Bir atıf notu:
-Cemaat namazında tesbihat izhar ve isma’ edilir, bak: 3117
Mezkûr namaz tesbihatıyla alâkalı hadislerden birkaç not:
-Teşehhüdde okunan salavat: B.M. ci: 2 shf: 362
-Cehennem, kabir azablarından ve fitne-i mesih i deccaldan istiaze: Aynı eser, shf: 364, 371
-Teşehhüdden sonra verilen selâm: Aynı eser, shf: 368
-Namazdan sonra okunan tesbihat: Aynı eser, shf: 370
-Namazda selâmdan sonra okunan dua: Aynı eser, shf: 372
-B.M.l. cild shf: 296’dan 381’e kadar; namazın sıfatı, hususiyetleri, ezkârı ve tesbihatları hakkındadır.
2806/1- “İ’lem Eyyühel- Aziz! “Sübhanallah”, “Elhamdülillah”, “Allahü Ekber” bu üç mukaddes cümlenin faidelerini ve mahalli- istimallerini dinle:
1- Kalbinde hayat bulunan bir insan kâinata, âleme bakarken idrakinden âciz bilhassa şu boşlukta yapılan İlahî manevraları görmekle hayretler içinde kalır. İşte bu gibi hayret ve dehşet-engiz vaziyetleri ancak “Sübhanallah” cümlesinden nebean eden ma-i zülali içmekle o hayret ateşi söner.
2- Aynı o insan, gördüğü leziz nimetlerden duyduğu zevkleri izhar etmekle, “hamd” ünvanı altında in’amı mün’imde ve mün’imi in’amda görmekle idame-i nimet ve tezyid-i lezzet talebinde bulunarak “Elhamdülillah” cümlesiyle nimetler definesini bulan adam gibi nefes alıyor.
3- Aynı o insan, mahlukat-ı acibe ve harekât-ı garibeden aklının tartamadığı ve zihninin içine alamadığı şeyleri gördüğü zaman, “Allahü Ekber” demekle rahat bulur. Yani, Hâlikı daha azîm ve daha büyüktür. Onların halk ve tedbirleri kendisine ağır değildir.” (M.N:129) (Bak: Sübhanallah)
2806/2- Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetinde bulunan ve beraberinde namaz kılanlardan tesbihat hakkında aldığımız malumatın hülasası şöyledir: Namazın sonunda Bediüzzaman Hazretleri tesbihatı da cemaatla yapardı. Tesbihatı yapan zat, bunu tagannisiz ve cemaatın rahatlıkla duyabileceği sesle söyler, cemaat da hafif sesle iştirak ederdi. Tesbihatın kelimeleri telaffuz edilirken acele etmeden, kelimeler rahatlıkla anlaşılır şekilde okunmasına dikkat olunurdu. Kur’an (17:110) âyeti, namazdaki kıraatın vasat yolda olmasını emrettiğini bu vesile ile hatırlayalım.
Bediüzzaman Hazretleri dört hatveli acz, fakr, şefkat ve tefekkür mesleğini anlatırken” bilhassa namazı ta’dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.” (S.476) şeklinde ifade ederek, tesbihatın ehemmiyetini de nazara verir.
Nimet-ül İslâm ismindeki eser, “Mecma-ür Rivayat’ta: Namazdan fariğ olduktan sonra, virdini dilerse oturarak, dilerse ayakta okuyabilir, diye mezkûrdur.” Devamında özetle: Namaz bittikten sonra imam dilerse kendi işine gidebileceği ve cuma namazı kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın, mealindeki (62:10) âyetinden diğer namazlar da dahil edilerek, dağılmanın ibahe edildiği (mübah kılındığı) ifade edilir. Daha sonra da, imam ve cemaatın tesbihatı eda etmeleri şekli anlatılır. (Bak: N.İ.Kitab-üs Salât shf: 128-129)
Büyük İslâm İlmihali aynı hususu shf: 134 madde: 172’de kaydeder. 144. sahife 5,6,7 plarda da cemaatla yapılan tesbihatı izah eder.
Ferden veya cemaatla kılanan namaz sonunda yapılan tesbihatın sünnetiyeti kat’idir. Ancak bu tesbihatın cemaat halinde beraberce yapılmasının sünnet veya mekruh olduğuna dair bir delil göremedik. Şu kadar var ki, asırlardan beri cemaat namazlarında tesbihat cemaatla yapılır. Böyle küllî bir “kabul-ü ümmet, bir nevi hüccet hükmüne geçer.” (L.106) kaidesini nazara almak gerektir.
Malumdur ki maslahat-ı mürsele gibi dinde tasarruflar, ancak ibahatta cereyan eder. Zamanın ve mekânın yani cemiyetlerin ahvaline göre, dinen istihsan edilen ve müstahsen görülen bazı ibahat, maslahat-ı mürsele ve istihsan (Bak: 1623/1, 1623/2, 1625/2.p.lar) kaidesiyle ve kabul-ü ümmete mazhariyetle âdet-i İslâmiyeye dahil olurlar ve şeaire de kuvvet verirler. (Cami minareleri gibi.)
Mevzumuz olan cemaatla tesbihat yapmak hakkında şeriatça muayyeniyet verilmemesinin çeşitli hikmetleri vardır. Bunlardan biri, “Evlerinizi kabre çevirmeyiniz” (Bak: 2804/1.p.) mealinde olan rivayetlerdeki hikmet olsa gerektir. Yani bu rivayetlerin hükmü ile Asr-ı Saadet’te sünnet namazlarını bazı sahabeler evlerinde gidip orada kılarlardı. Bu namaz, bilhassa küçüklerin namaza alışmaları için fiilî bir teşvik ve telkin olurdu. Fakat sonraları ve hele asrımızda halkın büyük ekseriyeti, camiden eve gitmedikleri ve gidemedikleri gibi, camiden sonra da kendi başlarına tesbihatı yapacak halet ve zamanları yoktur. Eğer camide cemaatla tesbihat yapılmazsa, cemaatın belki ekserisi camiden çıktıktan sonra tesbihatı yapmaz ve böylece tesbihatın yapılması unutulur gider. O halde tesbihatın cemaatla yapılması, en azından ehemmiyetli bir maslahat-ı mürseledir. Sünnetleri evlerinde kılmaya müsaid olanlar, bu kayıddan azade kalabilirler. Nitekim ilmihalde: Eğer (imam) kendisini bir şey meşgul etmiyecek ise, bu sünneti gidip evinde kılabilir. Çünki sünnetlerin evde kılınması efdaldir. Şu kadar var ki, cemaatın yanlış bir zehabda bulunması melhuz ise, camide kılar.” (B.İ.İ.134) kaydı vardır.
Bunun gibi bazı hususlara şeriatça muayyeniyet yerine seyyaliyet verilmesinde de çeşitli hikmetlerin varlığı anlaşılmaktadır.
2806/3- “Farz namazları için ezan, yani bu namazların kılınacağını ilan, Kitab (Kur’an) ve Sünnet ile sabittir. Erkekler hakkında vacib kuvvetinde bir sünnet-i müekkededir. (B.İ.İ.125)
Ezan lügatta i’lam, yani bildirmek, duyurmak, ilan etmek, davet etmek demektir. Dinî bir tabir olarak ezan, farz namazlar için belli vakitlerde ve belli bir tarzda yüksek sesle okunan mübarek sözlerdir. Bu sözler, şer’î kitablarda beyan edildiği gibi bir kısım sahabelerin tevafukan aynı gece gördükleri sadık bir rüyaya ve onu te’yid eden bir vahye dayanmaktadır.
Ezan müslümanları namaza davettir. Müslümanların bu davete icabet etmelerinin vacib olduğu ve buna uymayıp alay ve hafife almanın küfre delalet ettiği tefsirlerde kaydedilir. Ezcümle (5: 58) âyetinin tefsirinde şöyle denilmektedir:
“O kâfirleri de dost ittihaz etmeyiniz ki, namaza nida ettiğiniz, yani ezan okuduğunuz vakit o ezan veya namazı eğlence ve oyun yerine tutar, istihza ederler; bu da bunların akılsız bir kavim olmalarından neş’et eyler.” Bu akılsızlıkları cümlesindendir ki manasız çanları hoşlanır, dinlerler de tevhide, salat ü felaha çağıran yüksek ma’nalı güzel ezanlardan hoşlanmazlar.
Bu âyet, evvelâ ezanın meşruiyyetine, saniyen onunla istihza ve istihfafın küfrolduğuna delalet etmektedir. Bunun için ezana icabet vacibdir.” (E.T. 1722)
Ayrıca (62:9) âyetinde de cuma namazı için ezan okununca hemen icabet edilmesi emrolunmaktadır.
Ezan Kur’anda namaza dâvet olarak iki yerde geçmektedir. Biri (5:58) âyetinde ¬?«ŸÅM7~ |«7¬~ ²vB²<«…_«9 ~«†¬~ namaza çağrıldığınız zaman..” şeklinde, diğeri de (62:9) âyetinde” ¬?«ŸÅM¬V7 «>¬…Y9 ~«†¬~ Namaz için nida olunduğu zaman..” şeklindedir. Başka âyetlerde kelime olarak “ezan” ve “müezzin” sözleri geçiyorsa da namazla alâkalı olmayıp başka mevzularla alâkalıdır. Meselâ (12:70) âyetinde duyurmak, ilan etmek manasında; (9:3) âyetinde tebliğ, ilan, ültimatom (harp ilanı) manasında; (7:44) âyetinde (ilan et, duyur); (7: 167 ve 14:7) âyetlerinde (duyurdu, bildirdi, ilan etti) manasında geçmektedir.
2806/4- İslâmın Mekke devrinde müslümanlar azınlıkta olduklarından ibadetlerini umumiyetle gizli yaparlardı. Namaz vakitlerinde namaza dâvet için belli bir usûl yoktu. Hicretten sonra müslümanlar fiilen bir devlete sahip oldular ve hürriyetlerine kavuştular; sayıları da arttı. Mescid-i Nebevî yapıldıktan sonra ashab-ı kiram toplanıp beş vakit namazı cemaatle kılmaya başlamışlardı. Namaz vakitlerinde müslümanların namaza dâvet edilmesi gerekiyordu. Boru veya çan çalınması, ateş yakılması, mescidin damına bayrak asılması gibi usûller başka dinlere ait dâvet şekilleri olduğu için kabul edilmedi. Bilâl-i Habeşî’nin “Namaza! Namaza!” diye seslenerek müslümanları toplamasına karar verildi. Bir süre bu usûl devam etti. Bir gün sahabeden Abdullah bin Zeyd-il Ensarî, Hz.Peygamber’e (A.S.M.) gelerek, rü’yasında yeşil giymiş birini gördüğünü ve onun kendisine namaz vakitlerini bildirmek için okunacak sözleri ezberlettiğini söyledi. Hz. Peygamber (A.S.M.) de bunları Bilâl’e öğretmesini ve ezanı böyle okuma-sını emir buyurdu. Sonra bu rüya, vahy-i İlâhi ile de te’yid buyuruldu.
“Sabah ezanlarında söylenilen “Essalâtü hayrun min-en nevm” cümlesi ise, bir sabah Hazret-i Bilâl tarafından hücre-i saâdet pişgâhında irad edilmiş ve emr-i Peygamberî ile sabah ezanlarına ilâve olunmuştur.” (M.T. 63)
2806/5- Resulüllah’ın (A.S.M.) dört müezzini vardı: l- Bilâl-i Habeşî. 2- ibni Umm-i Mektum-ul Kureşî. 3- Ebu Mahzure Semure. 4-Sa’d-ül Karaz.
1- Bilâl-i Habeşî Hazretleri, ilk İslâm ile müşerref olanlardan biridir. Köle iken müslüman olmuş ve bu sebeble maruz kaldığı işkence ve ezalara sabır ve tahammül ile müşriklere karşı direnirken Hazret-i Ebû Bekir-is Sıddîk (R.A.) onu satın alıp Allah rızası için âzad ettikten sonra Hz. Peygamber’in hizmetine girdi. Hicretten sonra da Hz. Peygamber’in (A.S.M.) irtihaline kadar onun hizmetinde kaldı. Ve sefer zamanlarında bir an yanından ayrılmazdı. İlk ezanı okuyan ve ilk kamet getiren O’dur. Fahr-i Âlem’in (A.S.M.) vefatına kadar müezzinlik hizmetinde bulundu. Hz. Peygamber’in vefatına çok üzülen Bilâl Hazretleri artık Medine’de kalmak istemedi. Hz. Ebubekir’in (R.A.) ısrarlı ricası üzerine bir süre daha müezzinliğe devam etti ve fakat bir gün artık dayanamıyarak Şam tarafına giderek Müslüman gazilere katıldı. Bir gün rüyasında Resulüllah’ın dâveti üzerine tekrar Medine’ye döndü ve kabr-i Nebevîyi hasret ve gözyaşı içinde ziyaretten sonra, eskisi gibi ezan okumaya başlayınca herkes heyecana kapıldı. “Eşhedü Enne Muhammeden Resûlüllah” deyince, çocuklar, Resulüllah dirilmiş diyerek sokaklara döküldü. Herkes ağlamaya başladı. Resûl-i Ekrem’den sonra Medine’de o kadar ağlayış görülmemişti. Hz. Bilâl Hicrî 20 yılında dâr-ı bekaya göçtü.
2- İbn-i Ümm-i Mektûm, Hazret-i Haticet-ül Kübra’nın dayısı oğludur.
Bilâl-i Habeşî teheccüd için fecirden önce ezan okur, İbn-i ümm-i Mektûm ise sabah namazının tam kılınma vakti gelince okurdu.
3- Ebu Mahzure’nin sesi çok güzeldi ve çok güzel ezan okurdu. Resulüllah (A.S.M.) fetihten sonra onu Mekke’de müezzin tayin etti. Evlâtları da Harun Reşid zamanına kadar bu vazifeyi devam ettirdiler.
4- Sa’d-ül Karaz, Ammar İbn-i Yâsir’in kölesi idi. Resul-i Ekrem (A.S.M.) onu Kûba Mescidi’ne müezzin tâyin etti. Resulüllah’ın vefatından sonra, Bilâl-i Habeşî (R.A.) Şam tarafına gidince Sa’d-ül Karaz, Medine-i Münevvere’ye nakl ile Mescid-i Nebevî müezzinliğine tayin edildi. Kendisinden sonra de evlâdı Mescid-i Nebevî’de müezzinlik yapmışlardır. (Ahmet Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ’dan bu dört müezzin sahabe hakkında bilgi kısmen telhisle alındı. ci: l, shf: 255, İstanbul- 1966 baskısı)
2806/6- Ezanın ifade ettiği derin ve küllî mânâ şöyle beyan ediliyor: “Erbab-ı dâniş ve dikkatin (ilim ve dikkat sahiplerinin) ikaz-ı ârifanelerine göre ezan, elfaz-ı kalile ile mesâil-i i’tikadiye ve ameliyenin hemen kâffesini hülâsaten câmi’ ve şamildir. “Allahu Ekber” lâfz-ı celili, vücud-u Bâri’yi tasdika delâlet ettiği gibi, bilcümle sıfat-ı kemaliyesini de isbat eder.”Eşhedü en lâilâhe illallah” kelime-i tayyibesi, tevhide ve nefy-i şirke; “Eşhedü Enne Muhammeden Resulüllah” cümle-i cemilesi de risalet-i celile-i Muhammediyeyi ve onun zımnında bütün Enbiya ve Rusül Aleyhimüsselâmın alelıtlak nübüvvet ve risaletlerini tasdika dâll olduğu gibi, “Hayye alessalâti” sîga-i emrî, ancak resul sayesinde ma’lum olan taat-i İlahiyeye da’vettir. “Hayye Alelfelah” sîgası da, beka-yı dâim demek olan felah ve necat yoluna çağırmaktır ki, bu da meâd ve ukbayı tasdikten ileri gelir. Bu elfaz-ı şerifenin tekrarı, mazmunların tekidi içindir.” (M.T. 63)
Ezan önceleri yüksek binaların üzerinde okunuyordu. İlk minare Hicret’in 58. yılında Mısır vâlisi Mesleme bin Muhalled tarafından Amr İbn-ül As Camii’nin yanında yaptırıldı. Ezan ve daha sonra minare, İslâm şeairinden olmuştur.”Miladi 700 tarihlerinde Mısır hükümdarı olan Melik-ün Nâsır Seyfüddin Kılavuz’un emriyle Cuma namazından evvel “Salâ” verilmek usulü vaz’edildi.” (M.T. 63)
Dostları ilə paylaş: |