1360- qqHUKUK »YT& : (hakk. c.) Haklar. *İnsanın cemiyet hayatında riayet etmesi lâzım gelen kaideler, esaslar, yani şer’î ve adlî hükümler. Haklıyı haksızdan ayıran kaideler. *Şeriat kitablarında yazılı olan haklar, kanunlar ve kaideler. *Şeriat kitablarına yazılı olan haklar, kanunlar ve kaideler. *Üniversitenin hukuk tahsili yaptıran kısmı. Hukuk Fakültesi. (Bak: Beraet-i Zimmet, Laiklik, Mecelle, Şeriat)
1360/1- Hukuk-u İslâmiyenin bütün hukuk dünyası müvacehesinde mümtaz hususiyetlere ve İlahî istiklaliyete sahib, emsalsiz bir hukuk manzumesi olduğunu, munsif hukuk ve ilim dünyası kabul etmektedir. Ezcümle, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yayınlarından ve 1949’da neşredilen “Hukuk-u İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu” namında altı cildlik eserin l. cildinin 349. sahifesinde şu bilgi veriliyor:
“1937 senesinde Lahey’de ikinci defa olarak toplanan bir hukuk konferansına vaki olan davete mebni Mısır Cami-ül Ezher’i heyet-i ilmiyesi namına, iki İslâm âlimi de iştirak etmiş idi.
Ezher mümessilleri, bu konferansta iki esaslı mevzu hakkında mütalaada bulunmuştur. Bu mevzulardan biri: “Şeriat-ı İslâmiye= İslâm hukuku nazarında medenî ve cinaî mes’uliyetler” diğeri de “İslâm hukukuyla Roma kanunları arasında bir alâka olup olmaması ve İslâm hukukunun Roma kanunlarından müteessir olduğuna dair bazı müsteşriklerin zuumlarını red meselesi” idi.
Ezher mümessillerinin mütalaaları, İslâm hukukunun yüksekliği ve içtimaî hayatı en mükemmel bir surette mütekeffil bulunması hususunda konferanstaki Avrupalı azanın takdirlerini celbetmiş, bunun neticesinde konferansın bütün azası, rey birliğiyle aşağıdaki maddeleri karar altına almışlardır:
1- Şeriat-ı İslâmiye (İslâm hukuku), umumi hukukun (mukayeseli hukukun) kaynaklarından biridir.
2- İslâm hukuku canlıdır, tekâmüle salihtir.
3- İslâm hukuku, bizatiha kaimdir, başkalarından alınmış değildir.
4- Birinci mevzu (yani İslâm hukukundaki mes’uliyet bahsi) konferansın siciline Arapça ile tescil edilecektir. Bu, kendisine müracaat edilmek için hazırlanan mecmua-i ilmiyede de nazara alınacaktır.
5- Arapça, konferansta istimal edilecek ve müstakbel devrelerde de buna devam edilmesi tavsiye olunacaktır.
Velhasıl: İslâm hukukunun bu müstakil, yüksek mahiyeti; onu güzelce tedkik eden zatlar tarafından her zaman itiraf edilmektedir. Ancak şunu da ilave edelim ki: İslâm hukuku, kudsî ve istisnaî bir mahiyeti haizdir; bunun başka hukuk müesseselerinden istifade etmiş olması düşünülemez. Fakat Avrupa hukuk, alel-ıtlak İslâm fıkhından ve bilhassa Endülüs’te ve Afrika’da ziyade intişar cihetiyle Malikî fıkhından pek çok müstefid olmuştur.”
1361- Hem yine aynı eserin baş kısmında, o günün İstanbul Üniversitesi rektörü Ord. Prof. Dr. S.S. Onar, Hukuk-u İslâmiye hakkında şu itirafta bulunuyor:
“Hak ve adaletin en büyük ve feyizli kaynaklarından olan İslâm hukuku asırlarca en medenî milletlerin ihtiyaçlarına cevap verdiği halde bugün mukayeseli hukuk sahasında lâyık olduğu yeri alamamış bulunmaktadır. Hayat şartları birbirinden farklı ve ayrı ayrı medeniyetlere sahip olan Türk, Arap, İran, Hint gibi müteaddit İslâm milletlerinin içtimaî bünyelerine uymuş ve ihtiyaçlarına cevab vermiş olmasına ve bugün de içinde adalet ve faziletin en esaslı hükümleri saklı bulunmasına rağmen mukayeseli hukuk sahasında ve hukukun tekâmülünde bugün bir rolü bulunmaması, hukuk ilmi namına esefle karşılanmak icabeder.
Bugün İslâm hukuku esaslarının meydana konması, bunların ehemmiyet ve kıymetlerinin dünya hukuk âlemi ve ilmi içinde belirtilmesi, bu ilmin inkişafı bakımından büyük bir hizmet olacaktır.
Mazide İslâm hukukunun gelişmesinde ve hâdiselere tatbikinde büyük hizmetleri dokunmuş olan Türk hukukçularına bugün de bu hukukun zamanın kıymet hükümleri dahilinde tetkik ve izahı vazifesi düşmektedir. Fakat bu mühim işe başlamak için seleflerimizin bir bahr-i bîpâyan diye tavsif ettikleri fıkıh ilmini, İslâm hukukunu bütün incelikleriyle ortaya koymak lâzımdır.”
1362- Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yayınlarından “Hukuk Tarihinde İslâm Hukuku” namındaki eserinde Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay şunları kaydeder:
“İslâmda din, hukukun da kaynağı olmaktadır; dinî ve hukukî işler, dağılmaksızın ayrılmayacak surette birbiri içine sokulmuştur. Hukuk ve din hükümleri birlikte bütün halinde İslâm şeriatının muhtevasını teşkil etmiştir. İslâm hukukçuları, dinî, siyasî, ahlâkî, iktisadî ve zekat gibi mâlî meseleleri, hatta muaşeret âdabı münasebetlerini, dinî bir damga ile din çerçevesi içine almış, bunlara aynı dinî değer ve takdiri vermiş, hepsini dinî gerekçe altında bir tutmuştur.” (sh: 5) (Hukuk vaz’-ı İlahîdir, bak: 1405.p)
1363- “Mecelle’nin l. maddesine eklenen şu fıkralar, hukukun dinî telakkisini açıklar: “İnsan tabiatça medeni olduğundan öbür hayvanlar gibi tek başına yaşamayıp bir medeniyet çevresi içinde toplanmağa ve birbiriyle birleşmeğe ve yardımlaşmağa muhtaçtır. Halbuki kişi kendi hoşuna giden şeyi ister ve hoşlanmadığı şeyi iter olduğundan, aralarında adalet ve düzenin bozulmaması için gerek evlenme ve gerek yardımlaşma ve birleşme hususlarında bir takım tanınmış şer’î kanunlara muhtaç olur ki, birincisi fıkhın münakehat ve ikincisi muamelat kısmıdır. Medenileşme işinin böylece devam edebilmesi için ceza tertibi lâzım gelip, bu da fıkhın ukubat kısmıdır.”
Kur’an, İslâmın baş kitabıdır; şeriatın, İslâm kanununun asıl kurucusu Allah’tır.” (Aynı eser, sh: 10)
1364- İlk neşri 1936’da T.C. Diyanet İşleri Reisliği tarafından yapılan “Hak Dini Kur’an Dili” tefsirinin l. cildin 126. sahifesinde şu kaydı görüyoruz:
“Her kanun-u Hak, bir vaz’-ı İlahî olduğundan müstakimdirler. Vaz’-ı beşerî olan kanunlar ne ilim, ne din hiç biri olamazlar. Bunlar ilim nokta-i nazarından batıl, din nokta-i nazarından şer teşkil ederler ve gayr-i müstakimdirler. Bunun için beşerin hakkı, gerek ilimde ve gerek dinde kanunu vaz’etmek değil, Hakk’ın kanunlarını arayıp bulmak ve keşf ü izhar etmektir. Arşimet, müvazene-i mayiat kanununu; Nevton, cazibe kanununu; Aristo, tenakuz kanununu vaz’ettiler demek doğru olmadığı gibi; Ebu Hanife Hazretleri de kıyas-ı fıkhî kanunlarını vaz’etti demek doğru değildir. Bunlar onların vaz’ı olsa idi, eğri ve yalan olurlardı. Doğru olmaları kanun-u Hakk’ın keşfine mazhar olmalarından naşidir. Bunun için ülema, mucid değil, kâşif ve müzhirdirler. Zira kanun-u Hakk’ın hafi olanları da vardır.” (Bak: Naklî Delil)
Dostları ilə paylaş: |