Birkaç atıf notu:
-İnsan onsekiz bin âlemi cami bir nüshadır, bak: 207, l159.p.lar
-İnsanın kâinat üstündeki ihtiyacatıyla kazandığı camiyeti, bak:538.p.
-İnsan bilmediği şeye düşmandır, bak: 2550.p.
1679- “İnsanda iki vecih var: Birisi, enaniyet cihetinde şu hayat-ı dünyeviyeye nazırdır. Diğeri, ubudiyet cihetinde hayat-ı ebediyeye bakar.
Evvelki vecih itibariyle öyle bir biçare mahluktur ki; sermayesi yalnız ihtiyardan bir şa’re (saç) gibi cüz’î bir cüz-i ihtiyarî ve iktidardan zaif birkesb ve hayattan çabuk söner bir şule ve ömürden çabuk geçer bir müddetçik ve mevcudiyetten çabuk çürür küçük bir cisimdir. O haliyle beraber kâinatın tabakatında serilmiş hadsiz envaın hesabsız efradından nazik, zaif bir fert olarak bulunuyor.
İkinci vecih itibariyle ve bilhassa ubudiyete müteveccih acz ve fakr cihetinde pek büyük bir vüs’ati var. Pek büyük bir ehemmiyeti bulunuyor. Çünki Fatır-ı Hakîm, insanın mahiyet-i maneviyesinde nihayetsiz azîm bir acz ve hadsiz cesîm bir fakr dercetmiştir. Ta ki, kudreti nihayetsiz bir Kadir-i Rahim ve gınası nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerim bir zatın hadsiz tecelliyatına cami’ geniş bir ayine olsun.” (S.321) (Bak: Acz)
1680- “İnsanın bu ehemmiyetli camiiyetidir ki: Zat-ı Hayy-ı Kayyum, insana bütün esmasını ihsas etmek ve bütün enva-ı ihsanatını tattırmak için öyle iştihalı bir mide vermiş ki, o midenin geniş sofrasını hadsiz enva-i mat’umatıyla kerimane doldurmuş. Hem bu maddî mide gibi, hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular eller hükmünde gayet geniş bir sofra-i nimet açmış. O hayat ise duyguları vasıtasıyla o sofra-i nimetten her çeşit istifadeler ile teşekküratın her nev’ini yapar.
Ve bu hayat midesinden sonra bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide, hayattan daha geniş bir dairede rızk ve nimet ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde, semavat ve zemin genişliğinde, o sofra-i rahmetten istifade edip şükreder.
Ve insaniyet midesinden sonra hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet açmak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızk ister bir manevi mide hükmüne getirip, onun rızk sofrasının dairesini mümkinat dairesinin haricinde genişletip, Esma-i İlahiyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile ism-i Rahman’ı ve ism-i Hakîm’i en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder.
¬y¬BÅ[¬W[¬U«&|«V«2«— ¬y¬BÅ[¬9_«W²&«‡ |«V«2 ¬y±V¬7 f²W«E²7«~ der ve hakeza... bu manevi mide-i kübra ile hadsiz nimet-i İlahiyeden istifade edebilir; ve bilhassa o midedeki muhabbet-i ilahiye zevkinin daha başka bir dairesi var:
1681- İşte Zat-ı Hayy-ı Kayyum, insanı bütün kâinata bir merkez, bir medar yaparak, kâinat kadar geniş bir sofra-i nimet insana açtığının ve kâinatı insana müsahhar ettiğinin ve kâinatın insan ile mazhar olduğu sırr-ı Kayyumiyetle bir cihette kaim olduğunun hikmeti ise, insanın mühim üç vazifesidir:
1682- Birincisi: Kâinatta münteşir bütün enva-ı nimeti insanla tanzim etmek ve insanın menfaatı ipiyle tesbih taneleri gibi tanzim eder, nimetlerin iplerinin uçlarını insanın başına bağlar, rahmet hazinelerinin umum çeşitlerine insanı bir liste hükmüne getirir.
1683- İkinci Vazifesi: Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un hitabatına, insan, camiiyeti haysiyetiyle en mükemmel muhatab olmak ve hayretkârane san’atlarını takdir ve tahsin etmekle en yüksek sesli bir dellal olmak ve şuurdarane teşekküratın bütün envaiyle, bütün enva-ı nimetine ve çeşit çeşit hadsiz ihsanatına şükür ve hamd ü sena etmektir.
Üçüncü Vazifesi: Hayatı ile, üç cihetle Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a ve şuunatına ve sıfat-ı muhitasına ayinedarlık etmektir.
1684- Birinci Vecih: İnsan kendi acz-i mutlakıyla, Hâlikının kudret-i mutlakasını ve deracatını, ve acz’in dereceleriyle, kudretin mertebelerini hissetmektir. Ve fakr-ı mutlakıyla rahmetini ve rahmetinin derecelerini idrak etmek; ve za’fiyle onun kuvvetini anlamaktır. Ve hakeza... Noksan sıfatlarıyla Hâlikının evsaf-ı kemaline mikyasvarî ayine olmak. Gecede nurun daha ziyade parlamasına nazaran, gece zulmetinin elektrik lambalarını göstermeğe mükemmel bir ayine olduğu gibi, insan dahi, böyle nâkıs sıfatlarıyla kemalat-ı İlahiyeye ayinedarlık eder.
1685- İkinci Vecih: İnsan cüz’î iradesiyle ve azıcık ilmiyle ve küçücük kudretiyle ve zahirî malikiyetiyle ve hanesini bina etmesiyle, bu kâinat ustasının malikiyyetini ve san’atını ve iradesini ve kudretini ve ilmini, kâinatın büyüklüğü nisbetinde anlar, ayinedarlık eder.
1686- Üçüncü Vecih’deki ayinedarlığın iki yüzü var:
Birisi: Esma-i İlahiyenin ayrı ayrı nakışlarını kendinde göstermektir. Adeta insan, camiiyetiyle kâinatın küçük bir fihristesi ve bir misal-i musaggarası hükmünde olup, umum esmanın nakışlarını gösteriyor.
İkinci yüzü, şuunat-ı İlahiyeye ayinedarlık eder. Yani: Kendi hayatıyla Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un hayatına işaret ettiği gibi, kendi hayatında inkişaf eden sem ve basar gibi duyguların vasıtasıyla, Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un sem ve basar gibi sıfatlarına ayinedarlık eder, bildirir.
1687- Hem insan hayatında bulunan ve inkişaf etmiyen ve his ve hassasiyet suretinde galeyan eden ve kesretli bir surette olan çok ince hayatî duygular, manalar ve hisler vasıtasıyla, Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un şuunat-ı kudsiyesine ayinedarlık eder. Meselâ: o hassasiyet içinde sevmek, iftihar etmek, memnun olmak, mesrur olmak, müferrah olmak gibi manalar ile, Zat-ı Akdes’in kudsiyetine ve gına-yı mutlakına münasib ve lâyık olmak şartıyla, o neviden olan şuunatına ayinedarlık eder. Hem insan, nasılkı hayat-ı camiasıyla Zat-ı Zülcelal’in sıfat ve şuunatına bir mikyas-ı marifettir ve cilve-i esmasına bir fihristedir ve şuurlu bir ayinedir. ve hakeza çok cihetlerle, Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a ayinedarlık eder.” (L. 353-354) (Bak: 860.p)
Dostları ilə paylaş: |