: Bediüzzaman kelimesi zamanın bedii olan, zamanında benzeri olmayan, zamanının garib ve acibi olan mânâlarına gelir. Fevkalâde meziyetlere sahib olduğundan dolayı muasırları olan âlimler, Said Nursî Hazretlerine Bediüzzaman lakabını vermişlerdir. Manevî cihad-ı diniye olan Nurculuğun müessisi Said Nursî Hazretlerine verilen Bediüzzaman lakabının mefhumu kendi ifadesiyle şöyledir:
«Sual: Sen imzanı bazan Bediüzzaman yazıyorsun. Lakab medhi ima eder?
Cevab: Medih için değildir. Kusurlarımı, sened-i özrümü, mazeretimi bu ünvan ile ibraz ediyorum. Zira bedi’, garib demektir. Benim ahlâkım suretim gibi, üslub-u beyanım elbisem gibi garibdir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalîbi, benim üslub ve muhakematımla mikyas ve mihenk itibar yapmamayı bu ünvanın lisan-ı haliyle rica ediyorum. Hem de muradım bedi’, acib demektir.
¬`¬¶<_«D«Q²7~ ¬–Y[2|¬4 °`[¬D«2|¬±9«_«6 ¯}«A[¬D«2 ¬±u6 f²M«5 >¬h²W«Q«7 Å|«7¬~
masadak oldum. Bir misali budur: Bir senedir İstanbul’a geldim, yüz senenin inkılâbatını gördüm.» (H.Ş.101)
352- Bu kısım, Bediüzzaman Hazretlerinin kendi Tarihçe-i Hayatından alınan kısa parçalardan derlenmiştir. Çocukluk ve tahsil hayatı devresi alınmamıştır. Ansiklopedinin hacmine göre uzun olmaması için tafsilata girilmemiş ve Mi. 1948 Afyon Mahkemesi beraetine kadar alınmıştır. Tafsilatı merak edenlerin, mezkûr Tarihçe-i Hayatını mütalaa etmeleri gerekiyor.
Hayat safhalarındaki tarihleri merak edenler, bu bahsin sonundaki kronolojik tarih listesine bakabilirler. Doğum tarihi ve yeri ve hayatına kısa bir bakış için (Said Nursî) maddesine bakınız.
353- Lüzumlu bir açıklama:
Burada Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri hakkında bir derece geniş yer verilmesinin bir sebebi, bu zatın bütün eserlerinin büyük kısmında mukni delillerle Allah’a, dine ve sünnet-i seniyyeye bağlanmaya vesile olmasıdır. Bu nokta-i nazardan böyle zatların şahsiyet-i maneviyelerini göstermede ne kadar gayret gösterilse de ifrat sayılmaz. Çünkü dine bağlanmayı netice veriyor.
Bilhassa halkın dinî istifadesini önlemek için, dine muarız cereyanlar böyle mürşid zatlara hücum gösterirlerse, o zatı tam müdafaa etmek zarureti doğar. Ta ki halk aldatılıp, o zattan istifade imkânını kaybetmesin.
Evet yarım asırdan beri, Bediüzzaman ve Risale-i Nur aleyhinde bilerek veya bilmeyerek mütemadi ve dehşetli tenkid ve propagandalar ile halkı ürkütüp kaçırmak, dinî hakikatların öğrenilmesine mani olmak planları tatbik edilmiştir. Bu durum karşısında münsif her müslüman için en azından manen ve kalben bu taarruzu protesto etmek, dinî ve vicdanî bir vazife olur.
Risale-i Nur ve onun müellifine yapılan haksız hücumlardan vicdan-ı umuminin tepkisini endişe eden gizli münafıklar, “Bediüzzaman çok medhediliyor” gibi sözlerle bazı safdilleri aldatıp onlar vasıtasıyla bu gibi sözleri işaa ettirmekle Bediüzzaman’ı manevi cihadında müdafaasız bırakmak istemişlerdir. Hatta 1948 senesinde Afyon Ağır Cezası’nda muhakeme edildikleri zaman, Bediüzzaman’ın fedakâr bir hizmetkârı Zübeyr Gündüzalp müdafaasının bir bölümünde şöyle diyor:
«Sayın savcı, “Bediüzzaman’a olan hürmetin şekli diğer müfessirlerde görülemiyor.” dedi. Doğrudur. Hürmet ve ta’zim büyüklük ve kemâlatın derecesine, minnet ve şükran da elde edilen istifadenin miktarına göre olduğuna nazaran; Bediüzzaman’ın eserlerinden azîm faideler elde ediliyor ki, ona olan ta’zim ve minnetdarlık da görülmemiş bir şekilde oluyor. Yirminci Asrın en büyük bir İslâm mütefekkiri ve müellifi olan Bediüzzaman’ı, komünist ve masonlar bizlere bilhassa gençliğimize tanıtmamağa çalışmışlardır. Fakat uyanık Türk-İslâm milleti ve gençliği, o din kahramanı üstadı tanımış, istifade etmiş ve ettirmiştir.» (Ş.549)
Binaenaleyh böyle ideolojik cereyanların faal olduğu devrelerde, ehl-i dinin gayet müteyakkız bulunmaları gerektir.
Bu cereyanlar mensub oldukları başlarını her vesile ile haksız ve aşırı medih ve propagandalarla ilan ederlerken, insaf ve bîtaraflık deyip İslâm büyüklerini lâyık oldukları halde müdafaa etmemek çok yanlış olur.
Merhum Mehmed Akif:
«Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim
Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu
İrticaın şu sizin lehçede mânâsı bu mu?»
mısralarıyla bu hakikatı güzel ifade etmiştir.
Hem bir kimseyi Allah için sevip hürmet etmek ile, bizzat şahsı sevip hürmet etmek arasında büyük fark vardır. (Bak: 216.p)
Dostları ilə paylaş: