2216- qqLİSAN –_K7 : Dil, konuşma dili. Lehçe. (Bak: Arabiyat, Dil, Edebiyat, Elsine, Terceme)
Lisan, bir milletin düşünce, ilim, medeniyet ve fazilet gibi milli hususiyetlerini gösteren miyardır. Zira lisanın temeli olan kelimeler, kendilerine izafe edilen mana ve mefhumları nakleder. Bu itibarla lisan, bir milletin manevî, fikrî ve medenî seviyesinin derecesini gösteren bir ölçüdür. Nitekim bir hadis kitabı olan Keşf-ül Hafa’da, 1943 numaralı hadis, “Kelâm, mütekellimin sıfatını gösterir” mealindedir. Kur’an (47:30) âyeti, Peygamber’e (A.S.M.) hitabla, münafıkların tanınması makamında: “Sözün üslub ve edasından onları muhakkak tanırsın” mealindeki beyanı, bu hakikata da işaret eder Bediüzzaman Hazretleri bu hakikata işareten şöyle der: “Bir milletin mizacı o milletin hissiyatının menşei olduğu gibi, lisan-ı millîsi de hissiyatının ma’kesidir.” (Mu.78)
Demek ki bir millet, bir cemiyet veya bir zümre, düşünüp hissedebildiği mana ve mefhumları, kullandığı kelimelere yüklemektedir. Bu sebeble maddeci ve inkârcı ve maneviyatsız milletlerin ve cemiyetlerin lisanı, inkârcı anlayışı; imanlı, maneviyatçı ve şahsiyetli milletin lisanı da, imanlı fazileti telkin eder.
Manevî ve ilmî seviyesi yüksek olan bir millet, kullandığı lisanın kelimelerini değişitirmezse, millî kültür ve tarihî şahsiyetini devam ettirir. Aksi halde, dilini basitleştiren veya yabancı dillere kapı açın milletler, tedricen cılız ve basit dereceye düşer ve yabancı ideolojilerin ve milletlerin düşünce istilasına uğrar. Meselâ, Dil Kurum’nun sözlüğünde “Cin: Masallara ve boş-inaçlara göre, göze görünmeyen, göründüğü vakit elle tutulmayan varlık” diye karşılık veriliyor. Kahraman ve Müslüman Türk milletinin lügatlarında meselâ Kamus-u Türkî’de “Cin: Taife-i beşerin gayrı olarak görünmez ecsam-ı latifeden ibaret bir cins mahlukattır” şeklinde ifade edilir.
Dil Kurumu’nun tarifini kabul eden kimsenin imanı tehlikeye düşer. Çünkü Kur’anda cinnin varlığı çok âyetlerde açıkça anlatılır. Kamus-u Türkî’nin ifadesi ise dine uygundur. Bu hususta çok örnekler gösterilebilir.
İşte böylesine Müslüman Türk milletinin manevi mefhum ve değerleri, dilcilik perdesi altında tahrif edilip müsbet mecrasından yabancı ve inkârcı ideolojilerin lehine saptırılırsa, yetişen gençlik elbetteki milliyetine bağlı kalmaz ve ecdadından miras kalan manevi değerlerini korumaz.
Milli ve tarihî şahsiyete sahib olan bir millet, günümüzün şartları içinde, tedrisatında, matbuat ve radyo gibi neşir organlarında bilhassa lügat kitablarında, millî kültürünü ve şahsiyetini idame eden lisanını bozmamalıdır ki, millî değerler, düşünce ve hisler devam etsin.
Her lisan, zaman seyri içinde bazı yabancı veya yerli yeni kelimeleri içine alır ve normal olarak o lisana mal olurlar. Yukarıda kullandığımız Fransızca asıllı (normal) kelimesinin Türkçeye mal olması gibi.... Fakat zorlamalarla, kaide dışı uydurma kelimeler, lisan içine sokulursa, lisan da, ilim de, milletin fazilet ve tarihî şahsiyeti de zedelenir.
2217- Lisanın tekâmülü: “Lisan, insan gibi çok devirleri yaşıyarak ve çok tavır ve inkılabları geçirerek, çok asırlar terakki ederek, türlü türlü şekilleri, intizamsızlıkları, perişaniyetleri gördükten sonra hal-i hazırdaki şekle girmiştir. Eğer şimdi el’an zamanın seylinde çalkalanıp giden lisanın bakiye kalan yıkıntıları, harabe ve enkazlarına bakıp (el’an) kelimesinin karnında birikeni düşünebilsen, lisanın tarih-i hayatını ve neşv ü nemasının keyfiyetini görebileceksin. Şöyle ki:
2218- Lisan, ilk saha-i vücuda çıktığı devirde, savtlar içerisinde görünmez, işitilmez bir takım oturtulmamış zaif harflerin tohumuna benzeyen ve ekserisi tam fıtratı temsile delalet eden bir vaziyette idi. Sonra manaların biraz toplanmasıyla heca vaziyetine terakki etti. Sonra fikirler, garazlar çoğalarak terkib başladı. (Lisanın o zamanlardaki örnekleri şimdi de şark memleketlerinde vardır.)
Sonra maksadların kısımlarına göre tasrifi bir surete girdi. Sonra ince ince hissiyat, latif latif nükteler ona devredilmesiyle nahvî bir şekil aldı, ki lisanın bu son vaziyetine en üstün hâkim Arab lisanıdır ki, muhtasarı ihtisar eden hem mûcez, hem mutlak, hem kısa, hem uzun bir lisandır. Sonra bu lisan dahi daimî şekilde mecazı hakikate kalbettiği için iştiraki tevlid etmiştir. Sonra aralarındaki münasebeti unuttuğu ve sıfatın cümuda inkılab etmesi hikmetiyle teradüfleri doğurmuştur. Ve daha buna göre kıyas et!
Demek elfaz ve manalar arasındaki tenasüb, kelimeler arasında vukua gelen iştikak ve tenasülün neticesidir. “(M.Nu.640)
Dostları ilə paylaş: |