1023- qqGAYE y<_3 : Maksad, kasdedilen, netice, sonuç. (Bak: Abesiyyun, Faaliyet-i Rububiyet, Ezdad, Hikmet) (Kur’anın makasıd-ı esasiyesi dörttür, bak:3722.p)
Herhangi bir kimse herhangi bir işinde, mutlaka bir gayeyi takib ve o gayeye göre o işi tanzim eder. En basit bir insanın en basit bir işi, gayesiz, maksadsız olmadığı halde; Allah’ın bu kâinatı, gayesiz halketmesi olamaz.
Evet bu kâinatın, bilhassa insanların yaradılışında ilahî gayeler vardır ve her insanın bilmesi icabeden en ehemmiyetli bir mes’eledir. Bununla beraber bu İlahî gaye; çok geniş ve çok derin bir ilim ve iman mes’elesidir. Hayat boyunca o ilimde çalışma, ilim ve maneviyatta terakki etmek nisbetinde gaye-i İlahînin hakikat ve incelikleri bir derece idrak edilir.
Bu İlahî gaye ve hikmetler, muhakkak ki ehli tarafından Kur’andan öğrenilir. Ezcümle, bir âyette şöyle buyurulur:
“(51.56) «–—fA²Q«[¬7 Ŭ~ «j²9¬²~«— Åw¬D²7~ a²T«V«' _«8«— Bu âyet-i uzmanın sırrıyla, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi: Hâlik-i Kâinat’ı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, marifetullah ve iman-ı billah’tır ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.
Evet fıtraten daimî bir hayat ve ebedî yaşamak isteyen ve hadsiz emelleri ve nihayetsiz elemleri bulunan biçare insana, elbette o hayat-ı ebediyenin üssül’esası ve anahtarı olan iman-ı billah ve marifetullah ve vesilelerinden başka olan şeyler ve kemalâtlar o insana nisbeten aşağıdır. Belki çoğunun kıymetleri yoktur.” (Ş.100)
1024- “Hem anla ki; bu hayat, madem kâinatın en büyük neticesi ve en azametli gayesi ve en kıymetdar meyvesidir; elbette bu hayatın dahi kâinat kadar büyük bir gayesi azametli bir neticesi bulunmak gerektir. Çünki ağacın neticesi meyve olduğu gibi, meyvenin de çekirdeği vasıtasıyla neticesi, gelecek bir ağaçtır. Evet bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de hayatı veren Zat-ı Hayy ve Muhyi’ye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki; bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi; kâinatın gayesidir.
Ve bundan anla ki; bu hayatın gayesini “rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârane nimetlenmektir” diyenler, gayet çirkin bir cehaletle; münkira-ne, belki de kâfirane, bu pek çok kıymetdar olan hayat nimetini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını istihfaf ve tahkir edip, dehşetli bir küfran-ı nimet ederler.” (L.330)
1025- “Şu dünya hayatına muhabbetle mübtela olan bazı insanlar, o hayatın vücuda gelmesinden maksad ve gaye, yalnız o hayata hizmet ve o hayatın bekası olup, başka bir faidesi olmadığını, yani Fâtır-ı Hakîm’in zevilhayatta ve cevher-i insaniyette vedia olarak koyduğu bütün cihazat-ı acibe ve techizat-ı hârikanın, seri-üz-zeval olan şu hayatın hıfzı ile bekası için verildiğini zannediyorlar. Halbuki kaziyye öyle olduğu takdirde, kâinattaki gayr-ı mütenahi nizamların şehadetleriyle, sath-ı âlemde görünen hikmet, inayet, intizam, adem-i abesiyete olan delil ve bürhanların, ma’kûse olarak abesiyete, israfa, intizamsızlığa, adem-i hikmete delil ve bürhan olmaları lâzım gelecektir.
Arkadaş! Şu dünyevî hayatın faideleri pek çoktur. O faidelerden, hayat sahibine tasarruf ve hizmeti nisbetinde bir hisse ayrıldıktan sonra baki kalan gayeler, semereler Fâtır-ı Hakîme racidir. Evet insan ve insanın hayatı esma-i İlahiyenin tecelliyatına bir tarladır. Ve Cennet’te rahmet-i İlahiyenin envaının cilvelerine mazhardır. Ve hayat-ı uhreviyenin hârika ve gayr-ı mütenahi semereleri için bir fidanlık veya bir çekirdektir. Demek insan bir sefine kaptanı gibidir. Sefinenin gayr-ı mahdud faidelerinden, kaptanın alâka ve hizmeti nisbetinde kendisine verilir. Baki kalan kısmı sultana racidir. İnsan da, sefine-i vücuduyla alâkası derecesinde o vücudun hayatdar semeratından hissesisini alır. Mütebakisi, Sultan-ı Ezelî’ye aittir.” (M.N.103)
1026- Evet bütün hayat u memat ve ibadetler, Allah içindir ve onlardaki esas gaye, hikmet-i İlahiyeye ve esma-i İlahiyenin iktizalarına ayinedarlık vazifesidir ki; Kur’an bu ehemmiyetli manayı müteaddid âyetlerinde ifade ve ihsas eder. Ezcümle: (6.162) (9:24) âyetleri örnek gösterilebilir.
Dostları ilə paylaş: |