Bir atıf notu:
-Niyet âdetleri ibadete çevirir, bak: 2877.p.
2871- Ey insan! “Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkal ve vaziyetlerinden en yükseği müslim sıfatıyla insan suretine getirmiştir. Mebde-i hareketin ile son aldığın suret arasında müteaddid vaziyetlerin, menzillerin ve etvar ve ahvalin herbirisi sana ait nimetler defterine kaydedilmiştir. Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin envaına bir fihriste şeklini veriyor.
Binaenaleyh, geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvarında, ahvalinde: “Nasıl bu nimete vâsıl oldun? Ne ile müstahak oldun? Ve şükründe bulundun mu?” diye suale çekileceksin. Çünki vukua gelen haller suale tabidir. Amma imkânda kalıp vukua gelmiyen şeyler suale tabi değildir. Geçirmiş olduğun ahval, vukuattır. Gelecek ahvalin ademdir. Vücud mes’uldür, adem ise mes’ul değildir.
Öyle ise, mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır.” (M.N: 136)
2872- “Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği nimetler, ister âfakî olsun ister enfüsî olsun, bazı şerait altında insana gelip vusûl buluyor. Meselâ:
Ziya, hava, gıda, savt ve sada gibi nimetlerden insanın istifade edebilmesi ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Allah’ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyarında yalnız o vesaiti açmaktır. Binaenaleyh, o nimetleri yolda bulmuş gibi sahipsiz, hesapsız olduğunu zannetmesin. Ancak Mün’im-i Hakiki’nin kasdıyla gelir, insan da ihtiyarıyla alır. Sonra ihtiyaca göre in’am edenin iradesiyle bedeninde intişar eder.”(M.N: 94)
2873- “Sem’, basar, hava, su gibi umumi nimetler daha ehemmiyetli, daha kıymetli olduklarına nazaran, hususî şahsî nimetlerden kat kat fazla şükre istihkak ve liyakatları vardır. Binaenaleyh, o gibi umumi nimetlere karşı nankörlük edip şükran etmemek, en büyük küfra-ı nimet sayılır.
Hal bu merkezde iken, bazı insanlar şahıslarına ait hususi nimetlere karşı Allah’a şükrederlerse de, şu umumi nimetler onlara şümulü yokmuş gibi fikirlerine bile gelmiyor. Halbuki en büyük nimet, âmm ve daimî olan nimetlerdir. Umumiyet kemal-i ehemmiyete delil olduğu gibi, devam da ulviyet ve kıymete delalet eder.” (M.N.239)
2873/1- Yukarıda bahsedilen umumi nimetlerden sular hakkında Kur’anda bazı âyetler vardır. Meselâ Kur’anda deniz suyu h«E²"«~ ‡_«E¬" h²E«" kelimeleriyle; nehir suları ‡_«Z²9«~h²Z«9 kelimeleriyle; yağmur suları š_«8h«O«8 kelimeleriyle; kaynak suları (pınarlar) –Y[2 w²[«2 kelimeleriyle ifade edilir. Âyetlerde, insanların içmeleri cihetinde ve nimetiyet ve şükür vazifesi makamında kaynak sularına (pınarlara) daha çok dikkat çekilir. Meselâ: (36:34) ¬–Y[Q²7~«w¬8_«Z[¬4 _«9²hÅD«4«— yani onda (Arz’da) kaynaklardan (pınarları fışkırtarak) akıttık.
(44: 25) ¯–Y[2«— ¯_ÅX«% ²w¬8 ~Y6«h«# ²v«6 yani (o tard ve gark edilen Firavun güruhu) nice güzel bahçeler ve kaynak sular terk etmişlerdi. (26:57) âyeti de aynı mealdedir. Yani ehl-i dünya ve kâfirler dahi bunların kıymetini bilip kullanıyor ve şükretmiyorlardı (26:134) ¯–Y[2«— ¯_ÅX«%«— yani (size) cennetler (bağ ve bahçeler) ve menba’lar (kaynak suları ikram eden Allah’a küfran-ı nimet etmiyerek ittika edin). (77:27) _®#~«h4 ®š_«8 ²v6_«X²[«T²,«~«— Sizlere tatlı sular içirdik (içiriyoruz).
İşte bu ve benzeri âyetlerde temiz, tatlı ve safi kaynak sularının nimetiyet ciheti hatırlatılarak şükre teşvik edildiği gibi, bu pınarlar yer altındaki temiz ve İlahî mahzenlerde insanlar için ihzar edildiğine ve insanların bu suları tercih etmeleri gerektiğine de işaret vardır. Yine Kur’anda pA9 kökünden türeyen (39:21) «p[¬"_«X«< kelimesiyle ifade edilen yer altında yağmur sularının iddihar olunduğu mahzenlerden haber verilir. Keza (7:57) âyetinde de yağmur yüklü bulutların rüzgârlar vasıtasıyla muhtaç yerlere gönderilip onunla çeşitli meyvelerin rızık olarak ihya olunduğu bildirilerek, böyle hârika İlahî icraatlardan ibret alınması hatırlatılır.
2874- Ve keza “nimette kendinden yukarıya bakıp şekva etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki şükretsin. Bu sır bazı risalelerde bir temsil ile izah edilmiş. İcmali şudur ki:
Birzat, bir biçareyi, bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başındada en büyük bir hediyeyi veriyor. O mütenevvi hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnetdarlık istediği halde, o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veya hiçe sayıp şükretmiyerek yukarıya bakar. Keşki bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım. Ne için o dağ gibi veyahut öteki minare gibi çok yüksek değil deyip şekvaya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, bir haksızlıktır. Öyle de: Bir insan hiçlikten vücuda gelip, taş olmıyarak, ağaç olmayıp hayvan kalmıyarak, insan olup müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve afiyet görüp yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde, bazı arızalarla sıhhat ve afiyet gibi bazı nimetlere lâyık olmadığı veya su-i ihtiyariyle veya su-i istimaliyle elinden kaçırdığı veyahut eli yetişmediği için şekva etmek, sabırsızlık göstermek, aman ne yaptım böyle başıma geldi diye rububiyet-i İlahiyeyi tenkid etmek için bir halet, maddi hastalıktan daha musibetli, manevi bir hastalıktır.” (L.215)
Dostları ilə paylaş: |