Atıf notları:
-Mu’tezilenin, günah-ı kebireyi işleyen küfre girer dedikleri hatalı hükmü, bak: 2673.p.
-Bu hükümle alâkalı diğer bir bahis, bak: 1058/1.p
1076- Hem “iman etmek; Kur’an-ı Azimüşşan’ın ders verdiği gibi, o Hâlik’ı sıfatları ile isimleri ile, umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. “ (E.L.I.203)
İki atıf notu:
-Münkeri, münker bilmek, bak: 509/5, 3891.p.lar
-Günah işleme anında iman durumu, bak: l171.p.
1077- Ve keza “şu görünen umumi âlemde her insanın hususi bir âlemi vardır. Bu hususi âlemler, umumi âlemin aynıdır. Yalnız umumi âlemin merkezi şemsdir. Hususi âlemlerin merkezi ise şahıstır. Her hususi âlemin anahtarları o âlemin sahibinde olup letaifiyle bağlıdır. O şahsî âlemlerin safveti, hüsnü ve kubhu, ziyası ve zulmeti, merkezleri olan eşhasa tabidir. Evet ayinede irtisam eden bir bahçe hareket, tagayyür ve sair ahvalinde ayineye tabi olduğu gibi, her şahsın âlemi de merkezi olan o şahsa tabidir. Gölge misal gibi.
Binaenaleyh, cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme. Çünki kalbin kasavetinden bir zerre, senin şahsî âleminin bütün yıldızlarını küsufa tutturur.” (M.N.117)
1078- Günahların istila ettiği bozuk cemiyette manevi kurtuluş yolunu gösteren Bediüzzaman, Nurculara hitaben bir mektubunda şöyle diyor:
“Bugünlerde hatırıma geldi ki: Hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. Bu kadar günahlara karşı insanın hususi ibadet ve takvası nasıl mukabele edebilir? diye me’yusane düşündüm. Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nurşakirdleri hakkında necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair kuvvetli işaret-i Kur’aniyeyi beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düşündüm
Kalben dedim ki: “Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?” diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:
“Risale-i Nur’un hakiki ve sâdık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve samimi ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakiki şakird bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder. Bazı melaikeninkırkbin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakiki müttaki bir şakird dahi, kırkbin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşaallah ehl-i saadet olur. Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve ictinab-ı kebair derecesiyle o ulvi ve külli ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir.” (K.L.96) (Sadakatla şahs-ı manevinin sevabından istifade hakkını kazanmak, Bak. 3193.p)
Dostları ilə paylaş: |