2023- qqKIYAMET ALÂMETLERİ >hVB8Ÿ2 }8_[5 : (Bak: Dabbet-ül Arz, Deccal, Fitne, Mehdi, Süfyan)
“Âhirzamanda vukua gelecek hâdisata dair hadislerin bir kısmı müteşabihat-ı Kur’aniye gibi derin manaları var. Muhkemat gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde te’vil ederler.
(3:7) ¬v²V¬Q²7~ |¬4 «–YF¬,~Åh7~«— yÁV7~ Ŭ~ y«V<«—Ì_«# v«V²Q«< _«8«— sırrıyla, vukuundan sonra te’villeri anlaşılır ve murad ne olduğu bilinir ki, ilimde rasih olanlar _«X¬±"‡ ¬f²X¬2 ²w¬8 Çu6 ¬y¬" _ÅX«8´~ deyip o gizli hakikatları izhar ederler.” (Ş.578)
2024- Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından bahseden hadis-i şeriflerin kısm-ı ekserisi müteşabih olduklarından bu tarz hadislerle karşılaşıldığında tefsir kaidelerini nazara almak gerekmektedir. Bu kaidelerden oniki usulü ihtiva eden bir bahisten sekiz tanesini aynen alıyoruz:
“Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bazı a’malin fazilet ve sevablarından bahseden ehadis-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim onların bir kısmına zaif veya mevzu demişler. İmanı zaif ve enaniyeti kavi bir kısım da inkâra kadar gitmişler. Şimdi tafsile girişmiyeceğiz. Yalnız oniki aslı beyan ederiz:
2025- Birinci Asıl: Yirminci Söz’ün ahirindeki sual ve cevapta izah ettiğimiz mes’eledir. İcmali şudur ki: Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervah-ı âliyeyi, ervah-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese göz ile görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki; ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihi olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almıyacak. Zira eğer tamamen bedahet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa; o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi’ olur. İşte bunun için Mehdi ve Süfyan mes’eleleri gibi çok mes’elelerde çok ihtilaf olmuş. Hem rivayet dahi çok muhteliftir, birbirine zıd hükümler olmuş.
2026- İkinci Asıl: Mesail-i İslâmiyenin tabakatı vardır. Biri, bürhan-ı kat’i istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder. Başkası yalnız bir kabul-ü teslimî ve reddetmemek ister. Öyle ise, esasat-ı imaniyeden olmıyan mesail-i fer’iye veya vukuat-ı zamaniyenin herbirinde bir iz’an-ı yakîn ile bir bürhan-ı kat’i istenilmez. Belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir.
2027- Üçüncü Asıl: Zaman-ı Sahabede Benî-İsrail ve Nasara ülemalarından çoğu İslâmiyet’e girdiler. Eski malumatları dahi onlarla beraber müslüman oldu. Bazı hilaf-ı vaki malumat-ı sabıkaları, İslâmiyet’in malı olarak tevehhüm edildi.
2028- Dördüncü Asıl: Ehadis-i şerife ravilerinin bazı kavilleri veyahut istinbat ettikleri manaları metn-i hadisten telakki ediliyordu: Halbuki insan, hatadan hâlî olmadığı için hilaf-ı vaki bazı istinbatları veya kavilleri, hadis zannedilerek za’fına hükmedilmiş.
2029- Beşinci Asıl: «–Y$Åf«E8 |¬BÅ8~ |¬4 Å–¬~ (188) yani «–Y«W«Z²V8 sırrınca bazı ehl-i keşif ve ehl-i velayet olan muhaddisîn-i muhaddesûn ilhamlarıyla gelen bazı maani, hadis telakki edilmiş. Halbuki ilham-ı evliya-bazı arızalarla-hata olabilir. İşte bu neviden bir kısım, hilaf-ı hakikat çıkabilir.
2030- Altıncı Asıl: Beynennas iştihar bulmuş bazı hikâyeler bulunuyor ki, durub-u emsal hükmüne geçer. Hakiki manasına bakılmaz. Ne maksad için sevkedilir, ona bakılır. İşte bu neviden beynennas tearüf etmiş bazı kıssa ve hikâyatı, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm bir maksad-ı irşadî için temsil ve kinaye nev’inden zikredivermiş. Şu nevi mes’elelerin mana-yı hakikisinde kusur varsa, örf ve âdât-ı nasa aittir ve tearüf ve tesamu’-u umumîye raci’dir.
2031- Yedinci Asıl: Pekçok teşbih ve temsiller bulunuyor ki, mürur-u zamanla veya ilmin elinden cehlin eline geçmesiyle hakikat-ı maddiye telakki ediliyor. Hataya düşer. Meselâ: “Sevr” ve “Hut” isminde ve âlem-i misalde sevr ve hut timsalinde berrî ve bahrî hayvanat nâzırlarından iki melaiketullah, adeta bir koca öküz ve cismanî bir balık zannedilerek hadise ilişilmiş. Hem meselâ: Bir vakit huzur-u Nebevîde derin bir ses işitildi. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman etti ki: “Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp ta ancak bu dakika Cehennem’in dibine düşen birtaşın gürültüsüdür.”(189) İşte bu hadisi işiten, hakikata vâsıl olmıyan inkâra sapar. Halbuki yirmi dakika o hadisten sonra kat’iyyen sabittir ki: Biri geldi, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’a dedi ki: “Meşhur münafık, yirmi dakika evvel öldü. Yetmiş yaşına giren o münafık, Cehennem’in bir taşı olarak bütün müddet-i ömrü tedennide esfel-i safilîne küfre sukuttan ibaret olduğunu gayet beliğane bir surette Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm beyan etmiştir. Cenab-ı Hak, o vefat dakikasında o sesi işittirip, ona alâmet etmiştir.
2032- Sekizinci Asıl: Cenab-ı Hakîm-i Mutlak, şu dar-ı tecrübe ve meydan-ı imtihanda çok mühim şeyleri, kesretli eşya içinde saklıyor. O saklamakla çok hikmetler, çok maslahatlar bağlıdır. Meselâ: Leyle-i Kadri, umum ramazanda; saat-i icabe-i duayı, Cum’a gününde; makbul velisini, insanlar içinde; eceli, ömür içinde ve kıyametin vaktini, ömr-ü dünya içinde saklamış. Zira ecel-i insan muayyen olsa, yarı ömrüne kadar gaflet-i mutlaka, yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki âhiret ve dünya muvazenesini muhafaza etmek ve her vakit havf ve reca ortasında bulunmak maslahatı iktiza eder ki; her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde mübhem tarzdaki yirmi sene mübhem bir ömür, bin sene muayyen bir ömre müreccahtır. İşte kıyamet dahi, şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti taayyün etseydi, bütün kurun-u ûla ve vusta, gaflet-i mutlakaya dalacak idiler ve kurun-u uhra, dehşette kalacaktı.
İnsan nasıl hayat-ı şahsiyesiyle, hanesinin ve köyünün bekasıyla alâkadardır. Öyle de: Hayat-ı içtimaiye ve nev’iyesiyle küre-i arzın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur’an (59:1) }«2_ÅK7~ ¬a«"«h«B²5¬~ der. “Kıyamet yakındır” ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet, dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya ikibin sene, bir seneye nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gibidir. Saat-ı kıyamet yalnız insaniyetin eceli değilki, onun ömrüne nisbet edilip baîd görülsün. İşte bunun içindirki, Hakîm-i Mutlak, kıyameti “mugayyebat-ı hamse”den olarak ilminde saklıyor. İşte bu ibham sırrındandır ki, her asır, hatta asr-ı hakikat-bin olan Asr-ı Saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hatta bazıları, şeraiti hemen hemen çıkmış demişler.
İşte bu hakikatı bilmiyen insafsız insanlar derler ki: “Âhiretin tafsilatını ders alan müteyakkız kalbli, keskin nazarlı olan sahabelerin fikirleri niçin bin sene hakikattan uzak olarak fikirleri düşmüş gibi, istikbal-i dünyevîde bin dörtyüz sene sonra gelecek bir hakikatı asırlarında karib zannetmişler?”
Elcevab: Çünki sahabeler feyz-i sohbet-i Nübüvvetten herkesten ziyade dar-ı âhireti düşünerek, dünyanın fenasını bilerek, kıyametin ibham-ı vaktindeki hikmet-i İlahiyeyi anlıyarak ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima muntazır bir vaziyet alarak âhiretlerini ciddi çalışmışlar. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm: “Kıyameti bekleyiniz, intizar ediniz” tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir irşad-ı Nebevidir. Yoksa vuku-u muayyene dair bir vahyin hükmüyle değildir ki, hakikattan uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm’ın bu nevi sözleri, hikmet-i ibhamdan ileri geliyor. Hem şu sırdandır ki: Mehdi, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek eşhasları çok zaman evvel hatta Tabiîn zamanında onları beklemişler, yeşitmek emelinde bulunmuşlar. Hatta bazı ehl-i velayet “Onlar geçmiş” demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i ilahiye iktiza eder ki; vakitleri taayyün etmesin. Çünki her zaman, her asır, kuvve-i maneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak “Mehdi” manasına muhtaçtır. Bu manada her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lâkaydlıkda nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, maslahat-ı irşad-ı umumi zayi olurdu.
Şimdi, Mehdi gibi eşhasın hakkındaki rivayatın ihtilafatı ve sırrı şudur ki: Ehadisi tefsir edenler, metn-i ehadisi tefsirlerine ve istinbatlarına tatbik etmişler. Meselâ: Merkez-i saltanat o vakit Şam’da veya Medine’de olduğundan, vukuat-ı Mehdiye veya Süfyaniyeyi merkez-i saltanat civarında olan Basra, Kûfe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek öyle tefsir etmişler. Hem de o eşhasın şahs-ı manevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi o eşhasın zatlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhas-ı hârika çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. Halbuki demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas hatta o mithiş Deccal dahi çıktığı zaman çokları, hatta kendisi de bidayeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman tanılabilir.
2033- Alâmet-i kıyametten olan Deccal hakkında Hadis-i Şerifte: “Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyam-ı saire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer.” rivayet ediliyor. İnsafsız insanlar bu rivayete muhal demişler. Haşa, şu rivayetin inkâr ve iptaline gitmişler. Halbuki, ¬yÁV7~ «f²X¬2 v²V¬Q²7~«— hakikatı şu olmak gerektir. ki: Âlem-i küfrün en kesafetlisi olan şimalde, tabiiyyunun fikr-i küfrîsinden süzülen bir cereyan-ı azîmin başına geçecek uluhiyeti inkâr edecek bir şahsın şimal tarafından çıkmasına işaret ve şu işaret içinde bir remz-i hikmet vardır ki, kutb-u şimalîye yakın dairede bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Altı ayı gece, altı ayı gündüzdür. “Deccal’ın bir günü bir senedir” o daire yakınında zuhuruna işarettir. “İkinci günü bir aydır” demekten murad, şimalden bu tarafa geldikçe bazan olur yazın bir ayında güneş gurub etmez. Şu dahi, Deccal şimalden çıkıp âlem-i medeniyet tarafına tecavüzüne işarettir. Günü Deccal’a isnad etmekle şu işarete işaret eder. Daha bu tarafa geldikçe bir haftada güneş gurub etmiyor. Daha gele gele tulu’ ve gurub ortasında üç saat devam ediyor. Ben Rusya’da esarette iken böyle bir yerde bulundum. Bize yakın, bir hafta güneş gurub etmiyen bir yer vardı. Seyir için oraya gidiyorlardı.
“Deccal’ın çıktığı vakit, umum dünya işitecek” olan kaydı, telgraf ve radyo halletmiştir. Kırk günde gezmesini de, merkebi olan şimendifer ve tayyare halletmiştir. Eskiden bu iki kaydı muhal gören mülhidler, şimdi adi görüyorlar!...
2034- Alâmet-i kıyametten olan Ye’cüc ve Me’cüce ve sedde dair bir risalede, bir derece tafsilen yazdığımdan ona havale edip şurada yalnız şunu deriz ki: Eskiden Mançur, Moğol ünvaniyle içtimaat-ı beşeriyeyi zir ü zeber eden taifeler ve Sedd-i Çinî’nin yapılmasına sebebiyet verenler, kıyamete yakın yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyet-i beşeriyeyi zir ü zeber edecekleri, rivayetlerde vardır. bazı mülhidler derler: “Bu kadar acaibi yapan ve yapacak taifeler nerede?
Elcevab: Çekirge gibi bir âfat, bir mevsimde pek çok kesretle bulunur. Mevsim değiştikçe memleketi fesada veren kesretli o taifelerin hakikatları, mahdudbazı ferdlerde saklanıyor. Yine zamanı geldikçe emr-i İlahî ile o mahdud ferdlerden gayet kesretli aynı fesad yine başlar. Güya onların hakikat-ı milliyetleri inceliyor, kopmuyor. Yine mevsimi geldikçe zuhur ediyor. Aynen öyle de: Bir zaman dünyayı herc ü merc eden o taifeler, izn-i İlahî ile mevsimi geldiği vakit aynı o taife medeniyet-i beşeriyeyi herc ü merc edecekler. Fakat onların muharrikleri başka bir surette tezahür eder.
yÁV7~ Ŭ~ «`²[«R²7~ v«V²Q«< « (S. 341-345)
2035- Hadislerde kıyamet alâmetlerinden bahsedilir. Ezcümle: Sahih-i Müslim 52. Kitab-ül Fiten, 13. bab ve İbn-i Mace 36. Kitab-ül Fiten 25 ve 28.bablar, T.T. 5 ci. 5. kitab, sh: 531, yedi bölüm olup fitneler ve kıyamet alâmetleri hakkındadır.
2036- Âhirzaman alâmetlerinden olan; Deccal ve Deccal’ın mahiyeti, İsa Aleyhisselâm’ın onu öldürmesi ve Deccal’ın yalancı cennet ve cehennemine dair birkaç mes’ele:
“Rivayetler, Deccal’ın dehşetli fitnesi İslâmlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiaze etmiş. (190) yÁV7~ Ŭ~ «`²[«R²7~ v«V²Q«< «
Bunun bir te’vili şudur ki: İslâmların Deccalı ayrıdır. Hatta bir kısım ehl-i tahkik İmam-ı Ali’nin (R.A.) dediği gibi demişler ki: Onların Deccal’ı Süfyan’dır. İslâmlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin Büyük Deccal’ı ayrıdır. Yoksa Büyük Deccal’ın cebr ve ceberut-u mutlakına karşı itaat etmiyen şehid olur ve istemiyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz.” (Ş.585)
2037- Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm Deccal’ı öldürdükten sonra, insanlar ekseriyetle din-i hakka girerler. Halbuki rivayetlerde gelmiştir ki: “Yeryüzünde Allah Allah diyenler bulundukça kıyamet kopmaz. (191) Böyle umumiyetle imana geldikten sonra nasıl umumiyetle küfre giderler?
Elcevab: Hadis-i Sahihde rivayet edilen. “Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın geleceğini ve Şeriat-ı İslâmiye ile amel edeceğini, Deccal’ı öldüreceğini” imanı zaif olanlar istib’ad ediyorlar. Onun hakikatı izah edilse, hiç istib’ad yeri kalmaz. Şöyle ki:
O hadisin ve Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadislerin ifade ettikleri mana budur ki: Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:
Birisi Nifak perdesi altında risale-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, Şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevî’nin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beyt’ten Muhammed Mehdi isminde bir zat-ı nuranî o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.
2038- İkinci cereyan ise: Tabiiyun, maddiyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, uluhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir.
Nasıl bir padişahı tanımıyan ve ordudaki zâbitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmiyen vahşi bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûna hâkimiyet verir. Öyle de: Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisatı nev’inden müdhiş hârikalara mazhar olan Deccal ise daha ileri gidip, cebbarane surî hükümetini bir nevi rububiyet tasavvur edip uluhiyetini ilan eder. Bir sineğe mağlub olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın uluhiyet dava etmesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malumdur.
2039- İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hz. İsa (A.S.)ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakiki İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i ilahiyenin semasından nüzul edecek; hal-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur’ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tabi’ ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak. Din-i Hak, bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.
Dinsizlik cerayanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet; ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini; bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş haktır. Madem Kadir-i Külli Şey va’detmiş, elbette yapacaktır.
Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’eden -Hazret-i Cibril’in “Dıhye” suretine girmesi gibi- ve ruhanileri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hatta ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hatimesi için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil. Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek..
Hazret-i İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakiki İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımıyacaktır.
2040- Sual: Rivayetlerde gelmiş ki: “Deccal’ın bir yalancı cenneti var, kendine tabi olanlar ona atar. Hem yalancı bir cehennemi var, tabi’ olmayanları ona atar. (192) Hatta o kendi merkebinin de bir kulağını Cennet gibi, bir kulağını da Cehennem gibi yapmış. Azamet-i bedeniyesi bu kadardır, şu kadardır.” diye tarifat var?
Elcevab: Deccal’ın şahs-i surîsi insan gibidir. Mağrur, fir’avunlaşmış, Allah’ı unutmuş olduğundan; surî, cebbarane olan hâkimiyetine, uluhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı manevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesimdir. Rivayetlerde Deccal’a ait tavsifat-ı müdhişe ona işaret der. Bir vakit Japonya’nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit’te, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artür Kal’asında tasvir edilmiş. O küçük Japon Kumandanının bu suretle tasviriyle, ordusunun şahs-ı manevîsi gösterilmiş.
2041- Amma Deccal’ın yalancı cenneti ise, medeniyetin cazibedar lehviyatı ve fantaziyeleridir. Merkebi ise, şimendifer gibi bir vasıtadır ki bir başında ateş ocağı bulunur, kendine tabi’ olmıyanları bazan ateşe atar. O merkebin bir kulağı, yani diğer başı cennet gibi tefriş edilmiş, tabi’ olanları oraya oturtur. Zaten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir cennet getirir. Biçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için medeniyet elinde cehennem zebanisi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar.
2042- İşte İsevîliğin din-i hakikisi zuhur ile ve İslâmiyete inkılab etmesiyle çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nurunu neşreder. Fakat yine kıyamet kopmasına yakın tekrar bir dinsizlik cereyanı baş gösterir, galebe eder. Ve “Elhükmü-lil-ekser” kaidesince, yeryüzünde “Allah Allah” diyecek kalmıyacak, yani ehemmiyetli bir cemaat, Küre-i Arz’da mühim bir mevkie sahip olacak bir surette “Allah Allah” denilmiyecek demektir. yoksa ekalliyette kalan veyahut mağlub düşen ehl-i hak, kıyamete kadar baki kalacak; yalnız, kıyametin kopacağı anında, kıyametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek,kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.” (M.56-58) (Bak: 2019/1.p.)
2043- “Amma güneşin mağribden tuluu ise, bedahet derecesinde bir alâmet-i kıyamettir. Ve bedaheti için, aklın ihtiyarı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan bir hâdise-i semaviye olduğundan tefsiri ve manası zahirdir, te’vile ihtiyacı yoktur. Yalnız bu kadar var ki: Allahu a’lem, o tuluun sebeb-i zahirîsi:
Küre-i Arz kafasının aklı hükmünde olan Kur’an onun başından çıkmasıyla zemin divane olup, izn-i İlahî ile başını başka seyyareye çarpmasıyla hareketinden geri dönüp, garbdan şarka olan seyahatını, irade-i Rabbanî ile şarktan garba tebdil etmekle Güneş garbdan tulua başlar. Evet arzı şems ile, ferşi arş ile kuvvetli bağlayan Hablullah-il metin olan Kur’anın kuvve-i cazibesi kopsa; küre-i arzın ipi çözülür, başıboş serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden güneş garbdan çıkar. Hem müsademe neticesinde emr-i İlahî ile Kıyamet kopar diye bir te’vili vardır.” (Ş. 591)
Dostları ilə paylaş: |