İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ


/4- Üçüncüsü: “Geniş bir dirliğe ermek, fazla mütena’im olmak için daha ziyade miktarda kesb, mübahtır.” (4) 3033/5-



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə892/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   888   889   890   891   892   893   894   895   ...   1221
3033/4- Üçüncüsü: “Geniş bir dirliğe ermek, fazla mütena’im olmak için daha ziyade miktarda kesb, mübahtır.” (4)

3033/5- Dördüncüsü: “Halka karşı tekebbür ve tefahurda bulunmak için yapılan kesb haramdır. Velev ki helâl bir yolda yapılmış olsun. Nâsa karşı serveti ile, mevkii ile çalım satan kimseler, yarın âhirette Hak Tealâ Hazretlerinin gazabına uğrayacaklardır.” (B.İ.İ. shf: 417)

Bir rivayette şöyle buyruluyor:

¬}«N<¬h«S²7~ «f²Q«" °}«N<¬h«4 ¬Ä«Ÿ«E²7~ ¬`²K«U²7~ ­`«V«0 Yani: Helâl kazanç tale­binde bulunmak, farzdan sonra farzdır. (.E. 312 ve K.H. 1671, 1929)

Âhirzamanda İslâm’ın maddî varlığı ve dinin muhafazası ve i’lâsı (israfa, sefahete ve şahsî menfaat hissine vesile yapmamak şartıyla) teknik imkânlar ve iktisadî kuvvet ile korunabileceği ehadiste haber verilir. (Bak: R.E. 59/15, 105/6) Fakat bu tarz rivayetlerin beyan ettikleri terakkinin (mevzumuzla alâ­kalı umum bahisler ve dersler müvacehesinde) müslüman ekseriyetin şahsî menfaatının terkiyle hamiyet-i diniyeye sahib olacakları devrede zuhur ede­ceği anlaşılıyor. Fitne zamanında ekseriyetle zenginlik, sefahete; fakirlik, derd-i maişetten gelen gafletle dünya hayatının âhirete tercih edilmesine se­bebiyet verdiği görülmektedir. (Bak: 719,720.p.lar.)

Demek cemiyette iktisadî refahtan önce, dinî salâhat gerekiyor. Esasen bu refah ve salâhat da, İslâm milletlerinde ancak diyanet ile mümkündür. Bediüzzaman Hz. bu mes’ele hakkında şu ikazı yapar:

“Ey divane baş ve bozuk kalb! Zanneder misin ki; müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahut düşünmüyorlar ki, fakr-ı hale düşmüşler ve ikaza muh­taçtırlar; tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar. Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş, onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünki mü’minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir. °h¬,_«' °`¬¶<_«'­l<¬h«E²7~ durub-u emsal hükmüne geçmiştir. Evet, insanı dünyaya çağıran ve sevkeden esbab çoktur. Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var. Hal­buki baki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır. Eğer sende zerre miktar bu bîçare millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-ü him­metten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bakiyeye yardım eden azlara imdat etmek lâzım gelir. Yoksa o az dâîleri susturup, çoklara yardım etsen, şeytana arkadaş olursun.

İşte bu esaslara binaen ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevketmeye ve teş­vik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edil­mez. Belki mesailerinin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin te’sisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salabet-i diniye ile olur.” (L.122)

Kur’an umum zaman ve mekânlara hükmettiği cihetle, Kur’anın hakikatlarını izhar ve beyan eden Bediüzzaman’ın eserlerindeki hakaik de küllîdir, gelecek zamanlara da şâmildir ve en mükemmel cemiyetlere de ders verir. Bu itibarla Külliyat-ı Nur’un bazı beyanlarına, makamlarına göre ba­kılmalıdır. Meselâ ekseriyetin dünyevî ve şahsî menfaatlere sarıldığı bir ce­miyette, âhirete teşvik etmek gerekiyor. Dünyasını âhiretine vesile yapabilen kâmil bir İslâm cemiyetinde ise-şer’î müvazenesi ile olmak şartıyla-teknik te­rakki tavsiye edilebilir. İşte Risalelerde görülen dünyanın imarına ve terak­kiye teşvik eden beyanlarla, dünyadan geri çeken ikazlara ve derslere, ma­kamlarına göre bakılmazsa hakikat iltibas olunur. Bu iki tarz beyanlardan bazı nümuneler aşağıda dercedildi.



3033/6- Meselâ : Bediüzzaman Hazretleri, terakkiye teşvik ettiği Eski Said devresinde, yani Osmanlı Devleti’nin son devresinde sorulan bir sual ve terakki ve çalışmaya teşvik eden cevabı:

“S- Eskiden İslâmlar zengin, onlar fakir idiler. Şimdi her yerde kaziyye bil’âkistir. Hikmet nedir?

C- İki sebebi biliyorum:

Birincisi: |«Q«, _«8 ެ~ ¬–_«K²9¬Ÿ²7¬ «j²[«7 (53:39) olan ferman-ı Rabbanîden müstefad olan meyelan-ı sa’y ve ­yÁV7~ ­`[¬A«& ­`¬,_«U²7~ olan ferman-ı Nebevî­den müstefad olan şevk-i kesb; bazı telkinat ile o meyelan kırıldı ve o şevk de söndü. Zira i’lâ-yı Kelimetullah şu zamanda maddeten terakkiye müte­vakkıf olduğunu bilmeyen; ve dünya ?«h¬'´ž²~ ­}«2«‡²i«8 «|¬; ­b²[«& ²w¬8 cihetiyle kıymetini takdir etmeyen; ve kurun-u vusta ve kurun-u uhranın ilcaatını tef­rik eylemeyen; ve birbirinden gayet uzak, biri mezmum ve biri memduh olan tahsil ve kesbde olan kanaatı ile, mahsul ve ücretteki kanaatı temyiz etme­yen; ve birbirinden nihayet derecede baîd, hatta biri tenbelliğin ünvanı, di­ğeri hakiki ihlasın sadefi olan iki tevekkülü (ki: Biri, meşietin muktezası olan esbab arasındaki nizama karşı temerrüd hükmünde olan, tertib-i mukadde-mattaki bir tevekkül-ü tenbelâne; diğeri, İslâmiyetin muktezası olan, netice itibarıyla gerdendâde-i tevfik olarak vazife-i İlahiyeye karışma­makla terettüb-ü neticede mü’minâne tevekküldür.) ikisini birbiriyle iltibas eden ve “Ümmetî! Ümmetî!” sırrını teferrüs etmeyen ve ‰_ÅX7~ ­p«S²X«< ²w«8 ¬‰_ÅX7~ ­h²[«' hikmetini anlamayan bazı adamlar ve bilmeyen bir kısım vaiz­lerdir ki, o meyelanı kırdılar; o şevki de söndürdüler.” (Mün.31)



3033/7- Terakkiye ait bir başka misal:

“Madem herbir insana, fıtraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini vermişim. Elbette o kabiliyete göre ruy-i zemini görecek ve bakacak, anlaya­cak istidadını dahi vermesini, hikmetim iktiza ettiğinden vermişim. Şahsen o noktaya yetişmezse de, nev’an yetişebilir. Maddeten erişemezse de, ehl-i ve­lâyet misillû, manen erişebilir. Öyle ise, şu azîm ni’metten istifade edebilirsi­niz. Haydi göreyim sizi, vazife-i ubudiyetinizi unutmamak şartıyla öyle çalı­şınız ki, ruy-i zemini, her tarafı herbirinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz.

¬y¬5²ˆ¬‡ ²w¬8 ~Y­V­6«— _«Z¬A¬6_«X«8 |¬4 ~Y­L²8_«4 ®žY­7«† «Œ²‡«ž²~ ­v­U«7 «u«Q«% >¬gÅ7~ «Y­;

¬‡Y­LÇX7~ ¬y²[«7¬~«— (67:15) deki ferman-ı Rahmanîyi dinleyiniz.” (S.257)



3033/8- Bediüüzzaman Hz.nin terakkiyata dair buna benzer pek çok beyanları vardır. Fakat, insanlar salih olmazlarsa, maddî ve teknik imkanlarla zulüm ve sefahete girdikleri; fakir olunca da derd-i maişette boğuldukları, dinde haber verildiği gibi, bilmüşahede de görülmektedir. Bunun için Bediüzzaman Hz. yine dinin haber verdiği üzere, evvela insanların iman-ı kâmil ve sâlih olmalarını birinci derecede ele alarak tahkikî iman ve takvada tahşidat yapmış; dünya hayatını âhirete tercih ettiren ve sefahete iten bu as­rın fitnesinden daima ikaz etmiş ve önceki parağrafta nümunesini gördüğü­müz gibi İkinci Meşrutiyette terakkiyata teşvik ederken daha sonraları bu teşvikten vazgeçip inzivaya çekilmiştir. (Bak: 2284-2288.p.lar)

İşte Risale-i Nur Külliyatı’nda Kur’anda beyan olunduğu üzere, dünya­nın imarına ve terakkiyata teşvikle beraber, daha çok ve tekrarlı bir şekilde dünyadan men edici (Bak: Dünya) derslerin bulunması, zâhiren tenakuz gibi görünürken, hakikatta tam bir belâgat olup mutabık-ı hâldir. Yani fâsık ve kâmil insan ve cemiyetlere göre bu teşvik durumu da değişir.

Mevzumuz içinde zikri gereken diğer ehemmiyetli bir husus da şudur ki: İnsanların çoğu dünyayı imar ederlerken, az bir kısmı da emr-i Kur’anî ola­rak münhasıran diyanete hâdim olmalı ve dünya işlerine girmemeli ve gir­memeleri için de fırsat ve imkân verilmelidir. (Bak: 8958/1,2477/1.p.lar)

3033/9- Şimdi dünya hayatına dalıp gaflete düşmekten ikaz eden birkaç dersi görelim:

¬v[¬&±h7~ ¬wW²&±h7~ ¬yÁV7~ ¬v²K¬"

­f<¬‡­~_«8«— ¯»²ˆ¬‡ ²w¬8 ²v­Z²X¬8 ­f<¬‡­~_«8  «–—­f­A²Q«[¬7 ެ~ «j²9¬ž²~«— Åw¬D²7~ ­a²T«V«' _«8«—

w[¬B«W²7~ ¬?ÅY­T²7~—­† ­»~ňÅh7~ «Y­; «yÁV7~ Å–¬~ «–Y­W¬Q²O­< ²–«~ ²v­Z²X¬8

Şu âyet-i kerimenin zâhir manası, çok tefsirlerin beyanına göre yüksek i’caz-ı Kur’anîyi göstermediğinden, çok zaman zihnime ilişiyordu. Kur’anın feyzinden gelen gayet güzel ve yüksek manalarından üç veçhini icmalen be­yan edeceğiz..

İkinci Vecih: İnsan rızka çok mübtelâ olduğu için, rızka çalışmak baha­nesi, ubudiyete mani tevehhüm edip, kendine bir özür bulmamak için âyet-i kerime diyor ki: “Siz ubudiyet için halkolunmuşsunuz, netice-i hilkatiniz ubudiyettir. Rızka çalışmak, emr-i İlahî noktasında bir nevi ubudiyettir. Be­nim mahlukatım ve rızıklarını deruhde ettiğim nefisleriniz ve ıyaliniz ve hay­vanatınızın rızkını tedarik etmek, âdeta bana ait rızk ve it’amı ihzar etmek için yaratılmamışsınız. Çünki Rezzak benim, sizin müteallikatınız olan ibadımın rızkını ben veriyorum. Siz bunu bahane edip, ubudiyeti terketmeyiniz!” (L. 268)

“İ’lem: Ey müslümanları dünyaya davet eden gafil bil ki: Hata ediyor­sun. Evet ey gafil, zannediyor musun ki, insanın dünyaya gelmesinden maksud-u bizzat, yalnız dünyanın imareti ve sanayiin ihtiraı ve rızkı tahsil, vesaire gibi dünyaya ait şeylerdir. Halbuki kâf ve nûn mabeyninde emri cari olan Sahib-ül Mülk, ins ve cinni kendisine ibadet etmek için yarattığına ve insan ve hayvanın rızkını kendisi taahhüd ettiğine dair olan fermanıma; hem de vücud ve kevn ve vakide olan herşey ve fıtrat-ı insaniye techizatının dahi tasdik ettiği olan şu âyetlerine bak:

«–—­f­A²Q«[¬7 ެ~ «j²9¬ž²~«— Åw¬D²7~ ­a²T«V«' _«8«—

²v­6_Å<¬~«— _«Z­5­ˆ²h«< ­yÁV7~ _«Z­5²ˆ¬‡ ­u¬W²E«# «ž ¯}Å"~«… ²w¬8 ²w¬±<«_«6«—

Hem acaba zu’m ediyor musun ki; seni sun’-u hâlikanesiyle yapan ve her zaman vücudunun tazelenmesiyle daima seni ve sende değişmekte olan zerrat-ı vücudunu san’at içinde halkeden bir zât, onun nizam-ı mülkü içinde senin yaptığın tasniâtına veya kendi tasarrufatı içindeki faaliyetinde senin ta­vassutuna muhtaç olsun.

Evet beşerin eliyle yapılan bütün masnuat, bir tek ağacın yahut tek bir arının hilkatına veyahut bir tek gözün veya bir lisanın san’atına müsavi gel­mediğini görmüyor musun?” (M.Nu 329)

“Rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar kuvvetiyle kazanılmaz, buldurulmaz. Belki çalışmasını ve sa’yini kabul eden bir merhamet tarafından verilir ve ihtiya­cına acıyan bir şefkat canibinden ihsan edilir. Fakat, rızk ikidir:

Biri Yaşamak için hakiki ve fıtrî rızıktır ki; taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Hatta o kadar muntazamadır ki; bedende yağ vesaire suretinde iddihar olu­nan fıtrî rızk, hiç olmazsa yirmi günden ziyade bir şey yemeden yaşatır. Ha­yatını idame eder. Demek yirmi-otuz günden evvel ve bedende müddehar olan fıtrî rızkı bitmeden zâhiren açlıktan vefat edenler, rızıksızlıktan değil, belki su-i i’tiyaddan ve terk-i âdetten neş’et eden bir hastalıktan vefat ederler.

İkinci kısım rızık: İ’tiyad, israf ve su-i istimalât ile tiryaki olup zaruret hükmüne geçen mecazî ve sün’î rızıktır. Bu kısım ise; taahhüd-ü Rabbanî al­tında değil, belki ihsana tâbidir. Kâh verir, kâh vermez.” (Ş. 173)




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   888   889   890   891   892   893   894   895   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin