Atıf notları:
-İmam hizmeti en birinci vazifedir, bak: 2303,2689,2931,2935, 3105,3227.p.lar.
-En efdal ilim, iman ilmidir, bak: 1577 .p.
-İman-ı Rabbanî’nin (R.A.) imanda inkişafın ehemmiyeti hakkında beyanı, bak: 151,2477/2.p.lar.
1646- “İmam-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor.Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.
Bu iman-ı tahkikînin vüsulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir. (Derece-i şuhud derece-i iman-ı bilgaybdan aşağıdır, bak: 21lp.)
İkinci Yol: iman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhanî ve Kur’anî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla hakkalyakîn derecesinde bir kuvvet ile, zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakîn ile hakaik-ı imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol: Risale-i Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikatı olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkaları dahi insafla baksa, Risale-i Nur hakaik-ı imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni’ derecesinde gösterdiğini görecekler.” (K.L. 18)
1647- “Sual: Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin-i Razî’ye mektubunda demiş: “Allah’ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır. “ Bu ne demektir? Maksad nedir diye soruyor?
Evvela: Ona okuduğun Yirmiikinci Söz’ün mukaddemesinde, tevhid-i hakikî ile tevhid-i zahirînin farkındaki misal ve temsil, maksada işaret eder. Otuzikinci Söz’ün İkinci ve Üçüncü Mevkıfları ve Maksadları, o maksadı izah eder.
Ve saniyen: Usulüddin imamları ve ülema-i İlm-i Kelâm’ın akaide dair ve vücud-u Vacib-ül Vücud ve tevhid-i İlahîye dair beyanatları, Muhyiddin-i Arabî’nin nazarında kâfi gelmediği için, İlm-i Kelâm’ın imamlarından Fahreddin-i Razî’ye öyle demiş.
Evet, İlm-i Kelâm vasıtasıyla kazanılan marifet-i İlahiye, marifet-i kâmile ve huzur-u tam vermiyor. Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tarzında olduğu vakit, hem marifet-i tammeyi verir, hem huzur-u etemmi kazandırır ki; inşaallah Risale-i Nur’un bütün eczaları, o Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın cadde-i nuranîsinde birer elektrik lambası hizmetini görüyorlar.
1648- Hem Muhyiddin-i Arabî’nin nazarına, Fahreddin-i Razî’nin İlm-i Kelâm vasıtasıyla aldığı marifetullah ne kadar noksan görülüyor; öyle de, tasavvuf mesleğiyle alınan marifet dahi, Kur’an-ı Hakim’den doğrudan doğruya veraset-i Nübüvvet sırrıyla alınan marifete nisbeten o kadar noksandır. Çünki Muhyiddin-i Arabî mesleği, huzur-u daimîyi kazanmak için «Y;Ŭ~«…Y%²Y«8« deyip, kâinatın vücudunu inkâr edecek bir tarza kadar gelmiş. Ve sairleri ise, yine huzur-u daimîyi kazanmak için «Y;Ŭ~«…YZ²L«8« deyip, kâinatı nisyan-ı mutlak altına almak gibi, acib bir tarza girmişler. Kur’an-ı Hakim’den alınan marifet ise, huzur-u daimîyi vermekle beraber, ne kâinatı mahkûm-u adem eder, ne de nisyan-ı mutlakta hapseder. Belki başıbozukluktan çıkarıp, Cenab-ı Hak namına istihdam eder. Herşey mir’at-ı marifet olur. Sa’di-i Şirazî’nin dediği gibi:
²‡_«6¬…²h¬6¬a«4¬h²Q«8²ˆ«~²aK<²h«B²4«…|¬5«‡«—²h«;²‡_«[²L;¬h«P«9²‡«… herşeyde Cenab-ı Hakk’ın marifetine bir pencere açar.
1649- Bazı Sözlerde ülema-i ilm-i Kelâm’ın mesleğiyle, Kur’andan alınan minhac-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki:
Meselâ: Bir su getirmek için, bazıları küngan (Su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da, her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir; tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmağa ehil olanlar, zahmetsiz herbir yerdesuyu buldukları gibi, aynen öyle de: Ülema-i ilm-i Kelâm, esbabı nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ile kesip, sonra Vacib-ül Vücud’un vücudunu onunla isbat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur’an-ı Hakim’in minhac-ı hakikisi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir âyeti, birer Asa-yı Musa gibi, nereye vurursa ab-ı hayat fışkırtıyor. °f¬&~«— yÅ9«~|«V«2 ÇÄf«# °}«<³~ y«7 ¯š²|«- ¬±u6|¬4«— düsturunu, her şeye okutturuyor.
1650- Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasılki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif asaba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sır, nefis ve hakeza letaif, kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. İşte Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin-i Razî’ye bu noktayı ihtar ediyor.” (M. 330) (İmanî hükümleri delillerle isbat etmenin lüzumu, bak: 524.p.sonu)
1651- İman şuurunun cemiyet hayatında müsbet te’sirleri vardır ki, hakiki insaniyetin temellerini tesbit eder. Küçük bir nümunesi şudur:
“Her bir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir. Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse, güzel ahlâkın esasları olan ihlas, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlahî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet aldatmak gibi haller meydan alır. Zahirî asayiş ve insaniyet altında anarşistlik ve vahşet manaları hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir. Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kaviler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar.
Buna kıyasen, memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir milli ailenin hanesidir. Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimi hürmet ve ciddi merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyasız ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyyet o hayatta inkişafa başlarlar. Çocuklara der: “Cennet var, haylazlığı bırak.” Kur’an dersiyle temkin verir. Gençlere der: “Cehennem var, sarhoşluğu bırak.” Aklı başlarına getirir. Zalime der: “Şiddetli azab var, tokat yiyeceksin.” Adalete başını eğdirir. ihtiyarlara der: “Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, baki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmağa çalış” Ağlamasını gülmeye çevirir. Bunlara kıyasen cüz’î ve küllî herbir taifede hüsn-ü te’sirini gösterir, ışıklandırır. Nev’-i beşerin hayat-ı içtimaiyesiyle alâkadar olan içtimaiyyun ve ahlâkiyyunların kulakları çınlasın! İşte iman-ı âhiretin binler faidelerinden işaret ettiğimiz beş-altı nümunelerine sairler kıyas edilse kat’i anlaşılır ki; iki cihanın ve iki hayatın medar-ı saadeti yalnız imandır.” (Ş.227)
1652- Evet 10. Surenin 57, 58. âyetlerinde beyan edildiği gibi, iman ve hidayetin insanın kalbine verdiği manevi huzur ve saadet dünya menfaatlerinin çok üstündedir. (Bak:103-106.p.lar ve 1632. p.sonu ve 3071-3074.p.lar)
Dostları ilə paylaş: |