İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə915/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   911   912   913   914   915   916   917   918   ...   1221
3154- qqRÜYA _<¶—‡ : Uykuda görülen misalî âlem. Düş (Bak: Nevm)

Görmek manasına gelen ve re’ye >¶~‡ kök kelimesinden alınan rü’ya, geniş manasıyla göz, akıl, kalb, ruh, lâtife-i Rabbaniye gibi cihazat-ı muhte­life ile görmek diye tabir edilir.

Nitekim Risale-i Nur’da akıl gözü, nazar-ı aklî, kalb gözü, iman gözü, iman nazarı, nazar-ı fikrî, nazar-ı gayb-bin nazar-ı hayal ve rü’ya-yı hayaliye gibi cihazat-ı muhtelife ile görmek manasına gelen ifadeler, bu gibi tabirler, görmenin envaına bakar.

Evet, Risale-i Nur’da rü’ya-i hayaliye, vakıa-i hayaliye gibi tabirler, alem-i misal gibi manevi alemlerdeki temessülatın müşahedelerine ve manevi mec­lisleriyle münasebete delalet eder.



3155- Kur’an (12:44) âyetinde (adgas-ül ahlam) tabir edilen rü’yadan bahsedilir. “Yani, yaşı kurusuna karışmış ot demetleri gibi, yenisi eskisine ka­rışmış bir yığın uyku halatıdır. Edgas, dad’ın kesriyle dıgs’ın cem’idir. Dıgs, yaşı kurusu karışık ot demeti demektir. Hulm, uykuda görülmüş boş hayaldir ki, ihtilam bundan me’huzdur. Binaenaleyh “adgas-ü ahlam” terkibi izafet-i teşbihiyesidir ki, adgas gibi karma karışık; ahlam, demet demet evham hali­tası, hayalat yığını düşler demektir. Lügatta hulüm ve ahlam, alelumum rü’ya hâdiselerinden eamm olarak kullanılırsa da burada rü’yanın mukabili olarak kullanılmış olduğu zahirdir.” (E.T. 2863)

“Rü’ya misalin zılli, misal ise berzahın zılli olmuştur. Ondan onların düsturları birbirine benziyor.” (S.717)

Demek âlem-i berzah, âlem-i misal ve rü’ya, vücud dereceleri farklı ol­makla beraber mahiyetleri birbirine benzer. (Bak: Âlem-i Misal)

3156- Kur’an (12:43) âyetinin bir cümlesi olan: «–—­h¬A²Q«# _«< Ì—ÇhV¬7 ²v­B²X­6 ²–¬~ ve emsali âyetlerin tefsir ve izahında Bediüzzaman Hazretleri şu bilgiyi veri­yor: “Hayalatlara karşı kapısı açık olan rüyaları, tahkiki bir surette mevzubahs etmek, tahkik mesleğine tam uygun gelmediğinden; o cüz’i hâ­dise-i nevmiye münasebetiyle, mevtin küçük bir kardeşi olan nevme (Bak: 2850.p.) ait ilmî ve düsturî olarak altı nükte-i hakikatı âyat-ı Kur’aniyenin işa­ret ettiği vecihte beyan edeceğiz.

Birincisi: Sure-i Yusuf’un mühim bir esası, rü’ya-yı Yusufiye olduğu gibi; (78:9) _®#_«A­, ²v­U«8²Y«9 _«X²V«Q«%«— âyeti misillü çok âyetlerle, rü’yada ve nevmde perdeli olarak ehemmiyetli hakikatlar var olduğunu gösterir.



3157- İkincisi: Kur’an ile tefe’üle ve rü’yaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller. Çünki Kur’an-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vu­ruyor. Tefe’ülde, kâfire ait şiddeti, tefe’ül eden insana çıktığı vakit yeis veri­yor, kalbi müşevveş ediyor. Hem rü’ya dahi hayr iken, bazı aks-i hakikatla göründüğü için şer telakki edilir, yeise düşürür, kuvve-i maneviyeyi kırar, su’-i zan verir. Çok rü’yalar varki: Sureti dehşetli, zararlı, mülevves iken; tabiri ve manası çok güzel oluyor. Herkes rü’yanın suretiyle manasının hakikatı ma­beynindeki münasebeti bulamadığı için; lüzumsuz telaş eder, me’yus olur, keder eder.

3158- Üçüncüsü: Hadis-i Sahih ile nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü nevmde rüya-yı sadıka suretinde tezahür etmiş. Demek rü’ya-yı sadıka hem haktır, hem nübüvvetin vezaifine taalluku var. Şu üçüncü mes’ele, gayet mü­him ve uzun ve nübüvvetle alâkadar ve derin olduğundan, başka vakte talik ediyoruz; şimdilik o kapıyı açmıyoruz.

3159- Dördüncüsü: Rü’ya üç nevidir: İkisi, tabir-i Kur’an’la ¯•«Ÿ²&«~ ­_«R²/«~ da dahildir; tabire değmiyor. Manası varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın inhirafından kuvve-i hayaliye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hatta bir iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyic hâdisatı, hayal tahattur eder; tadil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. İşte bu iki kısım ¯•«Ÿ²&«~ ­_«R²/«~ dır, tabire değmi­yor.

3160- Üçüncü kısım ki, “Rü’ya-yı Sadıka”dır. O doğrudan doğruya ma­hiyet-i insaniyedeki latife-i Rabbaniye, âlem-i şehadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla, âlem-i gayba karşı bir mü­nasebet bulur, bir menfez açar. O menfez ile, vukua gelmeye hazırlanan hâ­diselere bakar ve Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve mektubat-ı kaderiyenin nümuneleri nevinden birisine rastgelir, bazı vakıat-ı hakikiyeyi görür. Ve o vakıatta, bazan hayal tasarruf eder, suret libasları giydirir. Bu kısmın çok enva’ı ve tabakatı var. Bazı aynen gördüğü gibi çıkar, bazan bir ince perde altında çıkıyor, bazan kalınca bir perde ile sarılıyor.

Hadis-i Şerifte gelmiş ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın bida­yet-i vahiyde gördüğü rü’yalar; subhun inkişafı gibi zahir, açık, doğru çıkı­yordu.



3161- Beşincisi: Rü’ya-yı sadıka, hiss-i kablelvukuun fazla inkişafıdır. Hiss-i kablelvuku ise, herkeste cüz’î-küllî vardır. Hatta hayvanlarda dahi var­dır.

...Umum avam için dahi bir nevi velayete mazhariyet var ki, rü’ya-yı sadıkada evliya gibi, gaybî ve istikbalî olan şeyleri görüyorlar. Evet uyku nasılki avam için rü’ya-yı sadıka cihetinde bir mertebe-i velayet hükmünde­dir; öyle de umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbaniyenin seyrangâhıdır. Fakat güzel ahlâklı güzel düşünür, güzel düşünen güzel lev­haları görür, fena ahlâklı fena düşündüğünden, fena levhaları görür. Hem herkes için, âlem-i şehadet içinde âlem-i gayba bakan bir penceredir.

Hem mukayyed ve fani insanlar için, saha-i ıtlak bir meydan ve bir nevi bekaya mazhar ve mazi ve müstakbel, hal hükmünde bir temaşagâhtır. Hem tekâlif-i hayatiye altında ezilen ve meşakkat çeken ziruhların istirahatgâhıdır. İşte bu gibi sırlar içindir ki, Kur’an-ı Hakîm (78:9) _®#_«A­, ²v­U«8²Y«9 _«X²V«Q«%«— nev’indeki âyetlerle, hakikat-ı nevmiyeyi ehemmiyetle ders veriyor.

3162- Altıncısı ve en mühimmi: Rü’ya-yı sadıka benim için hakkalyakîn derecesine gelmiş ve pek çok tecrübatımla, kader-i İlahînin her şeye muhit olduğuna bir hüccet-i katı’ hükmüne geçmiştir. Evet bu rü’yalar, benim için hususan bu birkaç sene zarfında o dereceye gelmiştir ki; meselâ yarın başıma gelecek en küçük hâdisat ve en ehemmiyetsiz muamelat ve hatta en adi muhaverat yazılı olduğunu ve daha gelmeden muayyen olduğunu ve gecede onları görmekle, dilim ile değil, gözüm ile okuduğum bana kat’i olmuştur. Bir değil, yüz değil, belki bin def’a gecede, hiç düşünmediğim halde gördü­ğüm bazı adamlar veyahut söylediğim mes’eleler, o gecenin gündüzünde, az bir tabir ile aynen çıkıyor. Demek en cüz’î hâdisat vukua gelmeden evvel hem mukayyeddir, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok. Hâdisat başı boş gelmiyor, intizamsız değillerdir.” (M: 346-349)

3163- Rü’yalar, ahkâm-ı şer’iyeye medar olamazlar, fakat müsbet rüya-i sadıka bazı gizli hâdiselerin keşfine medar olur. Ezcümle, Mustafa Çavuş ismindeki Bediüzzaman’ın bir talebesine “ehl-i dünya onun safvet-i kalbin­den istifade ederek dediler ki: “Sözlerin bir kâtibi olan Hâfız’ın sarığına ilişe­cekler. Hem gizli ezan, muvakkaten terkedilsin. Sen kâtibe söyle, cebir gör­meden evvel sarığı çıkarsın.” O bilmiyordu ki: Hizmet-i Kur’aniyede bulu­nan birisinin sarığını çıkarmağa dair sözü tebliğ etmek, Mustafa Çavuş gibi yüksek ruhlulara pek ağırdır. Onların sözlerini tebliğ etmiş. O gece rü’yada ben görüyordum ki: Mustafa Çavuş’un elleri kirli, kaymakam arkasında ola­rak odama geldi. İkinci gün ona dedim: “Mustafa Çavuş sen bugün kim ile görüştün? Seni elin mülevves bir surette kaymakamın arkasında gördüm.” Dedi: “Eyvah! Bana böyle bir söz, muhtar söyledi, kâtibe söyle. Ben arka­sında ne olduğunu bilmedim.”“ (L. 48) dedi ve hatasını anladı.

3164- Diğer bir vakıa-i sadıkayı da Bediüzzaman şöyle anlatır:

“Eski Harb-i Umumi’den evvel ve evailinde, bir vakıa-i sadıkada görüyo­rum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müthiş infilaketti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O deh­şet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: “Ana korkma! Cenab-ı Hakk’ın emridir; o Rahim’dir ve Hakîm’dir.” Birden o halette iken baktım ki, mühim bir zat bana âmirane diyor ki: “İ’caz-ı Kur’anı beyan et”.

Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılabdan sonra, Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an, kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ana hücum edilecek; i’cazı, onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fev­kinde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak. Ve namzed olduğumu anladım.” (M. 368)

Bu vakıa-i sadıkanın bir derece meal ve te’vilini anlamak için: 386, 387. p.lara bakınız.

Not: 364. p.da bulunan (Rü’yada Bir Hitabe) başlıklı yazıda anlatılan hâ­dise de, mezkûr vakıa-i sadıkanın benzeridir.

3165- Kötü rü’yaların anlatılmamasını emreden bir hadis-i şerif mealinde şöyle buyurulur:

“Sizden biriniz sevdiği bir rüya görürse, bilsinki o Allah’tandır, bunun için Allah’a hamdetsin ve rüyasını anlatsın. Sevmediği bir şey görürse bu şeytandandır; bunun için şerrinden Allah’a sığınsın ve bu rü’yayı kimseye anlatmasın. (Böyle yaptıktan sonra) bu rü’ya kendisine bir zarar vermez.” (269)




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   911   912   913   914   915   916   917   918   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin