İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə748/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   744   745   746   747   748   749   750   751   ...   1221
2432- qqMİLLİYET }±[V8 : Ümmet. Aralarında din, dil ve tarih birliği olan topluluktaki hal. Millet olma. Aralarında maddi manevi birlik ve bera­berlik rabıtaları bulunan topluluktaki vasıf. (Bak: Hamiyet-i Cahiliye, Millet, Türk)

“(49:13) ~Y­4«‡_«Q«B¬7 «u¬¶<_«A«5«— _®"Y­Q­- ²v­6_«X²V«Q«%«— Ve sizi şa’blar, kabileler yap­tık ki tanışasınız -Yani soylarınız, atalarınızla tefahur için değil, birbirinizi soyu sopu ile tanıyarak ona göre, yardımlaşasınız. “Şuub” şa’bın cem’i, “kabail” kabilenin cem’idir. Arablar cemiyet taksimatını, insan bedeninin hilkatini esas ittihaz ederek yapmışlardır. Şöyle ki: İnsanın kafatasını teşkil eden baş kemiklerinden her birine kabile ve mecmuuna kabail denir ve bu baş kemiklerinin birbirine kavuşup bitiştiği eke de şa’b ıtlak edilir. Bir baba­nın sulbünden müteşaib olan kesretli bir cemaata, bundan me’huz olarak kabile denildiği gibi müteaddit kabileleri cami’ olan ve hey’et-i mecmuası bir asla mensub bulunan büyük cemiyete de re’s ve şa’b tesmiye olunur. Bu su­retle bir asla mensub olan cemiyetlerin hepsinin başı ve büyüğü olan cemiyet şa’bdır ki, kabileleri ihtiva eyler. Kabile amareleri ihtiva eyler ki sadır, yani gögüs mesabesindedir. Amare batınları ihtiva eyler ki Türkçemizde göbek tabirine benzer. Batın fahizleri ihtiva eder, fahiz ve fasileleri ihtiva eyler, mecmuu altı tabaka eder. Bazıları, fasilden sonra yedinci olarak aşireti say­mışlardır. Meselâ: Huzeyme bir şa’b, Kinane bir kabile, Kureyş bir amare, Kusayy bir batın, Haşim bir fahiz, Abbas bir fasiledir. Maamafih bazı müfes­sirîn burada kabail, Arab batınlarına, şuub da Acem, yani Arabın gayrı ak­vam batınlarına işaret olduğunu söylemişlerdir.” (E.T. 4478)

“Milliyetimiz bir vücuddur. Ruhu İslâmiyyet, aklı Kur’an ve imandır.” (Mün.53)

“Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” (H.Ş: 59)



2433- İnsanların taifeler, milletler ve kabileler halinde yaratılmalarının çok derin ve fıtrî hikmetleri bulunması ve fezail-i beşeriyenin tahakkukuna zemin teşkil et­mesi gibi hakaikı tazammun eden şu âyet:

“_®"Y­Q­- ²v­6_«X²V«Q«%«—|«C²9­~ «— ¬h«6«† ²w¬8 ²v­6 _«X²T«V«' _Å9¬~ ­‰_ÅX7~ _«ZÇ<«~_«<

~Y­4«‡_«Q«B¬7 «u¬¶<_«A«5«— (49:13)

Yani: ~Y­9«—_«Q«B«4 ¬}Å[¬2_«W¬B²%¬ž²~¬ €Y«[«E²7~ ¬€_«A«,_«X«8~Y­4«‡_«Q«B¬7

~Y­W«._«F«B«4 ~—­h«6_«X«B¬7«ž _«Z²[«V«2

Yani: Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım; ta birbirinizi tanı­malısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bile­siniz, birbiri­nize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabile kabile yarattım ki; yekdiğerinize karşı in­kâr ile yabani bakasınız, husumet ve adavet edesiniz değildir!

...Şu âyet-i kerimenin işaret ettiği “tearüf ve teavün düsturu”nun beyanı için derizki: Nasılki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bö­lüklere, ta ta­kımlara kadar tefrik edilir. Ta ki her neferin muhtelif ve müte­addit münasebatı ve o münasebata göre vazifeleri tanınsın, bilinsin... ta, o ordunun efradları, düstur-u tea­vün altında, hakiki bir vazife-i umumiye gör­sün ve hayat-ı içtimaiyeleri, a’danın hü­cumundan masun kalsın. Yoksa tefrik ve inkısam; bir bölük bir bölüğe karşı reka­bet etsin, bir tabur bir tabura karşı muhasamet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine ha­reket etsin değildir. Aynen öyle de: Hey’et-i içtimaiye-i İslâmiye, büyük bir ordudur, kabail ve tavaife inkısam edilmiş. Fakat binbir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitabları bir, va­tanları bir, bir, bir, bir... binler kadar bir, bir.....

İşte bu kadar bir birler; uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabail ve tavaife inkısam, şu âyetin ilan ettiği gibi tearüf içindir, tea­vün içindir... tenakür için değil, tahasüm için değildir.



2434- Fikr-i milliyet, şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalim­leri, bunu İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, ta ki parçala­yıp, onları yutsunlar.

Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var; gafletkârane bir lezzet var; şeametli bir kuvvet var. Onun için şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara, “Fikr-i milliyeti bırakınız!” denilmez. Fakat fikr-i milliyet iki kısım­dır. Bir kısmı menfidir, şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebebdir. Onun içindir ki, hadis-i şerifte ferman etmiş:

«}Å[¬V¬;_«D²7~ «}Å[¬A«M«Q²7~ ¬aÅA«% ­}Å[²8«Ÿ²,¬ž² «~ (213) Ve Kur’an da ferman etmiş:

­yÁV7~ «Ä«i²9«_«4 ¬}Å[¬V¬;_«D²7~ «}Å[¬W«& «}Å[¬W«E²7~ ²v¬Z¬"Y­V­5 |¬4 ~—­h«S«6 «w<¬gÅ7~ «u«Q«%²†¬~

~Y­9_«6«— >«Y²TÅB7~ «}«W¬V«6 ²v­Z«8«i²7«~«— «w[¬X¬8ÌY­W²7~ |«V«2«— ¬y¬7Y­,«‡ |«V«2 ­y«B«X[¬U«,

_®W[¬V«2 ¯š²|«- ¬±u­U¬" ­yÁV7~ «–_«6«— _«Z«V²;«~«— _«Z¬" Ås«&«~

İşte şu hadis-i şerif, şu âyet-i kerime kat’i bir surette menfi bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmiyorlar. Çünki müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti, ona ih­tiyaç bırakmıyor.

2435- Evet acaba hangi unsur var ki, üçyüzelli milyon vardır? Ve o İslâ­miyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri ka­zandırsın! Evet menfi milliyetin, tarihçe pek çok zararları gö­rülmüş.

Ezcümle: Emeviler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felaketler çektiler. Hem Av­rupa milletleri, şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Al­man’ın çok şeametli ebedî adavetlerinden başka; harb-i umu­mideki hâdisat-ı müdhişe dahi, menfi milliyetin nev’-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi. Hem bizde ibtida-i hürriyette, -Babil kal’asının harabiyeti zamanında “tebelbül-ü akvam” tabir edilen “teşaub-u akvam” ve o teşaub sebebiyle dağılmaları gibi-menfi milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni ola­rak pekçok “kulüpler” namında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye kadar ecnebilerin boğazına gi­denlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin zararını gösterdi. “ (M.321-323)



2436- “Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dahilîsinden ileri geliyor; teavüne, tesanüde sebebdir; menfaatli bir kuvvet te’min eder; uhuv­vet-i İslâmiyeyi daha ziyade te’yid edecek bir vasıta olur.

Şu müsbet fikr-i milliyet; İslâmiyete hâdim olmalı, kal’a olmalı, zırhı ol­malı.. ye­rine geçmemeli. Çünki İslâmiyetin verdiği uhuvvet içinde, bin uhuv­vet var; âlem-i bekada ve âlem-i Berzahta o uhuvvet baki kalıyor. Onun için uhuvvet-i milliye ne kadar da kavi olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek; aynı kal’anın taşlarını, kal’anın içindeki elmas hazinesinin yerine ko­yup, o elmasları dışarı atmak nev’inden ahmakane bir cinayettir.



2437- İşte ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evladları! Altıyüz sene değil, belki Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’anı ilan etmişsiniz. Milliyeti­nizi, Kur’ana ve İslâmiyete kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müdhiş tehacümatı def’ettiniz. Ta (5:54)

«w[¬X¬8 ÌY­W«7 |«V«2 ¯}Å7¬†«~ ­y«9YÇA¬E­<«— ²v­ZÇA¬E­< ¯•²Y«T¬" ­yÁV7~ |¬#²_«<

¬yÁV7~¬u[¬A«, |¬4 «–—­f¬;_«D­< «w<¬h¬4_«U²7~ |«V«2 ¯?Åi¬2«~

âyetine güzel bir masadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve frenkmeşreb mü­nafıkların desiselerine uyup, şu âyetin evvelindeki hitaba masadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.!



2438- Cay-ı dikkat bir hal: Türk milleti anasır-ı İslâmiye içinde en kesretli ol­duğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise, müslümandır. Sair unsurlar gibi, müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır. (Macarlar gibi) Halbuki küçük unsurlarda dahi, hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.

2439- Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmi­yet’le imti­zaç etmiş, ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir; zemin yü­zünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desi­seleriyle o mefahiri kalbinden silme! ..” (M.323)

2440- “Menfi milliyette ve unsuriyet fikrinde ifrat edenlere deriz ki:

Evvela: Şu dünya yüzü, hususan şu memleketimiz, eski zamandan beri çok muhaceretlere ve tebeddülata maruz olmakla beraber; Merkez-i Hükü­met-i İslâmiye bu vatanda teşkil olduktan sonra, akvam-ı saireden pervane gibi çokları içine atılıp,. tavattun etmişler. İşte bu halde Levh-i Mahfuz açılsa ancak hakiki un­surlar birbirinden tefrik edilebilir. Öyle ise, hakiki unsuriyet fikrine, hareketi ve ha­miyeti bina etmek, manasız ve hem pek zararlıdır. Onun içindir ki; menfi milliyet­çilerin ve unsuriyet-perverlerin reislerinden ve dine karşı pek lakayd birisi mecbur olmuş, demiş: “Dil din bir ise; millet bir­dir.” Madem öyledir, hakiki unsuriyete de­ğil; belki dil, din, vatan münaseba­tına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zaten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dahildir.



2441- Saniyen: İslâmiyetin mukaddes milliyeti, bu vatan evladının hayat-ı içtimaiyesine kazandırdığı yüzer faideden iki faideyi misal olarak beyan ede­ceğiz:

Birincisi: Şu devlet-i İslâmiye yirmi-otuz milyon iken, bütün Avrupa’nın büyük devletlerine karşı hayatını ve mevcudiyetini muhafaza ettiren, şu dev­letin ordusun­daki Nur-u Kur’andan gelen şu fikirdir: “Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.” Kemal-i şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek istik­bal etmiş. Daima Avrupa’yı titretmiş. Acaba dünyada basit fikirli, safi kalbli olan nefaratın ruhunda şöyle ulvi fedakârlığa sebebiyet verecek, hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet onun yerine ikame edilebilir? Ve hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?



2442- İkincisi: Avrupa’nın ejderhaları (büyük devletleri) her ne vakit şu devlet-i İslâmiyeye bir tokat vurmuşlarsa; üçyüz elli milyon İslâmı ağlatmış ve inletmiş. Ve o müstemlekat sahibleri, onları inletmemek ve sızlatmamak için, elini çekmiş... elini kaldırırken indirmiş. Şu hiçbir cihette istisgar edilmiyecek manevî ve daimî bir kuvvetüzzahr yerine hangi kuvvet ikame edilebilir? Gösterilsin! Evet o azîm manevi kuvvetüzzahrı menfi milliyet ile ve istiğnakârane hamiyet ile gücendirmemeli!...” (M.326)

2443- “Irkçılık fikri, Emeviler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriye­tin başında “kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci harb-i umumide yine ırkçılığın istimali ile mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıkla­rına emareler görünüyor. Halbuki menfi hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i fıtrîsi ol­duğu halde; evvela başta Türk milleti dünyanın her tara­fından müslüman ol­duğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tef­rik değil. Türk, Müslüman demektir. Hatta Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Arablarda da Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakiki milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irk­çılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.” (E.L.II.222)

2444- “Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil! Bolşe­vizm, sosyalizm mes’eleleri istila ediyor; unsuriyet fikrini kırıyor; unsuriyet asrı geçi­yor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti; muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağ­lanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da; İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka ede­mez. Evet muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakat kuvvet görünüyor, fakat pek muvakkat ve akibeti hatarlıdır.

2445- Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe ine­cek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa; bir batman kuvvet o iki kuvvet ile oynayabilir; yukarı kaldırır; aşağı indirir.” (M.439)

2446- Menfi milliyetçiliği kabul etmeyen hadisler de vardır. Meselâ:

«ž«— ¬±|¬W«D«2 |«V«2 ¬±|¬"«h«Q¬7 «u²N«4 «ž«— °f¬&~«— ²v­U²<«Y«"«~«— °f¬&~«— ²v­UÅ"«‡ Å–¬~ «ž«~

>«Y²T«#_¬"ެ~ «h«W²&«~|«V«2 «…«Y²,«ž¬ «ž«— «…«Y²,«~|«V«2 «h«W²&«ž¬ «ž«— ¯±|¬"«h«2 |«V«2 ¬±|¬W«D«Q¬7

“Ey Nas! Uyanınız şüphe yok ki Rabbiniz birdir, babanız, ananız birdir, ne Arabinin Acemi üzerine, ne Aceminin Arabi üzerine, ne ahmerin esved üzerine, ne esvedin ahmer üzerine fazl ve rüçhanı yoktur, fazl ve rüçhan an­cak takva iledir.” (214)



2447- “Peygamber (A.S.M.) şöyle buyurdu:

«€_«8 «€_«W«4 «}«2_«W«D²7~ «»«‡_«4«— ¬}«2_«O7~ «w¬8 «‚«h«' ²w«8

¯}«A«M«Q¬7 ­`«N²R«< ¯}Å[¬±W­2 ¯}«<~«‡ «a²E«# «u«#_«5 ²w«8«— Õ °}Å[¬V¬;_«% ®}B[«8

°}Å[¬V¬;_«% °}«V¬B«T«4 «u¬B­T«4 ®}«A«M«2­h­M²X«<²—«~ ¯}«A«M«2|«7¬~~Y­2²f«<²—«~

Her kim itaatten çıkar ve İslâm cemaatinden ayrılır da bu hal üzere ölürse o kişi cahiliyet ölümüyle ölmüş olur. (Bak: 2685. p ve 3760/10.p.başı) Her kim akıbetinin hayır ve şer olduğu belli olmayan bir dava yolunda körü körüne açılmış bir sancak altında mukatele eder, sırf soyu için öfkelenir, yahud ırk davasına çağırır, yahud (hak davaya değil de) kuru kuru bir kavmi­yet ve asabiyet davasına yardım eder ve bu yolda öldürülürse işte böylesinin ölümü tam bir cahiliyet ölümüdür.” (215) (Bak: 41ll/1.p.sonu)

İslâm öncesi bâtıl inanç sahibi ecdad ile iftihar edilmemeli. Bir rivayette mealen şöyle buyurulur: “Cahiliyette ölen babalarınızla iftihar etmeyin. Nef­sim yed-i kud­retinde olana kasem ederim ki, gübre kurtları cahiliyette ölen babalarınızdan (kâfir olandan) efdaldir.” (R.E. 475/2)

Kur’an (2:170) (5:104) (21:53) (43:22,23) âyetlerinde, müşrik veya bâtıl yolda olan atalara (ecdada), diğer bir ifade ile kendi ırk ve soyuna bağlılığı dava etmenin dalalet olduğu beyan edilir.


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   744   745   746   747   748   749   750   751   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin