3939- qqVAKF-I HAYAT ?_[& r5— : Hayatını dinî hizmete vakfetme. Kur’anda (3:35) (24:37) âyetlerinin işaret ettikleri vecihle, hayatını dünyevi kayıdlardan azade kılarak din hizmetine verip bağlamaktır. (Ashab-ı Suffa gibi.) Kur’anda zikredilen feta, havariyyun ve Ashab-ı Kehf gibi genç mücahidler de bu manada yiğitlerdi. (Bak: Ashab-ı Suffa, Bekâr, Havariyyun, Hicret, Miskin)
Birkaç atıf notu:
- Dine hizmet ehlinin ve meskenlerinin hususiyetlerine âyetin işareti, bak: 3700, 3701.p. lar.
- Zekata en lâyık olan fisebilillah çalışanlar, bak: 4050.p.
- Dünyayı terkedenler, bak: 4107.p.
- Din yolunda hicret eden cemaat-ı kalile, bak: 958/1.p.
Kur’an (9:122) âyetinde de cemaat-ı İslâmiyeden bir taifenin ilm-i dini tahsil ve tebliği için bulunmasının lüzumu bildirilir. Bu sahada hizmet etmek isteyenlere mani olmak isteyenler ebeveyn dahi olsalar, sözleri dinlenmez. (Bak: 178 ve 1613-1615.p.lar)
3940- Hizmet-i Kur’aniyede sadakat ve ihlas hakikatına uygun olarak vakf-ı hayat eden manevi hizmet fedakârlarının kıyamete kadar devamını isteyen Bediüzzaman’ın yazdığı vasiyetnamelerinden biri aynen şöyledir:
«Ecel muayyen olmadığı için benim şiddetli hastalığım her vakit gelebilir diye, evvelce yazdığım vasiyetnamelerimi te’yiden bu vasiyetname de şiddetli, dahilî bir hastalığımdan ihtar edildi. Ben de beyan ediyorum ki: Benim vefatımdan sonra, benim emaneten elimde bulunan Risale-i Nur sermayesi hem mu’cizatlı Kur’anımızı tab’ettirmek için Eskişehir’de muhafaza edilen sermaye, o Kur’anın tevafukla ve fotoğrafla tab’ına ait, yanımızdaki sermaye ise, Risale-i Nur’un sermayesidir. O sermaye Cenab-ı Erhamürrahimîn’e hadsiz şükür olsun ki; yetmiş küsur sene evvel o zamanın âdetine muhalif olarak kendim fakirliğimle beraber onların tayinlerini verdiğime bir ihsan ve lütf-u Rabbanî olarak o zamandan elli-altmış sene sonra Cenab-ı Erhamürrahimîn o örfî âdete muhalif kaidemi manevi ve geniş Medeset-üz Zehra’nın halis ve nafakasını te’min edemeyen ve zamanını Risale-i Nur’a sarfeden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ı İlahî neticesi olarak şimdi yanımızdaki sermaye onların tayınlarıdır ve tayınlarına sarf edilecek ve kaç senedir benim yaptığım gibi benim manevi evlatlarım, benim vereselerim aynen öyle yapmak vasiyet ediyorum.
İnşaallah tam Risale-i Nur intişara başlasa; o sermaye şimdiki fedakâr, kendini Risale-i Nur’a vakfeden şakirdlerden çok ziyade fedakâr talebelere kâfi gelecek ve manevi Medreset-üz Zehra ve Medrese-i Nuriye çok yerlerde açılacak. Benim bedelime bu hakikate, bu hale manevi evlatlarım ve has ve fedakâr hizmetkârlarım ve Nur’a kendini vakfeden kahraman ve herkesçe malum kardeşlerim bu vasiyetin tatbikine yardımlarını rica ediyorum. Risale-i Nur itibariyle bana hiç ihtiyaç kalmadığı için âlem-i berzaha gitmek benim için medar-ı sürurdur. Siz mahzun olmayınız. Belki beni tebrik ediniz ki, zahmetten rahmete gidiyorum.» (E.L.II. 234)
3940/1- Yukarıdaki ifadede görüldüğü gibi, Bediüzzaman Hazretlerinin Medrese-i Nuriyelerinin açılması hakkında bazı tavsiyeleri vardır. Ezcümle, Risale-i Nur’un ehemmiyetini anlatan bir mektubunda şöyle der:
«Elbette bizlere lâzım ve millete elzem, şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususi dershaneler açılma ve izin verilmesine binaen, Nur şakirdleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dersane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir mes’elesini tam anlamaz. Hem iman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim, (*) hem marifet, hem ibadettir. Eski medreselerde beş-on seneye mukabil, inşaallah Nur medreseleri, beşon haftada aynı neticeyi te’min edecek ve yirmi senedir ediyor. Ve hem hükümet ve millet ve vatan, hem hayat-ı dünyeviyesine ve siyasiyesine ve uhreviyesine pek çok faidesi bulunan bu Kur’an lemeatlarına ve dellalı bulunan Risale-i Nur’a değil ilişmek, tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki; geçen dehşetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiş belalara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.» (E.L.I. 249) (Ashab-ı Suffa’nın da böyle cemaat dersleri vardı, bak: 3701.p.)
3940/2- Bediüzzaman Hz.nin yazdığı müteaddid vasiyetnamelerinde, (bir önceki parağrafta kaydedildiği gibi) hassaten Nur hizmetinde vakf-ı hayat eden fedakârların üzerinde durması calib-i dikkattir. Mezkûr vasiyetnamelerden iki kısa parça:
«Hem benim şahsımın, hem Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin sermayesini, kendilerini Risale-i Nur’un hizmetine vakfedenlerin tayinlerine vermek, hususan nafakasını çıkaramayanlara vermek lâzımdır.» (E.L.II. 200)
«Hayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerinin tayinatına acib bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o halis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki, altmış-yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler.» (E.L.II.216)
3940/3- Bediüzzaman Hz.nin hizmetkârları tarafından teksir makinasıyla çoğaltılmış bir broşürde, azami fedakârlığı fiilen yaşayan ve “hakiki fedakâr Zübeyir” (E.L.II. 15) takdirini kazanan ve hayatıyla ve teşvikatıyla çok fedakârların yetişmesine de vesile olan merhum Zübeyir Gündüzalp aynı mevzuda diyor ki:
«Üstadımız Merhum Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Risale-i Nur’la Kur’an ve imana hizmet mesleğinde azami ihlası esas tutmuştur. Buna mazhar olabilmek için de, bütün meşru maddi-manevi lezzetleri ve menfaatleri terketmiştir. Feragat ve fedakârlıkta azami bir derecede istiğna teşkil etmiştir.
...Ömürlerini bu ulvi hizmete vakfedenlerin ruhlarına rahmet-i İlahî öyle bir lezzet, öyle İlahî zevk ve şevk veriyor ki, bu mazhariyete erişenler artık başka bir ücret ve zevk aramaya kendilerinde ihtiyaç hissetmiyorlar. Şu muvakkat dünyada rıza-yı İlahî uğrunda imana hizmet aşkının tevlid ettiği bu manevi zevkten başka bir zevk tanımıyorlar; hem tanımak da istemiyorlar...
... Bediüzzaman Said Nursî’nin (R.A.) Risale-i Nur’la imana hizmet eden Nur Talebelerine evvelce yazdığı bir mektubdan bir parça okuyacağız:
«Aziz sıddık kardeşlerim,
Bu zamanda avam-ı mü’minînin itimat etmesi ve iman hakikatlarını tereddütsüz alması için öyle muallimler lâzım ki; değil dünya menfaatını, belki âhiret menfaatlarını dahi ehl-i imanın menfaat-ı uhreviyesine feda ederek o ders-i imanîde her cihetle şahsî faidelerini düşünmeyip yalnız ve yalnız hakikatlara rıza-i İlahî, aşk-ı hakikat ve hizmet-i imaniyedeki hak ve hakkaniyet için çalışsın. Ta her muhtaç delilsiz kanaat edebilsin; bizi kandırıyor demesin. Ve hakikat pek çok kuvvetli olduğunu ve hiç bir cihette sarsılmadığını ve hiç bir şeye âlet olmadığını bilsin. Ta imanı kuvvetlensin ve o ders ayn-ı hakikattır desin, vesvese ve şüpheleri zail olsun.» (S.N. 114)
«Şimdi şu zamanda iman-ı tahkikînin dersini vermek, pek büyük bir fazilettir ve kudsî bir vazifedir. İman-ı tahkikîyi taşıyan bir mü’min, çok mü’minlere bir nokta-i istinad olur ki; şuursuz olarak avam-ı mü’minîn o iman-ı tahkikî sahibinin imanına istinad ederek, kuvve-i maneviyeleri kırılmaz, dalaletlere karşı dayanırlar.» (B.L. 250)
Evet Risale-i Nur’un «iman-ı tahkikîyi taşıyan halis ve sadık şakirdleri dahi, bulundukları kasaba, karye ve şehirlerde -hizmet-i imaniye itibariyle- adeta birer gizli kutub gibi, (Bak: 1517.p.ilk bend) mü’minlerin manevi birer nokta-i istinadı olarak bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde kuvve-i maneviye-i itikadları cesur birer zabit gibi, kuvve-i maneviyeyi ehl-i imanın kalblerine verip mü’minlere manen mukavemet ve cesaret veriyorlar.» (Ş.749)
Dostları ilə paylaş: |