İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə798/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   794   795   796   797   798   799   800   801   ...   1221
2684- qqMÜCÂHEDE ˜f;_D8 : (c.Mücahedat) Cihad etme. *Din düş­ma­nına karşı koyma. Çarpışma. *Uğraşma. Çalışma. Gayret gösterme. (Bak: Cihad)

2685- qqMÜCEDDİD …±fD8 : Yenileyen. Yenileyici. Hadis-i sahihle bil­diri­len, her yüz yıl başında, dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders ver­mek üzere Allah tarafından manen vazifeli büyük âlim ve Peygamber’in (A.S.M)varisi olan zat. Bu dinî şahsiyetler İslâm cemiyetinde bilhassa hilafet merkezinde fitne zuhur etme­siyle bozulan millî vicdan, fikir ve iman saha­sında ıslahatçı olarak vazife görürler. (Bak: Ahmed-i Farukî, Eimme-i İsna Aşer, Mehdi, Mevlana Halid, Velayet-i Kübra)

İslâm tarihi seyri içinde zuhur eden müceddidlerin tesbitinde, ülema-i İslâm az çok farklı tercihler yapmışlardır. Zira istikbal-i dünyeviyedeki hâdi­satın dinî naslarla tayin edilmeleri hikmet-i ilahiyeye uygun gelmediğinden, bazı âyet ve hadislerin an­cak işarî manaları ve müceddidiyet için gerekli bazı hususiyetler, müceddidin tesbitinde ölçü olmaktadır. (Bak: 2294/1, 2294/2. p.lar)

Bu ise nassen bir sarahat olmadığından asrın müceddidini kabul etmekte itikadî bir mecburiyet getirmez. (Bak: 2032.p. son yarısı)

Ancak asrın müceddidini ve müstakim cemaatını bilmeyen kimse, mev­cut fit­neleri, bid’aları ve dalaletleri sezip görmek ve onlardan içtinab etmek ve taklidî olan imanını muhafaza etmekte çok müşkilatla karşılaşır, tehlikeli bir cehalette ve gaf­lette kalır. Binaenaleyh asrın müceddidini tanımak ve onun dairesi dışında kalma­mak gerektir. (Bak: 2447.p.)

Tecdid hareketi cemiyette fikrî ve amelî sahada zuhur eder, yaygınlaşan bid’atların (Bak:446.p.) izalesine, sünnet ve şeairin ihyasına çok ehemmiyet verir. (Bak: 1289.p.) Fikren olduğu kadar fiilen de bid’atlardan kaçar ve sün­neti yaşıyarak ihya etmeye çalışır ve takvayı esas alır. (Bak:3143.p.) Bu husus müceddidiyetin ehemmiyetli bir vasfını teşkil eder. Müceddidiyetin temeli olan diğer bir vasfı ise, imânî ve fikrî sahada verdiği vehbî ve ilhamî eserle­riyle, fen ve felsefeden gelen her türlü inkâr ve ebâtılı imha edebilmede üs­tün seviyede olmasıdır.

2685/1- Mehdî ve Deccâl hâdisesi, pek çok hadislerle haber verilmiştir. Âhirzaman fitnesi olarak haber verilen Deccaliyetin tahribat ve ifsatı en son, en bü­yük ve en dehşetli bir fitne olduğu, yine aynı rivayetlerin ifadelerinden açıkça anla­şılmaktadır.

Aynı zaman ve mekânda Deccaliyetle mücahede halinde olacağı haber verilen Mehdiyet cereyanının da en büyük ve en son müceddid ve mehdiyet hareketi ol­duğu zâhir oluyor. Zira Mehdiyetin mücahedesiyle yapılan ısla­hattan sonra, (18:99) âyetinde de işaret edildiği gibi; tekrar ortaya çıkacak olan fitne, kıyametin kopma­sına sebeb olacak fitnedir. (Bak: 2042.p.) Artık o zaman Mehdi-Deccal mücadelesi de olmıyacaktır.

Binaenaleyh âhirzaman fitnesinin zuhur etiğini kabul edenlerin, o fitneye karşı hayatını feda ederek mücahede eden şahsiyetin ve cereyanının da son mehdi ve mehdiyet cereyanı olduğunu kabul etmeleri icab eder. Hele umum dinî cemaatler; zuhur eden bu fitnenin, âhirzamanda geleceği haber verilen Deccal fitnesi oldu­ğunda ittifak etmelerinin mantıkî neticesi olarak, o fitne ve şer cereyanının en çok müdahale, takib ve tahakkümüne maruz kalan dinî şahsiyet ve cereyanının da Deccaliyetle mücahedeye manen vazifedar ve beklenen en büyük ve en son müceddid olduğunu da kabul etmeleri iktiza eder.

2686- Müceddidlerin lüzumu: Âdem Aleyhisselâm’dan Peygamberimiz’e (A.S.M.) kadar zamanla ve tedricen terakki eden beşerin idrak ve ahval-i iç­timaiye seviyelerine göre peygamberler ve semavi kitablar gönderildi. Pey­gamberimiz’den (A.S.M.) ve Kur’an-ı Kerim’den sonra peygamber ve kitab gönderilmedi ve gönde­rilmeyecek. Halbuki beşerin terakki ve tekâmül ka­nunu durmadı. O halde neden beşerin terakki seviyesine göre yeniden pey­gamber ve kitab gelmeyecek?

Cevab: Kur’andan önce gelen semavi kitablar, zamanlarının ihtiyacına ve o za­manki beşerin seviyesine göre gelmişlerdir. Umum zamanlara şamil ola­bilecek ah­kâma medar mana külliyetinde değildiler. Fakat Kur’an, öyle bir mana külliyetine ve camiiyetine sahiptir ki, beşerin bütün terakki seviyelerine cevap verebilir. (Bak: 2419, 3527.p.lar)

Ancak Kur’anın her asrın ihtiyacına cevap veren ders, irşad ve ahkâmını keşf ve izhar etmek için ahkâmda müçtehidler, hikmet ve irşad dersinde de müceddidler gerekmektedir. Demek mana külliyetinden dolayı Kur’andan sonra diğer semavi bir kitaba ihtiyaç kalmadığı gibi, semavi kitabı tebliğ ve tedris vazifesi içinde, varis olan müctehid ve müceddidler yeterli olmuştur.

2687- Bu hakikatı, Peygamberimiz (A.S.M.)

(246) «u[¬= ³~«h²,¬~ |¬X«" ¬š³_«[¬A²9«_«6 |¬BÅ8­~ ­š_«W«V­2 (247) ¬š³_«[¬A²9«ž²~ ­y«$«‡«— ­š_«W«V­Q²7«~

_«Z«X<«… _«Z«7 ­…¬±f«D­< ²w«8 ¯}«X«, ¬?«_¬8 ¬±u­6 ¬‰²~«‡ |«V«2 ¬}Å8­ž²~ ¬g«Z¬7 ­b«Q²A«< «yÁV7~ Å–¬~

(248) gibi hadis-i şerifleriyle bildirmişlerdir.

Yani Nasılki semavi kitab olan Tevrat’ın hükümran olduğu devrede, muhtelif zaman ve mekânda gelen nebiler, kendilerine kitab gelmediği halde Tevrat’la vazife-i nübüvveti ifa ettiler. Onun gibi, Kur’an ile de muhtelif asırlarda gelen müceddidler, vazife-i veraset-i Nübüvveti ifa ederler.

Demek mana külliyetinden dolayı, Kur’andan sonra semavi bir kitaba lüzum kalmadığı gibi, müceddidler de asırlarında, Kur’an’ın o asra bakan vechini tefsir et­mekle veraset-i Nübüvveti ifa ettiklerinden yeni bir peygam­bere ihtiyaç görülme­miştir.



2688- “Her asır başında hadisce geleceği tebşir edilen dinin yüksek hâ­dimleri; emr-i dinde mübtedi’ değil, müttebi’dirler. Yani, kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler, yeni ahkâm getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı diniyeye ve Sünen-i Muhammediyeye (A.S.M.) harfiyyen ittiba’ yoluyla dini takvim ve tahkim ve dinin hakikat ve asliyetini izhar ve ona karıştırılmak is­tenilen ebatılı ref’ ve ibtal ve dine vaki tecavüzleri red ve imha ve evamir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkâm-ı İlahiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilan ederler. Ancak tavr-ı esasîyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine uygun yeni ikna usul­leriyle ve yeni tevcihat ve tafsilat ile ifa-i vazife ederler.” (Ş.669)

2689- “Bu zaman; hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u amme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza nokta­sında tecdid vazi­fesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içti­maiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.

Rivayât-ı hadisiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı ammede, hayatperest insanların naza­rında zahiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içti­maiye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli görün­düğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar.



2690- Hem bu üç vezaifi birden bir şahısta, yahut cemaatte, bu zamanda bu­lunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi pek uzak, adeta kabil gö­rülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevî’nin (A.S.M.) cemaat-i nuraniyesini tem­sil eden Hazret-i Mehdi’de ve cemaatindeki şahs-ı manevîde ancak içtima edebilir. Bu asırda, Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, Ri­sale-i Nur’un hakikatına ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-ı imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış.” (K.L. 189) (Bak: 2294/3 ve 3254.p.lar)

2690/1- Bu asırda müceddidiyetin bir şahs-ı manevî olduğunu beyan eden Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor:

“Her asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acib ve komitecilik ve şahs-ı manevî-i dalaletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı manevî müceddid olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da hârika olsa, şahs-ı manevîye karşı mağlub olmak kabildir.

Risale-i Nur’un o cihette bir nevi müceddid olması kaviyyen muhtemel oldu­ğundan o sıfatlar, hâşâ benim haddim değil; belki mükerrer yazdığım gibi, benim hayatım Risale-i Nur’a bir nevi çekirdek olabilir. Kur’anın fey­ziyle Cenab-ı Hakk’ın ihsanıyla o çekirdekten Risale-i Nur’un meyvedar, kıymettar bir ağaç hükmüne icad-ı İlahî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm gittim. Bütün kıymet Kur’an-ı Hakîm’in manası ve hakikatlı tefsiri olan Risale-i Nur’a aittir.” (E.L.II152) (Bak: 3254.p.)

“ Evet «u[¬= ³~«h²,¬~ ³|¬X«" ¬š³_«[¬A²9«_«6 |¬BÅ8­~ ­š_«W«V­2 (249) ferman etmiş. Gavs-ı Azam Şah-ı Geylani, İmam-ı Gazali, imam-ı Rabbani gibi hem şahsen, hem vazifeten bü­yük ve hârika zatlar bu hadisi, kıymetdar irşadatlarıyla ve eserle­riyle fiilen tasdik et­mişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğun­dan hikmet-i Rabbaniye on­lar gibi feridleri ve kudsi dâhîleri ümmetin imda­dına göndermiş. Şimdi ise aynı vazi­feye, fakat müşkilatlı ve dehşetli şerait içinde, bu şahs-ı manevî hükmünde bulunan Risalet-i Nur’u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferid manasında olan şakirdlerini bu cemaat zamanında o mü­him vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin, ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir hümdarlık vazifesi var.” (KL.7)



2691- Semavi dinlerin ilk devrelerinde samimiyet, ciddiyet, fedakârlık gibi key­fiyet meziyetleri yüksek olur. Sonraları ise mürur-u zamanla kasavet-i kalb, zevk-i hayat ve gaflet galib gelerek dinde lâkaydlık ve bir takım hurafe­ler zuhur eder. Pey­gamberlerin ilk davetinde asi olan ümmet, dini kabulden bir müddet sonra te’vilci ve hurafeci bir duruma girince, Allah yeni bir pey­gamber gönderir.

İslâm dininde de ilk keyfiyet devreden sonra kemmiyet artmakla beraber kıs­men keyfiyet azaldı, salabet-i diniye ve ihlas zayıfladı, fitneler zuhur etti. Böyle fit­neler ve dalaletlere karşı Allah yeni bir tecdid-i din hareketiyle ha­yat-ı diniyeyi ihya ettirir. Bu hakikatı ifade eden bir âyet-i kerimeyi Elmalılı Hamdi Efendi şöyle tefsir ediyor:

“(28:45) _®9—­h­5 «–²_«L²9«~ Åw¬U«7«— Ve lâkin biz bir çok karnlar inşa ettik. Ku­run-u ûlâ helâkinden sonra Tevrat’ın neş’e-i hidayetiyle kurun-u vusta husule geldi.

­h­W­Q²7~ ²v¬Z²[«V«2 «Ä«—_«O«B«4 Onların da üzerlerine ömür uzadı. Mürur-u zaman ile koca­dılar, şaşkınlaştılar, o neş’e köreldi, o iman dinçliği, o amel kudreti kal­madı. (Bak: 3206,3207, 4097-4099.p.lar) Hiss-i dinî söndü; türlü bid’atlar, ih­tilaflar, tahrifler ile şeriat ve ahkâm bozuldu. Bahusus sonlarına doğru fısk ü fetret çoğaldı. Binaenaleyh hikmet-i ilahiye yeni bir ruh ile yeni bir teşri’ ik­tiza etti. Musa’nın (A.S.) hissettiği o ateşi yeniden duyurmak, muhabbetullah ile yeni bir hayat şevk u neş’esi vermek için yeni bir kitab, yeni bir peygam­berle ahbar u ahkâmı yenilemek lâzım geldi; bu sebeble sana vahiy gönderip bunları bildirdik. Tevrat, kurun-u vustayı tenvir için verildiği gibi, bu suretle Kur’an da kurun-u vustanın fetretine nihayet verip kurun-u cedideyi tenvir için gönderildi.



2692- Fıkıhda “Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr oluna­maz” kaidesinin bir esası demek olan bu veciz âyet, bi’set-i Muhammediyenin bir sırr ü hikmetini göstermekte ve Kur’anın her zamana hâkim olabilmesinin esas vechini anlatmaktadır ki, tetavül-i ömür ile eskimiş olan cemiyet-i beşeriyeyi emr-i Hak olan diğer bir neş’et, “bir neş’et-i uhra” ile yenilemek kanunu; bunun mısdaki Sure-i Hadid’de gelecek olan

«ž«— ¬±s«E²7~ «w¬8 «Ä«i«9_«8«— ¬yÁV7~ ¬h²6¬g¬7 ²v­Z­"Y­V­5 «p«L²F«# ²–«~ ~Y­X«8³~ «w<¬gÅV¬7 ¬–²_«< ²v«7«~

²a«K«T«4 ­f«8«ž²~ ­v¬Z²[«V«2 «Ä_«O«4 ­u²A«5 ²w¬8 «_«B¬U²7~ ~Y­#—­~ «w<¬gÅ7_«6 ~Y­9Y­U«<

 –Y­T¬,_«4 ²v­Z²X¬8 °h[¬C«6«— ²v­Z­"Y­V­5

 «–Y­V¬T²Q«# ²v­UÅV«Q«7 ¬€_«<³ž²~ ­v­U«7 _ÅXÅ[«" ²f«5 _«Z¬#²Y«8 «f²Q«" «Œ²‡«ž²~ ¬|²E­< «yÁV7~ Å–«~~Y­W«V²2¬~

(57:16,17) âyetidir. “Allah Teala bu ümmete muhakkak her yüz sene başında dinini yenileyecek kimse gönderir” mealindeki hadis-i şerif dahi asırdan asra bu âyetlerin tatbikine teşvik yollu bir va’ddir.

¬š_«[¬A²9«ž²~ ­y«$«‡«— ­š_«W«V­Q²7«~ (250) hadis-i şerifinin mazmunu bu suretle tecelli eder.” (E.T. 3740)

2693- Bazı müceddidlere bilhassa ilk devrelerinde bazı itirazlar olmuş ise de, sonraları onların büyük şahsiyetler oldukları anlaşılıp iyi niyet sahipleri onlardan is­tifade etmişlerdir. Ezcümle: Tarihin Şeref Levhaları isimli eser, İmam-ı Gazali Haz­retlerine yapılan garib bir itiraz hâdisesini nakleder:

Gazali Hazretlerinin muarızlarından âlim bir zat, Gazali’nin (R.A.) ese­rini imha etmek için, aleyhe geçirdiği kimselerle kitablarını toplayıp depo eder. Bu esnada gördüğü müdhiş bir rüyada, bu cinayetine karşı ceza olarak vurulan kamçılardan sonra uyanan muarız zat, kamçıların darbesinden bir müddet yatakta kaldıktan sonra, müceddid Gazali’nin (R.A.) o asrı irşad ile vazifeli olduğunu anlar ve eserle­riyle hizmete başlar. Daha sonraları erbab-ı ilim, Gazali Hazretlerinin asrının müceddidi olduğunu tesbit ettiler.




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   794   795   796   797   798   799   800   801   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin