973- qqFİR’AVN –Y2h4 : Mısır’da hususan Hazret-i Musa (A.S:) zamanında Allah’a isyan edip İlahlık davasında bulunan, Musa Peygamber’e inanmayan hükümdar. *İlahlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan. (Bak: Âd, Mumya, Musa (A.S.), Tagut)
973/1- Tenbih ve tavzih: Her zaman kötü ve şerli insanların tahribat ve fitnelerinden uzak durmak ve müteyakkız olmak için; hem bu gibi şerlerden ve şerirlerden ikaz ve irşad eden dinî şahsiyetleri dinlemek ve onlardan istifade etmek için Kur’an ve ehadis, cebbar insanların şerlerini takbih ve onlara karşı mücahede edenlerle beraber olmayı teşvik eder. Bu ikaz ve teşvikler, sadece o şerir şahıslara ve devrelerine münhasır değildir. Çünki Kur’an düstur-u küllî cihetinde bütün zaman ve mekânlara hitab eder ve kıssadan hisse verir. (Bak: Kur’an 28:3) Hem fir’avunlardan daha çok, onların açtıkları zulüm ve idlal cereyanları olan Fir’avuniyetler daha müdhişdir. Bu itibarla her asır, böyle kıssalardan alınacak hisseyi görmeli ve almalıdır. (Bak: Bakarperest, 3727.p.)
974- Kur’anda bir Firavun cesedinin, hârika olarak asrımıza kadar muhafaza edileceğine ve istikbalde ibret-i âlem için ortaya çıkacağına işaret eden (10:92) «t¬9«f«A¬" «t[¬±D«X9 «•²Y«[²7_«4 âyeti «gark olan Firavuna der: “Bu gün senin gark olan cese-dine necat vereceğim” ünvanıyla umum Firavunların tenasuh fikrine binaen cena-zelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensal-i atiyenin temaşagâhına göndermek olan mevt-alûd, ibretnüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizane bir işaret-i gaybiyeyi, bir lem’a-yı i’cazı ve bu tek kelime bir mü’cize olduğunu ifade eder.» (S.402) (Firavunun gark esnasındaki iman-ı ye’si, bak: 1654.p.)
975- «Musa Aleyhisselâm’a karşı muharebe eden firavun, gark olacağı zaman iman etmiş. Gerçi sekerat vaktinde o iman makbul değil. Fakat o makbul olmayan imana, imanın mahiyetine hürmet için bir mükâfat olarak Cenab-ı Hak, o Firavunun bedenine necat vereceğini haber veriyor.
Çünki Firavunların tenasuh mezhebine göre ve saadet-i uhrevî yerine şöhretpe-restlikle istikbalde mumyaları, heykelleri baki kalmasını istediklerinden ve o heykel-leri ve mumyaları, belki bir ruh bulacak gibi efsaneleriyle öyle kanaat getirdiklerin-den, o Firavunun o zahirî ve makbul olmayan imanına mükâfat vermekle beraber, onların tenasuh düsturlarına binaen mumyalamak kanunlarına işaret eder. İşte bu âyetin bir mu’cizesi olarak, o gark olan Firavunun cesedi aynen bulunmuş. Şimdi Londra’da bir müzede muhafaza ediliyor. Seyyahlar onu temaşa ediyorlar.» (Kn. 79)
976- Yine böyle ihbar-ı gaybî ile alâkalı âyetlerde;
«Meselâ: (2: 49) ²vU«¶<_«K¬9 «–Y[²E«B²K«<«— ²vU«¶<_«X²"«~ «–YE¬±"«g< Benî-İsrail’in oğullarının
kesilip, kadın ve kızlarını hayatta bırakmak; bir Firavun zamanında yapılan bir hâdise ünvanıyla, Yahudi milletinin ekser memleketlerde her asırda maruz olduğu müteaddid katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefihanede oynadıkları rolü ifade eder.» (S.402) (Bak: 165.p.)
Hem «Kur’anda çok tekrar edilen kıssa-i Musa Aleyhisselâm’ın cümleleri ve cüz’leridir ki, her bir cümlesi, hatta her bir cüz’ü, bir düstur-u küllînin ucu olarak gösterilmiş ve o düsturu ifade ediyor. Meselâ: _®&²h«. |¬7 ¬w²"~ –_«W«;_«< (40:36) Firavun, vezirine emreder ki: “Bana yüksek bir kule yap, semavatın halini rasad edip bakacağım. Semanın gidişatından acaba Musa’nın (A.S.) dava ettiği gibi semada tasarruf eden bir İlah var mıdır?” İşte _®&²h«. kelimesiyle ve şu cüz’î hâdise ile, dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlikı tanımadığından tabiat-perest olup Rububiyet dava eden ve âsâr-ı ceberutlarını göstermekle ibka-yı nam eden, şöhret-perest olup dağmisal meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenasuha kail olup cenazelerini mumya edip dağ misillü mezarlarda muhafaza eden Mısır Firavunlarının an’anesinde hükümferma bir düstur-u acibi ifade eder.» (S.401)
977- «Arkadaş! Malik-i Hakiki’den gaflet, nefsin firavunluğuna sebeb olur. Evet taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın Malik-i Hakikisini unutan, kendisini kendisine malik zannederek hâkimiyet tevehhümünde bulunur. Ve başkaları da, bilhassa esbabı, kendisine kıyas ile, hâkim ve malik defterine kaydeder. Ve bu vesile ile, Allah’ın mülkünü, malını kendilerine taksim ederek ahkâm-ı İlahiyeye karşı muaraza ve mübarezeye başlar.
Halbuki Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vahid-i kıyasî vazifesini görüyor. Maalesef su-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklaliyete âlet ederek tam bir firavun olur.» (M.N.67)
978- Firavun ‘79:24) âyetinde bildirildiği gibi: “En yüksek rab en mükemmel terbiyeci ve en âlî terakkici benim”dedi. Demek İlahî terbiyeyi yani dinî düstur ve nizamı reddedip mutlak hâkimiyet makamında kendisini kabul ettirmek istedi. Evet Rabb-ül Âlemîn olan Allah, atomlardan yıldızlara kadar her şeyi, şeriat-ı fıtriye denen küllî kanunlarıyla terbiye ve tavzif ettiği gibi, insanları da dinin hükümleriyle terbiye eder, rububiyetini gösterir. İşte bu kadar şümullü ve mükemmel olan İlahî terbiye sisteminden kaçan ve onu gerilik ve irtica addedip nefsaniyete dayanan sistemlerine bağlanmanın en yüksek terakki olduğunu telkin eden çığırcı mütecebbir-ler, bu âyetin kanun-u küllîsinin cüzleri olarak tarihe geçip ebedî helâket ve mahkû-miyetlere giden bir kafile teşkil ederler.
İşte Rububiyet-i ilahiyenin hâkimiyetini ilga ve beşerî hâkimiyetli ikame ile girişilen lâdinî azgınlıkların ve tagutiyetin şerlerine düşmemek için Kur’an, mezkûr âyet ve emsalleri ile beşeri ikaz ediyor. (Bak: 2187.p.)
Dostları ilə paylaş: |