-Emr-i bilma’rufu terk ile dünyaya dalanlar, bak: 1944.p.da bir âyet notu.
-Emr-i bilma’ruf sadakadır, bak: 3184.p.
-Münkerin izalesine güç yetmezse, kalben onu kerih görmek, bak: 509/5.p.
qqEMR-İ İSTİHBABÎ z"_AEB,É~ ¬h8~ : Müstehab veya sünnet olan vazife. * Sevdirmek için verilen emir. *Muhabbetin gereği olarak yapılması gereken iş. (Bak: Müstehab)
814- qqEMR-İ TEKVİNÎ zX: Yaradılışa ait İlahî kanun ve nizam. Tekvine dair işler, hâdiseler, maddeler. Fıtrî kanunlar ve âdetullahın tazammun ettiği emirler. (Bak Esbab)
«Cenab-ı Hak, kemal-i kudretiyle kâinatın bütün zerratını şeriat-ı fitriye ve evamir-i tekviniyesine birer emirber nefer yapmıştır. işte bu sırdandırki, meselâ bir sineğe emr-i tekvinîsiyle “Bu şekil ile ol, vücuda gel!” dediği gibi, aynı o sühuletle umum hayvanata da birden “Şu sıfatlar ve bu şekiller ve şu ömürler ile tekevvün ediniz, meydana çıkınız!” der demez, iradenin ayn-ı kudret gibi hükmüyle derakab emrolunduğu gibi külfetsiz olarak oluverip meydana çıkarlar.» (M.Nu. 379)
815- Bu sırrın bir hakikatı şudur ki: «Kâinatta, bittecrübe herşeyin bir nokta-i kemali vardır. O şeyin, o noktaya bir meyli vardır. Muzaaf meyil, ihtiyaç olur. Muzaaf ihtiyaç, iştiyak olur. Muzaaf iştiyak, incizab olur ve incizab, iştiyak, ihtiyaç, meyil; Cenab-ı Hakk’ın evamir-i tekviniyesinin, mahiyet-i eşya tarafından birer habbe ve nüve-i imtisalidirler. Mümkinat mahiyetlerinin mutlak kemali, mutlak vücuddur. Hususi kemali; istidadlarını kuvveden fiile çıkaran ona mahsus bir vücuddur. İşte bütün kâinatın “Kün” emrine itaatı, birtek nefer hükmünde olan bir zerrenin itaatı gibidir. İrade-i Ezeliyeden gelen “Kün” emr-i ezelîsine mümkinatın itaatı ve imtisalinde yine iradenin tecellisi olan meyil ve ihtiyaç ve şevk ve incizab; birden beraber mündemiçtir. Latif su, nazik bir meyille incimad emrini aldığı vakit demiri parçalaması, itaat sırrının kuvvetini gösterir.» (S.528) (Bak: 1348.p.)
816- Hem «san’atın, mümkine veya hakkın istilzam ettiğine nazaran Vacib’e olan isnadı mes’elesi; semeredar bir ağaç mes’elesi gibidir. Şöyle ki: Ağacın o semereleri, ya vahdete isnad edilir. Yani neşv ü nema kanunuyla ağacın kökünden, kök de çekirdekten, çekirdek de evamir-i tekviniyeyi temessülden, evamir-i tekviniye de “Kün” emrinden, “Kün” emri dahi Vahid-i Vacib’den sadır olmuştur.» (M.N. 145)
Evet «ağacın çekirdek-i aslîsinde ve kökünde ve gövdesinde, cüz’î ve müşahhas ve ukde-i hayatiye tabir edilen bir cilve-i irade-i ilahiye ve bir nüve-i emr-i Rabbanî ile, şu ağacın kavanin-i teşkiliyesinin merkeziyeti; her dalın başında, herbir meyvenin içinde, herbir çekirdeğin yanında bulunur ki, hiçbirinin bir şey’ini noksan bırakmıyarak, birbirine mani olmıyarak; onunla yapılıır.
Ve o birtek cilve-i irade ve o kanun-u emrî; ziya, hararet, hava gibi dağılıp her yere gitmiyor. Çünki gittiği yerlerin ortalarındaki uzun mesafelerde ve muhtelif masnularda hiçbir iz bırakmıyor, hiçbir eseri görülmüyor. Eğer intişar ile olsa idi; izi ve eseri görülecekti. Belki bizzat tecezzi ve intişar etmeden, her birisinin yanında bulunuyor. Ehadiyetine ve şahsiyetine o küllî işler, münafi olmuyor. Hatta denilebilir ki: O cilve-i irade, o kanun-u emrî, o ukde-i hayatiye; herbirinin yanında bulunur, hiçbir yerde de bulunmaz. Güya şu muhteşem ağaçta meyveler, çekirdekler adedince o kanun-u emrînin birer gözü, birer kulağı var. Belki ağacın herbir cüz’ü, o kanun-u emrînin duygularının birer merkezi hükmündedir ki; uzun vasıtaları perde olup bir mani teşkil etmek değil, belki telefon telleri gibi birer vesile-i teshil ve takrib olur. en uzak, en yakın gibidir.» (S.610) (Bak: 774/1.p.)
817- Ve keza «fıtrat yalan söylemez. Meselâ bir çekirdekte meyelan-ı nümuv der ki: “Sünbülleneceğim, meyve vereceğim.” Doğru söyler, Meselâ, yumurtada bir meyelan-ı hayat var, der: “Piliç olacağım.” Biiznillah olur. Doğru söyler. Meselâ bir avuç su, incimad ile meyelan-ı inbisatı der. “Fazla yer tutacağım. “ Metin demir onu yalan çıkaramaz. Sözünün doğruluğu demiri parçalar. İşte bu meyelanlar, irade-i İlahiyeden gelen evamir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir.» (M.N. 254)
İşte «kâinattaki bütün sa’y ü hareket, kanun-u kader-i İlahî üzerine cereyan ediyor. Ve dest-i kudret-i İlahîden sudur eden ve irade ve emir ve ilmi tazammun eden emr-i tekvinî ile zuhur eder.» (L.125)