1886- qqKABİLİYET }[V"_5 : Dıştan gelen te’sirleri alabilme gücü. *İstidat, anlayış, kabul edebilirlilik. Kabul edici yüksek bir kuvvete malik olmak, olabilirlilik. (Bak: İstidad)
1887- qqKABR hA5) : (Kabir) Mezar. Merkad. Ölünün toprağa gömüldüğü yer. (Bak: Âlem-i Berzah, Mevt)
“Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azabdır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeğe iştiyakın yok mudur? Evet vakit yaklaştı. Dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa onlar istikzar ile ikrah edeceklerdir. Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan’da hayattadır diye ziyâretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh İncil’de “Ahmet”, Tevrat’ta, “Ahyed” Kur’anda “Muhammed” ismiyle müsemma, iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmedler ile muhat olarak sakindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatadır.” (M.N. 129) diyen ve kabrin zahiren korkunç görünen fakat hakikatta gayet güzel olan cihetini gösteren Bediüzzaman Hazretleri, kabre girenlerin de üç sınıf olduğunu şöyle beyan ediyor:
1888- Madem”kabir var, hiç kimse inkâr edemez. Herkes ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda “üç yol”dan başka yol yok.
Birinci yol: O kabir, ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.
İkinci yol:Âhireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalalette gidenlere bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrid içinde bir haps-i münferid yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikad ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için öyle muamele görecek.
Üçüncü yol: Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalâlet için bir idam-ı ebedî kapısı. Yani hem kendisini, hem bütün sevdiklerini idam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek. Bu iki şık bedihidir, delil istemiyor, göz ile görünür.
Madem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor ve genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette daima gözü önünde öyle büyük dehşetli bir mes’ele karşısında biçare insan; o idam-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferidden kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bakîye, bir saadet-i ebediyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendihakkında çevirmek hâdisesi; o insanın dünya kadar büyük bir mes’elesidir.” (S.142)
1889- Buhari tercemesinde, kabir suali ve azabı hakkında 685 numaralı rivayete uzun bir tafsilat verilmiştir. Biz burada bu uzun tafsilatı kısmen aşağıya alıyoruz. Uhrevi hayata ait böyle rivayetlerin bildirdikleri ahvalin hakiki keyfiyetleri, bazı ehl-i keşif müstesna, bu dünyada bilinmez... fakat, ibret alınabilir ve alınmalıdır. Buhari’nin naklettiği hadis- şerif meali şöyledir:
“Enes İbn-i Malik’ten Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
(Mü’min) kul, kabrine konulup onun ashab ve yâranı geri dönüp gittiklerinde-ki meyyit, bunlar yürürken ayaklarının sesini bile muhakkak işitir-ona (Münker ve Nekir adlı) iki melek (Bak:2332.p.) gelir. Bunlar meyyiti oturturlar. Ve ona:
-Ha! Şu Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) denilen kimse hakkında (ki kanaatın nedir?) ne dersin? diye sorarlar. O mü’minde:
-Samimi bildiğim ve size de bildirmek istediğim şudur ki; Muhammed (Sallallahü Aleyhi Vessellem) Allah’ın kulu ve Allah’ın Resulüdür, diye cevab verir. Bunun üzerine melekler tarafından:
-Ey mü’min! Cehennem’deki yerine bak, Allah Teala bu azab yerini senin için Cennet’ten (yüce) bir makama tebdil eyledi, denilir. Nebi (Sallallahü Aleyhi Vesellem): “O mü’min, Cehennem ve Cennet’teki iki makamını birden görür” buyurmuştur. Fakat kâfir yahud münafık olan meyyit (meleklerin bu sualine karşı):
-Muhammed hakkında birşey bilmiyorum. Halkın Ona (Peygamber) dedikleri bir sözü (işitir), ben de halka uyup söylerdim, diye cevab verir. Bu iki melek tarafından bu kâfir veya münafığa:
-Hay sen anlamaz ve uymaz olaydın! denilir. Sonra bu kâfir veya münafığın iki kulağı arasına demirden bir topuzla vurulur. O topuzu yeyince kâfir veya münafık şiddetli sayha ile bir bağırır ki, bu feryadı ins ve cinden başka bu ölüye yakın olan herşey işitir.
1890- Bu hadisi Müslim ve Sünen-i Erbaa sahiblerinin dördü de tahriç eylemişlerdir. Bunlardan başka Hâkim, Taberanî, İbni Hibban gibi ehl-i rivayet de eserlerinde rivayet etmişlerdir. Bu rivayetlerdeki metinler mufassal ve muhtasar olmak üzere birbirlerinden farklıdır:
Müslim Sahih’in de Katade’den şu ziyadeyi rivayet etmiştir: Mü’min olan meyyit, Muhammed Aleyhisselâm Allah’ın kulu ve resulü, dedikten sonra Katade: “O mü’minin kabri yetmiş zira’ genişlenir. Ve burası yeşilliklerle tarh ve tanzim edilip insanların ba’s olundukları zamana kadar zümrüdîn bir mesire halinde devam eder.” diye bize haber verildi, diyor.
1891- Tirmizî’nin Ebu Hüreyre (Radıyallahü Anh) dan rivayetinde şu ziyadeler vardır: Meyyit kabre konulunca yanına iki gök siyah renkli melek gelir. Bunun birine Münker, öbürüne Nekir denilir.
Meyyite gelen bu iki meleğin ismi Buharî’nin rivayetinde zikredilmediği halde bunlara Münker ve Nekir denildiğini Tirmizî’nin Ebu Hüreyre’den bir rivayetinden öğrendik. Bu iki kelimenin medlûl-ü aslîsi birdir. Ve gayr-ı ma’ruf demek olup bunların hilkati insanların, meleklerin, hayvanat ve sair behaimin hilkatlerine benzemeyip ma’ruf ve ma’lum olmıyan bir şekl-i garibde yaratılmış olduklarından kendilerine bu iki isim verilmiştir. Böyle gayr-ı me’nus bir şekl-i bedi’de iki melek vasıtasıyla mü’min kişiye bu suallerin iradı ve âhiret makarrının irae edilmesi, mü’minin kalbinde uhrevî hal ve vaziyetine dair emniyet bahşetmek ve kâfirle münafığın gönlüne de yarının azabına nasıl kesb-i istihkak ettiklerini şu berzahî hayatta gösterilerek azab ve ıztırab uyandırmak maksadına mebnidir. Bu iki meleğe “Fettan-ül kabr= Kabir sorgucusu ve imtihancısı” da denilir.Bunların hilkatlerinde suubet ve suallerinde şiddet ve gılzat bulunduğu için kabrin fitneci bir imtihancısı denilmiştir.
Bu hadis-i şeriften müstefad olan hükümler arasında en mühimmi, kabir azabının sübutudur ki, ehl-i sünnet ve cemaat mezhebidir. İslâmî hükümler arasında azab-ı kabr keyfiyeti, Kitab ve Sünnetteki delailin kesretiyle mümtaz olan mesail cümlesindendir.
1892- Kur’anda (40:46) _È[¬L«2«— ~È—f3 _«Z²[«V«2 «–Y/«h²Q< ‡_Å9«~ âl-i Fir’avun sabah ve akşam Cehennem’deki ateşten duraklarına arzolunurlar, buyurulmuştur. Âl-i Fir’avuna sabah ve akşam Cehennem’deki karargâhların gösterilmesi keyfiyeti, ehl-i küfür ve ma’siyyetin öldükten sonra kıyamet gününe kadar azab olunacakları hususunda gayetle sarihtir. Kurtubî: Bu azaba arzolunmak keyfiyetinin berzahda vuku’bulacağı hususunda cumhur-u ülemanın ittifakı vardır diyor... İbn-i Mes’ud (Radıyallahü Anh)dan: “Âl-i Fir’avuna ve küffardan Fir’avunîler ayarında olanlara sabah ve akşam Cehennem’deki durakları gösterilecek, işte müstakbel eviniz burasıdır diye azab olunacakları rivayet edilmiştir.
Kabir azabına delalet eden sahih hadisler ve mütevatir haberler ise pek çoktur. Bazıları şunlardır:
1893- Müslim’in rivayet ettiği uzun bir hadis-i şerifte:
¬h²A«T²7~ ¬~«g«2 ²w¬¬8 ¬yÁV7_¬" ~—†ÅY«Q«# Kabir azabından Allah’a sığınınız, buyurulmuştur.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) iki kabrin yanından geçerken, o kabir sahibleri hakkında: ¬–_«"¬±g«Q[«7 _«WZÅ9¬~ Bu zavallılar azab olunuyorlar, buyurmuştur.
Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kere kabir halinden ve kabir sualinden bahsetmişti. Ömer İbn-i Hattab, kabirde hayatın mahiyetini iyice anlamak için: ¬yÁV7~ «ÄY,«‡ _«< _«X7YT2 Ç…«h<«~ Aklımız başımıza iade olunacak mı? diye sordu. Resul Aleyhisselâm da: «•²Y«[²7~ vU¬B«¶[²[«Z«6 ²v«Q«9 Evet, bugünkü hey’etinizde akıl ve şuurunuz iade olunacaktır, buyurmuştur. “ (S.B.M:ci:4, sh: 634-644)
Bir hadis-i şerifte de: «¬±g2 ¬y¬" ²w¬8ÌY< ²v«7 ²w«W«4 Ês«& ¬h²A«T²7~ ~«g«2 Yani: “Kabir azabı sabittir, vakidir. Artık buna inanmayan muazzeb olacaktır.” buyurulur. (180)
1893/1- Bediüzzaman Hazretleri kabirazabı hakkında şu izahı veriyor:
“Eğer denilse: Bir insan yakılsa ve külleri havaya savrulsa, onun için kabir hayatı nasıl düşünülebilir?
Denilir: Beden (vücud), ehl-i sünnete göre, hayat için şart değildir. Ruh’un taalluku için birkaç zerrenin varlığı yeterlidir.
Eğer denilse: Cenazenin üzerine bir yumurta konulduğu halde, günler geçmesine rağmen en ufak bir hareket hissedilmiyor. Buna göre kabir azabı ve kabir hayatı nasıl düşünülebilir.
Sana denilir ki: İlahiyatçı muhakkiklere göre vücudu kat’i olan âlem-i misalin mevkii ve yeri konusunda delil getirilmiştir. Âlem-i misalin hassası, manaların şekillenmesi, a’razın cevhere ve mütegayyir olan eşya ve hâdisatın sabit bir şekle tahvilidir. Âlem-i şehadetten, âlem-i misale bakan gözler rü’ya-yı sadıka, keşf-üs sadık ve şeffaf cisimlerdir. Bütün bunlar onun varlığını bildirirler. Sonra berzah âlemi, onun timsali olan misal âleminin hakikatını isbat eder. Bu âlemin gölgesi, rü’ya âlemidir. Bunun gölgesi ise hayal âlemi ve ayna gibi şeffaf cisimlerdir.
Eğer bunu anladınsa, şimdi senin yanında uyuyan bir şahsı düşün ve ondan rüya âlemine bak. O görünüşte sakin ve hareketsiz bir şekilde yatmakla beraber, rüya âleminde savaşır ve döğüşür, yara alır veya onu yılan zehirler. Şimdi düşün; senin için mümkün olsa da, rüyasına girsen ve ona şöyle desen: “Yahu! âcizlik gösterme ve sinirlenme. Bütün bunlar hakikat değildir.” Ve onu inandırmak için bin yemin etsen, o sana şöyle cevab verecek:”Görmüyor musun işte bana acı veren elemim ve yaram. Onun elindeki kılıncı ve bana hücum eden yılanı görmez misin?”
Çünki omuz acısının manası veya nezlenin manası, yaralayan bir kılınç şeklinde tecessüm edip, şekillenmiştir. Zira elem bakımından netice itibariyle ikisi de birdir. Veya onun kalbini üzüntüye boğan hıyanetin manası, yılan şeklinde tasavvur edilmiştir. Zira ikisinin de sonuç itibariyle elemi birdir.
Yahu! Sen bu âlem-i misalin gölgesi olan rüyada görüp te kabul ettiğin halde, bizden çok uzak ve hakikaten onun derecelerini isbat eden berzah âlemini niçin tasdik etmezsin.” (Risale-i Nur’dan Arabî İşarat-ül İ’caz, sh: 231’den tercemedir.)
Dostları ilə paylaş: |