İki atıf notu:
-Cemiyette şöhretten uzak ve gizli kalan zatlar, bak: 1517.p.
-Hz. Muaviye’nin ders halkasında oturan Ashab-ı Suffa’ya hayat boyunca yerlerinde oturup durmalarının sebebini sorması, bak: 3701.p.
296- Hem ümmet içinde din için Ashab-ı Suffa gibi yaşıyanlara bir müjde-i Peygamberî (A.S.M.) da şu hadis-i şeriftir:
¬a²QÅX7~|«V«2 |¬BÅ8~ ²w¬8 «|¬T«" ²w«W«4 Þ ¬}ÅSÇM7~ «_«E².«~_«< ~—h¬L²"«~
¬}«8_«[¬T²7~ «•²Y«< |¬=_«T«4‡ ²w¬8 yÅ9¬_«4 ¬y[¬4 «Y; _«W¬" _®[¬/~«‡ ¬y²[«V«2 ²vB²9«~ >¬gÅ7~
(26) Meali: “Sizlere müjde ey Ashab-ı Suffa! Sizden sonraki ümmetimden sizin üzerinde olduğunuz vasıf ile (yaşadığınız evsaf ile) devam edenler ve o hale razı olanlar, kıyamet gününde benim refiklerimdirler” diyerek cihandeğer Peygamber (A.S.M.) arkadaşlığını kazanmayı müjdelemiştir. Elbette ki bu müjdeye mazhar olan din hâdimlerini seven ve himayesine çalışanlar da, bu müjdeden hissedar olurlar. Hatta Ashab-ı Kehf’in Kıtmir’i dahi, bu din fedailerinin beraberinde olmak sebebiyle, Cennet’e gireceği müjdelendi. (Bak: 1264.p.) Demek hak uğrunda feda-i nefs eden cemaat-ı mücahidîn ve hatta onlara mensubiyet dahi o kadar ehemmiyetli ki, Kıtmir’i dahi Cennetlik ediyor.
Mevlana Cami Hazretlerinin Farsçadan tercüme edilen şu sözü bu mevzuda ne kadar manidardır:
«Ya Resulallah! Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi, senin Sahabelerinin cemaatı içinde Cennet’e girsem ne olur!.. Onun (Kıtmir’in) Cennet’e benim Cehennem’e girmem reva mı? O Ashab-ı Kehf’in köpeği, ben ise Ashabının köpeği...” (Mezkûr tercüme, Sözler sh: 488’deki Farsça metinden yapıldı.)
İslâm hayatının ve Kur’an hakikatlarının gizli ve aşikâr düşmanlarından korunmasında, en üstün derecede gayret sahibi olan böyle mücahidîne ve fedakârlara bilerek muhalefet edenlerin veya ehemmiyetsiz görenlerin hali nice olur?
Sahih-i Müslim tercemesi 6. cild 147. hadiste de; kurra denen ve gündüz Ashab-ı Suffa’nın maişetiyle de meşgul olup gece derslerine devam eden Ensar’dan 70 fedakâr Sahabeden haber verilir.
Kur’an (59:9) âyeti Ensar’ın, Muhacirler’i Allah için sevip yardım ettiklerini beyan eder.
Ashab-ı Suffa hakkında daha pek çok rivayetler vardır. Bunların toplanması büyük yekûn teşkil edeceğinden, ansiklopediye mütenasib olacak ölçüyü nazara alarak bu kadarla iktifa ettik.
İşte Ashab-ı Suffa böyle mahrumiyetler içinde sabır ve fedakârane hizmet göstermişlerdir.
297- Burada hatıra gelebilen şöyle bir sual var:
Bu kadar ciddiyetle hizmet eden bu Suffa Cemaatı neden devam etmedi? Hem büyük bir hassasiyetle Ashab-ı Suffa’ya ihtimam gösteren Resulullah (A.S.M.) bu cemaat-ı mücahidînin devamlılığını neden teminat altına almadı?
Cevaben denir ki: Fahr-i Âlem (A.S.M.) nazar-ı Nübüvvetle görüyordu ki, bu fedakârane olan hizmet-i diniye, Âl-i Beyt silsilesinin manevi kahramanlarına intikal edecekti. Evet Âl-i Beyt ihlas, sadakat, istiğna, fedakârlık ve içtimaî gıll u gıştan azadelik gibi Ashab-ı Suffa’nın temel hususiyetlerini değiştirmeden ve bu sıfatlarla da muttasıf olarak, çok genişlemiş olan âlem-i İslâm’ın manevi hayatiyetini muhafaza yolunda çalışmışlar ve âlem-i İslâm’a merkez-i maneviye olmuşlardır. Cesed ruhsuz duramadığı gibi, cemiyet-i İslâmiye bünyesi de, manevi şahsiyetlere istinad etmezse ayakta duramaz. Bu meseleyi hakikatıyla anlamak için “Âl-i Beyt” kelimesindeki izaha bakınız.
İşte bu cemaat-ı mücahidîn-i İslâmiye olan Âl-i Beyt’in manevî şahsiyetleri, âlem-i İslâm’ın bir merkez-i manevîsi olarak asırlarca devam etmişler ve hizmet-i diniyeyi herşeyin üstünde tutarak dinin muhafazasına çalışmışlardır. Bütün âlem-i İslâm’ın tam bir itimad ve hürmetle bağlanmaları ve İslâm’ın merkez-i maneviyeleri olmaları için kader-i İlahî, Âl-i Beyt silsilesindeki manevi kahramanların ellerini, tarafgirlik ve keşmekeşliğin zemini olan siyasî saltanattan çekti ve böylece gönüllerde müessir ebedî sultanlar oldular. (Bak: 1331 ilâ 1334.p.a kadar)
En sonunda yani âhirzaman fitnesinde 1749, 1750.p.larda zikredilen hadislerin ihbarıyla, İslâm’ın ilk devrine benzer bir vaziyet olacak. Yani Muhacirîn ve Ashab-ı Suffa gurebası gibi, dine hizmet için evinden ve diyarından uzaklaşmış gariblerle ihya-i din ve cihad-ı manevî yapılacak, fitne cereyanının bozduğu Sünnet-i Nebeviye ihya edilecektir. Bu fedakârlar zümresi (cemaat-ı kalile, bak: 958/1 ve 1979.p.sonu) hizmet-i imaniyenin büyük cemaatı içinde manevî merkeziyet teşkil edecektir.
Demek 296.p.da geçen rivayetteki “Sizden sonraki ümmetimden” ifadesiyle açıkça haber verilen ve teşvik edilen Ashab-ı Suffa’nın devamı, İslâm’ın son devresinde tahakkuk eder ve ona bakar. Evet Âl-i Beyt keyfiyet şartları bakımından Ashab-ı Suffa’nın vazifesine kemâl-i ciddiyetle sahib çıkmışlardır. Fakat zahirî şekil bakımından, yani mücerredlik, hicret (kendi vatanından uzaklık, (bak: 1294/1.p.) ve dünya meşgalelerinden azadelik gibi zahirî şekil bakımından ise, İslâm’ın ilk devresi ile son devresi birbirine çok benzer.
Esasen Risale-i Nur’un haslar dairesi, Âl-i Beyt’in son halkası denilebilir. (Bak. E.72 p.son, 267 p.son ve Ş.452 p.2) Yani Ashab-ı Suffa’nın kalkmasıyla beraber vazifeleri son bulmadı. Âl-i Beyt’e intikalen devam etti. Bilhassa âhirzamanda Risale-i Nur’la aynı vazife devam ettiriliyor.
Elhasıl: Ashab-ı Suffa’nın yüklendikleri hizmet hayatı ve Ashab-ı Suffa mânâsı durmamış, mahiyeti ve hususiyetleri değişmeden Âl-i Beyt’in manevi kahramanlar silsilesine intikal ederek devam etmiştir. Kıyamete kadar dahi bu tarz hizmet-i diniye, haslar dairesi denen ehl-i hizmet ile devam edecektir.
Bu husus |¬BÅ8~ °}«S¬¶<_«0 Ä~«i«# « ilh... hadis-i şerifleri ile de müeyyeddir. (Buhari 96. kitab 10. bab) Bunun aksini iddia etmek, din hizmetinde azamî fedakârlığı ve bunun hakkındaki delail ve tebşiratı inkâr mânâsına gelir. Hatta Bediüzzaman Hazretlerinin vasiyetnamelerinde, hassaten ve ehemmiyetle din hizmetine hayatını vakfedenlerin devamlılığı üzerinde durulur. (Bak: Vakf-ı Hayat)
Dostları ilə paylaş: |