İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə202/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   198   199   200   201   202   203   204   205   ...   1221
qqCİLBAB _AV% : Kadın feracesi. Çarşaf. (Bak: 3784, 3785.p.lar ve Çarşaf)

589-qqCİNN ±w% : (Cânn) Lügatta bir şeyi hislerden setretmek, gizlemek mâna­sına gelir. Cin, bir cins ateşten yaratılmış olup, dünyanın insandan sonra en mühim sekenesidir. Akıl ve şuur sahibi olup pek çok şer ve isyan yapabildikleri gibi, Pey­gamberlerin ve semavî kitabların irşadlarıyla terakki edip yüksek kemalatlara çıkabi­lirler. İnsanlar kadar terakkiye ve mükellefi­yete müstaid olmadıklarından, dinin bir kısım emirlerini yapmakla ve bazı yasaklarından kaçınmakla mükelleftirler. Kıyamet ve haşirden sonra, cinler­den de dünya imtihanını kazananlar Cennet’e, kaybedenler Cehennem’e gi­recektir. Kur’andaki 72. sure, Cin Suresi’dir. (Bak: İfrit, Medyum, Sihir, Şeytan)

Cinlerin varlığını evvela Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz. Ayrıca Pey­gamberi­miz Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) gelen sahih rivayetleri ve ashabının cinleri görme­leri ve görüşmeleri hâdisleri de vardır. Bunlar latif mahlukat ol­dukları için gaybî ha­berler getirmekte kullanılabilirler. Ancak Hazret-i Pey­gamber’den (A.S.M.) sonra, cinlerin semavi haber hırsızlamaları, Cenab-ı Hak tarafından men’edilmiştir. (Bak: 1014.p.)



590- «Cinden de şeytanlar vardır. İnsten de şeytanlar vardır. Ve cinden olan şeytan, mü’mini aldatmaktan âciz kalınca mütemerrid bir insana, yani insî bir şey­tana gider ve mü’mini aldatmağa teşvik eder. Böyle insanlardan şeytanlar bulundu­ğuna bir delil şudur ki: Hz. Peygamber (A.S.M.) Ebu Zerr’e (R.A.) “Cin ve ins şey­tanlarından taavvuz ettin mi?” buyurmuştur.

Ebu Zerr: “İnsin de şeytanları var mıdır?” dedim.

“Evet, onlar cin şeytanlarından daha şerdir.” buyurdu diye rivayet etmiş­tir.

Firuz Abadî, Besair’inde bunu şöyle telhis ederek demiştir ki:

Cinn hakkında iki türlü kavil vardır. Birincisi, cin mutlaka havassın mecmuun­dan müstetir olan ruhaniyyuna ıtlak olunur ki, ins mukabilidir. Bu surette melâike ve şeyatîn, cinde dâhil olur. Binaenaleyh melâike ile cin bey­ninde umum ve husus-i mutlak vardır. Her melâike cindir, her cin melâike değildir.

İkincisi: Cin, ruhaniyyunun bir kısmına ıtlak olunur. Zira ruhaniyyun üç kısım­dır: l- Ahyârdır ki, melâikedir. 2- Eşrardır ki, şeyatîndir. 3- Ahyarı da eşrarı da müştemil olan evsattır ki, mâna-i hâssıyla cin taifesidir... ilh.» (E.T.2029)



591- Bir âyette şöyle buyurulur: «(15: 27) Å–_«D²7~«— Cânnı da, cinn cinsini teşkil eden gizli mahluku da ¬•Y­WÅK7~ ¬‡_«9 ²w¬8 ­u²A«5 ²w¬8 ­˜_«X²T«V«' ondan (insan­dan) evvel nar-ı semumdan, yani şiddetli sam ateşinden halketmiştik.

Semum: Lügatta ateş alevi gibi esen sıcak rüzgâra ıtlak edilir ki, sam yeli tabir olunur. Ve harur dahi denilir. İbn-i Cerir’in beyanına göre bazı ehl-i Arabiye, haruru gündüz esene tahsis etmiştir. Bir hadis-i şerifte semumun bir Cehennem yı­lanı “lefh-i Cehennem” olduğu haber verilmiştir.

Sâmm, semm maddesinden fâil, semum da onun mübalagası feûl sigasıdır. Semm zehir, bir de “semm-ül hıyat” gibi “ince delik” mânasına ge­lir. Nitekim be­dendeki terin çıktığı ve havanın nüfuz ettiği gizli deliklere “mesemme”, cem’inde “mesâmm” veya “mesemmât” ve cem’ul cem’inde “mesâmmât” denilir. Binaena­leyh sâmm ve semum, mesâmmata nüfuz edici veyahut zehirleyici mefhumlarını ifade eder. Ve o rüzgarın bu nam ile tesmi­yesi de bu haysiyetlerden birisini veya her ikisini mülahaza itibariyledir. Cânnın nar-ı semumdan halkedilmiş olması, cin ve şeytanın insana gizli mesammatından hulûl edecek, zehirleyecek, yakacak bir mahi­yette olduğunu iş’ar eder. İbn-i Abbas’tan mervidir ki, “Şu bildiğimiz semum, cânnın çıktığı semumun yetmiş cüz’ünden bir cüz’üdür” demiş. Demek insan yara­tılmaz­dan evvel, cânnın halkedildiği sırada Arz çok dehşetli ateşler saçıyormuş.» (E.T.3059) (Bak: 266.p.) Semum ifadesi Kur’anda (52:27) ve (56:42) âyetle­rinde de geçer.



592- Diğer bir âyet de şöyledir: «(55:15) Å–_«D²7~ «s«V«'«— Cânnı da yarattı. Cânn, nun’un teşdidiyle cin demektir. Malih ile milh gibi ikiside vasıftır. Veya cin, milh gibi ism-i cins; cânn, mâlih gibi ism-i sıfattır. Yahud burada insandan murad Âdem olduğuna göre, cânndan murad da cinnin babası de­mektir. Bazıları bunu Mücahid’den, cinnin babasıdır, İblis değil diye nakleylemiştir. Bizim kanaatimizce mebde itibariyle bütün insan cinsi, “sal­sal”den yaratılmış olduğundan, insandan murad yalnız Âdem değil, cins ol­duğu gibi; cânndan murad da cin cinsidir. Aşağıda (55:39) Ê–_«% «ž«— °j²9¬~ diye ikisi de cins olarak zikrolunacaktır. Sure-i Hıcr’de ­u²A«5 ²w¬8 ­˜_«X²T«V«' Å–_«D²7~«— (15:27) buyurulduğuna göre demek olur ki; insanı yaratma­dan evvel cânn yahud cin denilen gizli mahlukları yaratmıştık.

(55:15) ¯‡_«9 ²w¬8 ¯‚¬‡_«8 ²w¬8 Ateşten bir maricden. -Birinci “min” ibdaiyye, ikinci “min” beyaniyye olarak, bir maric ateşten demek olur. Burada maric, iki mâna ile tefsir olunmuştur. Bazıları asıl mefhumu, ızdırab mânasına merecden ola­rak ateşten ibaret bir çalkanan, yani hâlis ateş, dumansız safi alev demişler. Bazıları da merecin asıl mânası, ihtilat olmak itibariyle muhte­lit dumanlı bir ateş demişlerdir. Sure-i Hıcr’de de geçen “Nar-is semum” ta­birine muhtelit mânası daha muvafık gelir gö­rünür. Şu kadar ki, muhtelit, sade duman karışık demek gibi ibtidaî bir mâ­naya ol­mayıp semum mefhu­muna da mutabık olmak üzere herşeye nüfuz ve ihtilat eden diye ateşin hakikatını ifade etmiş olsa gerektir. Bundan başka maric, müteaddi mercden olmak üzere haltedici, yani karıştırıcı demek de olabilir ki, bu da ateşin yani hararetin eşya üzerindeki kimyevî bir hassasını ifade etmiş olur.

Hâsılı demek oluyor ki; insan yaratılmazdan evvel güneşte veya arzın bi­daye­tinde olduğu gibi çalkanıp duran muzdarib ve müteheyyic bir halde bu­lunan hâlis bir ateş veya elektrik halinde olduğu gibi herşeye karışabilen nâfiz bir ateş veyahud eşyayı birbirine karıştırmak, ihtilat ettirmek hassasına haiz bir ateşten, biz insanların gözlerine bermu’tad görünmeyen gizli bir takım hayat kuvvetleri, hayatî unsurlar yaratılmıştır ki, bunlara cânn tesmiye olu­nur.» (E.T.4669)

593- Cinlerin erkek ve dişi nevileri olup olmadığı hakkında rey farkı bu­lun­maktadır. Cumhurun reculiyete istidlal ettiği âyet şöyledir:

«(72:6) ±w¬D²7~ «w¬8 ¯Ä_«%¬h¬" «–—­†Y­Q«< ¬j²9¬ž²~ «w¬8 °Ä_«%¬‡ «–_«6 İnsten bir takım ri­cal, cinden bir takım ricale sığınıyorlardı. -Böylece sığınma dualarına ta’vizat ve ef­sun namı verilir... Cumhur ²w¬8 lerin ikisinin de beyaniyye olmasını zâhir görerek bu âyetin zâhiri cinlerin erkekleri ve dişileri bulunduğuna ve onların erkeklerine de rical tabir olunduğuna delâlet eyler demişlerdir.... Biz cinn hakkında rical tabirini hakikatları itibariyle değil, temessülleri itibariyle olma­sına hamletmek istiyoruz.» (E.T.5400, 5401)



594- Cinlerin, dünyanın iç tarafında kendilerine uygun meskenleri var. Evet «cin ve ifrit ve sair zişuur ve zihayat mahlukları âlemleri ve meskenleri olduğu çok kesretli ehl-i keşf ve ashab-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri» var­dır. (L.65)

«Hem nasılki hava, bizi yürümekten ta’vik etmediği ve su bizi zehabdan men’etmediği gibi, cam da ziyanın geçmesine mani’ olmadığı, hatta kesif olan şeyler dahi, röntgen şuaının akıl nurunun, melek ruhunun nüfuzunu köstekliyemediği gibi; demir hararetin akmasına, elektriğin cereyanına mani’ olmadığı; ve hiçbir şey cazi­benin sereyanını, ruh ve hâdimlerinin cevelanını ve akıl nurunun ve âlâtının seyeranını ta’vik etmediği gibi, kezalik şu âlem dahi ruhaniyatı deverandan, cinnîleri cevelandan, şeytanları cereyandan ve melâikeleri seyerandan men’ ve ta’vik ede­mez.» (M.Nu.275)



595- Diğer bir âyette de cinler hakkında şu beyan var:

«(6:112) ¬±w¬D²7~«— ¬j²9¬ž²~ «w[¬0_«[«- ~È—­f«2 ¯±|¬A«9 ¬±u­U«7 _«X²V«Q«% Her Peygambere de ins ü cin şeytanlarını düşman kıldık... ins ü cin şeytanları, her Peygambere düşman ola­gelmiştir. ¬±w¬D²7~«— ¬j²9¬ž²~ «w[¬0_«[«- terkibinin izafet-i beyaniyye veya lâmiyye olması hakkında iki kavil vardır. Beyaniyye olduğuna göre; insten olan şeytanlar ve cinden olan şeytanlar demek olur. Ve şeytanların bir kısmı ins cinsinden, bir kısmı da cin cinsinden olduğu anlaşılır. Lâmiyye ol­duğuna göre de; inse mahsus yani in­sanlara musallat, insan aldatmağa mah­sus şeytanlar; cinne mahsus, cinnîleri aldat­mağa mahsus şeytanlar demek olur. Ve bu surette şeytanın ne ins, ne cin değil, üçüncü bir cins olduğu ve fakat bir kısmı inse, bir kısmı da cinne musallat olmak üzere iki nevi bulun­duğu anlaşılır. İkrime, Dahhak, Süddî, Kelbî gibi bazı müfessi­rîn izafetin lâmiyye olması ve mugayeret ifade etmesi asl olduğuna binaen şeytanla­rın ins ü cinne mugayir bir cins ve hepsi evlad-ı İblis olduğuna kail olmuşlardır. Fa­kat İbn-i Abbas’tan Atâ ve Mücahid ve Hasen ve Katade, izafet-i beyaniyeyi ihtiyar ederek demişlerdir ki, “Şeytan ins ü cinden herhangi bir âtiy ve mütemerriddir. Yani gerek ins ve gerek cinden olsun serkeş, mütekebbir, fitnekâr, anûd, ele avuca sığmaz, kaypak, yola gelmez olanların hepsine şey­tan denilir.» (E.T.2029)



596- Cinlerin ihtidası ve onlarla görüşme hakkında:

«Muhaddisler nakl-i sahih ile İbn-i Mes’ud’dan beyan ediyorlar ki: İbn-i Mes’ud dedi: Batn-ı Nahl denilen nam mevkide, Nusaybin ecinnileri ihtada için Resul-i Ek­rem Aleyhissalatü Vesselâm’a geldikleri vakit, bir ağaç o ecin­nilerin geldiklerini ha­ber verdi. Hem İmam-ı Mücahid, o hadiste İbn-i Mes’ud’dan nakleder ki, o cinniler bir delil istediler. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm bir ağaca emretti; yerinden çıkıp geldi, sonra yine ye­rine gitti. İşte cin taifesine bir tek mucize kâfi geldi. Acaba bu mucize gibi bin mucizat işiten bir insan imana gelmezse, cinnilerin (72:4)

_®O«O«- ¬yÁV7~ |«V«2 _«X­Z[¬S«, ­ÄY­T«< tabir ettikleri şeytanlardan daha şeytan olmaz mı?» (M.128)

597- «Hem Hz. Ömer’den meşhur bir haberdir ki, demiş: “Biz Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın yanında iken, ihtiyar şeklinde, elinde bir asa, Hâme is­minde bir cinnî geldi, iman etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ona kısa su­relerden birkaç sureyi ders verdi. Dersini aldı, gitti.” Şu âhirki hâdiseye çendan bazı hadis imamları ilişmişler. Fakat mühim imamlar, sıhhatine hükmetmişler. Her ne ise, bu nevide uzun söylemeye lüzum yok, misalleri çoktur. Hem deriz ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın nu­ruyla, terbiyesiyle ve onun arkasında gitmesiyle, binler Şeyh-i Geylanî gibi aktablar, asfiyalar, melâikeler ve cinler ile görüşmüşler ve konuşuyorlar ve bu hâdise yüz tevatür derecesinde ve çok kesrettedir. Evet ümmet-i Muham­med’in (A.S.M.) melâike ve cinlerle temasları ve tekellümleri ise, Resul-i Ek­rem Aleyhissalatü Vesselâm’ın terbiye ve irşad-ı i’cazkâranesinin bir eseri­dir.» (M.157)

597/1- «Şimdi, ilhâm-ı Rabbanî ile gaibden haber veren bu âriflerden sonra; gaibden ruh ve cin vasıtasıyla haber veren kâhinler, pek sarih bir su­rette Resul-i Ek­rem Aleyhissalatü Vesselâm’ın geleceğini ve nübüvvetini ha­ber vermişler. Onlar çoktur. Biz, onlardan meşhurları ve manevî tevatür hükmüne geçmiş ve ekser tarih ve siyerde nakledilmiş bir kaçını zikredece­ğiz. Onların uzun kıssalarını ve sözlerini siyer kitablarına havale edip, yalnız icmalen bahsedeceğiz.

Birincisi: Şıkk isminde meşhur bir kâhindir ki; bir gözü, bir eli, bir ayağı varmış. Adeta yarım insan. İşte o kâhin, manevi tevatür derecesinde kat’î bir surette tarih­lere geçmiş ki, Risalet-i Ahmediye Aleyhissalatü Vesselâm’ı ha­ber verip, mükerre­ren söylemiştir.

İkincisi: Meşhur Şam kâhini Satîh’dir ki; kemiksiz, adeta azasız bir vücud, yüzü göğsü içinde bir acûbe-i hilkat ve çok da yaşamış bir kâhindir. Gaibden verdiği doğru haberler, o zaman insanlardan şöhret bulmuş. Hatta Kisra (yani Fars padi­şahı) gördüğü acib rü’yayı ve veladet-i Ahmediye (A.S.M.) zamanında, sarayın ondört şerefesinin düşmesinin sırrını Satîh de­miş: “Ondört zat, sizlerde hâkimiyet edecek; sonra saltanatınız mahvolacak. Hem birisi gelecek, bir din izhar edecek. İşte o sizin din ve devletinizi kaldı­racak!” mealinde Kisra’ya haber göndermiş. İşte o Satîh, sarih bir surette, âhirzaman Peygamberinin gelmesini haber vermiş.

Hem kâhinlerden Sevad İbn-i Karib-id Devsî ve Hunâfir ve Ef’asiye Necran ve Cizl ibn-i Cizl-il Kindî ve İbn-i Halasat-ed Devsî ve Fatıma Bint-i Nu’man-ı Neccariye gibi meşhur kâhinler, siyer ve tarih kitablarında tafsilen beyan ettikleri vecih üzere; âhirzaman peygamberinin geleceğini, o peygam­ber de, Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm olduğunu haber vermişler.

Hem Hazret-i Osman’ın akrabasından Sa’d İbn-i Bint-i Küreyz, kâhinlik vasıta­sıyla, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın nübüvvetini gaibden haber almış. Bidayet-i İslâmiyette Hazret-i Osman-ı Zinnureyn’e demiş ki: “Sen git iman et.” Osman bidayette gelmiş, iman etmiş.» (M.174)

598- «Hem kâhinler gibi, hâtif denilen şahsı görünmeyen ve sesi işitilen cinnîler, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın geleceğini mükerreren ha­ber vermişler. Ezcümle: Zeyyab İbn-ül Hâris’e hâtif-i cinnî böyle bağırmış, onun ve başkasının sebeb-i İslâm’ı olmuş:

«b¬Q­" «_«D­Q²7~ «`«D«Q²7~ ¬p«W²,¬~ ­_«<«† _«< ­_«<«† _«<

­_«D­< «Ÿ«4 «}ÅU«W¬" ~Y­2²f«< ¬_«B¬U²7_¬" °fÅW«E­8

Yine bir hâtif-i cinnî, Sâmia İbn-i Karret-il Gatafanî’ye böyle bağırmış, bazıla­rını imana getirmiştir: «p«W«T²9_«4 °u¬0_«" «h¬±8­…«— «p«O«K«4 Çs«E²7~ «š_«% Bu hâtifle­rin beşa­ret­leri ve haber vermeleri pek meşhurdur ve çoktur.» (M.175)



599- «Hz. Süleyman Aleyhisselâm, cin ve şeytanları ve ervah-ı habiseyi teshir edip, şerlerini men’ ve umur-u nâfiada istihdam etmeyi ifade eden şu âyetler:

«t¬7«† «–—­… ®Ÿ«W«2 «–Y­W«V²Q«<«— ­y«7 «–Y­W«V²Q«<«— ­y«7 «–Y­.Y­R«< ²w«8 ¬w[¬0_«[Åo7~ «w¬8«— (21:82) ilâ âhir... 38:38) ¬…_«S².«ž²~ |¬4 «w[¬9Åh«T­8 ilâ âhir... âyetiyle diyor ki:

Yerin insandan sonra zişuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hiz­metkâr olabilir, onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırak­maya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenab-ı Hakk’ın evamirine müsahhar olan bir abdine, onları müsahhar etmiştir. Cenab-ı Hak manen şu âyetin lisan-ı remziyle der ki: “Ey insan! Bana itaat eden bir abdime, cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat et­tiriyorum. Sen de benim em­rime müsahhar olsan, çok mevcudat hatta cin ve şeytan dahi sana müsahhar olabilirler.”

İşte beşerin sanat ve fennin imtizacından süzülen maddi ve manevi fev­kalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli suretlerini ta­yin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi; bazan kendine emvat namını veren cinlere ve şey­tanlara ve ervah-ı habiseye müsahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımat-ı Kur’aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.



600- Hem temessül-ü ervaha işaret eden Hazret-i Süleyman (A.S.)’ın if­ritleri celb ve teshirine dair âyetler, hem (19:17) _È<¬Y«,~®h«L«"_«Z«7 «uÅC«W«B«4_«X«&—­‡ _«Z²[«7¬~ _«X²V«,²‡«_«4

misillü bazı âyetler, ruhanilerin temessülüne işaret etmekle beraber celb-i er­vaha dahi işaret ediyorlar. Fakat işa­ret olunan celb-i ervah-ı tayyibe ise, me­denile­rin yap­tığı gibi; hezeliyat suretinde bazı oyuncaklara o pek ciddi ve ciddi bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip, kendi yerine ve oyuncaklara celbetmek değil, belki ciddi olarak ve ciddi bir maksad için Muhyiddin-i Arabi gibi gizli zatlar ki, istediği vakit ervah ile görüşen bir kısım ehl-i velâyet misillü; onlara müncelib olup müna­sebet peyda etmek ve onların ye­rine gi­dip âlemlerine bir derece takarrub etmekle ruhani­yetlerinden manevi istifade et­mektir ki, âyetler ona işaret eder ve işaret içinde bir teşviki ihsas ediyorlar ve bu nevi sanat ve fünun-u hafiyenin en ileri hududunu çizi­yor ve en güzel suretini gös­teriyorlar.» (S.258) (Bak: Medyum)



601- Hikmet-i İlahiye, cinnî şeytanları da umur-u şerriyede perde etmiş­tir:

«Nasılki melekler ve umur-u hayriyede ve vücudiyede istihdam edilen zahirî sebebler, güzellikleri görünmeyen ve bilinmeyen şeylerde kudret-i Rabbaniyeyi ku­surdan, zulümden muhafaza edip takdis ve tesbih-i İlahîde birer vesiledirler. Aynen öyle de: Cinnî ve insî şeytanlar ve muzır maddelerin umur-u şerriyede ve ademiyede istimalleri dahi, yine kudret-i Sübhaniyeyi gadrden ve haksız itirazlardan ve şekva­lara hedef olmaktan kurtarmak ile takdis ve tesbihat-ı Rabbaniyeye ve kâinattaki bütün kusurattan müberra ve münezzehiyetine hizmet ediyorlar.» (Ş.261)



602- Kur’anda: «(6:130) ²v­U²X¬8 °u­,­‡ ²v­U¬#Ì_«< ²v«7«~ ¬j²9¬ž²~«— |¬±X¬D²7~ «h«L²Q«8_«< âyet-i celileleri muci­bince cinlerden de peygamber geldiği bildiriliyorsa da, bu husustaki müşkilin halli için vaki suale, Bediüzzaman Hazretlerinin ver­diği cevab:

«Risale-i Nur’un en ehemmiyetli vazifesi, beşeri dalâletten ve küfr-ü mutlaktan kurtarmak olmasından, bu çeşit meselelere sıra gelmiyor, onlardan bahis açmıyor. Selef-i Salihîn dahi çok bahsetmemişler. Çünki öyle gaybî ve görünmeyen işlerde su-i istimal düşer. Hem şarlatanlar, hodfüruşluklarına bir vesile yapabilirler. Nasılki şimdi ispirtizmacılar “cinler ile muhabere” namıyla şarlatanlık yapıyorlar; dinin za­rarına âlet ederler diye çokça medar-ı bahs edilmez. Hem Hâtem-ül Enbiya’dan sonra, cinlerde peygamber gel­memiş. Hem Risale-i Nur bu zamanda bir taun-u be­şerî olan maddiyyunluk fikrini ibtal etmek için cinnî ve ruhanîlerin vücudlarını kat’i hüccetler ile isbat etmeye çalışmış, bu meseleye üçüncü derecede bakmış, tafsilini başka­larına bırakmış. Belki inşâallah Risale-i Nur’un bir şakirdi, Sure-i Rahman’ı tefsir edip bu meseleyi de halleder.» (Ş.337)

Kur’an (46:29, 30) âyetlerinde, bir grup cinnin Resulullah’a gelip Kur’an dinle­dikleri ve sonra kavimlerine dönüp bunu tebliğ ettikleri bildirilir.


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   198   199   200   201   202   203   204   205   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin