İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə338/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   334   335   336   337   338   339   340   341   ...   1221

G


1003- qqGAFLET }VS3 : Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. Nefsine ve hevesatına tabi olarak Allah’ı ve emirlerini unutmak ve alâkasız kalmak. Hak ve hakikatı unutma hali. Huzurun zıddı. (Bak: Huzur, Ülfet)

«Gaflet, hissi ibtal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede ibtal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassa­siyet-i ilmiyenin tezayüdüyle ve her günde otuz bin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet per­desi parçalanıyor. Ecnebilerin tagutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle dalalete giden­lere ve onları körükörüne taklid edip ittiba eden­lere binler nefrin ve teessüfler!» (M.N. 157)



1003/1- Bediüzzaman Hazretleri nim-manzum bir yazısında dalâletten doğan haleti şöyle tasvir eder:

«Mağdub ve dâllîn yolu, o yol verir vicdana, tâ en derin yerine hem bir hiss-i elîmi, hem bir şedid elemi. Şuur onu gösterir. Şuura zıd olmuşuz.

Hem kurtulmak için de muztar ve hem muhtacız; ya o teskin edilsin, ya ihsas da olmasın; yoksa dayanamayız, feryad u fizar dinlenmez.

Hüdâ ise şifadır; heva, ibtal-i histir. Bu da teselli ister, bu da tegafül ister, bu da meşgale ister, bu da eğlence ister. Hevesat-ı sihirbaz.

Tâ vicdanı aldatsın, ruhu tenvim edilsin, tâ elem hissolmasın. Yoksa o elem-i elîm, vicdanı ihrak eder; fîzâra dayanılmaz, elem-i ye’s çekilmez.

Demek sırat-ı müstakimden ne kadar uzak düşse, o derece nisbeten şu hâlet te­sir eder, vicdanı bağırttırır. Her lezzetin içinde elemi var, birer iz.

Demek heves, heva, eğlence, sefahetten memzuc olan şaşaa-i medenî, bu dalâ­letten gelen şu müdhiş sıkıntıya bir yalancı merhem, uyutucu zehir-baz» (S.744)

1004- «Şu medeniyet-i sefihe, küre-i arzı bir tek şehir hükmüne getirip ahalisi birbiriyle tanışmakta, her sabah ve akşam gazetelerle günahları ve mâlâyaniyatı bir­birine nakledip öğretmektedirler. İşte bu sefih medeniyet se­bebiyle, gaflet perdesi o kadar kalınlaşmış ve onun süs ve fantaziyeleriyle hicab o kadar kesafet peyda et­miştir ki; adeta yırtılmaz bir hale gelmiş. Çok büyük bir himmetin sarfı lâzımdır, ta yırtılsın.

Hem dahi o medeniyet-i habise, beşerin ruhuna dünyaya bakan hadsiz menfez ve ihtiyacat deliklerini açmıştır. (Bak: 719, 720.p.lar) Cenab-ı Hakk’ın hususi lütfuna mazhar olmuş olanlardan başka, (Bak: 986.p.) bu delikleri ka­pamak gayet çetin ve müşkil olmuştur.» (M.Nu. 246)

Evet «bu fırtınalı zamanın, hissi ibtal eden ve beşerin nazarını âfaka da­ğıtan ve boğan cereyanlar, ibtal-i his nevinden bir sersemlik vermiş ki, ehl-i dalalet manevi azabını muvakkaten tam hissedemiyor. Ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor, hakiki lezzetini takdir edemiyor.» (H.Ş.15) (Mürur-u zamanla hakaika karşı gelen gaflet, bak: 3206, 3207.p.lar)

1005- Medeniyet-i sefihenin aşıladığı pek kalın gafleti ve acı neticelerini nazar-ı imanla müşahede eden Bediüzzaman, manevi meşhudatından ibretli bir levhayı şöyle ifade eder:

«Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal ve akıbetbinlik adese­siyle, gayet şa’şaalı bir gece bayramında, hapishane penceresinden ba­karken, nazar-ı hayalime inkişaf eden bir vaziyeti beyan ediyorum. Sinemada, eski zamanda mezaristanda yatanların vaziyet-i hayatiyeleri göründüğü gibi, yakın bir istikbalde mezaristan ehli olanların müteharrik cenazelerini görmüş gibi oldum. O gülenlere ağladım. Birden bir tevahhuş, bir acımak hissi geldi. Aklıma döndüm, hakikattan sordum: “Bu hayal nedir?”

Hakikat dedi ki: “Elli sene sonra, bu kemal-i neş’e ile gülen ve eğlenen zavallı­lardan, elliden beşi, beli bükülmüş yetmiş yaşlı ihtiyarlar gibi; kırkbeşi, mezaristanda çürümüş bulunacaklar. O güzel simalar, o neş’eli gülmeler, zıdlarına inkılab etmiş olacaklar. ¯`<¬h«5 ¯€³~ Çu­6 (112) kaidesiyle; madem ya­kında gelecek şeylerin gelmiş gibi görülmesi bir derece hakikattır; elbette gördüğün hayal değildir. Madem dün­yanın gafletkârane gülmeleri, böyle ağ­lanacak acı hallerin perdesidir ve muvakkat ve ze­vale maruzdur; elbette bi­çare insanların ebed-perest kalbini ve aşk-ı bekaya mef­tun olan ruhunu gül­dürecek, sevindirecek, meşru dairesinde ve müteşekkirane, huzurkârane, gafletsiz, masumane eğlencelerdir ve sevab cihetiyle baki kalan se­vinçlerdir. Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istila edip gayr-ı meşru daireye sap­ma­mak için, rivayetlerde, zikrullah’a ve şükre çok azîm tergibat vardır. Ta ki, bay­ramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsim. Çünki şükür, nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır.» (L.274)

1006- Bediüzzaman, Yeni ve Eski Said’i mukayese ederken şöyle diyor:

«Geceye benziyen gençliğim zamanında gözlerim uyumuş idi, ancak ihti­yarlık sabahıyla uyandım, mealinde olan:

¯`[¬L«8 ¬d²A­M¬" ެ~ ²y¬A«B²X«# ²v«7«—  |¬B«A[¬A«- ¬u²[«V¬" ²a«8_«9 ²f«5 |¬X²[«2«—

şiirin şümulüne dâhilim. Çünki gençliğimde en yüksek bir intibah şahikasına çıktı­ğımı sanıyordum. Şimdi anlıyorum ki, o intibah intibah değilmiş. Ancak uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaret imiş. Binaenaleyh, mede­nilerin iftihar ile dem vurdukları tenevvür-ü intibahları, benim gençlik zama­nımdaki intibah kabile­sinden olsa gerektir. Onların misali, rüyasında güya uyanıp, rü’yasını halka hikâye eden naim meselidir. Halbuki rüyasında onun o intibahı, uykunun hafif perdesin­den derin ve kalın bir perdeye intikal etti­ğine işarettir. Böyle bir naim ölü gibidir. Yarıbuçuk uykuda bulunan insanları nasıl ikaz edebilir?

Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umur-u diniyede müsa­maha veya teşebbühle medenilere yanaşmayın. Çünki aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara il­tihak edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz.» (M.N. 125) (Bak: Cehl-i Mürekkeb)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   334   335   336   337   338   339   340   341   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin