde kalır, sonra kira ile bir eve yerleşir.» (T.H.458)
394- Bediüzzaman’ın Emirdağ’da zehirlenmesi:
«Bir siyasî memurun iğfali ve “imhası için yukarıdan emir aldık” demesine aldanan bir bekçibaşı, Üstad’ın penceresine geceleyin merdivenle çıkarak yemeğine zehir atmış, ertesi gün Üstad zehirlenerek kıvranmaya başlamıştır. Zehirin tesiri çok azîm olduğu halde, kendisi “Cevşen-ül Kebir gibi evrad-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat hastalık, ızdırab çok şiddetlidir.” derdi. Bir hafta kadar aç susuz denecek bir halde perişan bir vaziyette inlemiş, sonra biiznillah şifa bulup, tekrar tashihat gibi Risale-i Nur vazifeleriyle iştigale başlamıştı.
Bu şiddetli hastalık zamanlarında asla namazlarını terketmedi. Yalnız ikinci ve üçüncü zehirlenmek zamanında, tahammülü gayrıkabil bir hastalıkta iki üç gün farzını yatağında ancak kılabildi.
Ölüm tehlikesi geçirdiği günlerde, bir gece sabaha kadar yanında nöbet bekleyip gözyaşları içinde Üstad’a dikkat eden iki talebesi diyor:
“Sabaha yakın, gözleri kapalı olduğu halde doğruldu, ellerini dergah-ı İlahiyeye açıp yavaş bir sesle birkaç kelime ile Risale-i Nur hizmetinin inkişafına ve talebelerinin selâmetine dua etti. Sonra bayılmış vaziyette yatağa düştü.”
Hizmetini sıra ile iki üç genç talebesi ifa ederdi. Bir müddet onlar da men’edilmişse de, çalışkan talebeleri hizmetinden asla vazgeçmiyerek yüksek bir fedakârlık gösterdiler.» (T.H. 461)
395- «Bediüzzaman 1944’te Denizli Mahkemesinde beraet ettiği halde, Afyon vilayetine bağlı Emirdağ kazasında ikamete memur ediliyor. Orada kendi âhireti ve Risale-i Nur’la meşgul olurken 1948 senesinde bir sürü bahanelerle, elli Risale-i Nur talebesiyle birlikte Afyon Ağızceza Mahkemesine sevkediliyor ve hapse konuluyor.
Yapılan derin ve uzun tahkikat neticesinde, bir tek suç delili bulunamıyor. Fakat ne oldu ise oldu, ne yaptılarsa yaptılar, nihayet mahkeme güya kanaat-ı vicdaniye ile Bediüzzaman’a 20 ay ve müdakkik bir âlime 18 ay, yirmiiki kişiye de altışar ay hüküm veriyor. Diğerlerine de beraet veriyor.
Mahkûmiyet kararı hemen temyiz ediliyor. Temyiz Mahkemesi kısa bir zamanda tedkikatını bitirerek:
“Madem Bediüzzaman Said Nursî Denizli Mahkemesinde aynı suçtan beraet etmiş. Denizli Mahkemesinin kararı hatalı da olsa, Temyiz’in, tasdikinden geçen bir dava tekrar taht-ı muhakemeye alınamaz.” diye, verilen mahkûmiyet kararını esastan bozuyor.
Afyon Mahkemesi, Temyiz’in kararına uyulup uyulmayacağını uzun uzadıya düşünüyor.. Nihayet uyulmasına karar veriyor. Sonra da noksanların ikmali için çalışmaya başlıyor. Fakat bu çalışma bir türlü tamamlanmıyor.... Bediüzzaman ve talebeleri, hüküm kat’iyet kesbetmeden, verilen ceza müddetini hapishanede geçirdikten sonra tahliye edilmişlerdir.» (T.H.543)
396- «Üstad Said Nursî, Afyon hapishanesinden 1949’da bir Eylül sabahı tahliye edildi. İki komiser arasında faytonla bir eve geldi. Üstad Afyon’da iki ay kadar ikametten sonra da Emirdağı’na geldi. Emirdağı’nda bir çok Risale-i Nur talebeleri vardı. Oradaki hizmet-i Nuriyeyi bu talebeler ifa ettiler.» (T.H.612)
«Temyiz’in bozma kararından sonra Afyon’da mahkeme devam ederken iktidarı ele alan Demokrat Parti hükümeti, umumi af ilan etti. Afyon Mahkemesi de af kanununun daire-i şumulüne girdiği için dosya ortadan kaldırıldı. Fakat mahkeme heyeti, Risale-i Nur eserlerinin beraetine karar vermedi, müsaderesine karar verdi. Bu karar 1956 tarihine kadar devam etti. Mahkeme iki defa Nur Risalelerine müsadere kararı verdi. Temyiz Mahkemesi bu iki kararı da bozdu. Afyon Mahkemesi Temyiz’in kararına uyarak Nurların beraetine karar verdi. Bu sefer Temyiz, usulde noksanlık yüzünden bozdu ve eserlerin Diyanet İşleri’nce tedkikini istedi. Diyanet İşleri Müşavere Kurulu’nca bütün eserler tedkik ettirildi. Neticede Nurların hakikatını bir derece belirten bir rapor verildi.
Ehl-i vukufun mezkûr raporuna istinaden Afyon Mahkemesi, Haziran 1956 tarihinde ittifakla Nurların beraetine ve serbestiyetine karar verdi. Karar kat’ileşti. Artık bu tarihten sonra, merkez-i hükümette Risale-i Nur mecmuaları matbaalarda tab’ edilmeye başladı.» (T.H.614)
396/1- Bunca zaman kendisine tazyik yapılan Bediüzzaman Hazretleri bu tazyikin sebebini, Devlet Reisine yazdığı bir istidasında şöyle beyan eder:
«Reis-i Cumhura gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yazmağa.
Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi; Mustafa Kemal’in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki: Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükümetten alâkası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis-i Şerifin ihbarıyla, Kur’ana zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.
Ben de beşyüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini, hilaf-ı hakikat olarak M.Kemal’e vermediğim için, garazkâr dostları beni yirmi senedir bahanelerle tazib ediyorlar.
Evet mahkemede isbat ettiğim gibi; şerefler, müsbet hayırlar, maddi manevi ganimetler orduya cemaata verilir, tevzi edilir; kusurlar, menfi icraatlar başa, reise verilir diye bir kaide-i hakikatla, kahraman ordunun ve bilfiil asker ve asker başında çalışan cesur zabitlerin zaferleri ve şerefleri Mustafa Kemal’e verilmez. Belki kusurlar, hatalar yalnız ona verilir diye beni onu sevmemekle ittiham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şereflerini kırmakla ittiham edip onlara hain-i millet nazarıyla bakıyorum. Bu hakikatı mahkemede isbat ettiğim gibi, onun muannid dostlarına da isbat etmeye hazırım. Ben bu mübarek milletin bahadır ordusunun milyonlar efradı ve zabitlerini severim. Hürmetlerini, haysiyetlerini elimden geldiği kadar muhafaza ediyorum. Benim karşımdaki garazkâr muarızlarım, bir tek adamı sevmek yolunda, milyonlar efrada manen ihanet, belki adavet ediyorlar.
Evet çok emarelerle bildik ki; bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebebler bahanedir. Bunun için mecbur oldum ki, o muarızlarıma derim: O beni taltif etmek ve bütün vilayat-ı şarkiyeye vaiz-i umumî yapmak için Ankara’ya istedi. Ben oraya gittim. Bu gelen üç madde, beni onun dostluğundan vazgeçirdi. Yirmi sene inzivada azab çektim, dünyalarına karışmadım.
396/2- Birinci Madde: Bir Hadis-i Şerifin, âhirzamanda an’anat-ı İslâmiyenin zararına çalışacak diye haber verdiği adam, bu olduğunu ef’aliyle göstermesidir. Ben otuzaltı sene evvel o Hadisi tefsir etmiştim. Aynen bu adama mânâsı çıkmış. Mahkemedeki müdafaatımın “Üçüncü Esas”ında izahı var.
İkinci Madde: Bir şeyin vücudu ve tamiri ve hayatı, ona ait bütün erkân ve şeraitin vücuduyla olabilmesi; ve o şeyin ademi ve tahribi ve ölmesi, bir tek şartın bozulmasıyla olduğu bir kaide-i hakikattır. Umumun dillerinde “Tahrib, tamirden çok kolaydır” diye darb-ı mesel olmuştur.
Bu kat’i kaideye binaen, meydanda görünen ehemmiyetli kusurlar ve tahribatlar o kumandanın hatasından ve ehemmiyetli şerefler ve zaferler ise ordunun kahramanlığından geldiğinden; o fenalıkları ona, o iyilikleri orduya vermek lâzım gelirken, bütün bütün aksine olarak cemaatın hayrını baştaki bir ferde ve o ferdin şerrini cemaata vermek dehşetli bir haksızlık olmasıdır.
Üçüncü Madde: Cemaatın hayrını ve ordunun zaferini başa vermek ve o başın kusurunu cemaata isnad etmek ise, binler hayırları birtek hayra indirmek ve birtek kusuru binler kusur yapmaktır. Çünki nasıl bir tabur bir dehşetli düşmanı öldürse, herbir neferi bir gazilik rütbesini alır ve yalnız binbaşısına verilse, binden bire iner, bir tek gazi olur. O binbaşının hatasıyla zalimane bir katil yapılsa ve ona verilmeyip tabura verilse, o bir tek katil bin cinayet hükmüne geçerek bin neferi mesul eder ve cezaya çarpar.
Aynen öyle de: Meydandaki görünen ehemmiyetli kusurlar onları işleyen ölmüş adama verilmezse, beşyüz belki bin seneden beri gaziliğini ve hakperestliğini dünyaya gösteren ve ferman-ı şerefini ve Kur’an bayraktarlığını kılınçlarıyla ve kanlarıyla imzalayan bir orduya havalesiyle, o kusurlar binler derece ve erkânları adedince ziyadeleşir, o ordunun pek parlak mazisini dehşetli karartır ve bu asrın ordusunu, geçen asırların aynı orduları önünde mahcub ve mesul eder. Ve mevcud şerefler, zaferler tek adama verilse binler derece küçülür, erkân ve efrad adedince gazilik ve hayırlar bir tek hükmüne geçer söner, daha kusurlara karşı keffaret-üz zünub olmaz.
İşte bu sebebler içindir ki; ben onun dostluğunu bırakıp, onun yerinde, ehemmiyetli bir zamanda içinde bulunduğum ve tesirli hizmet ettiğim o ordunun dostluğunu aldım ve binler derece daha ehemmiyetli şerefini muhafazaya Risale-i Nur ile çalıştım.» (E.L.I.284)
397- Bediüzzaman’ın dehşetli tazyikat altındaki hapishane hayatını anlatan mektublarından birkaç nümunesi:
«Aziz sıddık sebatkâr ve vefadar kardeşlerim!
Sizi müteessir etmek veya maddi ve tedbir yapmak için değil, belki şirket-i maneviye-i duaiyenizden daha ziyade istifadem için ve sizin de daha ziyade itidal-i dem ve ihtiyat ve sabır ve tahammül ve şiddetle tesanüdünüzü muhafaza için bir halimi beyan ediyorum ki: Burada bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı, Eskişehir’de bir ayda çekmezdim. Dehşetli masonlar, insafsız bir masonu bana musallat eylemişler. Ta hiddetimden ve işkencelerine karşı “artık yeter” dememden bir bahane bulup, zalimane tecavüzlerine bir sebeb göstererek yalanlarını gizlesinler. Ben hârika bir ihsan-ı İlahî eseri olarak şakirane sabrediyorum ve etmeğe de karar verdim.» (Ş.31l)
398- «Sizin sebat ve metanetiniz, masonların ve münafıkların bütün planlarını akim bırakıyor. Evet kardeşlerim, saklamağa lüzum yok. O zındıklar, Risale-i Nur’u ve şakirdlerini tarikata ve bilhassa Nakşî tarikatına kıyas edip, o ehl-i tarikatı mağlub ettikleri plânı ile bizleri çürütmek ve dağıtmak fikriyle bu hücumu yaptılar.
Evvela: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin su-istimalatını göstermek.
Ve saniyen: O mesleğin erkânlarının ve müntesibîninin kusuratlarını teşhir etmek.
Ve salisen: Maddiyyun felsefesinin ve medeniyetinin cazibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmek ile mabeynlerinde tesanüdü kırmak ve ve üstadlarını ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıyla nazarlarından sukut ettirmektir ki, Nakşilere ve ehl-i tarikata karşı istimal ettikleri aynı silah ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar
Çünki Risale-i Nur’un meslek-i esası; ihlas-ı tam ve terk-i enaniyet ve zahmetlerde rahmeti ve elemlerde baki lezzetleri hissedip aramak ve fani ayn-ı lezzet-i sefihanede elîm elemleri göstermek ve imanın bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar olmasını ve hiçbir felsefenin eli yetişmediği noktaları ve hakikatları ders vermek olduğundan, onların plânlarını inşâallah tam akîm bırakacak ve meslek-i Risale-i Nur ise tarikatlara kıyas edilmez diye onları susturacak.» (Ş.302)
399- «İhtiyarım olmadan bazan lüzumlu tedbirler ihtar edilir. Ezcümle birisi: Yanımdaki koğuşa masonlar tarafından hem yalancı, hem casus bir mahbus gönderilmiş. Tahrib kolay olmasından hususan böyle haylaz gençlerde o herif bana çok sıkıntı vermesi ve o gençleri ifsad etmesi ile bildim ki: Sizlerin irşad ve ıslahlarınıza karşı, zındıka ifsada ve ahlâkları bozmağa çalışıyor. Bu vaziyete karşı gayet ihtiyat ve mümkün olduğu kadar eski mahbuslardan gücenmemek ve gücendirmemek ve ikiliğe meydan vermemek ve itidal-i dem ve tahammül etmek ve mümkün olduğu derecede bizim arkadaşlar uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmek gayet lâzım ve zaruridir.» (Ş.315)
«Senelerden beri feragat-ı nefisle ve eşsiz bir fedakârlıkla ihtiyar, hasta ve fevkalâde ihtimama muhtaç bir çağda, gizli düşmanları olan komünist ve masonların ve bunlara aldananların çeşitli işkencelerine karşı tahammülün fevkinde sabrı ile Bediüzzaman Said Nursî; din aleyhindeki birçok sinsi plânları hakikatbîn nazarıyla, realist görüşüyle fark etmiş, dehşetli dessasane ve perdeli olan bu plânları akîm bırakacak imanî eserleri te’lif etmiştir.» (Ş.551)
400- Bediüzzaman’ın hayat seyri ve safahatından mühim bir kısmının kronolojik tarih listesi:
1897
-Vali Hasan Paşa’nın dâveti üzerine Van’a gidişi
-Müsbet ilimleri tetkik ve kısa zamanda her birisine vâkıf olması
-“Bediüzzaman” lâkabının verilmesi
-80-90 cild kitabı, üç ayda bir defa ezberden tekrarlaması
1900
-İngiliz Müstemlekât Nâzırı Gladiston’un gazetelerde çıkan konuşması ve Bediüzzaman’ın ruhunda meydana getirdiği feveran ve gayret.
401- 1907
-İstanbul’a Şark’ta üniversite açtırmak niyetiyle gelmesi
-Kaldığı yerin kapısına “Her suale cevab verilir” levhasını asıp, âlimleri sual sormaya dâveti
-Sultan Abdülhamid’e Şark’ta üniversite açılması için müracaatı
-Yıldız Divan-ı Harbi’ne verilmesi
1909
-31 Mart’ta Bediüzzaman’ın yatıştırıcılığı
-İsyan etmiş olan sekiz taburu itaata getirmesi
-Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb’e verilişi
-Divan-ı Harb’de beraet edişi ve serbest bırakılması
1910
-Divan-ı Harb’den beraet eden Bediüzzaman’ın Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılması
402- 191l
-Şam’a gelişi ve Câmi-i Emeviye’de muhteşem bir hutbe irad etmesi
-Sultan Reşad’la beraber Rumeli seyahatine çıkması
1913
-Van’a gitmesi ve Şark Üniversitesinin temelini attırması
1915
-Milis Kumandanı Bediüzzaman, Pasinler cephesinde Ruslarla çarpışıyor
1916
Bediüzzaman’ın Ruslara esir düşmesi
403- 1918
-Bediüzzaman’ın Kosturma’dan firar edişi
-17 Haziran 1918: Bediüzzaman’ın Varşova, Viyana ve Sofya tarikıyla İstanbul’a avdeti
-Enver Paşa’nın vazife teklifini kabul etmeyen Bediüzzaman’a, Harbiye Nezareti ikramiye ve harb madalyası veriyor
-13 Ağustos 1918: Ordu-yu Hümayun’un tavsiyesiyle Dâr-ül Hikmet’e âzâ oluşu
1919
-19 Nisan 1919: Bediüzzaman’ın Dâr-ül Hikmet’ten altı ay izne ayrılması
-Sultan Vahdeddin, Bediazzaman’a “Mahreç” pâyesi veriyor
1920
-İngiliz işgaline karşı “Hutuvat-ı Sitte”yi neşrederek mücadele etmesi
1921
-Bediüzzaman’ın Anglikan Kilisesi’ne cevabı
-Bediüzzaman, Kuvâ-yı Milliyeyi destekliyor
404- 1922
-Bediüzzaman İstanbul’dan Ankara’ya geliyor
-9 Kasım 1922: Bediüzzaman’a Meclis’de hoşâmedî yapılması
1923
-19 Ocak 1923: Bediüzzaman Meclis’te mebuslara hitaben bir beyanname neşrediyor
-17 Nisan 1923: Ankara’da umduğunu bulamayan Bediüzzaman’ın Van’a gitmek üzere yola çıkması
1925-1927
-Bediüzzaman’ın Van’dan nefyi
-Aynı sene içinde Bediüzzaman Van’dan İstanbul’a oradan da Burdur’a getiriliyor
-Isparta’da bir müddet kalan Bediüzzaman, önce Eğridir oradan da Barla’ya getiriliyor
-Risale-i Nur’lar te’lif edilmeye başlanıyor
405- 1934
-Barla’dan alınan Bediüzzaman’ın Isparta’ya getirilişi
-27 Nisan 1935: Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ve Jandarma Umum Kumandanı askerî bir kıt’a ile Isparta’ya geliyor ve Bediüzzaman tevkif olunuyor
-Tevkif edilen Bediüzzaman ve talebeleri, muhakeme edilmek üzere Eskişehir’e götürülüyor.
1936
-27 Mart 1936: Tahliye edilen Bediüzzaman, Kastamonu’da ikamete mecbur ediliyor
-Üç ay karakolda kalan Bediüzzaman, karakol karşısında bir eve yerleştiriliyor
1943
-20 Eylül 1943: Bediüzzaman’ın tevkif edilerek Çankırı yoluyla Ankara’ya getirilmesi
1944
-Denizli mahkemesinin başlaması
-15 Haziran 1944: Denizli Ağırceza Mahkemesi Bediüzzaman’ın beraetini ilan ediyor
-Ağustos 1944 sonlarında Ankara’dan gelen emirle Bediüzzaman Emirdağ’da ikamete mecbur ediliyor
Dostları ilə paylaş: |