İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə379/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   375   376   377   378   379   380   381   382   ...   1221
qqHADİS-İ MÜTEVATİR h#~YB8 ¬b: Kizb üzerine ittifakları aklen tec­viz olunmayan cemaatlerin birbirinden ve ilk cemaatin de bizzat Hazret-i Peygam­ber Aleyhissalatü Vesselâm’dan rivayet ettiği hadis-i şeriftir. (İlm-i yakîni ifade eder. “Bu hadis-i şerif Peygamber’den (A.S.M.) sâdır olmuş mu? demeğe imkân kalmaz.) (Bak: Tevatür)

1115- qqHADS ‰f& : Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hâsıl olan ilim. Sür’at-i intikal Ani ve doğru idrak. Delilden neticeye çabuk varmak.

İki atıf notu:

-Hadisin bir tarifi, bak: 1700.p.

-Felsefede de hads müdafaa edilir,bak: 1731,1817.p.lar.

“Sual: Bürhanınıza şek, itiraz geldikçe imanınız sarsılmaz mı?Bu ma’reke-i ev­ham olan istidlaliyatla taharri zarar vermez mi?

Elcevab: Eğer neticeyi -bürhan ile bağlı-onunla ikamet ve isbat suretiyle olsa ve tahakkuk-u hakaika ayar tutmakla adem-i delilden adem-i medlûlü tevehhüm etse zarar olur. Halbuki iman, incecik bir bürhana yüklenmez. Belki öyle bir hadse bina ve istinad eder ki, o hads öyle menabi’den kuvvet ve öyle maadinden ışık alır ki, söndürülmesi kâinatın söndürülmesidir.

Birinci menba: en azîm icma’ sırrını ve en vâsi’ tevatürün manasını ta­zammun eden milyonlar ehl-i hakikatın ittifakıdır. Sırr-ı icma’ ve sırr-ı teva­tür noktasından tecelli eden bir hads-i mukni’ ile o netice zihinde karar kıl­mıştır. Zira herbir mu­hakkikin bir bürhanı var. Ve o bürhanın mahiyeti teş­his edilmese de, vücudu kat’iyyen malûmdur.

Acaba dünyada hangi itiraz ve şübhe vardır ki, milyarlar huyut-u berahinden te­şekkül etmiş şu habl-i metini kesebilsin? Çünki derim: Vahdete dair şu netice, hasra gelmez ehl-i tahkikin herbiri bir bürhan veya berahin ile hakikat olarak görmüşler. Demek onların bütün bürhanları, sarsılmaz bir bürhandır. Çünki o bürhanları tanı­masa da, vücudlarını bilir. Hadsin zengin bir menbaıdır.

1116- İkinci menba’: Kâinatın bütün şehadetidir.

Üçüncü menba’: Vicdandaki fıtrattır. Bunlar gibi daha çok menba’lar vardır.

İşte bu hads, bütün menabii söndürülmezse sönmez. Şübhe, bir delili, yüz delili atsa da medlûle iras-ı zarar edemez. Çünki o kubbe-i âliye yalnız bir direk üstünde kaim değildir.

Zihnin cüz’iyeti hasebiyle, müşteri nazarıyla isbatına çalışmak hatardır. Belki bu istidlâlat ve berahinin vazifesi menfidir. Matlubu tavsif eder, tasfiye eder, bazan da takviye eder.



1117- Tedkik iki çeşittir. Biri, gittikçe “nurun alâ nur” tenevvür eder. Di­ğeri, gittikçe übehatın zulümatına düşer. Mesalâ, bir tatlı suyun menbaı var. O menba’dan binlerce cedavil ve cedvellerden şu’beler teferru ederek çok yerlerde dolaşıp bazı ecza-i âherle bulaşmış. İşte bir adam menbaı gördü, tattı. Hakkalyakînle tatlılığını anlamış, teşaubatın ittisalini derketmiş; sonra hangi cedvele yahud herhangi fürua rast gelse edna bir emare tatlılığına dair ona kanaat verir, ta aksi kat’i bir delil ile tebeyyün edinceye kadar... O vakit “başka madde karışmış” der. Bu nevi nazar ve tedkik, imanın kuvvet ve inki­şafına yardım eder.

1118- İkinci nazar: Menba’dan aşağı inmeye bedel, aşağıda gezer. Bu ise hangi fürua rast gelse, acılığına bir emare görse şübheye düşer. Tatlılık için delil-i kat’i arzu eder. Heyhat! Her yerde bürhan ele gelmez. böyle incecik bir fürua, cesim bir neticeyi bindirmek ister. Git gide şübhe, emniyetsizlik tezayüd eder. Hem de akıl, nazar penceresiyle eşyaya bakar. Halbuki mahall-i iman olan kalb, hads ve ilham gibi isimlerle tabir edilen bir hiss-i sâdise-i batıniye ile hakaika bakar ki, enbiyada vahy o hisse göredir.

Nazar-ı aklî kendi desatiriyle çok fakirdir ve dardır. Pekçok hakaika karşı kâsır olur. Kavrıyamadığından hakikat değil der, reddeder.”A .B.81) (Bak: 662.p.)



1119- “Akıl tatil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sanii unuta­maz. Kendi nefsini inkâr etse de; onu görür, onu düşünür, ona müteveccih­tir. Hads-ki, şimşek gibi sür’at-i intikaldır-daima onu tahrik eder. Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelanın muzaafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı ilahî, onu daima mari­fet-i Zülcelal’e sevkeder. Şu fıtrat­taki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı cazibe­darın cezbiyledir.” (M.N.255)

1120- Tedrisatta maneviyatın hâkim olması gerektiğini, zira iman aklî de­lilden ziyadee hadse istinad ettiğini beyan eden Bediüzzaman bir eserinde şöyle diyor:

“Bu âlem-i İslâm’ın âlem-i küfre karşı en ileri karakolu şu darülfünun idi. Lâkayd ve gafletlikle hasm-ı tabiat-yılan,

Gediği açtı cephenin arkasında, dinsizlik hücum etti, millet epey sarsıldı. En ileri karakol, İslâmiyet ruhuyla tenevvür etmiş cinan,

En mütesallib olmalı, en müteyakkız olmalı, yahut o dâr olmamalı, İslâmı al­datmamalı. İmanın yeri kalbdir, dimağ ise oluyor ma’kes-i nur-u iman,

Bazan da mücahiddir, bazan süpürgecidir. Dimağ da vesveseler, hem pek çok ihtimaller kalb içine girmese, sarsılmaz iman, vicdan.

Yoksa bazıların zannınca iman dimağda olsa, ruh-u iman olan hakkalyakîne ihtimalât-ı kesîre olur birer hasm-ı bîeman.

Kalb ile vicdan, mahall-i iman, Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis; ta­rik-i iman, Fikir ile dimağ, bekçi-i iman.” (S.731)

İmanın yeri kalbdir: İ.Hanbel 2/172, K.3/134




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   375   376   377   378   379   380   381   382   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin