S
3127- SABIKÎN-İ İSLÂM •Ÿ,É~ ¬w[T"_, : En evvel müslüman olan sahabeler. Kur’an (9:100) (56:10) âyetlerinde bahsedilir. (Bak: Ashab-ı Suffa ve Selef-i Salihîn)
3173- qqSABR hA. : (Sabır) Acıya ve zorluğa katlanmak. Bir musibet ve belaya uğrayanın, hikmet ve rahmet-i İlahiyeye itimaden, telaş ve feryad etmeyip sonunu bekleyerek tahammül ile katlanması. Kur’an ve hadislerde sabırdan çok bahsedilir. (Bak: Hecr-i Cemil, Hırs, Musibet)
İnsan hayatında sabrın yeri çok ehemmiyetlidir. Zira dünyanın zevk ve menfaatlerini şiddetli arzulayan nefisteki hislere karşı - ebedî hayatta o zevkler en âlâ şekliyle verileceğine istinaden - sabırla mukabele edilmezse, insan sefahete ve dalalete sapar. Keza dinî teklifler olan ibadetlerden de kaçmak isteyen nefsin tenbelliği sabırla yenilmezse, Allah’a karşı münasebet bağlarını koparmış bir insanın hazin haline düşülür. Halbuki Allah şu dünya hayatını sonsuz hikmetiyle imtihana sahne yapmıştır ki, dünya hırsıyla koşuşanlar rıza-i İlahî için çalışanlar birbirinden ayrılsın.
İşte bu imtihan sahnesinin dünyaya ve ukbaya ayrılan iki yoldan, âhiret cihetinin tercih edilmesinde sabrın vazifesi büyüktür.
3174- Bir Sual: Kur’anda (2:153,8:46) âyetlerinde geçen «w<¬h¬"_ÅM7~«p«8 «yÁV7~ ¬±–¬~ de hikmet ve gaye nedir?
Elcevab: Cenab-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada bir merdivenin basamakları gibi bir tertib vaz’etmiş. Sabırsız adam teenni ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır; maksud damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebebdir. Sabır ise müşkilatın anahtarıdır ki, ¬‚«h«S²7~ ƒ_«B²S¬8 h²AÅM7~«— °h¬,_«' °`¬¶<_«' l<¬h«E²7«~ (271) durup-u emsal hükmüne geçmiştir. Demek Cenab-ı Hakk’ın inayet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünki sabır üçtür.
Biri: Masiyetten kendini çekip sabretmektir. Şu sabır takvadır. (2:194) «w[¬TÅBW²7~ «p«8 «yÁV7~ Å–¬~ sırrına mazhar eder.
İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir. (3:149)
«w<¬h¬"_ÅM7~Ç`¬E< «yÁV7~ Å–¬~ «w[¬V¬±6«Y«BW²7~ Ç`¬E< «yÁV7~ Å–¬~ (3:159) şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah’tan şikayeti tazammun eder. Ve ef’alini tenkid ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar. Evet musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette âciz ve zaif insan ağlar; fakat şekva O’na olmalı, O’ndan olmamalı.
Hazret-i Yakub Aleyhisselâm’ın ¬yÁV7~ |«7¬~ |¬9²i&«—|¬±C«" ~YU²-«~ _«WÅ9¬~ (12:86) demesi gibi olmalı. Yani musibeti Allah’a şekva etmeli, yoksa Allah’ı insanlara şekva eder gibi, “Eyvah! Of!” deyip, “Ben ne ettim ki, bu başıma geldi” diyerek, âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, manasızdır.
Üçüncü Sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor. En büyük makam olan ubudiyet-i kâmile canibine sevkediyor.” (M. 280)
3175- Her şeyde olduğu gibi sabırda da sırat-ı müstakim vardır. Evet “Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fani hayatı baki tevehhüm etmsiyle sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp, hal-i hazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar. Adete -haşa- Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder.
Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekva edip sabırsızlık gösterir. Çünkü geçmiş herbir gün, musibet ise, zahmeti gitmiş rahatı kalmış; elemi bitmiş zevalindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekva değil, belki mütelezzizane şükretmek lâzımgelir. Onlara küsmek değil bilakis muhabet etmek gerektir. Onun o geçmiş fani ömrü, musibet vasıtasıyla baki ve mes’ud bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı, vehim ile düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak, divaneliktir. Amma gelecek günler ise, madem daha gelmemişler; içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekva etmek ahmaklıktır. Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir; öyle de, gelecek günlerdeki şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belahettir ki; hakkında şefkat ve merhamet liyakatını selbediyor.
3176- Elhasıl: Nasıl şükür, nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de şekva, musibeti ziyadeleştirir. Hem merhamete liyakatı sebeder.
Birinci Harb-i Umumi’nin birinci senesinde, Erzurum’da mübarek bir zat müdhiş bir hastalığa giriftar olmuştu. Yanına gittim, bana dedi: “Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım” diye acı bir şikayet etti. Ben çok acıdım. Birden hatırıma geldi ve dedim: “Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp şekva etme, onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler. Rabbin olan Rahmanurrahim’in rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlamak, hiçten korkma, ademe vücud rengi verme. Bu saati düşün; sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki: Sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp merkezi zaif bırakıp, düşman edna birkuvvet ile merkezi harab eder. Dedim: Kardeşim, sen bunun gibi yapma, bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et, rahmet-i İlahiyeyi ve mükâfat-ı uhreviyeyi ve fani ve kısa ömrünü, uzun ve baki birsurete çevirdiğini düşün. Bu acı şekva yerinde ferahlı bir şükret.”
O da tamamıyla bir ferah alarak: Elhamdülillah dedi, hastalığım ondan bire indi.” (L.10)
Dostları ilə paylaş: |