: “Ceber” veya “Ceberiye” de denir. İnsanın cüz’-i ihtiyariyesinin varlığını kabul etmiyen ve ehl-i sünnet cemaatinden ayrılmış olan bir bid’at fırkası. Bu mezhebin zıddı ise, Mu’tezile mezhebidir. (Bak: Mu’tezile ve 491/1.p.)
496- qqCEHENNEM vXZ% : «Âhirette azab yeri olan ateşin ism-i alemidir ve müennestir. Arabca “cehnam” kelimesinden me’huz, bu da “cehm” den müştaktır. Cehm, galiz ve müstekreh olmak; cehnam, dibi görünmez derin kuyu demektir.» (E.T.732) (Bak: Küfr)
Asi ve zâlim, kâfir ve müşrik insanların İlahî adaletle ceza görecekleri ve Kur’an (67:7) âyetinde, kaynatan ve sesi işitilen diye şiddeti tavsif edilen yerdir.
Herkesçe bilinir ki, beşer âleminde ahyar ve eşrar, zâlim ve mazlum vardır. Her vicdan sahibi; zâlimin tecziyesini, mazlumun taltifini vicdanen hissedip ister. Madem bu dünyada beşer âlemindeki ahvale uygun adalet icra edilmiyor, elbette cennet ve cehennem âhirette vardır ve mazlum ve zâlimleri bekliyorlar.
Cehennem’e dair Kur’anda çok âyetler vardır. Çok kere de, Cehennem mânâsında “nar” kelimesi geçmektedir. Kur’an (87:12) âyetinde geçen “nar-i kübrâ” yani cehennem-i kübrâ ifadesi, cehennem-i suğra’ya da bakar. Zira suğrasız kübrâ düşünülemez.
497- Cehennem Kur’anda muhtelif tabirlerle ifade edilir. Cehennem’in yedi tabakası olarak meşhur olan isimler şunlardır:
l- Kur’anın çok muhtelif âyetlerinde geçen Cehennem (2:206), birinci tabaka olup, hafif ceza mahalli olduğu söylenir.
2- Leza: Şiddetli alevi olan Cehennem. (70:15) (92:14) âyetlerinde geçer.
3- Hutame: Kırıp ufalayıp yutan Cehennem. (104:4 ilâ 8) âyetlerinde geçer.
4- Saîr: Alevlendirilmiş Cehennem. Cehîmu su’iret (81:12), ashab-ı saîr (35:6), cehenneme saîr (4:55) tabirleriyle muhtelif âyetlerde tekraren geçtiği gibi, yalnız “saîr” (42:7) olarak da muhtelif âyetlerde geçer.
5- Sakar: Kızartıcı ve bunaltıcı Cehennem. (54:48) (74:26 ilâ 31 ve 42) âyetlerinde geçer.
6- Cahîm: Kur’anda (2:l19 ashab-ı cahîm) (26:91 bürrizet-il cahîm: cehennemin bariz “apaçık” olarak azgınlara gösterilmesi) (37:23 sırat-ıl cahîm: cehennem yolu) (37:55 sevai-l cahîm: cehennemin ortası) (37:64 asl-il cahîm: cehennemin aslı ve kökü) (40:7 azab-ı cahîm) (81:12 cahîmü su’iret: cahîmin kızıştırılması) tabirleri vardır.
7- Haviye: Çok derin ateş çukuru. (101.9 ilâ ll) âyetlerinde geçer. Veya derk-il esfel: Cehennemin en aşağı tabakası (4:145)
Elmalılı Hamdi Yazır, Cehennem’in yedi tabakasına işaret eden bir âyeti şöyle tefsir eder:
«(15:44) ¯~«Y²"«~ }«Q²A«, _«Z«7 Onun o Cehennem’in yedi kapısı vardır. Yani gireceklerin kesretinden dolayı yedi medhali veyahut azgınlığın enva’ ve derecatına göre evvela cehennem, sonra leza, sonra hutame, sonra saîr, sonra sakar, sonra cahîm, sonra haviye namında yedi tabakası vardır.» (E.T.3065)
Bu tabakalardan başka Cehennem’de azab yerleri olarak Gayya (19:59), Veyl (38:27), Semmum (52:27 ve 56:42), dar-ül huld: ebedî kalma yurdu (41:28), dar-ül bevar: helâk olmak yeri (14:28) ve emsali tabirlerle de Cehennem’in azab envaına işaretler vardır.
Cehennem tabiri umumi mânâda bütün uhrevî azablara şâmil olarak kullanılmakla beraber, has mânâ ile de birinci tabaka Cehennem’i ifade eder. (3:163) âyeti de ehl-i Cennet ve Cehennem’in derecelerine ve dolayısıyla da Cennet ve Cehennem’in tabakalarına işaret eder. (T.T. ci:5 sh:765’teki bölüm ve İbn-i Mace 37. Kitab-üz Zühd 38. Babı Cehennem’in evsafı hakkındadır.)
498- Sual: «Cehennem nerededir?
Elcevab: yÁV7~ Ŭ~ «`²[«R²7~ v«V²Q«< « ¬yÁV7~ «f²X¬2 v²V¬Q²7~ _«WÅ9¬~ ²u5
Cehennem’in yeri bazı rivayatla “taht-el Arz” denilmiştir.(43) Başka yerlerde beyan ettiğimiz gibi Küre-i Arz, hareket-i seneviyesiyle ileride mecma-i haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ise, Arz’ın o medar-ı senevîsi altındadır demektir. Görünmemeleri ve hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateş olduğu içindir. Küre-i Arz’ın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlukat var ki, nursuz oldukları için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahluklar gözümüzün önünde olup göremiyoruz.
Cehennem ikidir: Biri suğra, biri kübrâdır. İleride suğra, kübrâya inkılab edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i Suğra yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i Tabakat-ül Arz’ca malûmdur ki: Ekseriya her 33 metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd eder. Demek merkeze kadar nısf-ı kutr-u Arz altıbin küsur kilometre olduğundan, ikiyüz bin derece-i harareti cami, yani ikiyüz defa ateş-i dünyevîden şedid ve rivayet-i hadise muvafık bir ateş bulunuyor.(44)
Şu Cehennem-i Suğra, Cehennem-i Kübra’ya ait çok vezaifi dünyada ve âlem-i berzahta görmüş ve ehadislerle işaret edilmiştir. Âlem-i âhirette Küre-i Arz nasılki sekenesini medar-ı senevîsindeki meydan-ı haşre döker; öyle de içindeki Cehennem-i Suğra’yı dahi Cehennem-i Kübra’ya emr-i İlahî ile teslim eder. Ehl-i İtizal’in bazı imamları “Cehennem sonradan halkedilecektir” demeleri, hal-i hazırda tamamıyla inbisat etmediğinden ve sekenelerine tam münasib bir tarzda inkişaf etmediğinden, galattır ve gabavettir. Hem perde-i gayb içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilayet derecesine getirmeli veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp tayin edelim.
¬yÁV7~ «f²X¬2 v²V¬Q²7~«—
Âhiret âlemine ait menziller bu dünyevî gözümüzle görülmez. Fakat bazı rivayatın işaratıyla âhiretteki Cehennem bu dünyamızla münasebetdardır. Yazın şiddet-i hararetine ²vÅX«Z«% ¬d²[«4 ²w¬8 (45) denilmiştir. Demek bu dünyevî, küçücük ve sönük akıl gözüyle o büyük Cehennem görülmez. Fakat İsm-i Hakîm’in nuruyla bakabiliriz. Şöyle ki:
Arzın medar-ı senevîsi altında bulunan Cehennem-i Kübra, yerin merkezindeki Cehennem-i Suğra’yı güya tevkil ederek bazı vezaifini gördürmüş. Kadir-i Zülcelal’in mülkü pek çok geniştir, hikmet-i İlahiye nereyi göstermiş ise Cehennem-i Kübra oraya yerleşir.
Evet bir Kadir-i Zülcelal ve emr-i Kün Feyekûn’e mâlik bir Hakim-i Zülkemal, gözümüzün önünde kemâl-i hikmet ve intizam ile Kamer’i Arz’a bağlamış; azamet-i kudret ve intizam ile Arz’ı Güneş’e rabtetmiş ve Güneş’i seyyaratıyla beraber Arz’ın sür’at-i seneviyesine yakın bir sür’at ile ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre Şemsüşşümus tarafına bir hareket vermiş ve donanma elektrik lambaları gibi yıldızları, saltanat-ı rububiyetine nurani şâhidler yapmış; onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zat-ı Zülcelal’in kemâl-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübra’yı elektrik lambalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip, âhirete bakan semanın yıldızlarını onunla iş’al etsin, hararet ve kuvvet versin. Yani âlem-i nur olan Cennet’ten yıldızlara nur verip, Cehennem’den nar ve hararet göndersin. Aynı halde o Cehennem’in bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahbes yapsın.
Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki: Dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette o Zat-ı Zülcelal’in kudret ve hikmetinden uzak değildir ki; Küre-i Arz’ın kalbindeki Cehennem-i Suğra çekirdeğinde Cehennem-i Kübra’yı saklasın.
499- Elhasıl: Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehasındadır. Hem şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsilenin iki tarafındadır. Süflîsi, sakîli aşağı tarafında, nuranîsi, ulvîsi yukarı tarafındadır. Hem şu seyl-i şuunatın ve mahsulat-ı maneviye-i arziyenin iki mahzenidir. Mahzenin mekâsı ise, mahsulatın nev’ine göre, fenası altında, iyisi üstündedir. Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyalenin iki havzıdır. Havzın yeri ise, seylin durduğu ve tecemmu’ ettiği yerdedir. Yani habisatı ve müzahrafatı esfelde, tayyibatı ve safiyatı âlâdadır. Hem lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecelligâhıdır. Tecelligâhın yeri ise, her yerde olabilir. Rahman-ı Zülcemal ve Kahhar-ı Zülcelal nerede isterse tecelligâhını açar.
Amma Cennet ve Cehennem’in vücudları ise, Onuncu ve Yirmisekizinci ve Yirmidokuzuncu Sözlerde gayet kat’i bir surette isbat edilmiştir. Şurada yalnız bu kadar deriz ki: Meyvenin vücudu dal kadar ve neticenin silsile kadar ve mahzenin mahsulat kadar ve havzın ırmak kadar ve tecelligâhın rahmet ve kahrın vücudları kadar kat’i ve yakînîdir.» (M:8-10)
Dostları ilə paylaş: